İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 22 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, yapılan başvurulara rağmen ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmüyor. 27 Temmuz 2011’den sonra avukatlarıyla görüşmesi engellenen Öcalan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde başlattığı ve 200 gün süren açlık grevi eylemleri sonucunda 8 yıl aradan sonra müdafileriyle görüştü. Avukatların 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019’da yaptığı 5 görüşmenin ardından Öcalan’la görüşmeler yeniden engellendi.

Öcalan’ın devlet ve HDP heyetiyle görüşmelerin gerçekleştirdiği çözüm sürecinin sonlandırılmasının ardından avukatlarının yanı sıra ailesiyle de görüştürülmeyen Öcalan, 15 Temmuz darbe girişimiyle kaygıların artması üzerine 50 Kürt siyasetçinin 5 Eylül 2016’da başlattığı açlık grevi sonucu kardeşi Mehmet Öcalan, 11 Eylül 2016’da İmralı Adası’na giderek ağabeyiyle görüşme gerçekleştirdi. Mehmet Öcalan, iki buçuk yıl aradan sonra DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in başlattığı açlık grevlerinin devam ettiği 12 Ocak 2019’da İmralı Adası’nda ağabeyi Öcalan ile yarım saat süren bir görüşme yaptı.

Bir yılı aşkın bir süre sonra 27 Şubat 2020’de İmralı Adası’nda çıkan yangın, Öcalan’la ilgili kaygılara neden oldu. Kamuoyunda artan tepkiler üzerine kardeşi Mehmet Öcalan, 3 Mart 2020’de Öcalan’la görüştü. Koronavirüs salgını nedeniyle bir kez daha kaygıların artması üzerine, Öcalan, 21 yıl sonra ilk kez telefon görüşme hakkını kullandırılarak kardeşi Mehmet Öcalan ile görüştürüldü. Yine bir yıl boyunca haber alınamayan Öcalan’ın sağlık ve güvenlik koşullarıyla ilgili sanal medyada ortaya atılan iddialar bir kez daha kaygılara neden oldu. Kaygıların büyümesi üzerine 25 Mart’ta Mehmet Öcalan, ağabeyiyle 4 buçuk dakika süren telefon görüşmesi gerçekleştirdi ancak bu görüşme yarıda kesildi. 

Sağlık ve güvenlik koşullarıyla ilgili kaygıların sürdüğü Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, müvekkillerine yönelik ağırlaştırılmış tecride ilişkin Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı. 

Öcalan ve İmralı Adası’nda bulunan diğer tutuklularla ilgili başvurularınız ya yanıtsız bırakılıyor yada reddediliyor. İmralı’dan bir haber alabiliyor musunuz? 

Müvekkillerimizle görüşmek, durumlarını öğrenmek, cezaevi koşullarının ne durumda olduğunu gözlemlemek açısından sürekli başvuru yapıyoruz. Ama yaptığımız bütün başvurulara rağmen herhangi bir görüşme gerçekleştiremiyoruz. Bu yönüyle de durumlarının açıkçası ne olduğunu bilmiyoruz. Avukat ziyaretleri Ağustos 2019’dan beri engelleniyor. Herhangi bir görüşe ve ziyarete izin verilmiyor. Aile bireyleri de düzenli bir şekilde görüş talebinde bulunuyor ancak talepler reddediliyor. Daha doğrusu cevapsız bırakılıyor. Aileler de 3 Mart 2020’den beri yakınlarıyla görüşme yapamıyor. Yakın zamanda kısa süreli bir telefon görüşmesi oldu. Ama onun dışında müvekkillerimizin hukuki durumlarıyla, sağlık koşullarıyla, cezaevi uygulamalarıyla ilgili herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Yaptığımız tüm başvurular sonuçsuz kalıyor.

Ziyaret talepleri dışında müvekkilimizle mektupla da iletişim kurmaya çalışıyoruz. Düzenli bir şekilde müvekkillerimize mektup gönderiyoruz. Gerek hukuksal durumlarıyla gerekse de onlarla görüşmeye çalıştığımıza dair ve bütün hukuksal süreçleriyle ilgili bilgilendirmede bulunuyoruz. Koşullarını merak ettiğimizi, kendileriyle görüşmek istediğimizi devamlı bir şekilde söylüyoruz. Bugüne kadar herhangi bir mektubumuza da olumlu veya olumsuz herhangi bir cevap gelmiş değil. Çok sayıda mektubun gönderildiği İmralı Adası’ndan bir tanesine bile cevap gelmiyor oluşu, olağan bir durum değil. Dolayısıyla şuan İmralı’daki bu bilinmezlik, bu dış dünyaya kapatma, avukatlara ve aileye kapatma halinin tamamen bilinmezliğe götürdüğünü söyleyebilirim.

 8 Kasım 2018’de başlayan ve 200 gün süren açlık grevleri soncunda avukatları olarak Öcalan’la 5 görüşme gerçekleştirdiniz. O süreçte Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, görüşmenin önünde herhangi bir engelin olmadığını açıkladı. Fakat 7 Ağustos 2019 tarihinden sonra bir daha İmralı’ya gidemediniz. Adalet Bakanı’nın açıklamasına rağmen müvekkillerinizle görüştürülmeme durumunuzun hukuki bir dayanağı var mı?

İmralı tecridini siyasal ve hukuksal anlamda birçok yönüyle değerlendirmek gerekiyor. Sadece hukuki açıdan ele aldığımızda eksik kalır. Çünkü komplike bir sistemin orada yürütüldüğünü biliyoruz. Yani bu anlamıyla hukuk sistemi içerisindeki kurumlar, idarecilikten başka bir iş yapmıyorlar. Cezaevi idaresinden tutalım Bakanlık’a kadar, bunu idare etmekten başka bir işlevlerinin olmadığını, hukuka uygun hareket etmesi gereken memurlar ya da kurumlar olması gerekirken, bunun tam tersi bir pratik içerisine girdiklerini görüyoruz. Adalet Bakanlığı’nın bahsettiğiniz dönemde yaptığı açıklama da konjonktürel bir açıklama olduğu açığa çıkıyor.

Bakanlıktan cezaevi idaresine, yargı makamlarına, siyasi iktidara kadar İmralı tecridine aynı pencereden tek anlayışla yaklaşım söz konusu. İmralı Adası’ndaki hukuka aykırılığın derinliği çok fazladır.

Hukuk referans alınsa, hiçbir zaman görüşmelerin önünde bir engelin olmaması gerekiyor. Hukuki açıdan baktığımız zaman, tutukluların temel bir hakkı var. O da devamlı bir şekilde avukatlarıyla görüşmesidir. Bu hak kanunda, anayasada ve Türkiye’nin bağlı olduğu birçok uluslararası sözleşmeden kaynaklanıyor. Bu bir haktır. Dolayısıyla görüşmenin ve ziyaret hakkının önünde herhangi bir engel yok. Engel olan, hukuk dışı anlayış ve uygulamalardır. Dönem dönem verilen bazı yasak kararları söz konusu ki bu yasak kararları da hukuki değil. Velev ki bazı süreçlerde görüşmenin önünde yasak kararlarını gerekçe gösteriyorlardı ancak bugün herhangi bir karar yok. 2019’da yasaklar kalktıktan sonra uzun bir süre herhangi bir yasak da yoktu. Bakanlıktan tutalım, cezaevi idaresine, yargı makamlarına, siyasi iktidara kadar İmralı tecridine aynı pencereden tek anlayışla yaklaşım söz konusu. Dolayısıyla herhangi bir hukuki alt yapısı ya da demokratik bir düşünce söz konusu değil. İmralı Adası’ndaki hukuka aykırılığın derinliği çok fazladır.

 “Komplike sistemi” biraz açabilir misiniz? 

Yani İmralı’yla ilgili herhangi bir kurum, herhangi bir mahkeme veya herhangi bir idare kendi başına hareket edemez. Anayasayı baz alarak görevini, sorumluluğunu yerine getirmiyor. Komplikeden kastım bu. İmralı’ya yaklaşım her zaman siyasidir. Uygulanan İmralı rejimi bir sistemdir. Cezaevi idaresini aşan bir durumdur. Bu yönüyle komplikedir. Dolayısıyla eğer komplike olmasaydı, hukuku esas alan herhangi bir mahkeme, herhangi bir iradeci görevini yerine getirirdi. Bu yönüyle aslında sorumlular da suç işlemektedir. Hukuk sistemi içerisinde değerlendirdiğimizde, görevlilerin bugün görevlerine aykırı, keyfi ve hukuk dışı davranmaları tamamen bir suçtur. Görevi ihmaldir ve kötüye kullanmadır. İmralı sistemi içerisinde kötü bir siyasetin, baskıcı bir siyasetin dışına çıkılamıyor.

 İmralı’ya yaklaşımın Kürt sorununa yansıması ne oluyor? 

Tecrit; hem Sayın Öcalan üzerinde etki etmesini istedikleri bir uygulama hem de toplumu etkileyen bir uygulama şeklinde işliyor. Bu Sayın Öcalan’ın birey olarak durumunu aşan, Kürt halkı özelinde halkların üzerinde ağır bunalıma dönüşen bir baskı yaratıyor.

Sayın Öcalan’a yaklaşım, devletin ve uluslararası güçlerin bölgesel ve yerel siyasi ajandaları, planlarıyla ilgilidir. Özellikle son 6 yıldır yürütülen ve stratejik olarak değişen siyaset ve politikayla ilgilidir. Dolayısıyla Kürt meselesine devletin yaklaşımının değişmemesi veya dönem dönem farklılaşması, Sayın Öcalan’a, İmralı’ya olan yaklaşımını da bambaşka bir boyuta taşıdı. Yaşananlar Sayın Öcalan’ın Kürt sorunun çözümüne dair düşünceleri, fikirleri, bu konudaki niyeti ve ısrarı karşısında devletin aldığı bir tutumdur. Devletin ve hükümetin Kürt sorununda demokratik çözüme yanaşmaması, bu sorunun demokratik temelde çözülmesini istememesi, müvekkilimize olan yaklaşımı da belirliyor. Müvekkilimize yönelik bu yaklaşımla, Kürt sorunundaki düşüncelerini gerek değiştirmek, gerekse farklılaştırmak için bir baskı uygulanıyor. 

Tecridin diğer bir tahribatı da yaşamın, toplumun üzerinde seyrettiğini görmek gerek. Müvekkilimizin bütün haklarının elinden alınmasıyla düşüncelerinin toplumla buluşmasını, toplumun Sayın Öcalan’ı gerçek anlamda daha da tanıması, onda kendini bulması ya da onunla buluşmasının da önüne geçmek istiyorlar. Bu tecrit; hem Sayın Öcalan üzerinde etki etmesini istedikleri bir uygulama hem de toplumu etkileyen bir uygulama şeklinde işliyor. Dolayısıyla bu tecrit Sayın Öcalan’ın birey olarak durumunu aşan, Kürt halkı özelinde halkların üzerinde ağır bunalıma dönüşen bir baskı yaratıyor. Türkiye’deki tüm halkların da bir sorunu haline geliyor. Sayın Öcalan’ı tanıyan bir toplum, özgürlüğünden asla vazgeçmez. Çünkü Öcalan tüm bu tecrit politikalarına karşı gerçek özgürlüğün, gerçek adaletin, gerçek eşitliğin hakikat arayışını büyük bir emekle sürdürmektedir. Bugün toplumun yaşadığı tüm sorunların gerçek çözümü için barış mücadelesini İmralı öncesinden başlamak üzere soluksuz bir şekilde vermektedir.

Öcalan’ın 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmasına ek olarak hazırladığı "Yol Haritası" gerekçesiyle 23 Eylül 2020'de 6 aylık avukat görüş yasağı sona erdi. Başvurularınızın engellenmesine dair yeni bir yasak kararı var mı? 

Bizim artık hem hukuki temsilcileri olarak hem toplum olarak İmralı tecridini kabul eder pozisyondan çıkmamız gerekiyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan’la görüşmek için 15 Mart’tan sonra İmralı idaresine her gün görüş başvurusunda bulunuyoruz. Aile bireyleri de çok sayıda başvuruda bulundu. Bunların hiçbiri bugüne kadar sonuç vermiş değil. Bu durumun sonuç vermemesi sebebiyle bir ihlal ve suç durumu ortaya çıkıyor. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet konusu haline de getirdik. Ancak şikayetimize de herhangi bir cevap verilmedi. Bu da sonuçsuz kalınca, Bursa İnfaz Hakimliği’ne başvuruda bulunduk. Ancak uzun bir aradan sonra ilk defa bu şekilde hukuk dışılığın hat safhada olduğu bir kararla karşılaştık. Haberleşme hakkı, aile ve avukat ziyaret hakkı, savunma hakkı, başvuru hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel bütün hakları toplu bir şekilde reddedildi. Yine yaptığımız başvuruya verilen bu cevapla, müvekkilimizle ilgili Ocak 2021 tarihinde yeni bir disiplin cezasının verilmiş olduğunu öğrendik.

Yeni yasak zincirlerine bir yenisinin daha eklendiğini görüyoruz. Avukatlarından habersiz gizli bir şekilde yürütülüp sonuçlandırılıyor. Verilen disiplin cezası, bir buçuk ay veya üç ay olmasına rağmen süresiz bir şekilde uygulanıyor.

Eylül 2020 ile başlayan yeni yasak zincirlerine bir yenisinin daha eklendiğini görüyoruz. Hem kararın kendisi hem uygulama şekli hukuk dışı. Herhangi bir haklı gerekçe yokken, sudan bahanelerle sadece görünürde bir prosedür işletilerek, disiplin cezası veriliyor. Avukatlarından habersiz gizli bir şekilde yürütülüp sonuçlandırılıyor. Ve verilen disiplin cezası bir buçuk ay veya üç ay olmasına rağmen süresiz bir şekilde uygulanıyor. Yani üç ayı aşan bir şekilde uygulanıyor. Hatta başka hakların yerine getirilmesini engellemek açısından bu gerekçe olarak kullanılıyor. Avukat görüşme talebimiz de bu gerekçe ileri sürülerek bir yargı makamı tarafından reddedildi.

Eylül 2020’de verilen disiplin cezasını Aralık 2020’de öğrendiğiniz; yine Ocak ayında verilen disiplin cezasını Mart ayında öğrendiğiniz. Dolayısıyla itiraz hakkınız da ortadan kalkıyor. Bu süreçlerin bu şekilde yürütülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bu konuda yargının, özellikle mahkemelerin durumu ibretliktir. Her tutuklunun avukat ile temsil edilme ve savunma hakkı var. Dolayısıyla kendisine karşı gerçekleştirilen ihlalleri avukatı aracılığıyla ortadan kaldıracak girişimlerde bulunma hakkı var. Disiplin cezaları avukat ile birlikte yürütülmesi lazım. Bu yönüyle böyle bir durum olduğunda avukatlara haber verilmesi çıkan karaların avukatlara tebliğ edilmesi lazım. Ancak herhangi bir haber verilmiyor. Neden? Çünkü bizlerin bir hukuk mücadelesi yürütülmesi istenilmiyor. Hukuk dışı verilen kararlara elbette itirazın yapılması istenmiyor. Bu yönüyle biz avukatların, mesleğimizi yerine getirilmesi engelleniyor. İmralı’da yürütülen disiplin süreçleri, yasak uygulamaları gizli bir şekilde yürütülüyor. Fakat hukukta gizlilik yoktur. Zaten herhangi bir uygulama meşruluğunu ancak aleniyetten ve hakikatten alır.

Bu tür süreçler açık, şeffaf ve aleni bir şekilde muhatabına, vekiline tebliğ edilerek yürütülür. Ancak Sayın Öcalan’a verilen cezalar gizlenmeye çalışılıyor. Çünkü birçok disiplin cezası Sayın Öcalan’ın spor etkinliğini yürüyüşe dönüştürmesinden kaynaklı veriliyor. Yani volta attığından kaynaklı. Hapishanede dar alanda bütün hayatın daracık alanda geçtiği gerçeği karşısında insan hareketliliği fiziki açıdan önemini biliyoruz. Bunu Sayın Öcalan’da dile getiriyor. Dolayısıyla kendisine volta attığı için verilen cezalara zamanında itiraz da etti. Volta atmanın evrensel bir hareket olduğu, bunu yasaklamanın ahlaki, hukuki hiçbir yönünün olmadığına dair itirazları vardı. Bu şekilde verilmiş bir disiplin cezasının meşruluğu kabul edilebilir mi? Hukuka uygunluğu kabul edilir mi? Bu yönü ile hukuk dışı siyasi ve keyfi bir amaç taşıdığı anlaşılıyor. Bizler de bir şekilde bunları öğrenmeye başladığımız andan itibaren yürütmeye çalıştığımız hukuk mücadelesinin de önünde engel olmak için her şey yapılıyor.

Disiplin cezasının hangi gerekçelerle verildiğine dair bilginiz var mı? Buna karşı herhangi bir başvuruda bulundunuz mu?

Öğrendikten sonra itirazda bulunduk, dosyadan da örnek talep ettik. Dosyanın da tarafımıza verilmesini istedik. Ancak taleplerimiz reddedildi. Bazı müvekkillerimiz ile ilgili henüz son itiraz sonucu gelmiş değil. Geldiğinde Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacağız. Bir kısım itirazın sonucu geldi. Reddedildi talepler. Bunu da Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacağız. Dosyanın tamamı bizden kaçırıldığı için bırakalım neye dayanarak bu kararın verildiğini, kararın kendisi bile tebliğ edilmediği için disiplin cezasının neye göre verildiğini bilmiyoruz.

Hukuku, müvekkilimizin haklarını herhangi bir egemenin eline, tekeline bırakmak istemiyoruz. Zaten istedikleri budur. Bunca keyfiyetin, bunca hukuk dışılığın olduğu yerde bizim demokratik hukuk mücadelemiz de devam edecek. Dolayısıyla biz gerek sonuç almak gerekse de kayıtlara düşmesi açısından elbette hakkımız olan bütün ulusal ve uluslararası başvuru yollarının tamamını kullanmaya devam edeceğiz. Her hak ihlalini bütün boyutlarıyla Anayasa Mahkemesi’nden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar taşımayı sürdüreceğiz.

Görüş başvuruları dışında başkaca girişimleriniz oldu mu? 

İmralı tecridi ancak Sayın Öcalan’ın özgürlüğüyle sonlanabilir. Ancak bu süre zarfında avukat ve aile ziyaretinin gerçekleşmesi için, bu sistemin muhatap bütün kurumlarıyla iletişime geçmeye, başvuru yapmaya çalışıyoruz. Bunların biri de Adalet Bakanlığı. Ancak yaptığımız başvurulara sonuç çıkmadı. Yine Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) son dönemde iki başvurumuz oldu. Henüz olumlu bir gelişme yok. CPT daha önce İmralı’da ki tecridin kalıcı bir şekilde sonlanması için çalışma yürüteceğini söylemişti. Ancak İmralı’da henüz bırakalım kalıcı bir çözümü, herhangi bir talebimizin yerine getirilmediğini, bu yasak halinin topyekun sürdüğünü görüyoruz.

Bütün hukukçuları, bütün avukatları, insan hakları mücadelesi yürüten kurumları tecride karşı mücadelede dayanışmaya çağırıyoruz. Tecrit bütün hukukçuları, avukatları ve toplumun tamamını ilgilendiren bir meseledir. 

Geldiğimiz aşama itibariyle demokratik hukuk mücadelesini yükseltmenin zamanıdır. Demokratik zihniyeti yaşanılır kılmak gerekiyor. Erteleyen, izleyen, bekleyen bir yaklaşım maalesef ağır hak ihlallerini ortadan kaldırmayacaktır. Bütün hukukçuları, bütün avukatları, insan hakları mücadelesi yürüten kurumları tecride karşı mücadelede dayanışmaya çağırıyoruz. Bu sadece bizi ilgilendiren bir mesele değil. Tecrit bütün hukukçuları, avukatları ve toplumun tamamını ilgilendiren bir mesele durumuna gelmiş durumda. Tecridi herkesin kendi sorunu olarak görmesi gerekiyor. Hukukçuların, avukatların, insan hakları savunucularının avukatlık mesleğini mahpus haklarını yasaklayan tecride ve toplumun özgürlük sorununa karşı mücadele yürütmesi gerekiyor. 

Çünkü bugün Türkiye’de yaşanan sorunların ana kaynağı Sayın Öcalan üzerinde yürütülen tecrit ve Kürt sorununa yaklaşımdır. Bu büyük bir demokrasi sorunu haline de gelmiş durumda. En büyük özgürlük sorunudur tecrit. Aydın ve sanatçılara kadar çok ciddi etki düzeyi gözle görülür şekilde. Mesela özgür bir ortamın olmadığı yerde sanatçılar aydınlar üretebilir mi? Ancak sözünü söyleyen, demokratik mücadelesini yürütenler hayata etki edebilir.

MA / Ferhat Çelik