Selahattin Demirtaş'ın "Sürecin muhasebesi" başlıklı yazısı, ne bir hesaplaşma ne de romantik bir barış çağrısıdır. Aksine, Türkiye'nin geleceği için soğukkanlı ve derinlikli bir özeleştiri sunuyor. Demirtaş'a göre, bugün masaya yatırdığımız tüm tartışmalar güvenlik, yasa, komisyon, kongre, çağrı asıl mesele olan "kardeşlik duygusu"nu yeniden inşa edemediğimiz sürece anlamını yitiriyor.

Onun satır aralarında, siyasetin yıllardır görmezden geldiği basit ama çarpıcı bir hakikat yatıyor: Barış, Meclis kürsüsünde değil, toplumun yüreğinde filizlenir. "Yasa Meclis'te değil, halkın bilincinde yapılır" sözü, aslında donmuş bir toplumsal vicdanı uyanmaya davet ediyor. Önerdiği sembolik ama güçlü adımlar Amedspor ile Trabzonspor'un kardeşlik maçı, Ulu Camilerde ortak hutbe, anaların mezarlıklarda el ele yürüyüşü sadece barış girişimleri değil, aynı zamanda ortak acının ve kolektif umudun temsilidir.

Demirtaş, bu metniyle hücresinden hem iktidara hem de muhalefete ayna tutuyor. Satırları, "Silahlar sustu ama diller, kalpler hâlâ gürültülü" çağrışımı yapıyor. En çarpıcı mesajı ise en yalın haliyle veriyor: "Sürecin kilit kavramı silah değil, kardeşliktir." Bu ifade, salt politik bir tespit olmanın ötesinde, Türkiye'nin yüzyıllık yarasına uzatılmış bir el niteliğinde.

Uzun süredir siyasetin dışında tutulan bir liderin, içeriden dışarıya yazdığı bu metin, bir "vicdan notu" olarak okunmayı hak ediyor.

Güvenlik adımları tamam, peki kardeşlik nerede?

Demirtaş, son bir yılda yaşanan gelişmeleri "önemli ama eksik" olarak niteliyor. Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan'ın inisiyatifleriyle başlayan süreçte güvenlik açısından ciddi adımlar atıldığını, PKK'nin fesih kongresi ve silahların bırakılması gibi gelişmelerin küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Ancak burada bir noktayı özellikle vurguluyor: Sürecin sadece "güvenlik" çerçevesine sıkıştırılması büyük bir hata. Çünkü onun ifadesiyle "sürecin kilit kavramı silah değil, kardeşliktir." Bu cümle, Türkiye siyasetinde son yıllarda duyulmamış kadar yalın ama güçlü bir uyarı taşıyor. Demirtaş'a göre barış, masalarda değil, toplumun kalbinde inşa edilir. Silahın sustuğu gün değil, yüreklerin buluştuğu gün gerçek barış başlar.

Yasa Meclis'te değil, halkın bilincinde yazılır

Demirtaş'ın yazısındaki en çarpıcı tespitlerden biri şu: "Yasa Meclis'te değil, halkın bilincinde yapılır." Bu, devlet merkezli siyasetin tam karşısında duran bir anlayış. Demirtaş burada, barışın sadece yasal düzenlemelerle değil, toplumsal duyguyla kurulabileceğini söylüyor. Yani önce insanlar birbirini anlamalı, sonra Meclis o anlayışı yasaya dönüştürmelidir. Bu yaklaşım, yıllardır "önce güvenlik, sonra siyaset" diyen devlet aklının tersine çevrilmiş halidir. Demirtaş, meseleyi hukuk metinlerinden çıkarıp, toplumsal vicdana taşıyor.

Barışın sembolü gündelik hayatta kurulur

Yazının en dikkat çekici bölümlerinden biri, Demirtaş'ın önerdiği sembolik ama etkili adımlar. Amedspor ile Trabzonspor arasında bir kardeşlik maçı, Diyarbakır ve Bursa Ulu Camilerinde aynı anda Türkçe ve Kürtçe hutbe, Türk ve Kürt anaların birlikte mezarlık ziyareti, gençlerin Anıtkabir'de ortak bildiri okuması... Bu örnekler, bir siyasetçinin alışılmış "proje diliyle" değil, toplumsal hafızayı onarma arzusuyla düşündüğünü gösteriyor. Demirtaş, "barışı masa başında değil, insanların gündelik yaşamında kurmalıyız" diyor. Yani barış, toplumun nefesinde, şarkısında, tribününde, duasında yer bulmadıkça gerçek olmaz.

Siyasetin dili barışı değil, ayrışmayı büyütüyor

Demirtaş'ın yazısında en sert eleştiriler ise bugünkü siyasal tabloya yönelik. Sürecin "umut diliyle" değil, "tehdit diliyle" yönetildiğini söylüyor. CHP'ye yönelen yargı operasyonlarından, kayyım uygulamalarından, hasta mahpusların hâlâ içeride tutulmasından söz ediyor. Ve belki de yazının en çarpıcı cümlesini kuruyor: "Kürt-Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk-Türk ayrışması eklendi." Bu tespit, Türkiye'nin artık yalnız etnik değil, siyasal ve ideolojik olarak da parçalandığını anlatıyor. Demirtaş'a göre bu tablo, sadece Kürt meselesinin değil, ülkenin demokratik geleceğinin de önünü tıkıyor.

Hücredeki umut, dışarıdaki sessizlik

Demirtaş yazısını, altı yıldır birlikte tutuklu bulunduğu Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı'ya ithaf ediyor. "Onun direnci ve dik duruşu bize güç veriyor" diyor ve ekliyor: "Barış ve kardeşlik mutlaka kazanacak." Bu cümle, yalnız bir temenni değil; içeriden dışarıya uzanan bir siyasal direniş manifestosu. Dışarıda siyasetin dili kısılırken, içeride umut hâlâ konuşuyor. Ve o umut, bugün Türkiye'de pek az liderin gösterebildiği kadar net ve insani.

Barış yasayla değil, vicdanla başlar

Demirtaş'ın bu yazısı, bir dönemin kapanışından çok, yeni bir başlangıcın işaret fişeği. Yıllardır ertelenen yüzleşmeye, yeni bir dille ve yeni bir bakışla çağrı yapıyor. Barışın silahlarla değil, insanlarla; yasalarla değil, vicdanla kurulabileceğini anlatıyor.

Bugün Türkiye'nin ihtiyacı tam da bu: Devletin değil, halkın diliyle konuşan bir siyaset. Yasadan önce yüreğe dokunan bir kardeşlik. Demirtaş'ın hücresinden yükselen ses, bu yüzden sadece bir mahpusun değil, bir ülkenin vicdanının sesi.