Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, hakkında gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına ilişkin yaptıkları yazılı açıklama nedeniyle "Cumhurbaşkanı hakaret" gerekçesiyle açılan davanın karar duruşması Ankara 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yetkisizlik kararıyla gönderilen davanın ikinci duruşmasına Yüksekdağ, Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi'nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Duruşmaya Yüksekdağ'ın avukatları Kenan Maçoğlu, Günizi Satar ve Ruken Gülağacı’nın yanı sıra AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın avukatı Sami Kabadayı da katıldı.

İZLEYİCİ ALINMADI

Duruşmaya, HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Ümit Dede, milletvekilleri Züleyha Gülüm, Filiz Kerestecioğlu, Nuran İmir ve Şevin Coşkun dışında kimse salona alınmadı. Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada Yüksekdağ'ın 8 sayfalık yazılı savunmasının dosyaya konulduğu belirtildi.

DOSYA DOKUNULMAZLIK KAPSAMINDA

Yüksekdağ’ın avukatı Ruken Gülağacı, "Anayasa 83'üncü maddesi yasama dokunulmazlığını düzenler. Müvekkilim söz konusu yazılı açıklamayı yaptığı dönemde milletvekilidir. AİHM büyük dairenin 22 Aralık 2020 tarihinde Selahattin Demirtaş hakkında verdiği kararın bir örneğini mahkemeye sunuyorum. Milletvekilleri, Meclis gündeminde yapmış olduğu açıklamaları Meclis dışında da yapması halinde yasama dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine vurguladı. Müvekkilimin benzer konuşmalarını sunuyorum” dedi. Gülağacı, dava dosyasının düşmesi gerektiğini söyledi.

AİHM'in Demirtaş kararının tüm HDP’li siyasetçileri ilgilendiren bir karar olduğuna dikkati çeken Gülağacı, kararda milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasının hukuksuz olduğu tespitinde bulunduğunu hatırlattı. Gülağacı, “Her ne kadar 'bizi bağlamaz' dense de bu karar Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerini bağlar. Bu öngörülemeyecek şekilde meşru olmayan bu dosyanın düşürülmesini talep ediyoruz” dedi.

Söz alan avukat Kenan Maçoğlu da Yüksekdağ’ın Meclis konuşmalarının tamamının getirtilerek, bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etti.

ERDOĞAN’IN HAKKI İHLAL EDİLMİŞ!

Söz alan Erdoğan’ın avukatı Sami Kabadayı da “Anayasa 83’üncü madde meclis içerisinde yapılan konuşmaların birebir aynı olması gerektiğini düzenler. Meclis dışında yapılan konuşmalar da Anayasa 83’üncü maddenin uygulanmaz. Sanık ve müdafileri bu aşamaya kadar Meclis konuşmalarının incelenmesi için herhangi bir talep de bulunmadı” diye belirtti. Kabadayı dosyanın 4 yıl sürdüğünü anımsatarak, müvekkili Erdoğan’ın adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürdü. Kabadayı, Yüksekdağ’ın avukatlarının taleplerinin reddedilmesini istedi.

İddia makamı da Yüksekdağ ve avukatlarının taleplerinin reddedilmesini mütalaa etti. Mahkeme heyeti, Meclis konuşmalarının getirilerek, bilirkişi tarafından incelemesi talebinin dosyanın geldiği aşamada bir etkisinin olmayacağını belirtti. Heyet, talepleri reddetti.

‘MÜVEKKİLİM SUÇLANDI’

Mahkeme heyeti esas hakkında savunmaların alınmasına geçti. Erdoğan’ın avukatı Sami Kabadayı, “Sanık yargılamaya konu açıklamada müvekkilime Türk Ceza Kanunu’nu 288 ‘adil yargılanmayı etkilemeye teşebbüs’ suçu isnat etmektedir. Müvekkilimin terör örgütleriyle işbirliği yapan, yardım eden olarak nitelendirmiştir. Açıkça suç isnadıdır. Soyut ve dayanaksız olarak suç isnadı TCK 125 ve TCK 299 ihlali olarak görülür. Atılı suç sabittir. Cezalandırılmasını talep ediyoruz” ifadelerinde bulundu.

CEZA TALEBİ YİNELENDİ

Kabadayı, ayrıca Yüksekdağ’ın Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunu birden fazla dosyaya konu olacak şekilde işlediğini savunarak, hakimlik tarafından lehe uygulanacak maddelerin de uygulanmamasını istedi.

İddia makamı ise 16 Ekim 2020 tarihinde verdiği mütalaayı tekrar ederek, Yüksekdağ’ın "Cumhurbaşkanı’na hakaret etme" suçundan cezalandırılmasını talep etti.

‘HUKUKİ OLMAYI ÇOKTAN GEÇTİ’

Yüksekdağ, esas hakkındaki savunmasını SEGBİS üzerinden verdi. Yüksekdağ savunmasında şunları belirtti: “Son duruşmada genel değerlendirme yapmıştım. Bazı eklemeler yapacağım. Böyle bir açılmış olması davanın devam ediyor olması Türkiye adına üzücü bir durum. Bu memleket 21’inci yüzyılda sadece Cumhurbaşkanına hakaretten 30 bini aşkın dava cereyan etmiş durumda, devam ediyor. Yeni davalar açılıyor. Hukuki bir mesele olmayı çoktan geçti. Bu siyasi meselenin olmanın ötesine de geçti. Bu artık sosyal bir mesele bence psikolojik bir meseledir. İktidarın halveti ruhiyesi ile ilgili, yönetenlerin psikolojisiyle ilgili bir de bu psikolojinin yönlendirdiği sosyolojik durumdaki bozulmalarla ilgili duruma dönüştü. Türkiye’de siyasi iktidarın kendi iktidar kaygıları ve yönetme saplantısı nedeniyle söylediğimiz her sözden zincirleme hakaret, zincirleme suç icat edebiliyor.

TOPLUM SUÇLU İLAN EDİLİYOR

Bugün toplumun yarısından fazlası suçlu ilan ediliyor, yarısından fazlasını terörist ilan etmeyi, toplumun yarısından fazlasını terörize etmeye devam edecekler çünkü bu bir yönetme tarzına dönüştü. Tüm Türkiye burada hukuki bir yargılama yapılmadığını biliyor. Bizimle ilgili hiçbir dava da bu olmadı. Türkiye sosyal ve siyasal bir kriz içerisinde. İktidar eliyle sürüklendiği ve bu iktidarın tek sorumlusu ve yetkilisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eliyle sürüklendiği sosyal ve siyasal kriz içerisindedir. Burada siyaset yapma hakkı yargılanıyor. Bu bir hakaret davası değildir. Hiçbir zaman da olmadı. Bunu aklı başında hangi insana söylerseniz söyleyin, bu açıklamayı aklı başında hangi insan okursa okusun buradan bir hakaret sonucu çıkaramaz. Çıkarması mümkün değil. Ne kadar zorlarsanız zorlayın bu yazıdan hakaret sonucu çıkaramazsınız.

DİRENMEKTEN KORKMUYORUZ

Bu ülkede binlerce insan terör örgütüyle işbirliği içerisinde olduğu isnadıyla karşı karşıya kaldı. Asılsız, dayanaksız, zerrece alakası olmayan isnatlarla karşı karşıya bırakıldı. İnsanlar bu suçlamalarla hapsedildi. Mahkûm edildi. Ortada benim işlediğim bir suç yok. Siyasi iktidarın yargı eliyle işlediği sistematik bir suç vardır. Biz bu suçları neyle karşı karşıya kalırsak kalalım, neyle tehdit edilirsek, edilelim ne tür cezalar ve baskılarla karşı karşıya kalırsak da söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bizler her şeyden önce tarihin ve halkın yargısından korkarız. Tarihin, hakkın ve halkın tarafından yargılanmak. Bu yargı mercileri karşısında söyleyeceğimiz sözlerdir, vereceğimiz hesaptır. Biz bu yargı mercileri karşısında vereceğimiz hesaptan korktuğumuz için, bu iktidar bu zalimlik karşısında direnmekten korkmuyoruz, çekinmiyoruz, doğruyu söyleyerek direnmekten, gerçeği savunarak direnmekten korkmuyoruz, çekinmiyoruz. Bu zamana kadar da bu tavrı pratiğimizle ortaya koymaya çalıştık, tavrımızla ortaya koymaya çalıştık. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, her gün karamizah örneğine dönüştü, bu kadar açıktan yargıya talimat veren bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Doğrudan bizleri hedef gösteren, bize verilecek cezayı doğrudan belirleyen bir Cumhurbaşkanı’ndan bahsediyoruz. Sadece bir birey değil ayrıca bir baskı fenomenine dönüşmüş bir şahsiyetten bahsediyoruz. Türkiye’de Tayyip Erdoğan sadece Tayyip Erdoğan değildir, siyasetin baskı fenomeni olmayı temsiliyetini ifade eder. Bunun da bizim yargı süreçlerimize müdahale etmiştir.

 AYAĞA KALDIRMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Ortada bir aşağılama suçu varsa aynı zamanda aşağılanan bizleriz. Bu ülkede her şeye rağmen, korkmadan, kaçmadan, vazgeçmeden siyaset yapan, bilim insanlardır, kadınlardır. Bakın bu memlekette her gün hakarete uğrayanlar bizleriz. Bizim kadın siyasetçilere diyorlar ki; siyaset yapmayın. Karşı karşıya kaldığımız saldırılar, müdahaleler, baskılar, operasyonlar, bizlere reva görülen sözler, hakaretler. Bu ülkede siyaset yapanlara bu gemi de size yer yok diyorlar. Bu memlekette, şiiriyle, üretkenliğiyle, bilim yapmak için uğraşan, ilim veren insanlar en son Ayşe Buğra örneğinde olduğu gibi kadın akademisyenler birisinin eşi olmakla, karısı olmakla ölçülebiliyor. Birisini eşi olmak suretiyle suçlanabiliyor. Biz dişimizle, tırnağımızla siyasette, bilimde, akademide, sanatta, kültürde, iş yaşamında bu toplumun her bir zerresinde, çalışıp ve bunu kendi emeğimizle, kendi değerlerimizi, kimliğimizi ayağa kaldırarak ve daha fazla potansiyelimizi zorlayarak yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Bu siyasi iktidarın başı bize hakaret etmekten vazgeçsin. Bizleri, kadınları aşağılamaktan vazgeçmelidir. Toplumda barışı, toplumsal uzlaşmayı tesis etmektir Cumhurbaşkanının görevi ve bu nedenle tolerans ve tahammülünü yüksek tutmaktır.

HAKİKATİ İŞLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ

Türkiye halkları Cumhurbaşkanından bunu bekliyor. Ama bu zamana kadar ne yazık ki biz sadece kendimize dair, kendi geleceğimize dair umutlar besledik. Bu siyasi iktidardan umut beklememeyi acı deneyimlerle öğrenmiş bulunuyoruz.  Umut halklardadır. Umut emeğiyle, şerefiyle, yaşamını var eden, varlığı devam ettirmeye çalışan insanlardadır. Bizlerde bu umudu yaşatmaya devam edeceğiz. Bir kez daha suçlamaları reddediyorum. Kamu vicdanında masumiyetimiz mutlak olduğunu ve daim olacağını biliyorum. Böyle bir sonuç çıkmadığı sürece de biz hakikati işlemeye devam edeceğiz. “

Yüksekdağ, ardından avukatlar esas hakkında savunma yaptı. Ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, Yüksekdağ’ın beraatına karar verdi.

SUÇLAMA KONUSU YAZILI AÇIKLAMA

Suçlamaya konu olan Yüksekdağ’ın 26 Kasım 2015 tarihinde yayınlanan yazılı açıklaması şöyle: “Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün yaptıkları haberden dolayı tutuklanmalarını en sert biçimde kınıyoruz. Atılan bu adım Türkiye’deki bazı gerçeklerin bir kez daha görülmesine yol açmıştır. Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü, halkın haber alma ve basın özgürlüğü her gün ayaklar altına alınmakta ve çiğnenmektedir. Evrensel ve demokratik hiçbir ölçü geçerli değildir. Adalet mekanizması iktidarın ve Saray’ın denetimi altında davranmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapılan haberin bedelini ödetmek için tutuklatmayı dayatmıştır. Yıllardır El Kaide türevi El Nusra, IŞİD ve Ahrar ul Şam gibi örgütlere maddi ve manevi yardım yapanlar, lojistik destek sağlayanlar, silah ve para yardımında bulunanlar, bu konuların konuşulmasını yasaklamak için çabalamaktadır. Ancak bu çabalar hem uluslararası hem de bağımsız ve tarafsız ulusal hukuk önünde hesap vermeyi engelleyemeyecektir. Günün ve dönemin gereği, demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde her vicdan sahibi yurttaşın birlikte hareket etmesi, nerede ve hangi şekilde olursa olsun baskı ve zulme karşı durmasıdır.”