Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) üyesi 20 avukat,  gizli tanık beyanları doğrultusunda 12 Eylül 2017’de gözaltına alınmış, 17’si  "örgüt yöneticiliği" ve "örgüt üyeliği" suçlamalarıyla çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklanmıştı. Bir yıl sonra İstanbul 37'nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmaya çıkan 17 avukatın tamamı tahliye edilmiş, savcının itiraz etmesi üzerine avukatlar yeniden tutuklanmıştı. Bu sürede dosyaya bakan mahkeme heyeti değiştirilirken, 20 Mart 2019'da kararını açıklayan mahkeme, 'örgüt üyeliği' iddiasıyla Ebru Timtik’e 13 yıl 6 ay, Aytaç Ünsal’a ise 10 yıl 6 ay hapis cezası verdi. 8 avukatın tutuklu bulunduğu dosya kapsamında 18 avukata toplamda 159 yıl hapis cezası verilirken, dosya Yargıtay’a gönderildi.

Savcının itirazıyla tutuklamalara karşı avukat Didem Baydar Ünsal, Çağlayan Adliyesi'nde ‘adalet nöbeti’ başlatırken, Silivri Cezaevi’nde bulunan Ebru Timtik ve Burhaniye T Tipi Cezaevi’nde bulunan Aytaç Ünsal, adil yargılama talebiyle ölüm orucuna başladı. Ebru eyleminin 182’nci, Aytaç ise 154’üncü gününde ve sağlık durumları giderek ağırlaşıyor. Avukat Ayşegül Çağatay ise Ebru ve Aytaç için Yargıtay ve Adalet Bakanlığı önünde eylem yapıyor.  Ayşegül, süreci değerlendirerek,  bir an önce adım atılması çağrısında bulundu. 

‘Ebru geçmiş dönemlerde de açlık grevleri gerçekleştirdi’

Açlıkla ve adalet talebiyle mevsimlerin geçtiğini söyleyen Ayşegül, Aytaç Ünsal’ı 29 Haziran’da cezaevinde ziyaret ettiğini belirtti. Aytaç’ın hapishaneye girmeden önce kilosunun yerinde olduğunu ancak şu an 60 kiloya düştüğünü belirten Ayşegül,  Ebru Timtik’in de geçmiş dönemlerde de açlık grevleri gerçekleştirdiğini dile getirdi. Tüm bunlar birleşince sağlık sorunlarını da beraberinde getirdiğini ifade eden Ayşegül, “Açlık grevlerinde 140’ıncı günlerden sonrasını Dünya Sağlık Örgütü  (DSÖ) ‘riskli günler’ olarak tanımlıyor. Herhangi bir organ yetmezliğinin baş gösterip göstermeyeceğini bilmiyoruz” dedi.

Ebru’nun ellerinde morarmalar ve ağız içinde yaralar, vücudunda ağrılar olduğunu belirten Ayşegül, yaralarından dolayı konuşmakta zorlandığını ancak bilincinin açık olduğunu aktardı. 

‘Psikolojisi bozuk bir tanık’ 

Ceza yargılamasının maddi gerçekler üzerine yapılması gerekirken, kendilerinin iftiracı ve itirafçı gizli tanık beyanları ile yargılandığını belirten Ayşegül, “Elinizde verileriniz ve maddi kanıtlarınız vardır. Bunun üzerinden hüküm kurarsınız. Ama bizim böyle olmadı. Biz mahkemelerde hep şunu söyledik: ‘Siz bize Soma’nın avukatlığını, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın avukatlığını yaptığımızı söylüyorsunuz biz çok daha fazlasını yaptık.’ Neler yaptığımızı duruşmalarda hep anlattık. Amayapmadığımız ve asla bizimle alakası olmayan şeyler var ki bunlarda iftiracı tanıkla bize yüklenmeye çalışılan şeyler. Tanık olan İ.Ö.,  uzun zamandır herkes hakkında beyanlarda bulunan bir kişi ve bu kişinin  psikolojisi bozuk Tarkan’dan tutalım da pek çok kişiye; alakasız insanlara varana kadar ifade vermiş bir insan. Kişinin avukatı Yargıtay’a ‘itibar etmeyin’ diye bir dilekçe sunmuş. Düşünün artık gelinen noktayı” diye konuştu. 

‘Bizi ailelerimizle cezalandırmaya çalışmasınlar’ 

Geçen günlerde Ebru Timtik’in teyzesi Sultan Kaya’nın basın açıklamasından sonra tutuklanmasına değinen Ayşegül, bu uygulamayı “çukurun dibinin olmadığını gösteriyorlar” sözleriyle değerlendirdi.  Sultan’ın tutuklanmasının cezalandırma yöntemi olduğunu ve kendi içinde bir mesaj taşıdığını vurgulayan Ayşegül,  “Biz akrabasını bile tutukluyoruz, uzak durun demeye çalışıyorlar. Halkın avukatlarının ve ölüm orucunda olan Ebru Timtik’in sesi olmamız gerekiyor. Akrabalarımıza, çocuklarımıza, teyzelerimize ve annelerimize de açtıkları bir savaşın ve düşman hukukunun göstergesi. Adeta bir klan hukuku gibi aynı zamanda aileleri de cezalandırmaya çalışıyorlar. Böyle durumlarda daha fazla sahipleniyorlar” diye konuştu. 

‘Faşizm koşullarında sadece bir kişi veya bir kesim hedef alınmaz’

Avukatların ölüm orucu eylemi devam ederken hükümetin barolara ve avukatlara yönelmesine tepki gösteren Ayşegül, “Tek dokunmadıkları şey savunmaydı. İktidar bunun hırsını çok ciddi bir şekilde güdüyor. Aslında bu yeni bir şey değil, avukatlara saldırılar da yeni değil. Defalarca yurtsever, devrimci, demokrat avukatlara arkadaşlara saldırılar olmuştur. Avukatların meslek faaliyetlerinden dolayı tutsak edilmesi aslında yönelimin ilk adımlardan biriydi. Buna yeterince ses çıkmadı ve durumun ciddiyetinin çok anlaşılmadığını düşünüyorum. Daha yeni yeni idrak edilirken şimdi baroların yapısını değiştirerek; adeta savunma mesleğini tamamen işlevsiz kılma aracı haline getiriyorlar. Faşizm koşullarında sadece bir kişi veya bir kesim saldırı altında değildir. Toplum topyekün saldırı altındadır. Ve buna karşı da topyekün mücadele edilmesi gerekir. Şu an Türkiye’nin dört bir tarafında avukat arkadaşlarımızın ciddi bir direnişi var.”

‘Yargıtay kararı bir an önce bozmalı’

Hem Çağlayan Adliyesi önünde ve birçok mecrada meslektaşlarının taleplerini dile getirmeye çalıştıklarını hatırlatan Ayşegül, kendi eylemine ilişkin de şöyle konuştu: “Şimdi Adalet Bakanlığı ve Yargıtay önünde bir meslektaşımla adalet talebimizi yinelemek istedik.  Adalet Bakanlığı’na hitap etmemizin nedeni şu: Dosyamızda siyasi bir baskı var. Adalet Bakanlığı da yürütmenin bir parçası. Biz hakkımız olmayan bir şeyi istemiyoruz. Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’nın, yürütmenin ve iktidarın şu an bizim dosyamız üzerindeki baskısının kaldırılmasını istiyoruz. Hukuka uygun bir karar verildiğinde arkadaşlarımız tek bir gün bile tutsak edilemez. Yargıtay’a hitap etmemizin nedeni ise; 1 Haziran’dan itibaren dosya Yargıtay incelemesinde. Bir an önce karar verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Dosyaya çok kabaca bakan biri bile ciddi eksiklerin olduğunu görecektir. Beklemeye gerek yok. Arkadaşlarımız ölüm orucunda bir an önce karar bozulsun.”