Geçen hafta, tarihteki Kürt-Türk ittifaklarını inceledik. Bu yazıda ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürt halkı ile kurduğu ilişkileri, bu ilişkilerin dönemin Kürt siyasi örgütlenmeleriyle bağlantılarını daha derinlemesine ele alacağız. Özellikle Atatürk’ün stratejik hamlelerinin ve Kürt halkının kaçırdığı fırsatların ışığında, bu dönemdeki dinamiklere daha yakından bakacağız.

Erzurum ve Sivas Kongreleri: Ümmet Birliği ve Milli Mücadele

Mustafa Kemal Atatürk, 1919’da İstanbul’dan Samsun’a gönderildikten sonra Anadolu’nun işgal altındaki bölgelerine doğru ilerleyerek Kurtuluş Savaşı’nı başlatmayı amaçladı. Ancak dikkat çeken bir nokta var: Atatürk, Anadolu’ya yönelmeden önce, Kürt coğrafyasındaki Erzurum’a gitmiştir. Erzurum, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresi’ne ev sahipliği yapmış ve burada Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmaya başlanmıştır. Kongre, halkların eşit haklarla ve birlik içinde hareket etmeleri gerektiğini savunarak Kurtuluş Savaşı’na zemin hazırlamıştır. Bu kongrede birçok Kürt delegesi de yer almış, ancak bu katılım, sadece Kürt halkının bağımsızlık mücadelesine değil, aynı zamanda işgalcilere karşı ümmet birliği ve İslam kardeşliği temellerine dayanan bir direnişe dayanıyordu. Ardından 4-11 Eylül 1919 tarihlerindeki Sivas Kongresi ve 22 Haziran 1919’da ilan edilen Amasya Genelgesi, bu dayanışmayı pekiştirmiştir. Ancak, bu dayanışma sadece Kürtler ile Türkler arasında değil, daha geniş bir ümmet birliği anlayışı etrafında şekillenmiştir. Kürtler, bu kongrelerde ulusal kimliklerinden çok, İslam dünyasında ortak bir direniş için bir araya gelmişlerdir.

Kurtuluş Savaşı ve Kemalist Harekete Kürt Desteği

Kurtuluş Savaşı, halkların bir araya gelip işgalcilere karşı büyük bir direniş gösterdiği bir süreçtir. Mustafa Kemal, Ermeni tehdidini kullanarak Kürt ağalarını ve aşiret liderlerini kendi yanında toplamak için stratejik hamleler yapmıştır. Bu süreçte Kürtler büyük oranda direnişe destek vermiştir, ancak bu destek, bağımsızlık taleplerinden değil, ümmetçilik ve İslam kardeşliği perspektifinden şekillenmiştir. Kürt halkı, ulusal çıkarları ve özerklik talepleri yerine, Osmanlı’nın devamından yana olan bazı elitlerle birlikte hareket etmiştir. Bu durum, ilerleyen yıllarda Kürt hareketinin bağımsızlık mücadelesinin önünü tıkamıştır. Dönemin Kürt siyasi yapılarının önemli isimleri arasında Bedirxan, Baban aileleri, Cemil Paşa ve Şeyh Nehri gibi Osmanlı yönetiminde önemli mevkilere sahip, siyasi ve dini nüfuzları olan aileler yer almaktadır.

Kürt Siyasi Örgütlenmelerinin Dağınıklığı ve M. Kemal’in Stratejisi

1920’lerin başında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş hazırlıkları devam ederken Kürt siyasi örgütleri, özellikle 1918’de kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti gibi yapılar, İstanbul’da yoğunlaşmış, Kürt illerinde ise fazla faaliyet göstermemiştir. O dönemde Kürt illerindeki siyasi aktiviteler oldukça zayıf kalmış ve bu durum önemli bir fırsatın kaçmasına yol açmıştır. Oysa Kürt siyasi örgütlerinin İstanbul yerine, Kürt illerinde halkla birlikte daha aktif bir şekilde faaliyet göstermeleri gerekirdi. Ancak bu fırsat değerlendirilememiştir. O dönemde ulusal temelli faaliyetler, Kürt illerinde çok az gözlemlenmiştir.

Kürt siyasi örgütleri, daha çok İstanbul’da kümelenmiş, dinsel ve aristokrat ailelerin önderliğindeki elit bir yapıya sahipti. Bedirxan, Baban, Cemil Paşa ve Şeyh Nehri gibi isimler, Osmanlı Devleti’nin hizmetindeydiler ve daha çok kendi çıkarlarını savunuyorlardı. Bu örgütler, Kürt halkının ulusal çıkarları doğrultusunda bir birlik oluşturmak yerine, Osmanlı’nın devamından yana olanlar ile bağımsızlık talep edenler arasında dağınık bir şekilde hareket ediyorlardı. Bu dağınıklık, Kurtuluş Savaşı sürecinde Mustafa Kemal’e Kürt illerinde önemli bir manevra alanı sağladı. Kemal, bu durumu ustaca değerlendirerek, yerel Kürt aşiret reisleri, ağalar ve kanaat önderleri ile ilişki kurmayı tercih etti. Bu şahsiyetler, Kürt ulusal bilincinden yoksundu ve genellikle kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyorlardı. Atatürk, bu kongrelerde Kürt temsilcilerinin katılımını sınırlayarak, Kürt siyasi temsili noktasında bir boşluk oluşturdu.

Kürt Siyasi Örgütlerinin Kaçırdığı Fırsatlar

Dönemin Kürt siyasi örgütleri, özellikle Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yöneticileri, İstanbul’daki konforlu yaşamlarından feragat edip, Kürt coğrafyasındaki halkla daha güçlü bir bağ kurarak ulusal çıkarları esas alan bir birliktelik oluşturmuş olsalardı, çok farklı bir sonuç elde edebilirlerdi. Ancak bu fırsat değerlendirilmedi. Mustafa Kemal, Kürt ulusal bilincinden yoksun olan aşiret reisleri ve kanaat önderleri üzerinden bu boşluğu doldurdu ve yoluna devam etti. Bu da, Kürt halkının tarihsel bir fırsatı kaçırmasına yol açtı.

Cumhuriyetin Kuruluşu ve Kürt Halkının Hakları

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, Kürt halkının haklarının verilmemesini sadece dış etkenlere ve Cumhuriyeti kuranlara yüklemek hatalı bir yaklaşım olur. Kürt halkı, geçmişteki hatalarla yüzleşmeden, doğru bir şekilde analiz yapmadan sağlıklı bir gelecek inşa edemez.

Sonuç

Mustafa Kemal Atatürk ile Kürtler arasındaki ilişki, Kurtuluş Savaşı sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak dönemin Kürt siyasi örgütlerinin dağınık yapısı, Kürt halkının ulusal çıkarlarını savunma noktasında fırsatları kaçırmalarına neden olmuştur. Kürtlerin, Osmanlı’dan gelen eski bağlar ve ümmetçilik temelli dayanışma anlayışları, bağımsızlık mücadelesi yerine, daha çok İslam kardeşliği üzerinden şekillenmiştir. Bu durum, Kürt ulusal bilincinin gelişmesini engellemiş ve Kürt hareketinin bağımsızlık taleplerini zayıflatmıştır.

Bugün, Kürt halkının geçmişten ders çıkararak, doğru bir siyasi stratejiyle Türk halkıyla barışçıl bir çözüm sürecine girmesi önemlidir. Devlet Bahçeli ile Abdullah Öcalan arasında süren diyalog, geçmişin izlerini aşarak karşılıklı anlayış ve saygı temelinde bir çözüm için fırsat sunmaktadır. Geçmişteki dağınıklıkları ve fırsat kaçırmalarını tekrarlamamak, her iki halkın da ortak değerler üzerinden birleşmesini sağlayacaktır.

Önümüzdeki hafta, Sevr ve Lozan süreçlerini ele alacak ve bu iki antlaşmanın Kürt halkı üzerindeki etkilerini tartışacağız. Bu tarihsel analizler, gelecekteki barış sürecinin şekillenmesinde önemli bir yer tutacaktır.