Foreign Policy'de "Bir Türk Cumhurbaşkanı Seçimi Kaybederse Ne Olur? Kimse Bilmiyor" başlıklı bir analiz kaleme alınarak, Türkiye'de 14 Mayıs'ta gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri değerlendirildi.

Foreign Policy, ülkedeki seçim atmosferine ve anketlere atıfta bulunarak, seçim sonuçlarının Erdoğan'ı "yerinden edebileceğini" yazdı.

Analizde, "Erdoğan'ın gidişini hayal etmenin zor" olduğu vurgulanarak, "Erdoğan'ın yenilgiyi nezaketle kabullenmesini hayal etmek zor çünkü bu daha önce görülmemiş bir şey olurdu: Daha önce hiçbir Türk cumhurbaşkanı doğrudan oylamayla görevden alınmamıştı" denildi.

"2002'de muhafazakar ve Kürt seçmen Sezer’e karşı yabancıydı"

2000'lerin başlarına dikkat çekilen analizde "Birçok dindar ve Kürt seçmenin 2002 parlamento seçimlerinde Erdoğan'ı ve yeni kurulan AKP'yi desteklemesine yol açan şey, (eski Cumhurbaşkanı) Ahmet Nedcet Sezer'in savunduğu laik, milliyetçi devletten duyulan ortak yabancılaşmaydı" denildi. 

Analizde, "Türkiye'de darbelerden sonra göreve gelen ya da ordu tarafından desteklenen cumhurbaşkanları kurumları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebiliyorlardı, ancak halkla bağlantı kuracak siyasi partilerden yoksundular. Siyasi partilere liderlik eden cumhurbaşkanları ise halk desteğine sahip olsalar da hiçbir zaman tüm devlet kurumları üzerinde bu kadar doğrudan etkiye sahip olamadılar" ifadeleri kullanıldı.

"Erdoğan'ın iktidarı barışçıl bir şekilde nasıl bırakacağına dair çok az modeli var "

Erdoğan'a işaret edilen analizde, "Erdoğan, hem devlet kontrolüne hem de iktidarı bırakmasını istemeyen hatırı sayılır bir kitleye sahip olması bakımından benzersiz. Gelecek ay yapılacak seçimleri kaybederse, bu muhtemelen çok az bir farkla olacaktır. Ve 69 yaşında, kariyerlerinin sonuna gelmiş geçmiş Türk liderlerle kıyaslandığında nispeten genç kalacaktır. Kısacası: Erdoğan'ın iktidarı barışçıl bir şekilde nasıl bırakacağına dair çok az modeli var" denildi.

Görevini gönüllü olarak bırakan "tek Türk cumhurbaşkanının 1950 yılında İsmet İnönü" olduğu belirtilen analizde, "Bu geçişin sarsıntılı olduğu kanıtlandı: Demokrat Parti ve destekçileri İnönü'ye ve CHP'ye derin bir öfke duydular; sonraki yıllarda muzaffer Demokratlar CHP'nin mallarına el koydular, İnönü'nün oğullarından birini çürük gerekçelerle araçla cinayetten yargıladılar ve hatta İnönü'nün devlet operasındaki locasından bir işitme cihazını çıkardılar" denildi. 

Demokrat Parti'den "Demokratlar" diye bahsedilen analizde, "Demokratlar ayrıca, İnönü'nün mitinglerine saldırmak için destekçilerinden oluşan çeteler örgütlediler. Demokratları iktidardan uzaklaştıran 1960 askeri darbesi, partinin CHP'yi kapatmaya hazırlandığı bir sırada geldi" ifadeleri yer aldı.

"Kılıçdaroğlu'nun geniş koalisyonu gerekli"

Erdoğan'ın başlıca rakibinin CHP lideri ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu olduğu belirtilen analizde şunlar kaydedildi:

"Kılıçdaroğlu, AKP'nin suiistimallerini eleştiren bir isim olarak tanındı. Aday gösterildiğinden beri pozitif bir gündemi yolsuzluğu sona erdirme vaatleriyle karıştırdı. AKP yanlısı şirketlerden oluşan güçlü bir zümreye para akışını durduracağını vurgularken, cüzdan sorunlarına ve sosyal refaha odaklandı. Erdoğan'ın "tek adam" rejiminin bölücülüğü ile CHP liderliğindeki ancak Erdoğan'ı görevden uzaklaştırmayı amaçlayan ideolojik olarak farklı partileri içeren muhalefet koalisyonunun kapsayıcılığını karşılaştırdı."

Kılıçdaroğlu'nun geniş koalisyonunun "gerekli" olduğu, çünkü "Erdoğan'a rakip olacak baskın bir Türk siyasi kişiliğinin henüz ortaya çıkmadığı" savunulan analizde, "Demirel'in karşısında Ecevit, Bayar'ın karşısında İnönü yok. Bu kısmen Erdoğan'ın kendi eseri: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve HDP lideri Selahattin Demirtaş gibi heyecan verici siyasetçiler kovuşturmalar ve hapis cezalarıyla kenara itildi. Erdoğan için bu kadar güce ulaşan ilk kişi olmak vizyon ve hayal gücü gerektiriyor. Asıl soru, bundan ilk vazgeçen olmayı da hayal edip edemeyeceği..." denildi.