Haber: Muhittin Botan

Türkiye’nin temel sorunlarından bir tanesi olan göçmen sorunu ülkede siyaseti bölerken, sadece mülteci karşıtlığını körüklemekle yetinmiyor, yabancı düşmanlığına da yol açıyor. Göçmenliğin hukuksal boyutuna ilişkin açıklamalarda bulunan Van Barosu Avukatlarından Ümit Avcı, Birleşmiş Milletlerin (BM) 1951 Cenevre Sözleşmesi ile 1967 tarihli protokolüne değinerek, “mültecilere ilişkin bu yönlü uluslararası hukuksal düzenleme getirilirken, Türkiye de 6458 sayılı var. Fakat Türkiye, BM’nin 1951 Cenevre sözleşmesini esas alırken, 1967 yılındaki protokolü bir nevi es geçiyor. Bunun sonucunda da Avrupa ülkeleri dışından gelen göçmenler mülteci olarak değerlendirilmiyor. Bu da göçmenler konusunda yaşanan sorunun temel kaynaklarından birisini oluşturuyor” ifadelerine yer verdi. 

Göçmen sorunu, dünya gündemindeki yerini korurken, bulunduğu coğrafi konum itibari ile göçmenlerin temel geçiş güzergahlarından bir tanesi olan Türkiye’nin göçmen gündemi çok sert tartışmalara neden olmaktadır. Siyasetin de temel argümanlarından bir tanesi olmaya başlayan göçmen karşıtlığı, milliyetçiliği derinleştirirken, beraberinde yabancı düşmanlığını da getirmektedir. 

Göçmenliğin ulusal ve uluslararası hukuki haklarına yönelik değerlendirmelerde bulunan Avukat Ümit Avcı, insanların neden ülkelerini terk ederek başka ülkelere göç etmek zorunda kaldıklarına bakılması gerektiğini söyledi. Avcı, birçok sebepten dolayı insanların vatandaşı bulundukları ülkeyi terk etmek zorunda kaldıklarına değinerek, “Bunların bir kısmı terk ettikleri ülkeye dönebiliyor, ama bir kısmı da terk ettikleri ülkeye hiçbir şekilde dönemiyor. Yada dönmek istemiyor. Dönmemelerinin nedeni, zulme uğrama korkusudur. Yani, kendisinin yaşadığı veya vatandaşı olduğu ülkeye zulme uğrayacağından korktuğu için haklı bir sebeple dönemeyen, başka bir ülkenin egemenlik sınırına giren ve kendi ülkesine dönemeyen kişilere mülteci deniliyor” tanımlamasında bulundu.

‘MÜLTECİLERİ KORUYAN ULUSLARARASI KANUNLAR VAR’

Göçmenliğin tarih boşunca sürekli var olduğuna değinen Avcı, Avrupa’da 2. Dünya savaşından sonra bir takım yasal düzenlemelerin getirildiğine dikkat çekerek, BM’nin 1951 Cenevre sözleşmesi ve mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin 1967 tarihli bir protokolden bahsederek, buna yönelik bir de ulusal düzenlemelerin bulunduğunu söyledi. Türkiye’de ise 6458 sayılı yasanın bulunduğunu söyleyerek, “Mültecilerin hukuki durumuna ilişkin olarak BM Cenevre sözleşmesinde mülteci şu şekilde tanımlanıyor: Vatandaşı olduğu devlette meydana gelen olaylar sonucunda ırkı, dini ve tabiiyeti belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiiyetti yoksa bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı, ikamet ettiği ülkesinin dışında bulunan oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs... şeklinde tanımlıyor. Genel anlamda mültecilik tanımlaması aynı olsa da Türkiye ve Avrupa’nın mültecilere iliştir farklı hukuki sınıflandırmaları bulunuyor” dedi. 

‘TÜRKİYE GELEN HER KESE MÜLTECİLİK STATÜSÜ TANIMIYOR SORUNUN NEDENİ DE BU’

Avukat Ümit Avcı şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi, dolayısıyla Konseyin 1951 tarihli sözleşmeye imza atmış ülkelerden bir tanesi. Ancak kendisi buna dönük kanun çıkarırken, tanımlaması buradaki tanımlamayı da az kısıtlıyor. Bunun, Türkiye’nin Ortadoğu’daki farklı özelliğinden yani göç yolları üzerinde bulunmasından kaynaklı bir çekinceden bunu yaptığı anlaşılıyor. Son dönemlerde en çok tartışılan konunun bu olması da aslında buradan kaynaklanıyor. Yani Türkiye dışarıdan gelen her kese, her kesime mültecilik statüsü vermiyor. Vermek istememesinin sebebi de bu. En son Suriye’den savaştan kaçıp toplu olarak Türkiye’ye gelenler bir de Afganistan’dan sürekli olarak Türkiye’ye gelen kişilerin durumu üzerinden sürekli bir tartışma yürütülüyor. Bu gelen insanların Türkiye’deki statüleri nedir? Türkiye’de bu insanlara mülteci mi deniyor veya mültecilerin sahip oldukları ulusal veya uluslararası haklar noktasında devlete karşı bir şeyler sunuyor mu? Maalesef sunamıyor. Burada bir sıkıntı var. Burada uluslararası mevzuata bakmak gerekiyor. 1951 tarihli BM mültecilerin hukuki durumuna dair Cenevre sözleşmesinden sonra 1967 tarihli mültecilerin hukuki statüsüne dair protokol imzalanıyor. Bu protokolün sonradan neden çıktığına baktığımızda, sebep de anlaşılıyor. Bunun nedeni de şu: İnsanlık, ikinci dünya savaşından çıktıktan sonra Cenevre sözleşmesi mülteciyi şöyle tanımlıyor; Avrupa’da 1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ırkı, dini, tabiiyeti belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan yada söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiyesi yoksa bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ülkede bulunan, oraya dönemeyen, söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs şeklinde tanımlıyor. Burada bir coğrafi sınırlama getiriliyor. Coğrafi sınırlama nedir? 1 Eylül 1951 yılından önce Avrupa’da yaşanan olaylar diyor. 

‘SURİYE, AFGANİSTAN GİBİ ÜLKELERDEN GELEN KİŞİLERE MÜLTECİ STATÜSÜ TANINMIYOR’

Avrupa dışındaki ülkelerde de insanlar savaşlar vs. den dolayı bulundukları ülkeyi terk edip tekrardan bulundukları ülkeye dönemedikleri için bu defa coğrafi sınırlamayı Avrupa mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin 1967 sayılı protokolle kaldırıyorlar. Burada tarih sınırlandırması metinden çıkartılmış. Ama aynı zamanda her ülkeye kendi yasasını çıkarırken, Avrupa dışında meydana gelen olaylarla ilgili de bir koruma statüsü oluşturma yetkisi tanımış. Ama Türkiye’nin çıkarttığı yasa şu açıdan önemli; Türkiye mültecilik açısından çıkarttığı yasada mültecilik statüsü yalnızca Avrupa’dan gelen, orada uğradığı baskıdan dolayı ülkesini terk eden, Türkiye’ye sığınan ve geri dönmesi durumunda hayati tehlikesi olan veya zulme uğrayacağı konusunda muhakkak beklentisi olan kişilere mülteci statüsü veriyor. Bunun dışında örneği Suriye’den gelen, Afganistan’dan gelen kişilere mülteci statüsü verilmiyor.”

‘TÜRKİYE’DE MÜLTECİLERE İLİŞKİN 4 FARKLI STATÜ VAR’

Avukat Avcı, Türkiye’nin mülteci statüsü ile beraber 4 farklı statünün daha bulunduğuna dikkat çekerek, “Bunlar 6458 sayılı yasada, yani yabancılar ve uluslararası koruma kanunundaki yasaya göre farklı statüler var. Nedir bu? Sadece Avrupa’dan gelenlere verilen mültecilik. İkincisi, şartlı mültecilik, üçüncüsü, ikincil koruma ve dördüncüsü de geçici koruma şeklindedir. Bu anlamda Afganistan’dan ve Suriye’den toplu olarak gelenlerin statüsü şimdilik ne mültecilik, ne şartlı mültecilik, ne de ikincil koruma olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla Suriye, Afganistan veya diğer ülkelerden gelenler (Avrupa hariç) Türk mevzuatına göre mülteci değil” dedi. 

Türkiye’deki mevzuata göre bunlara geçici koruma statüsü tanındığını kaydeden Avcı, bireysel olarak gelenlere şartlı koruma veya ikincil koruma statüsünün de verilebildiğini ifade ederek, “ama hiçbir zaman mülteci statüsü verilmiyor. Bunların statüsü ya şartlı mülteci, ikincil koruma statüsü yada geçici koruma. Genelde de geçici koruma statüsüne alıyor” şeklinde konuştu. 

‘BİREYSEL SIĞINMA TALEBİNDE BULUNANLARIN DURUMUNU ARAŞTIRMAK DAHA KOLAY’

Geçici koruma statüsünün de şartları olduğunu dile getiren Avukat ümit avcı, “Suriyeli sığınmacılar meselesi örneği. Onları Türkiye’ye aldığı zaman, bunlarla ilgili bazı şartlar belirliyor. Dolayısıyla bu şartlar orada bulunan insanlar açısından bir güvence oluşturuyor mu oluşturmuyor mu ona bakmak lazım. Üçüncü bir ülkeye bu insanlar geçebilir. Aslında bu konu Afgan ve Suriyeli mültecileri ilgilendiren bir konu. Mevzuata göre bunlara mülteci demek de doğru değil. Afganlılar ve Suriyeliler ile ilgili durum aslında şu: Bireysel sığında talebinde bulunanların mültecilik şartlarını taşıyıp taşımadıklarını tespit edip etmediklerini bulmak daha kolay. Ancak kitlesel olarak sınırı geçip sığınmak için gelen veya ülkesinden kaçıp gelenlerin durumu tek tek ele aldığında zorlaştığı için bunlara devlet genelde geçici sığınma statüsü veriyor. Bunu, uluslararası koruma statüsünden sapma olarak da değerlendirmek mümkün. Statüsü ne olursa olsun sığınmacılar, mültecilerin kendi ülkelerinden yada zulüm ortamından kaçıp başka bir ülkenin egemenlik alanına girdiği zaman sırf bu nedenle uluslararası sözleşmeden kaynaklanan bir ilke var. Bu da geri gönderilmeme ilkesidir. Bu koruyucu bir mekanizmadır aslında. 6458 sayılı yasada mültecilik, şartlı mültecilik ve ikincil koruma statüsünde kalan ve bazı şartları taşıyan Suriyeli veya Afganlı sığınmacılara verilen bir geçici koruma statüsüdür. Bu, aslında toplu olarak gelen ve sınırı geçenlere yönelik bir koruma statüsüdür” dedi. 

‘ÜLKEDEKİ EKONOMİK KRİZİN BİR NEDENİ OLARAK GÖÇMENLER GÖRÜLÜYOR’

Avcı şöyle devam etti:

Türkiye’de bulunan göçmenlere yönelik karşıtlığın sebebi, içeride körüklenen yabancı karşıtlığıdır. Faşizmin bir türü olarak belki değerlendirilebilir. Popülist bir şekilde bunun siyasete malzeme edilmesidir. Savaştan kaçmış, farklı bir ülkeye sığınmış kişilerin içeride devam eden kendi ülkelerindeki iç çatışmalara dahil olmadan Türkiye’de daha rahat yaşadıkları, oturum aldıkları, vatandaşlık aldıkları, iş yeri açabildikleri, iş kurabildikleri bir ortamda, özellikle Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz sorunları ile beraber ele alındığında ekonomik yoksulluğun en önemli nedenlerinden bir tanesi bu insanların Türkiye’de bulunması olarak gösteriliyor. Bu durumu, popülist siyasete malzeme edildiği ortam olarak oluşturulan yabancı düşmanlığı olarak değerlendirilebilir. Bunun birçok nedeni var. En başta, ekonomik, sosyal sebepler ve bir de Türkiye’de bu zamana kadar oluşturulmuş kodlar var. Yani yabancı düşmanlığını sadece ekonomik sebepler boyutu ile ele almamak gerekiyor. Son 100-150 yıllık süreçte oluşturulan kodlar var. Örneğin, Osmanlının tebaası iken Osmanlıya karşı savaşarak bağımsızlıklarını elde etmelerinden tutalım da bu gün Türkiye’deki ekonomik sebeplere kadar birçok sebep var. Dolayısıyla devletin de bazı şeylere göz yumması veya bu türden yabancı düşmanlığı politikalara izin vermesi ile de aslında bu türden şeylerin önü alınamamakta.”

‘NİTELİKLİ, TEKNİKİ YÖNLERİ YÜKSEK GÖÇMEN BATILI ÜLKELERE GİDİYOR’ 

Gelen sığınmacıların bir kısmının nitelikli, önemli bir kısmı da niteliksiz iş gücü olduğunu belirten Avcı, nitelikli, teknik gücü olanların daha çok Avrupa ülkelerine, Amerika veya Kanada’ya giderek orada vatandaşlık veya oturum aldıklarını, niteliksiz olan iş gücünün de Türkiye’de kaldığını, Afganlılar için de bunun böyle olduğunu söyleyerek, “Böyle olunca devlet de bunlara geçici koruma statüsü veriyor. Nedir bunun anlamı? Üçüncü bir ülkeye gidebilirsiniz veya şartlar olgunlaşırken kendi ülkenize gidersiniz. Ya da şartlar olgunlaşırsa bu ülkede oturma izni alabilmek için bir takım girişimlerde bulunursunuz” açıklamasını yaptı. 

Avcı, “Böylesi bir süreçte devlet açısından da bunların barınma sorunu oluşuyor. Bunlara bir takım fonların aktarılması gerekiyor. Bunlara bu alt yapı sunulamıyorsa, bu kez bunlar kendi yaşamlarını idame etmek için bir takım girişimlerde bulunmak durumunda kalıyorlar. Bu defa kayıt dışılığa sebep olan bir iş arayışına girişiyorlar. Böyle olunca bu insanların büyük bir çoğunluğu kayıt dışı çalışmada, ucuz iş gücü olarak, angarya yaptırılarak gerçekten insanlık onuru ile bağdaşmayacak şekilde çalıştırılıyor. Tabu bunlar aslında uluslararası hukukta da ulusal hukukta da yasaktır” diyerek, sorunun gelen insanlara mülteci statüsünün tanınmamasında yattığını belirterek konuşmasına şu şekilde devam etti:

“Bu insanlara, mültecilik statüsü tanınsa, onlara uluslararası alanda mültecilik koruması sağlamış olursunuz. Ama siz ülkenizde bunlara mülteci statüsü vermeyip, geçici koruma statüsü altında bulunan insanlar olarak yaklaştığınız zaman öncelikler de değişiyor. Ya bunları sınır dışı etme, deport etme yada üçüncü bir ülkeye gönderme veya ilgili ülkede şartlar olgunlaşırsa bunları geri gönderme veya vatandaşa alma gibi daha zor olan seçeneklerle başbaşa kalınmış olur. 

Statü farklılıkları buradaki insanların gerçekten de insan gibi yaşamalarını devletten hak ve beklentilerini de değiştiriyor. Suriyelilerin büyük bir kısmına vatandaşlık verilmiş ama hangi şartlar altında vatandaşlık verildiğini bilmiyoruz. Bunlar, Türkiye’nin sınır ötesi hareketliliğine bağlı bir  politikanın sonucu mu verilmiş bilmiyoruz.

‘İSTATİKSEL VERİ YOK’

Afganistan’dan gelen, eli silah tutan gençlerin bir hareketliliği var. Bunlar hangi şartlar altında burada tutuluyorlar, ne kadarı sınır dışı edilmiş, ne kadarı üçüncü ülkelere gönderildi bilmiyoruz. Dolayısıyla istatistiksel bir veri yok. Bunların hukuki koruma altına alınıp alınmadıklarını bilmiyoruz. Bunlara insan onuruna yakışır bir şekilde geçici koruma statüsü verilmişken bile hangi alt yapıya kavuşturulmuş bunları bilmiyoruz. Diğer yönüyle halen de göçmen trafiğinin yoğun olarak işlendiği bir ülkeden söz ediyoruz. İnsan kaçakçılarının göçmen kaçakçılığı yaptıkları, insanları yeni bir yaşam umuduyla bulundukları yerden, ülkelerinden para karşılığı bir yerden bir yere getirip başı boş ve korumasız bıraktıkları bir durumdan söz ediyoruz. Bir kısmının uyuşturucu trafiğinde kullanıldığı, bir kısmının fuhuşa zorlandığı, tecavüz edildiği bir durum var. Yani bakıldığında, çok büyük insan hakları ihlallerinin mağdurları olarak tutulduklarınI görüyoruz. Bu anlamda her gün yeni bir vaka ile karşılaşıyoruz. Örneğin, sığınmak için gelen ülkenin sınır görevlileri tarafından tecavüze uğrayan bir kadından söz ediyoruz. Gasp edilen, telefonu, parası alınan dövülen işkenceye maruz bırakılan göçmenlerden bahsediyoruz. Yani bireysel olarak bakıldığında bir insanlık dramının yaşatıldığı bir statüden söz ediyoruz.” 

BUNA KARŞI NE YAPILABİLİR? 

Belli sebeplerden ülkelerini terk ederek sığınma talebinde bulunan göçmenlere yönelik n eyapılması gerektiğine ilişkin de değrelendirmelende bulunan Avukat Ümit Avcı, “Devletin kendisine mazur görülebilecek bir sebeple gelmiş insanlara nasıl davranması gerekiyor? Hangi statüyü tanıması gerekir? Uluslararası, ulusal korumayı ne şekilde uygulaması gerekiyor? Aslında Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bütün bunlar tanımlanmış. Uluslararası toplum bunu mevzuata bağlamış. Ülkeler de kendi mevzuatlarını çıkartmış. Statü nasıl belirlenirse belirlensin, eğer bir insan kendi yaşadığı coğrafyadan hangi nedenlerle olursa olsun çıkmak zorunda kalmışsa ve tekrar dönme olasılığı yoksa, dönerse zulme uğrayacağı konusunda haklı bir nedeni olan insanlara, insani temelde insani bir alt yapı oluşturularak bu insanlara sığınma hakkının yasal çerçevede verilmesi gerekir. Dolayısıyla bunların kayıt dışı çalıştırılması, ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, angaryaya tabi tutulması, fuhuşa zorlanması, bireysel olarak haklarının gasp edilmesi de ancak bu şekilde önüne geçilebilir. Bunlar sağlanmadıkça, korumasız bir şekilde oluşan bu hareketlilik, bu insanların gerçekten bir insanın onuru ile bağdaşmayacak muameleye maruz kalmasına da devam edilecek. 

‘VAN ÖZELİNDE İNSANİ BİR MUAMELEYE TABİ TUTULMUYORLAR’

Van özelinde en çok karşılaştığımız şey, özellikle Afgan sığınmacılar yönünden, bu insanların insani bir muameleye tabi tutulmadıkları, çoğu ya yollarda gasp edildiği, öldürüldüğü, bir şekilde Van’da başını sokacak bir yer bulduğu zaman da kayıt dışı olarak çalıştırıldığı yada fuhuş yaptırıldığı yada tecavüz edildiği vakalar söz konusu olabiliyor. Tabu burada bunların bireysel olarak suiistimal edildiğini kabul etmek mümkün değil. Aynı zamanda idari kurumların, devlet mekanizmasının da bu insanlara etkili bir uluslararası veya ulusal mevzuat çerçevesinde yardım yapamadığı yada yapmak istemediği nedenler söz konusu. Yani bu kişilerin hukuki hakları var. Bu hukuki hakların öncelikle geldikleri ülkenin idari, yetkili birimlerine karşı ileri sürme hakları var. Bu ülkenin yargı birimlerine başvurma hakları var. Son olarak da uluslararası mevzuat çerçevesinde üçüncü bir ülkeye yani daha güvenli insanca yaşayabilecekleri bir ülkeye gönderilmeyi isteme hakları var. İşte bütün bunlar idari mercilerde, idari mahkemelerde hem adli mercilerde adli mahkemelerde ileri sürülebilecek haklar ile ilgilidir. Bunu da bu tür yerlerde uluslararası fonlarla desteklenen mültecilerin sığınmacıların yada göçmenlerin bulundukları yerlerdeki hakkını ve hukukunu koruyabilecek, bunlara hukuki yardımda bulunabilecek etkili, insani bir yaşam koşullarını oluşturabilecek mekanizmaların oluşturulabilmesi gerekir. Bu mekanizmalar ancak bu kişilere yardımcı olabilir.” 

Bu içerik Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Evi Destek Aracı (BEDA)” programı kapsamında hazırlanmıştır.