İstanbul'da faaliyet yürüten Din Alimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER) Başkanı Ekrem Baran ile dernek üye ve yöneticilerinin de olduğu 9 kişinin tutulu olduğu ve toplamda 23 melenin yargılandığı davanın ilk duruşmasının ikinci oturumu görüldü. Çağlayan’da bulanan İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, tutuklu yargılanan DİAYDER Başkanı Ekrem Baran ile birlikte 9 kişi bulundukları Silivri Cezaevi’nde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Duruşmaya tutuksuz DİAYDER üyelerinin yanı sıra aileleri ile Halkların Demokratik Partisi (HDP Milletvekili Hüda Kaya, Züleyha Gülüm, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu,  İl Örgütü Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları ile birçok kişi katıldı.

Duruşmaya tutuksuz DİAYDER üyelerinin yanı sıra ve aileleri ile Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Hüda Kaya, Züleyha Gülüm, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları ile birçok kişi katıldı.

KÜRT OLDUĞUMUZ İÇİN HEDEFTEYİZ 

Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada DİAYDER üyesi Fahrettin Ülgün savunmasını yaptı. Şafi mezhebine mensup ve Kürt oldukları için hedef haline getirildiklerine işaret eden Ülgün, “Diyanet sadece Hanefi mezhebine hizmet vermektedir. Şafi mezhebi de olmak üzere diğer mezhepleri ve inançları yok saymaktır. Şafilik, Hanefiliğe paralel bir mezhep değil. Bu yüzden diyanete paralel de olamayız” dedi.

‘SINAVLA İŞE GİRDİM’

İmamlar olarak akil insan görevini üstlendiklerini belirten Ülgün, “Toplumsal sorunlara inançsal yorumlar getirerek, çözümler üretme zorunluluğumuz var. İnsanlar bunu bizden istiyor” diye kaydetti. İBB’de işe girmesine de değinen Ülgün, İBB’nin inançlar masasını kurduğunu ve pek çok inanç için kadro açtığını paylaştı. Daha sonra sınavlara girdiğini ve kazanıp işe başladığını ifade eden Ülgün, “Sadece şafi mezhebine dair alımlar olmayıp, açık ve hukuka uygun sınavla işe girdik. Gassal olarak çalıştığım yerde üstüm AKP’liydi. Bu gün gidip olanlara sorarsanız inanç ve siyasal birlikteliğimiz olmamasına rağmen kötü bir söz söylemeyecektir” diye konuştu.  

İBB İLE HESAPLAŞMA

Aynı şekilde 34’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığını, bu mahkemede hakkındaki iddiaların daha kapsamlı olduğunu aktaran Ülgün, “Gassal olarak çalışırken, ölüleri örgütleme kerametim yoktur. Hem Kürt hem de şafi olman birinin çıkıp seni terörist olarak lanse etmesine yetiyor. Diğer dosya daha kapsamlı olmasına rağmen orada terörist ilan edilmezken, burada neden yapıldık? Bu İBB ile hesaplaşma meselesiyle ilgilidir” diye kaydetti.

İHTİYACI OLANA DAĞITTIK

Milletvekili Özgür Karabat’ın kendisine yardım kartlarını verdiğini paylaşan Ülgün, “Beni DİAYDER üyesi olarak bilmemektedir. Yoksul insanlara ulaştırmam için yardım kartları verdi. Bunun suç yanı nedir? Anlamış değilim. Bu güzel işin iddianameye konulmasının nedeni işi kriminaleze etme dışında bir amaç taşımamaktadır. İBB DİAYDER’e kart verdi.  Biz bu kartları ihtiyacı olan kişilere dağıttık. Buradan ‘değer aileleri’ üzerinden suçlama yapılması kabul edilemez. Yaşadığımız yerde yakınımızda olan insanlara yaptığımız yardımdır. İddia makamı herkesi terörist olarak yaftalıyor” ifadelerini kullandı.

ORTAK PAYDALARI ‘YOKSULLUK’

Bakiyesi 100 lira olan kartları dağıttığı kişilerin isimlerini paylaşan Ülgün, hepsinin ortak paydasının yoksulluk olduğunu kaydetti. Eşinden ayrılan kadınlara, yaşlılara ve çocukları çok olanlara yardım ettiklerini ifade eden Ülgün, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kartları verdiğimiz kişiler arasında mescidin eski hocalarından olan İlyas hocanın eşi de var. Eşinden ayrılan kadın, Suriyeli 6 kişi var. Bunları fakir gördüğümüz için onlara verdik. Yardım eden razı, yardım alan razı, ancak savcı razı değil.  Yardıma muhtaç olan birine nasıl gözümü kapatırım. Buna ne inancım ne de siyasi tavrım kabul etmez. Gene olsa gene yaparım. Size göre terörist ailesi olabilir.”

DİYANETİN MESCİDİNDE VAR

Sadaka kutularına dair suçlamalara yanıt veren Ülgün, her semtte esnafların dükkanında bu sadakaların masalarında olduğunu paylaştı. Ülgün, “Diyanette bağlı mescitlerde sadaka kutuları var. Bu sadaka kutuları saymanımız olan Rıza Oğur’a verdim. Bunu yapmak hukuka nasıl aykırı oluyor?” dedi. Ülgün’ün savunması ardından mahkeme başkanı Akın Gürlek, Ülgün’e İBB’ye ilişkin sorular sordu. Gürlek, İBB’nin yardım kartlarının kimlere dağıttığını sordu. Ülgün, savunmasında bu hususa değindiğini hatırlattı. İBB’de gassal ilanının nereden öğrendiğini soran Gürlek’e Ülgün, bir arkadaşından öğrendiğini ve bu şekilde başvurduğunu söyledi.

7 GÜN AÇ SUSUZ

Tutuksuz yargılanan İbrahim Yalın ise, savunmasında suçlamaları reddetti. Yalın, kimsenin malına çökmediklerini, ellerine silah almadıklarını, günde birkaç gün gidip mescitte namaz kıldıklarını ve dini hizmet verdiklerini söyledi. Gözaltında çocuklarının önünde silahla tehdit edildiğini paylaşan Yalın, 7 gün boyunca gözaltında aç ve susuz bırakıldıklarını, iddianamenin havuz medyasına servis edilmesi ardından hedef haline getirildiklerini söyledi. Bu nedenle yaşadığı mahallede insanların kendisine ters ters bakmaya başladığını ve bu duruma neden olan anlayışı kabul etmediğini kaydeden Yalın, DİAYDER üyesi imamları tanıdığını ve çok değerli bulduğunu belirtti.

GÜRLEK BAŞINI EĞDİ

Güvercin Tepe’de bulanan Hz. Ömer mescitte hizmet verdiği sırada, Sevim adlı bir kadın ile eşinin komşuları olduğunu, eşinin 28 yıl önce ortadan kaybolduğunu paylaşan Yalın, Sevim adlı kadına yardımda bulundukları için suçlandıklarını aktardı. Yalın, “Sevim komşumun bir oğlu, iki kızı vardı. Oğlu askere gittiğinde kirasını ödeyemiyordu. Biz de ona yardım ettik. Bunun üzerinden değer ailesine yardım ettiğimiz suçlaması var. Eğer oğlu bu esnada şehit olsaydı, şehit ailesi mi olacaktı yoksa terörist ailesi olarak kalmaya devam mı edecekti?” diye sordu. Yalın’ın sorusu ardından Mahkeme Başkanı Gürlek, başını eğdi.

ZULÜM ÜZERİNE HUTBE

Daha sonra savunma yapan Lütfi Büyükefe, Muş’un Malazgirt ilçesinde 3 Temmuz’da gözaltına alınıp Maslak’a getirildiğini, buraya getirildiği saatte kadar ne ile suçlandığının kendisine söylenmediğini ifade etti. Güvercin Tepe’de bulunan Hz. Ömer mescidinde iki kere hutbe ve vaaz verdiğini paylaşan Büyükefe,  “Bu hutbe ve vaazda zulüm üzerine olabilir. Şu anda hatırlamıyorum. Bunu imam ve insan olduğum için verdim. Buna dair gözaltında çapraz sorgu yapıldı. Çapraz sorguda, ‘talimatı kimden alıyorsunuz’ diye sorular soruldu. Ancak şunu belirtmek isterim din konusunda kimseden emir almam. Devlet ve örgüt olsun, kimse bana emir veremez” diye konuştu.

GÖRÜNTÜSÜ VAR MI?

İddianamede “örgütün sivil sorumlusu” olarak suçlandığını belirten Büyükefe, iddia makamının bunu ispatlaması gerektiğini söyledi. Verdiği vaazların başka yöne çekildiğini kaydeden Büyükefe, “Zalim kim olursa olsun, ayet beni kapsıyorsa, ben buna kızmam, kendimi düzeltirim. Hiçbir hutbede kimseyi hedef göstermedim” dedi. Mahkeme Başkanı Gürlek’in, “Vaazda Cumhurbaşkanı barışçıl değilse cihat, savaş verilebilir, baş kaldırılabilir şeklinde şeyler söyledin mi?” şeklindeki sorusuna yanıt veren Büyükefe, vaazlerinin başka yöne çekildiğini dile getirdi. Büyükefe’nin avukatı Serhat Çakmak ise, söz konusu iddiaya iliştin tutanak ve görüntünün sunulması talebinde bulundu. Çakmak, ayrıca adli kontrol şartının kaldırılması ya da daha uygun bir hale getirilmesi talebinde bulundu.

‘SOSYAL MEDYA’ SUÇLAMASI

Ardından savunması alınmak üzere İbrahim Şek’in ismi okundu. Sek, yaşı nedeniyle yürümekte zorluk çekerken, tutuksuz yargılanan bir kişi, Şek’i sanık sandalyesine kadar götürdü. Şek, iddianamede geçen hususları hatırlamadığını söyledi. Daha sonra Şek’e, “Sosyal medya paylaşımların var. Ne diyorsun?” diye soruldu. Sosyal medya paylaşımlarına dair soruyu “sosyal yardım” olarak anlayan Şek, insanlara yardım ettiğini söyledi. Bu esnada Mahkeme Başkanı Gürlek’in, “Kabul ediyor  musun” diye sorması dikkat çekti. Daha sonra yerine oturan Şek’e, “Yaşın kaç” diye soruldu. Şek, kimlikte 1940 doğumlu olduğunu söyledi.

YARDIM KARTI KENDİSİNE VERİLMEDİ

Tutuksuz yargılanan Abdulhadi Öztekin da savunmasında, 77 yaşında olduğunu ve bu güne kadar herhangi bir suçtan cezaevine girmediğini ve bir suç da işlemediğini söyledi.  Öztekin’e soru soran avukat Fırat Epözdemir, iddianamenin “Değer Ailesi” tanımı yaptığını, çocuğunun yaşamını yitirmiş olması nedeniyle bu tanıma kendinin de dahil olduğunu ifade ederek, DİAYDER’in kendisine yardım kartı verip vermediğini sordu. Öztekin, DİAYDER’in kendisine bu yönlü bir yardımda bulunmadığını kaydetti. 

Mahkeme Başkanı Gürlek, daha sonra söz alan Fevzi Barış’a İBB’nin verdiği yardım kartlarının kime dağıtığını sordu. Barış, “İhtiyacı olanlara dağıtım. Bu suç değil. Suçları reddediyorum. DİAYDER’e dönük suçlamaları da kabul etmiyorum.  Hanefi ve Şafi mezhebi birbirini tamamlayan mezheplerdir. İkisi de İslam’ın mezhebidir” diye konuştu. 

SAVCININ TALEBİ

Tutuksuz yargılananların savunmaları ardından iddia makamına söz verildi. İddia makamı, tutuklu bulunan DİAYEDER Başkanı ve 7 kişinin tutukluluk hallerinin devamını, Enver Karabey’in ise adli kontrol şartıyla tahliyesini talep etti.  

Mahkeme heyeti, duruşmaya verdiği aranın ardından talepleri değerlendirecek.

İDDİALAR ÇÖKTÜ!

DİAYDER’in imamların İBB’de çalışmasına aracılık ettiğine dair iddiaların çöktüğüne işaret eden avukat Fırat Epözdemir, iddianamede DAİŞ katliamları için "sözde katliam" ifadelerinin kullanıldığını belirtti.

İddia makamının tutukluk hallerinin devamına dair mütalaasını sunması  ardından verilen aranın bitmesi ile duruşmaya yeniden başlandı. İddia makamının mütalaasına karşı söz alan DİAYDER Başkanı Ekrem Baran, söz konusu suçlamaların dernek faaliyetleri olduğunu ifade etti. Yargılananların savunmalarıyla bunun ortaya çıktığını dile getiren Baran, “Siyasi çekişmeye alet edilmememiz lazım. Hak ve hukuk ne ise o şekilde karar vermemiz lazım. 8 aydır buradayız. Bunun da göz önünde bulundurulması lazım” diye konuştu.

İddia makamının hakkında adli kontrol talebiyle tahliye edilmesini istediği Enver Karabey, ağır hasta olduğunu dile getirdi. Karabey, “Ev hapsi ile değil, normal şekilde tahliyemi talep ediyorum” dedi.

YARGILAMA HAKSIZ

Söz alan mele Hanifi Tunç ise, DİAYDER’e üye olmadığını ve HDP’nin resmi üyesi olduğunu ifade etti. Mağdur edildiğini söyleyen Tunç, tahliye talebinde bulundu. Söz alan Mele Mehmet İnan ise, suçlamaların yersiz olduğunu söyledi. Söz alan Mele Mehmet Emin Aslan, 8 aydır tutuklu olduğunu söyleyerek, “Mağdur edildik. Tahliyemi talep ediyorum” dedi. Mele Nezir Erdemci de ağır hasta olduğunu, bunun göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etti. Erdemci, “Birçok ağır hastalığım var. Günde onlarca ilaç kullanıyorum. Tahliyemi istiyorum” diye konuştu. Daha sonra söz alan Mele Sefa Mehmetoğlu ise, “Yargılama başından beri haksız ve hukuksuz bir şekilde yürüyor. Suçsuz olarak yargılanıyor olmamıza rağmen hala tutuklu halimizin devamı isteniyor. Ayrıca bu yargılama ile ailemiz de cezalandırılıyor” ifadelerini kullandı.

SUÇLAMA KONUSU ‘MELE’ VE ‘SEYDA’ KAVRAMLARI

Mütalaaya karşı savunmaların ardından avukatlar söz aldı. Söz alan avukat Yunus Aldanmaz, suçlama konusu yapılan “mele” ve “seyda” kavramlarının tarihsel arka planında yer alan anlamına değindi. Selahattin Eyübi’nin Şafilik mezhebini kabul etmesi ardından Kürtlerin Şafi mezhebine olan bağlılığının daha da artığını ifade eden Aldanmaz, medreselerin Kürt kültüründeki önemine değindi. Her türlü saldırıya rağmen medrese kültürünün bu güne ulaştığını ve bu medreselerde dini hizmetin yanı sıra eğitim veren kişilere Seyda denildiğini belirten Aldanmaz, “İşte Seydalarımız bu medreseleri yaşayan ve eğitim veren kişilerdir. Kürt kültürüne büyük katkıları olmuştur. Aynı şekilde Türk kültürüne de katkıları da olmuştur. Yine birçok Osmanlı padişahı da bu medreselerde eğitim görmüştür” şeklinde konuştu.

ATATÜRK VE ERDOĞAN AÇILIMI

Medreselere ve bünyesinde eğitim verenlere karşı bir düşmanlığın olduğunu ifade eden Aldanmaz, “Atatürk, Sivas ve Erzurum Kongresi’ne giderken mele ve seydaları çağırmıştır. Aynı şekilde Kürt açılımı olarak bilinen açılımda hükümet mele, mola açılımı da yapmıştır. Bu süreçte onlardan faydalanmıştır. DİAYDER bu dönemde kurulmuştur. Ayrıca 2011’de Yeni Şafak gazetesi haberlerinde mele ve seydaların ‘toplumsal barıştaki rollerine’ işaret ediyordu. İmamların barış getirdiğini yazıyordu. Buna dair haberi burada dilekçemizde ibraz ediyoruz. Ayrıca anadilde hutbe verilmişse, bu yerinde bir karardır. Diyanet’inde aynısını yapması gerekiyor” diye belirtti.

SORUN ŞAFİLİK Mİ KÜRTLÜK MÜ?

Jandarma ifadesi esnasında imamlara “Diyanete paralel bir yapı oluşturuyorsunuz” şeklinde ithamlarda bulunulduğunu ifade eden Aldanmaz, “Bu soruyu nereye koyacağız? Peki, Diyanet neden Suriye topraklarına kadar el uzatırken, kendi ülkesindeki Kürtler için bu hizmeti vermemektedir? Bir adım ötesine geçelim, vergisini veren ve vatandaşlık bağı ile bağlı olan, resmi tabirle Güneydoğu Anadolu’da yaşayan ve ülkenin kurucu unsuru olan bu milyonların ibadetine küçükte olsa neden bir katkı sunulmamaktadır? Sorarım size, sorun şafilik midir, yoksa Şafilerin Kürt olması mıdır? Zira şafilik bile bu örnekte gördüğümüz üzere Kürt kimliğinden sıyrılır sıyrılmaz nefes almaktadır. Gene benzer bir örnekle Kürtçe tabela asamayan Kürtler her türlü olumsuz yaptırımla muhatap ve tedirgin olurken, sığınmacı ve göçmenler nasıl bu kadar rahat kendi dilleri ve alfabeleri ile tabelalar ve ilanlar asabilmektedir” diye sordu.

DAVADA MESCİTLER  SORGULANDI

Aldanmaz, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Şahsım adına diğer diller ve diğer dillere dair tabela veya ilanlar asla sorun olmamalıdır, bir ihtiyaçtır karşılanmalıdır, bu örnek göçmenlerden yana duyduğumuz bir rahatsızlık değil, Kürtlerin kurucu unsur olmasına rağmen bir göçmenlik hukuku hak sahibi olamamazı, varlığının kabul edilememesi sorunudur. İşte DİAYDER varlık nedeni de budur. Yani bir mahrumiyet ve mağduriyetin sonucu. Nedir bu sonuç, biraz açalım; Dava özelimizde derneğe ait mescitler sorgulanmaktadır. Bu mescitleri kim kurdu, bu mescitler neden DİAYDER’in  idaresindedir, yardımlar vs gibi bir sürü konu sorgulanmaktadır. Şafi mezhebine mensup insanlar kendi çarelerini aramış ve gene köydeki haliyle kendi mescitlerini kurarak, bodrum katlarında, adeta bir yeraltı inancı yaşarcasına derme çatma yerlerde ibadet etmek zorunda kalmışlardır. Peki, bu hocalar kim olacaktır? Diyanet bırakın hoca vermeyi, o mekânı ibadethane olarak bile kabul etmemektedir. Varlığını bilmekte ama görmezden gelmektedir.”

RET VE ÖTEKİLEŞTİRME

Halkın tek çareyi Seydalarda gördüğünü ifade eden Aldanmaz, “Yani köyünde kendisine hocalık yapan mellelere başvurmakta bulmuştur. İşte o Seydalar huzurdaki Seydalardır. Göçle birlikte nüfusu çoğalıp, cemaatler büyüyünce, biraz da bu yeraltı ibadetinden çıkmak ve görünür olmak isteyen şafiler yer yer Diyanete başvurup kendi paralarıyla aldıkları ya da kiraladıkları bu mescitlerin resmiyet kazanmak adına Diyanete bağlanmasını istemişlerdir. Diyanet bu insanları geri çevirmemiş, hay hay diyerek hemen resmi işlemler yapmış, ancak ‘bir saniye durun!  Burası artık bize bağlı ise biz size kendi imamımızı göndeririz, tabi, sizin Seydanızda az ileride oturup, izleyip, gönderdiğimiz imamın arkasında namaz kılabilir!’ demiştir. Bu durumda bir mescid gaspı, bir ötekileştirme ve ret en acı haliyle somutlaştırılmıştır” diye kaydetti.

İBB SAHİP ÇIKMADI

“Çözüm Süreci”nde dernek üyelerinden devletin yardım istediğini anımsatan Aldanmaz, “Fakat devlet ihtiyacı varken yere göğe sığdıramadığı bu melleleri, işi rast gitmeyince veya ihtiyacı bitince tıpkı Diyanetin şafi mezhebine yaklaşımı gibi, görmediği, gördüğünde ise ya kendi mezhebine dönüştürüp ya da yok sayması pragmatizmi sonucu yok saymaya başlamıştır. Hatta o kadar yok saymıştır ki, ‘bunlar bir ölü bile yıkayamayacak yetersizlikte insanlar olup, İBB tarafından belediyeye sızdırılan teröristlerdir’ diyebilmiştir. Zaten İBB’nin çok umurunda değillerdir ki, ‘terörist iseler alın yargılayın’ tavrı sergilemiştir. Sanki Şafi Kürtler ateştir de, eli değenin eli yanar gibi, herkes bir tuhaf ve anlamsız davranışlar sergilemektedir” ifadelerini kullandı.

MAHKEMEYE SORULAR SORDU

Aldanmaz, mahkemeye, “Bir örgütün talimatı ile kurulsaydı AKP’li olduğu bariz bir imamı kendi mescidinde uzunca süre imam yapar mıydı? Sorarım sizlere, DİAYDER bir örgütün talimatı ile kurulsaydı, yardım kartlarını Giresunlu, Bayburtlu ailelere dağıtır mıydı? Ya da oğlu asker de olan Nazlı Sevim’e veya oğlu itirafçı olup devlet adına çağrılar yapan Maruf Şişman’a verir miydi o kartları? Sorarım sizlere DİAYDER terörist bir kurum olsaydı, üyeleri; medrese eğitimi almış, 90 yaş üzeri çoğu yaşlı ve sağlık sorunları olan ve derneğe üyelik öyküleri Şafiilik inancından kaynaklanan kişiler mi olurdu?” şeklinde sorular sordu.

MESCİDİN İMAMI AKP’Lİ

DİAYDER’e ait olduğu iddia edilen Güvercin Tepe Hz. Ömer Mescidi’nin imamının AKP’li olduğunu dile getiren Aldanmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Elbette her derneğin bir tavrı, âlim bu insanlarında bir fikri ve yaklaşımı, siyasi tercihi olabilir. AKP ‘li olanı da vardır, CHP ‘lisi de, HDP’lisi de. Bunlar bir derneğin değil, kişilerin tercihine kalmış bir konudur. Örneğin Sefa cumhuriyetçi bir İslamcıyım demekte, Mehmet İnan AK partili bir sürü devlet yetkilisi ile görüşüp tebrikler, plaketler almakta, Güvercintepe’deki mescidin imamı AK partili biri olabilmektedir. Bu ülkede Şafilerin ekseriyetle Kürt oluşu bu derneğin konusu veya sorunu değil, sosyolojinin konusu ve sorunudur.”

DAİŞ’İN KATLİAMI ‘SÖZDE KATLİAM’

DİAYDER iddianamesi hazırlanmasının ardından yaptıkları basın açıklaması nedeniyle haklarında soruşturma açıldığı bilgisini paylaşan Epözdemir, “İddianamenin 12 ve 24’üncü sayfalarında yer yüzünün en barbar ve katliamcı DAİŞ’in yaptığı katliamlara ‘sözde’ katliam denilmiş.  Mütalaaya gelince; tutukluk koşullarında bir değişme yok ise yani şüphe artmamışsa tutukluk hallerinin devamını istemek kabul edilemez” dedi. Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) kamu kuruluşlarıyla ilişki halinde olmasının normal olduğunu, DİAYDER üyelerinin İBB’de gassal olarak çalışmasının suç olmadığını belirten Epözdemir, “Ayrıca ‘Değer Aileleri’ suçlaması var. İBB tarafından DİAYDER’e verilen ve derneğin dağıttığı kartlarından 10-15 kart söz edilen ailelere verilmiş. Peki diğer kartlar nereye gitti?” diye sordu.

KCK DAVASINI İŞARET ETTİ

Epözdemir, verilen bu kartları alan 3 ailenin tespit edildiğini bunlardan Nazlı Sevim adlı bir kadına da verildiğini, bu kadının gözaltına alındığını ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğine dikkat çekti. Epözdemir, “Diyelim ki Mehmet İnan parayı örgüte aktardı. Peki nasıl, hangi yolla aktardı? Buna dair bir tespit var mı? Yok” dedi. İddianamenin Diyarbakır KCK Davası’na  da işaret ettiğini dile getiren Epözdemir, bu davadaki iddiaları paylaştı. Epözdemir, “Bu davada bir maaşın verilmesi yazılıyor. Buradaki iddiaya uyuyor mu? Mehmet İnan’ın 700 TL verdiği iddia ediliyor. Aldığı maaş ne kadar?” diye sordu.

İDDİALAR ÇÖKTÜ

Ekrem Baran’ın 600 kişilik listeyi İBB’ye verdiğini ifade ettiğini paylaşan Epözdemir, bu listeden daha önce yardım yapıldığı için 300 kişinin listeden çıkarıldığını belirtti. Epözedmir, söz konusu kişilere dair listenin mahkeme tarafından müzakere yazılarak, getirilmesini istedi. Ayrıca Epözdemir, DİAYDER’in yardım ettiği kişilerin tanık olarak çağrılmasını istedi.  DİAYDER’in KCK ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın talimatıyla mescit açtığının iddia edildiğini aktaran Epözdemir, söz konusu iddianın gerçeği yansıtmadığını söyledi. Epözdemir, mescitlerin ne zaman kurulduğunun tespit edilmesini istedi. Örgüte para gönderildiğinin iddia edildiğini ayrıca DİAYDER’in imamların İBB’de çalışmasına aracılık ettiğine dair iddiaların çöktüğünü işaret eden Epözdemir, bu yüzden tahliye kararı verilmesi gerektiğini söyledi.

BARIŞ SÜRECİNE DESTEK DE SUÇ!

Müvekkillerine yönelik tüm iddiaların çöktüğünü söyleyen avukat Pınar Bayram da, şuç şüphesinin artmak yerine azaldığını ifade etti. Bayram, bu nedenle müvekkillerinin tahliye edilmesini istedi. Daha sonra söz alan avukat Banu Güveren Aslan, müvekkillerinin tutuklu olarak yargılanmasına dair gerekçelerin olmadığını kaydetti. Aslan, müvekkili hakkında iki hutbe ve iki programa katılmanın suç istinadı olarak önüne konulduğunu belirtti. DİAYDER’in hiçbir faaliyetinin suç olmadığını ve şiddet içermediğini belirten Aslan, “Suçlamaya konu bir iddia da DİAYDER’in ‘Barış Süreci’ne destek vermesi olarak iddianamede duruyor” dedi. Aslan, iddianamenin mahkemeye sunulmadan önce “merkez medyaya” servis edildiğini ve müvekkillerinin “terörist” olarak yaftalandığını, fotoğraflarının paylaşıldığını belirterek, bu içeriklerin kaldırılması yönünde karar verilmesi gerektiğini ifade etti.

‘KÜRTÇE HUTBE ANAYASADA SUÇ DEĞİL’

“Bir ayağımız uzay çağındayken, yeni gezegenler keşfedilirken müvekkillerimiz Kürtçe hutbe okumaktan yargılanıyor” diyerek sözlerini sürdüren Aslan, müvekkilinin vaaz verirken sarf ettiği sözleri mahkeme salonunda okuyarak, neyin suç olduğunu sordu. Aslan, “Yasada cami dışında bir yerde namaz kılmak yasaktır denilmiyor. Ayrıca anayasada Kürtçe hutbenin okunmasının da suç olduğu yazılmıyor” diye belirtti. Müvekkili Mehmet Emin Aslan’ın STÊRK TV’de yayınlanan bir programda uyuşturucu zararlı olduğuna dair ve Ortadoğu’daki gelişmelere ilişkin ifadeler kullandığını aktaran Aslan, bunların suç olmadığına dikkat çekti. Aslan, müvekkili Aslan yanı sarı diğer tutukluların tahliye edilmesini istedi.

‘TUTUKLAMA HALİ SON BULSUN’

Daha sonra söz alan avukat Serhat Çakmak, “Somut bir tehlike arz eden bir durum var mı yok mu ona bakmak lazım. AYM ve AİHM stabil dosyalarda tutuklama tedbirinin gereksiz olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle tutuklama halinin son bulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bu gün bir tahliye kararı verilmezse yargılamanın siyasi olduğunu kanaati kesinleşmiş olacak. Toplumun vicdanında yara açılmaması için tahliye kararı verilmesi gerekiyor” diye konuştu.

PANELE KATILMA SUÇU

Yargılama, avukatların savunması ile devam etti. Söz alan avukat Emrah Baran, müvekkilinin Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nin bir ZOOM paneline katılıp “ölüye saygı” başlığı altında yaptığı konuşmanın suçlama konusu yapıldığını paylaştı. AYM’nin ve AİHM’in düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamına dair kararlarına işaret eden Baran, müvekkilinin ağır hasta olduğunu, buna dair hastane raporlarını sunacaklarının belirterek, tahliye edilmesini istedi. Daha sonra söz alan avukat Hüseyin Boğatekin, müvekkili Nezir Erdemci’nin tutuklu bulunduğu 8 aylık süreçte yüzlerce kere hastaneye gittiğini, buna dair yüzlerce kayıt olduğuna dair tutanakları mahkemeye ibraz edeceğini söyledi. Boğatekin, müvekkiline dair suçlamaların yersiz  olduğunu belirterek, tahliye edilmesini istedi.

3 TAHLİYE

İddia makamı, sunduğu mütalaasında tutuklu bulunan 9 kişinden 8 kişinin tutukluluk hallerinin devamını, Enver Karabey hakkında ise ev hapsi şartıyla serbest bırakılmasını talep etti.

14 YILDIR NEREDEYDİNİZ?

İddia makamının talebi ardından avukatlar müvekkillerini savundu. Söz alan avukat Ayşe Acinikli, soruşturmanın 14 yıl önce başladığına değindi. İddianamede yer alan iddiaların 14 yıldır yaşandığını ve buna kimsenin müdahale etmediğini ifade eden Acinikil, “Bu dernek 14 yıldır neden kapatılmadı. Bu insanlar alenen suç işliyor. Ancak bir Allah’ın kulu çıkıp ‘siz suç işliyorsunuz’ demiyor.  Ama bir gece ansızın çıkıp gözaltı yapılıyor” deyip tepki gösterdi.

‘ŞOV YAPMA’ DİYE HAKERET ETTİ

İddianamede iddia makamının, “Şu tespite dair delil bulunmadı” şeklinde defalarca ifadeler kullandığını paylaşan Acinikli, “Madem delil bulanamadı yargılama neden yapılıyor?  Müvekkil birinden 190 TL’ye peynir satın alınmış. Bu peyniri aldığı için örgüt üyeliğine dair suçlama yapılıyor” diye belirtti.  Acinikli, DİAYDER iddianamesinde KCK Diyarbakır Davası’ndan söz edildiğini paylaşarak, “Dava ellerinde kaldı. 10 yıldır daha ifadeler alınmadı” ifadelerini kullandı.  Acinikli’nin savunması ardından salonda bulunan izleyiciler alkış çaldı. Mahkeme başkanı Akın Gürlek,  “Alkış çalmayın sizi dışarı çıkarırım” diye tehdit etti. Bunun yanı sıra Gürlek, savunma yapan avukat Acinikli’ye de “Avukat hanım şov yapacaksınız gidin dışarıda yapın” diye hakarette bulundu.

‘DELİLLER’ NASIL TOPLANDI?

Daha sonra söz alan avukat Ferdi Yamar, hiçbir delil olmamasına rağmen müvekkillerinin, “terörist” olarak gösterilmeye çalışıldığını kaydetti. Dinlenme kararı olmadan müvekkillerinin dinlediğini ve hukuka aykırı delil toplandığını ifade eden Yamar, “Müvekkil Hafit Tunç DİAYDER üyesi dahi değildir. DİAYDER’den tanıdığı kimselerin olması nedeniyle dosyaya anlaşılmayan bir şekilde dosyaya konulmuştur” dedi. Tunç’un Cemil Tunç adında oğlunun yaşamını yitirdiğini, mahkemede oğluna dair kendisine soru sorulduğunu ve bunun hukuka aykırı olduğunu belirten Yamar, “HDP faaliyetleri ilegallize ediliyor. Yapılan bir basın açıklamasını tapeye koyarak sanki suçmuş gibi gösterilmeye çalışıldı. Ayrıca  müvekkilin telefon rehberi dosyaya konulmuş. Bunun etik olmadığını herkes biliyor” diye belirtti.

YENİ MÜTALAA İSTEDİ

HDP’nin salgın nedeniyle Kardeş Aile Kampanyası başlattığını, bunun örnek teşkil edecek bir davranış olduğunu belirten Yamar,  müvekkilinin kampanyaya ilişkin aradığı ailelerle yaptığı görüşmelerin iddianameye suç olarak konulduğunu söyledi. Yamar, ayrıca HDP’nin bu kampanyasının da suç olarak gösterildiğini aktardı. Yamar, müvekkili hakkında toplanacak herhangi bir “delil”lin olmadığını, yıllardır aynı yerde yaşadığını  belirterek, “Savcının mütalaası geri çevrilerek yeni mütalaa istenmesini talep ediyorum” diye kaydetti.

3 KİŞİ TAHLİYE EDİLDİ

Yamar’ın savunması ardından mahkeme, ara kararını açıklamak üzere duruşmaya ara verdi. Verilen kararının ardından kararını açıklayan mahkeme, oy birliği ile karar alındığını söyledi. Mahkeme,  ayrıca gizli tanıkların dinlenmesine dair karar oluşturdu.  Mahkemeye ayrıca, 3 kişinin ev hapsini de kaldırdı. Tutuksuz yargılanan melelerin imza atma zorunluluğu uygulamasının da kaldıran mahkeme, tutuklu bulunan Sefa Mehmetoğlu, Nezir Demirci ve Enver Karabey hakkında ise tahliye kararı verdi.

Mahkeme, ara kararının ardından duruşmayı erteledi. Bir sonraki duruşma 18 Mart’ta görülecek.