PKK’nin 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği 12. Kongre’de aldığı fesih ve silahsızlanma kararı, bölgesel ve ulusal siyasette taşları yerinden oynattı. Bu karar sadece örgütün değil, Türkiye'nin, Suriye'nin ve Kürt siyasetinin geleceği açısından da yeni bir dönemin habercisi olabilir.

Ancak bu "karar", yüzeyde göründüğünden çok daha derin bir siyasi ve stratejik hesaplaşmanın sonucudur. Silahların susması, sadece dağlardan gelen bir yankı değil; aynı zamanda müzakere masalarından, istihbarat raporlarından, seçim senaryolarından ve halkın artık barış isteyen vicdanından yükselen bir sestir.

Peki PKK neden bu kararı şimdi aldı? SDG’nin Şam yönetimiyle vardığı anlaşmanın bunda payı var mı? Türkiye’deki siyasi tutsakların, özellikle Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş gibi simge isimlerin ve diğer tüm tutsakların durumu ne olacak?

Tüm bu sorulara yanıt arayalım.

SDG-Şam yakınlaşması: PKK’nin fesih kararına giden yolun taşları

Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'nin, Şam yönetimiyle kurduğu ilişki, sürecin en kritik faktörlerinden biridir. Özellikle ABD'nin Orta Doğu’dan çekilme süreci ve Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki askeri operasyonları, SDG’nin Şam yönetimiyle daha yakın ve pragmatik bir ilişki geliştirmesini zorunlu hale getirdi. Bu yakınlaşma, SDG'nin Suriye'deki varlığını sürdürebilmesi için Türkiye ile doğrudan çatışmayı bir süreliğine arka planda tutma gerekliliğini doğurdu. Çünkü hem Türkiye hem de Suriye, SDG'nin sınır hattındaki varlığını ve özerklik taleplerini ortak bir tehdit olarak görüyordu.

Bu bağlamda, PKK'nin Türkiye'ye karşı silah bırakması, sadece SDG'nin Şam yönetimiyle olan ilişkilerini sağlamlaştırmak adına değil, aynı zamanda daha güçlü ve daha az sorunlu bir aktör olarak masaya oturmasını sağlamak amacıyla da önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Fesih kararı, Şam'a gönderilen dolaylı bir mesaj olarak, PKK'nin ve SDG'nin artık daha az problemli bir ortaklık yolunda ilerlemeyi tercih ettiğini gösteriyor. Fesih kararı, Şam yönetimine dolaylı bir “sorunsuz ortaklık” mesajıdır.

Uluslararası baskılar ve meşruiyet arayışı

PKK, uzun yıllardır uluslararası alanda meşru bir aktör olarak kabul görme çabası içerisindeydi. Ancak, özellikle Avrupa ve ABD’de terörle mücadeleye dair artan hassasiyetler, bu yönelimi sekteye uğratıyordu. PKK, AB ve ABD gibi uluslararası güçler tarafından "terör örgütü" olarak tanındığı için, diplomatik ve siyasi düzeyde etkin adımlar atmakta ciddi zorluklarla karşılaşıyordu. Bu durum, örgütün küresel ölçekte meşruiyet kazanma çabalarını engelleyen önemli bir engel teşkil ediyordu.

Silahsızlanma kararı, PKK’nin yıllardır süregelen "askeri yapıdan sivil yapıya geçiş" stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Örgüt, artık doğrudan silahlı mücadele yerine daha çok siyasi ve demokratik alanlarda faaliyet göstererek, uluslararası camiada daha kabul edilebilir bir zemin yaratmayı amaçlıyor. Özellikle Avrupa ve ABD gibi bölgelerde, PKK’nin silahsızlanma kararı, ona meşruiyet kazandırabilir ve terörle ilişkilendirilen algıyı azaltabilir.

Bu geçiş süreci, PKK için aynı zamanda Kürt diasporası arasında daha fazla destek bulma, örgütü "barışçıl" bir çizgide gösterme ve Türkiye içindeki tüm halklar ile daha fazla bağ kurma fırsatı sunmaktadır. Siyasi çözüm süreçlerine dahil olabilme ve uluslararası ilişkilerde daha etkin bir rol üstlenebilme adına, silahsızlanma kararı stratejik bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Kürt kamuoyundaki değişim: Sivil taleplerin yükselişi

Bugün, Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürt nüfusunun önemli bir bölümü, silahlı mücadelenin artık daha az verimli ve maliyetli bir seçenek olduğunu düşünüyor. Birçok kişi, silahların gücünden çok, barışçıl çözüm yolları ve demokratik temsili esas alan politikaların, Kürt halkının geleceği için daha sürdürülebilir olduğunu savunuyor. Bu değişim, özellikle genç kuşaklar arasında daha belirgin hale gelmiş durumda. Silahlı mücadeleyle elde edilen kazanımların sınırlı ve pahalı olduğu görüşü, zamanla daha geniş bir kesim tarafından benimsenmeye başlanmış.

Yeni kuşak Kürt siyasetçileri ve aktivistleri, toplumlarının haklarını savunmak için daha fazla şiddet içermeyen yöntemlere yöneliyor. Barışçıl çözüm ve demokratik temsil, bu kuşağın talepleri arasında ön plana çıkıyor. Dolayısıyla, silahlı mücadelenin yerini siyasi ve toplumsal çözüm yolları almaya başlıyor. Bu eğilim, sadece dışsal baskıların değil, aynı zamanda içsel dönüşüm dinamiklerinin de bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.

Kürt siyasi hareketi içinde, özellikle gençlerin bu değişimi savunması, eski silahlı mücadele stratejilerinin sorgulanmasına yol açtı. Bu sorgulama, örgütün tabanı nezdinde bile yankı buldu. PKK'nin fesih kararı da bu değişim ve dönüşümün bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabilir. Sadece dışarıdan gelen baskılarla değil, aynı zamanda iç dinamiklerle şekillenen bu karar, Kürt hareketinin gelecekte nasıl bir yol izleyeceğini belirleyebilir.

Sonuç olarak, Kürt kamuoyunda yaşanan bu değişim, sadece bir siyasi tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşümün göstergesidir. Artık daha fazla kişi, hakların elde edilmesinin silahla değil, barışçıl ve demokratik yollarla mümkün olduğuna inanıyor ve bu değişim, hem Kürt siyasetinin hem de bölgenin geleceği için belirleyici bir etkiye sahip olabilir.

Seçim ve iç politika hesapları

Türkiye’de iç politikada son yıllarda önemli değişimler yaşanıyor. AKP, önceki güçlü oy oranlarının aksine, son seçimlerde ciddi kayıplar verdi. Ekonomik kriz, işsizlik ve enflasyon halkın desteğini azalttı; özellikle orta sınıf ve gençler arasındaki tepkiler, AKP tabanındaki erimeyi hızlandırdı. Kamusal hizmetlerdeki aksaklıklar ve yolsuzluk iddiaları, güveni iyice sarstı.

Meydanı dolduran muhalefet, AKP'nin zayıflayan gücünden faydalanarak seçimlere odaklanmış durumda. Ekonomik kriz ve demokratikleşme vurgusu yapan muhalefet, halkın taleplerine yanıt arayarak alternatif çözümler sunuyor. Bu gelişmeler, AKP’nin seçimlerde zorlu bir mücadeleye girmesine neden oldu.

PKK’nin sahneden çekilmesi ise sadece örgütsel bir dönüşüm değil, Türkiye’nin çözüm süreci ve iç politika hesapları açısından da önemli bir adım. AKP, ekonomik ve güvenlik sorunlarıyla boğuşurken, bu adım siyasi çözüm olasılıklarını yeniden gündeme getiriyor.

Kararın Türkiye’deki siyasi takvimle eş zamanlı gelmesi, “seçim mühendisliği” ya da “iç siyasete müdahale” tartışmalarını körükledi. Özellikle örgütle mücadeleyi merkezine alan milliyetçi çevreler, bu kararı taktiksel bir hamle olarak değerlendiriyor. Ancak silahlı bir aktörün sahneden çekildiğini ilan etmesi, siyasi çözüm ihtimallerini tartışmaya açıyor.

AKP’nin, bundan sonra sadece seçim hesaplarıyla değil, halkın taleplerine duyarlı ve ekonomik çözüm odaklı bir politika izlemesi gerekebilir. Zira ekonomik zorluklar ve muhalefetin güçlenmesi, çözüm yollarına olan baskıyı artıracaktır.

Abdullah Öcalan ve “umut hakkı” tartışması

PKK’nin fesih ve silahsızlanma kararının ardından, uzun süredir arka planda kalan “umut hakkı” meselesi yeniden siyasetin gündemine girdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı "umut hakkı" vurgusu, bu konuyu hem hukuki hem de siyasi boyutlarıyla yeniden tartışmaya açtı.

1999’dan bu yana İmralı’da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a ilişkin “umut hakkı” başlığı, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da büyük hassasiyet barındırıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’nin de taraf olduğu kararlar çerçevesinde, ömür boyu hapis cezası alan mahkûmların belirli şartlar altında yeniden değerlendirilmesine olanak tanıyan bir sistemin oluşturulmasını zorunlu kılmıştı. Bu, cezanın tamamen mutlak olmaması ve mahkûmun serbest bırakılma olasılığının en azından teorik düzeyde açık kalması gerektiği anlamına geliyor.

Buna karşın, Abdullah Öcalan özelinde bugüne kadar bu yönde herhangi bir yargısal süreç işletilmedi. PKK’nin silah bırakma kararına dair verilen mesajlar, Öcalan’ın bu yeni dönemdeki konumunun ne olacağı yönünde tartışmalara yol açıyor.

Önümüzdeki süreçte bu başlık yeniden siyasi ve hukuki tartışmaların merkezine oturursa, Türkiye’nin hem uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerini hem de iç politikadaki kırılgan dengeleri nasıl yöneteceği önemli bir sınav niteliği taşıyacak.

Cezaevindeki siyasal figürler: PKK’nin silah bırakma kararı sonrası ne olacak?

PKK’nin silah bırakma kararı, Türkiye’de siyasi arenada önemli bir dönüm noktası olabilir. Bu karar, örgütün silahlı mücadelesinin sonlanmasının yanı sıra, ülkedeki siyasi atmosferin değişebileceğini de işaret ediyor. Teorik olarak, bu gelişme Türkiye içinde bir “siyasi yumuşama” ve “hukuki yeniden değerlendirme” sürecine zemin hazırlayabilir. Ancak, bu sürecin nasıl şekilleneceği ve toplumsal normalleşmeye nasıl yansıyacağı henüz netleşmiş değil.

Bugün cezaevlerinde tutuklu bulunan isimler, Türkiye’nin en çok tartışılan siyasal figürlerinden. Aralarında HDP eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu eski milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ve aktivistler, “örgüt üyeliği” ve “propaganda” gibi suçlamalarla hapis yatıyor.

Özellikle AKP’nin Kürt seçmenle yeniden bağ kurma amacı doğrultusunda, Demirtaş gibi figürlerin serbest bırakılması, toplumsal barış ve sürecin sembolik anlamı açısından önemli bir adım olabilir. Bu çerçevede, yargılama süreçlerinin yeniden gündeme gelmesi olasılığı oldukça güçlü.

Eğer bu süreç barış ve toplumsal normalleşme ekseninde ele alınırsa, yasal reformlarla birlikte siyasi tutuklular için yeni bir hukuk zemini oluşturulabilir. Bu sadece Demirtaş ve Yüksekdağ gibi isimler için değil, Türkiye’nin uzun yıllardır süregelen kutuplaşmalarını aşabilmesi için de kritik bir fırsat sunar. Ancak, hükümet bu durumu sadece PKK’nin gerilemesi ve güvenlik meseleleri çerçevesinde değerlendirmeyi tercih ederse, cezaevindeki isimler için somut bir değişim olmayacak ve toplumsal barışa dair umutlar ertelenecektir.

Fesih gerçek mi, taktik mi?

PKK’nin fesih ve silahsızlanma kararı, çok katmanlı bir denklemde alınmış stratejik bir adımdır. Suriye sahasında yaşanan değişim, uluslararası konjonktür, Türkiye’nin artan güvenlik kapasitesi ve Kürt toplumunun dönüşen talepleri bu kararın arkasındaki temel dinamiklerdir.

Ancak bu kararın samimiyeti, kalıcılığı ve pratikteki karşılığı, önümüzdeki aylarda sahada ve siyaset zemininde atılacak adımlarla test edilecektir. Semboller, söylemler ve yapısal dönüşüm bu kararın sadece bir taktik mi, yoksa yeni bir stratejinin başlangıcı mı olduğunu gösterecek.

Tarihi bir kesişim noktasındayız

PKK’nin Türkiye’ye karşı silah bırakması, bölgesel denklemdeki değişimlerin, halkın taleplerinin ve askeri gerçekliğin zorladığı bir karar. Bu karar, SDG'nin Şam'la ilişkisini rahatlatmak, uluslararası meşruiyeti artırmak ve yeni bir sivil siyasete zemin hazırlamak gibi birçok taktiksel amacı barındırıyor.

Ancak bu süreçte asıl önemli olan, Türkiye’nin nasıl bir yol haritası çizeceği. Siyasi tutsaklar, Kayyım atamaları, Kürt temsilciliği, demokratik reformlar ve toplumsal barış alanlarında gerçek adımlar atılmadığı sürece, bu karar sadece taktiksel bir manevra olarak kalabilir.

Silahların sustuğu yerde siyaset konuşur. Ama konuşan siyasetin dili, samimiyet ve cesaretle kurulmazsa, sessizlik geçici olur.