Türkiye’de her geçen gün siyasi ahlakın yok oluşunu üzüntü dolu bakışlarla güneşin batışı gibi izliyoruz. Güneşin batışı, romantik bir an olarak algılanıyor olsa da, verilen barış vaatlerinin yerine getirilmemesi Türkiye’de siyasi ahlaksızlığın utanç verici yüzünü açığa çıkararak yaşatılan barış umudunun derinleşen bir yaraya tuz basmak gibi oluyor. Kendinden ve yarasından habersiz kafası karışık Türkiye toplumu her ne kadar sokak sohbetlerinde kardeş halklar olduğunu savunsa da, savaş politkaları ile oluşturan stratejilerle nasıl bir halk düşmanlığı yaratılacağının kirli hesapları başlatılan barış sürecinde geri atılan adımlarla açığa çıkıyor. Ve her şeyden habersiz halklar “ ille de kardeşlik” diyor, fakat nafile, çünkü halkların kardeşliğini bozmaya çalışan ve yıllardır olduğu gibi akan kana timsah göz yaşları döken zihniyetler, daha “ kaç insan öldürtür, kaç para kazınırım” çarpım tablo hesabı ile barışa düşmanlık yaratma düşüncesindedir. Ve Türkiye’de seçim rantı için umutlar ve cesetler üzerine oynananın, oyalama politikaları sadece yaklaşan seçimlerin çıkarı için olduğu bilincinin, yaşanan gelişmelerle ortaya çıkması içimizi burkuyor.


Barış ifadeleri yoksul bir çocuğun annesinin evindeki son patatesi kızartıp besleme çantasına koyduğu bir sevinç gibi oluşmuştu kardeşliğin tahammül edilmediği Türkiye’de. Hiçbir annenin içindeki evlat acısının yarattığı yangını hiç birimizin anlayamayacağı tarifi imkansız acılar gibiydi; barış umutlarının küçük yüreklerdeki yaktığı coşku ateşi.


Ve burkuyor yüreğimizi, iktidarın geçmişte oynadığı, “Barış Umutları ve Hayal Kırıklıkçığı” başlıklı senaryoların arka perdesinde İsrail ve ABD’nin olması. Umutla başlatılan barış sürecinin tek fedalar ve aktif aktörünün daha bönce savaş yanlısı olduğu savunulan PKK olması. Bir halkın kardeşlik çığlığının çeşitli bahanelerle susturulma girişimi, sahipsiz mezarların çaresiz beklentilerinin yeniden gökyüzünün hüznüyle karışıp, rüzgarla uğuldu-yan ağıtıdır, barış sürecini baltalamak ve yeniden ölüm haberlerini alma endişesi yaratmak. Artık barış vaatleri ironi bir yaklaşım oluyor.



Aylardır oyalanan ve umutlandıran Türkiye halkının beklediği barış paketinin açılması, akşamları eve gelen işsiz ve beş parasız bir babanın sıkıntı dolu boş ve bomboş bakışları gibi oldu Türkiye halkında. Bu paket hevesleri ve yüzlerdeki tebessümleri soldurttu, tıpkı son baharın sararttığı yaz mevsiminin rengârenk bitki canlılığı gibi hiçbir talebe cevap olmadı. Annelerin yüreklerindeki bahar kelebekleri yaşanacak evlat acısının korku çığlığı ile katletti paketin yarattığı umutsuzluk.


Ve herkes, tıpkı ben gibi, bu umutların seçim yatırımı olduğu seçimden sonra savaşların yeniden derinleşeceği endişesinde. Umutla beklenilen paketin içi, çocukken kış aylarının sabahında okula girmeden önce kara lastik içinde donan ayaklarımın soğuktan donma acısı ile bana okutulan ve her kelimesi küfür gibi yankılanan “Ne Mutlu Türküm Diyene” yeminin kaldırılması ile doldurulmaya çalışılsa da, yüreklerdeki acıları dindirmeye cevap olmaması acı verecek; Kürtlere ve Türklere.


Türkiye halen kendi içindeki savaşı bitirmeden kalkıp Suriye’ye müdahale etmesi ve oradaki çeteleri besleme nedeni yıllardır orada ezilen Kürtlerin savaşı fırsat bilip gösterdikleri özgürleşme mücadelesidir. Çünkü çeteler Türkiye’de aldıkları silah ve destek karşılığında talimatla Kürtlere saldırıyor. Suriye’deki Kürtlerin özgürlüklerini ifade ettiği bayraklarını dikmesinden sonra Türkiye’de ayaklanan savaş cepheleri Türkiye’de barışın sağlanmayacağı gerçeğini açığa çıkardı. Oysa bayrakların ve renklerin kardeşliği olmadan halkların kardeşliği sağlanamayacağı gerçeği bilinmelidir. Yüzyıllardır bu coğrafyada Kürtlerin kardeşliğine tahammül edilmediği bir gerçektir, ve bu nedenden kimlikleri ve dilleri için hiç sevilmedi bu halk. Oysa Kürtlerin tek hayaliydi barış ve özlem duyduğu kardeşlik. Birbirlerine karşı kindar olsa da Kürtler, kardeşliğe ve barışa hasrettirler. Sofraları hep yabancıya açıktır, Kürtler barışa sevdalıdır, Türkiye’de barışı konuşup fakat barışın sağlanması için bir türlü adım atmayan iktidar, Suriye’de yaşayan Rojava’lı Kürtlerin özgürleşmesine tahammül etmediği acı verici bir gerçektir. Türkiye Rojava politklarına dizgin çekmediği sürece, Türkiye’deki barış ifadeleri inandırıcılığını hep yitirecektir.

Yaklaşan 2014 yerel seçimlerin vaatleri havalarda uçmaya başladı bile, bu güne kadar barış için tek bir çivi çakmayanlar, seçimlerde koltuk sahibi olma adına açacak kesenin ağzını. Hani derler ya, “ Kaz gelinecek yerden tavuk esirgenmez” işte bu mantıkla siyasetçiler ellerine lolipop gibi aldıkları mikrofonlara doymadan daha önce verilen ve yerine getirilmeyen vaatleri yeniden yenileyecek. Şimdi hangi adaya sorarsan “benim koltuğa ihtiyacım yok, ben halka hizmet etmek için gönül verdim bu işe” diyecek. Oysa halka gönül vermek barışa hizmet etmek olduğu, hep kulak ardı edilecek ve oyları için toplumun gözlerinin içine baka, baka yalan söyleyecekleri acı bir gerçek. Bence artık herkes fedakar olmalı “ben halk için varım” diyen adaylar ve siyasetçiler birazda barışı düşünmeli ve halkın barışı için hizmet etmelidir. Seçim meydanlarını barış talepleri ile yankılamalıdır. Siyasetçiler ve sivil toplum örgütleri hep bir ağızdan barış istenmelidir. Bu halka düşen görev ise, vaatler değil icraatları talep etmektir. Çünkü yüreği yanan ocağı sönen halktır, halkların kardeşliğidir. Yaklaşan seçim savaşın bitmesi için bu süreç bir fırsattır. Barış seçime yem edilmemelidir, seçim barışa hizmet etmelidir.