Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı ve iktisatçı Sezai Temelli, ekonomide yaşanan kriz hallerinin toplumsal yansımalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, siyasal ve toplumsal şiddetin yanında, iktisadi şiddetin de yoğun bir şekilde yaşandığını ifade etti. İktidarın ekonomi anlayışının toplumu derin krizlere sürüklediğini belirten Temelli, “18 yılın sonunda toplum iktisadi şiddetle karşı karşıya. Açlık, eşitsizliğin derinleşmesi, işsizliğin artması, gençlerin geleceğe olan kaygılarının yükselmesi... Bunların toplamı iktisadi şiddettir” dedi.

İKTİSADİ BARIŞ YOK

Toplumsal barışın en önemli ayaklarının iktisadi ve siyasi barış olduğunun altını çizen Temelli, “Nasıl ki Kürt düşmanlığından besleniyorsa bu iktidar, aynı şekilde iktisadi şiddetten, eşitsizlikten de besleniyor. Toplumsal barış yok ve ayrımcılık had safhada. Bunun en yakın örneği de Ankara’da müzik dinlediği için öldürülen Kürt genci olayında gördük. Siyasi barış da yok. Bunu da HDP’ye dönük saldırılarda açık şekilde görüyoruz. İktisadi barış, toplumun tüm kesimlerinin, en azından gelecek kaygılarını taşımadan günlük ihtiyaçlarını karşılayabildiği bir durumda sağlanabilir. Türkiye, 182 ülke arasında gelir dağılımının en adaletsiz olduğu ilk 10 ülke içinde yer alıyor” diye belirtti.

İktidarın iktisadi şiddeti arttırdığını belirten Temelli, “Kürdistan’da bu durum katmerleşmiş halde. AKP mevcut iktisadi şiddetten beslenirken, toplumsal yansımalarını ağırlıklı olarak Kürtlerin üzerine yıkıyor. Siyaseten de Kürt düşmanlığı üzerinden iktisadi şiddetin görünürlüğünü ortadan kaldırmaya çalışıyor. Böyle yaparak, tepkileri en aza indirmeye çalışıyor. Dönüp baktığımızda iktisadi şiddetin en belirgin sahnelerini Mardin’de, Şırnak’ta, Van’da görürsünüz” diye konuştu.

‘ÖZEL SAVAŞ STRATEJİSİ’

Temelli, iktisadi şiddetin bölge kentlerinde “özel savaş stratejisi” olarak kullanıldığı değerlendirmesinde bulundu. Vladimir İlyiç Lenin’in “Siyaset ekonominin yoğunlaşmış halidir” tespitine işaret eden Temelli, devamla şunları söyledi: “Televizyonlarda silahlanma yarışının köpürtülerek anlatıldığını görüyoruz. Bir silahlanma yarışı söz konusu. Şimdi bir damadı ekonomi başında, diğer damadı silah sektörü başında. Yapmış olduğu o oyuncak uçaklarını herkese tanıtıyor. Peki devlet kimle savaşıyor? Aslında bu coğrafyanın kadim haklarından olan ve buranın esas halkı olan Kürt halkıyla savaşıyor. Neden Kürt düşmanlığını sürekli köpürtüyor. İşte sermaye birikimini, giderek savaş sanayi odaklı olmasından kaynaklı bunu yapıyorlar. Yani silah üretimini teşvik etmek için düşmanlığa ihtiyaçları var. İHA ve SİHA’ların dünya pazarında da kullanılması için Efrin ve Başur’da olduğu gibi sürekli olarak bir savaş iklimine ihtiyaçları var. Bu savaşı körükleyen siyaset var. Ayrımcı ve düşmanlaştıran bir dille Kürt düşmanlığını körükleyen siyaset dili var. Şimdi silah sektörünü destekleyen kaynakları savaşa aktarırsanız, topluma verecek kaynağınız kalmaz. Topluma vereceğiniz kaynağınız kalmadığı zaman da işte o bahsettiğimiz iktisadi şiddet boyutunu arttırıyor.”

TOPLUM NEDEN KUTUPLAŞTIRILIYOR?

Temelli, ekonomik krizin toplumsal muhalefete zemin hazırlamaması için sürekli toplumun kutuplaştırıldığını söyledi. Kutuplaştırma noktasında İttihat Terakki’ye işaret eden Temelli, şu tespitlerde bulundu: “İttihatçı akıl bu siyaset geleneğinde var ama bugün inanılmaz yaygın boyuta gelmiş durumda. Polis devleti karşımıza çıkıyor. Polis eliyle tüm toplum terörize ediliyor. Bu bir terör toplumu yaratmadır. Terör toplumu yarattığınızda, şiddet mekanizmalarıyla toplumu baskılarsınız. İktisadi şiddetten kaynaklı ortaya çıkacak olan toplumsal muhalefeti böylece susturmuş olursunuz. Bugün yaşanan şiddet ortamı tam olarak bununla alakalıdır. Bunun sonucunda da toplum çok daha ayrışarak, kendi kamplarına sıkışıyor. Ve bu şiddet sarmalı içinde giderek toplumsal değerlerinden uzaklaşıyor. Bu da Türkiye toplumu açısında en fazla kaygı uyandıran meseledir diye düşünüyorum.” 

BORÇLANMA ÇOK RİSKLİ

Kamu bankalarının “kredi paketi” açıklamalarına da değinen Temelli, “Verilen kredilerle halk borçlandırılmak isteniyor. Borçlanma bugünü kurtarmak, geleceği risk altına sürüklemektir. İnsanlar ciddi geçim sıkıntıları yaşıyorlar. Bu türden borçlanmaya sıcak bakıyorlar. Kamu bankaları eliyle ciddi bir kredi havuzu yaratılıyor ve buna bağlı olarak da piyasanın sektörlerin biraz canlanması amaçlanıyor. Bu borçlanma çok risklidir. Çünkü karşılığı olan bir borçlanma değildir. Eğer ekonomide ciddi bir gelişme olur ve buna bağlı olarak bir borç politikası olsa olur. Ancak böyle bir durum yok. Böyle bir durum olmadığı gibi, bugün borçlandığınız şeyi gelecekte nasıl ödeyeceğinizi bir belirtisi yok” şeklinde konuştu. 

IMF POLİTİKALARI UYGULANIYOR

Toplumun sadece banka kredileriyle değil, aynı zamanda hükümetin projeleriyle de borçlandırıldığını belirten Temelli, şöyle devam etti: “18 yıllık süreçte yapılan borçlanma miktarı nerdeyse 700 milyar dolara varmıştır. Yani 700 milyar dolarlık bir kaynak girişi yaratılmıştır. Bunun üzerine özelleştirmeyi de ekleyelim. Peki bu kaynakla ne yaratıldı? İktisadi anlamda ekonomik bir iklim ve coğrafya yaratılmamıştır. Yapısal sorunların hiçbiri çözülmediği gibi, bu ülkenin kaynakları savaşa ve betona harcanmıştır. Hani çok övündükleri bu köprüler var ya! Köprüler, geçitler, otobanlar, yani paralı yollar. Bunlar beton sektörüdür. Ülkenin kaynaklarını buralara yönlendirdiler. Bu ülkenin önümüzdeki 15-25 yıl arası bir borçlanma taahhüdü 142 milyar dolardır. Bu parayı toplum ödeyecek. Toplumun kaynaklarıyla ödenecek. Bununla ödenmesi için toplumun boğazı sıkılıyor. İnanılmaz bir şekilde, IMF’yi aratacak bir şekilde yapılıyor. Aslında IMF politikaları uygulayan bir iktidar var karşımızda. İşte Mardin’de yaşanan elektrik sorunu buna örnektir. Köylünün bedava ulaşabileceği elektrik köylüye parayla satılıyor ve tahsilat olmadığı zaman da çok şiddetli bir şekilde bunun karşılanması sağlanıyor. Bu iktisadi şiddettir.”

YERİNDE ÜRETİM, YERELDE YÖNETİM

Sorunlarının çözümünün ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak bütünlüklü ele alınması gerektiğini vurgulayan Temelli, şu önerilerde bulundu: “Siyasetten baktığımızda, yerel demokrasiyle güçlendirilmiş bir parlamenter rejimi inşa edilmeden, diğer alanlardaki sorunların çözümü mümkün gözükmüyor. Yerel demokrasi bu anlamıyla biricik başat role sahip. Kayyım rejimi bir diktatörlüğün adımlarından biridir. Buna bağlı olarak da yerelliği, yerinden yönetim demokrasinin en temel dinamiğini yok etmek peşindeler. Bunun alternatifi demokratik, özerk, yerel anlayışla demokrasiyi inşa etmekten geçer. Bu bir kere siyasi barışın en önemli alanıdır. Halkın bizatihi yönetime katıldığı, katılımcı demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir adımı atabilirsiniz. Hani meşhur lafımızdır ‘üreten biziz yöneten de biz olacağız.’  İşte toplum bizatihi bu üretim çemberi içinde yer alır, yönetimde de söz sahibi olursa, toplumsal barış gelir. Çünkü orada yaşayanlar birlikte üretenler bir halktır. Bu halk Kürt’tür, Arap’tır, Ermeni’dir, Türk’tür, Süryani’dir ama toprağına yereline sahip çıkandır. Kendi meclislerinde bir araya geldiklerinde, zaten toplumsal barışın en önemli adımını atarlar. Böyle bir yaklaşımla iktisadi meseleleri çözmeye kalkıştığınızda, zaten çözüm kendiliğinden ortaya çıkar. HDP’nin sahici çözüm üretmesinin yolu da buydu. Bunu yaptık. Yani sadece iktisadi meseleye odaklanmak değil, bunu bir genel demokratikleşme paketi içinde ele aldık. Bizim radikal demokrasi meselemizin dayandığı ayaklardan biri de işte bu bütünlüklü çözüm modelimizdi. Dolayısıyla siyasi barış, toplumsal barış ve iktisat barışı için böyle bütünlüklü bir modele ihtiyaç var.”

Mezopotamya Ajansı / Selman Güzelyüz