Türkiye Cumhuriyeti, tartışmalı kuruluşunun 97'nci yılını geride bırakıyor. Kuruluş sürecinde çözüme kavuşmamış bir çok sorunu da beraberinde getiren cumhuriyet, halklar için asimilasyon ve yeni katliamların tarihi oldu. Bu halklardan biri ise Sinop’tan Rize’ye kadar uzanan ve "Pontos" olarak  adlandırılan bölgede yaşayan Rumlar ve Ermenilerdir. Yunanlı tarihçi Michael Panaretos'un 1915 tarihli istatistiklerine göre bölgede o dönem 929 bin 985 Rum ve 60 bin Ermeni'nin yaşadığı ifade ediliyor. 

Rum olan yazar Tamer Çilingir ve barış aktivisti Vasilis Yaylalı, cumhuriyetin Rumlar için ne anlam ifade ettiğini Mezopotamya Ajansı'na anlattı. 

‘TÜRKLEŞTİRME POLİTİKASI'

İttihat ve Terakki dönemini “terör ve darbeler” dönemi olarak adlandırın Rum olan barış aktivisti Vasilis Yaylalı, İttihatçı kadroların Mondros Ateşkes Sözleşmesi sonrasında Almanya'ya kaçtıklarını söyledi. İttihat ve Terakki’den geriye ise Mustafa Kemal de dahil ikincil kadrolar kaldığını aktaran Yaylalı, "İkinci Abdülhamit ile başlayan Türkleştirme politikası Mustafa Kemal öncülüğünde bu ikincil kadrolarla devam etti. Bu süreç Pontos Soykırımı ile tamamladı. Elbette terörizmi cumhuriyet yoluyla kurumlaştıranlar çok çeşitli yollarla bunu saklamaya çalışacaklardı. Bunlardan biri de zoraki bayramlardır. Tabi ki bu sadece mekanizmalardan biridir. Daha onlarca tuzaklar vardı. Birinden kaçsanız sizi başka zayıf noktanızdan yakalıyor” dedi.

DİRENİŞLER GELİŞTİ

Yaşanan soykırım politikaları karşısında Pontos Rumlarının birçok alanda yerel direnişler gösterdiğini dile getiren Yaylalı, “Bafra’da (Nebiyan dağı) ve Santa’da (Gümüşhane-Trabzon) halkımızı savunmak için çok uzun direnişler oldu. Hem de kıt kanaat imkanlar ile çok büyük zorluklar içerisinde halkımız soykırımcılara karşı direndi.  Çok net söylüyorum o dönemde insanüstü çabalarıyla mücadele eden partizanlar olmasaydı soykırımda kaybettiğimiz insanlarımız belki de ikiye katlanırdı” ifadelerini kullandı. 

‘TERÖRİZM KURUMSALLAŞTI’

“Kemalizm ile doğru hesaplaşamayan güçler bizi anlamakta güçlük çektiler” diyen Yaylalı, “Terörizmin kurumlaşması olan faşist cumhuriyetten ilericilik çıkarmak için bir sürü hayali nitelikler sundular. Maalesef ki terörizmin kurumlaşmasını anlamayanlar arasında dostlarımız da vardı. Çok çeşitli nedenler ile o sözde bayramlara gitmek ya da kutlamak için birbirleriyle yarış halinde olduklarından biz o terörün kurbanı olarak soykırıma uğrayan halkların yaralarına nasıl tuz bastıklarını dahi anlamıyorlardı. Bugün terör cumhuriyeti maskelerini ardına kadar indirdiklerinde belki biraz daha empati olanağı gelişebilir” ifadelerini kullandı. 

SON HEDEF KÜRT HALKI

Coğrafyanın Türkleştirilmesinde son engelin Kürt halkı ve onun iradesi olduğunu belirten Yaylalı, geçmişte Hristiyan nüfusa karşı birleşen güçlerin temsilcilerinin bugünde Kürtlere karşı birleştiğinin altını çizdi. Coğrafyanın Türkleştirilmesinin yanında Selefi-Vahabi manada İslamlaştırılmasının da tamamlanmak istendiğine dikkat çeken Yaylalı, “Bir taraftan gözleri Kafkasya’da, bir yandan gözleri Irak ve Suriye'de, Rojava’da, ayrıca Batı’da, Akdeniz’de. Şimdi Kürtler başta olmak üzere bölge hakları ve devletleri net kararlarını vermek zorundalar” dedi. 

‘TAVIR ALMAK ZORUNDALAR’

Yunanistan ve Ermenistan’ın yüzyıl önceki yayılmacı politikaları takip eden Türkiye’ye karşı net tavır alması gerektiğini vurgulayan Yaylalı, “Bugün tüm eksiklerine rağmen Türkiye ırkçı, inkârcı, yayılmacı devletine karşı durabilecek en devrimci halk hala Kürtlerdir. Bu nedenle fırsatçı, çıkarcı yaklaşımlar yerine başta Yunanistan, Ermenistan olmak üzere bölge hakları ve devletlerinin Kürtler ile samimi bir ilişki geliştirmesi bugün en elzem görevdir diye düşünüyorum” diye belirtti. Yaylalı, aynı zamanda Türkiyeli sol, anarşist, devrimci ve demokrat kesimin de dayanışma halinde benzer bir yaklaşım göstermesi gerektiğini savundu. 

YENİ BİR ZULMÜN BAŞLANGICI

Cumhuriyetin kuruluşunun Rumların Küçük Asya’dan katliamlar ve sürgün edilmeleriyle tamamlandığını dikkat çeken Yazar Tamer Çilingir ise,  cumhuriyet sonrası alınan mübadele kararı ile birlikte bölgede Rumların kalmadığını söyledi. Çilingir, “Bu yanıyla 29 Ekim 1923, Pontos ve Küçük Asya’daki Hristiyan Rumlar için binlerce yıllık topraklarında artık var olmamak anlamına gelir. Müslümanlaştırılmış Rumlar açısından ise yeni bir zulüm sürecinin başlangıcıdır. Hristiyan Rumlar artık başka bir coğrafyada yaşama yeniden tutunmanın mücadelesine başlayacaktır. Gittikleri yerde hem yabancıdırlar hem yine ötekidirler. Nesiller geçecektir belki de bu yeni yerlere alışmaları ve normal bir hayat sürebilmeleri için. Alt yapısı olmayan şehirlerin dışında barakalarda başlayan yeni hayata ve yurtlarında yaşadıkları acılara dayanamayan birçok kadın ve erkek intihar edecektir ilk yıllarda” diye belirtti. 

ÖTEKİ OLMAKTAN KURTULAMADILAR

Pontos’ta kalan Müslümanlaştırılmış Rumların ise yurtlarından sürgün edilmemek ve hayatta kalabilmek için ağır bedeller ödediğini kaydeden Çilingir, şunları söyledi: “Öncelikle akrabaları ve komşuları olanlar ya öldürülmüş ya da sürgün edilmişti. Onlar ise hala kendi topraklarında yaşıyorlardı. Bunun bir utanç olarak yaşamlarını alt üst etmesini engellemek için zalimlerin yaptıklarını onaylamak ya da en azından görmezden gelmek, unutmak gerekiyordu.  Yaşanan travmalara cumhuriyet tarihi boyunca hep yenileri eklenecek, en iyi Türk, en iyi Müslüman olduklarını ispat etmek için yapacakları birçok şeye rağmen öteki olmaktan kurtulamayacaklardı.”

‘KORUNMAK İÇİN BOYUN EĞDİLER’ 

Cumhuriyetin Müslüman Rumlara karşı yüz yıldır Türkleştirme politikası izlediğini ifade eden Çilingir, “Ana dilleri Romeyikanın (Pontos Rumcası) yasaklandı. Şarkılara Türkçe sözler yazılarak Rum kimliği unutturulmaya çalışıldı. Cumhuriyetle birlikte yazılan yeni resmi tarih ise baştan aşağı yalanlarla doludur. Yeni eğitim sistemi bu yalanlara dayalı bir sistemdir. Zaten soykırım ve mübadeleyi yaşamış olan ilk nesil, kendi çocuklarını korumak amacıyla bu politikalara boyun eğerler” ifadelerini kullandı. 

‘TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ KÖRÜKLENİYOR’ 

Türkiye’nin bugün bile Rumları hedef gösterdiğini dile getiren Çilingir, son olarak şunları dile getirdi: “Pontos’taki Rumlar Müslüman olmalarına rağmen devlet hala onlara güvenmemektedir. Onlarda on yıllar boyunca en Türk, en Müslüman olduklarını kanıtlamaya çalışacaktır. Türk ordusunun Kürdistan’da yürüttüğü savaşta özellikle Pontoslu Rumları ön cepheye sürmesi de bu politikaların bir parçasıdır. Ölen her askerin isimleri ‘şehit’ olarak Pontos’taki caddelere, köprülere verilerek Türk milliyetçiliği körüklenir. Bugün gelinen noktada soykırım ve ardından yaşanan mübadele anlaşmasının ardından yüz yıllık cumhuriyetin asimilasyon ile Türkleştirme politikalarının başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ama Pontos gerçeği hala oradadır ve kimi zaman bir tarihi binanın sıvalarından kimi zaman konuşulan Rumcanın bir sözcüğünden egemen olanların karşısına dikilmektedir. Bütün baskılara, yasaklamalara rağmen Pontoslu Rumlar kendi kimliklerini ve geçmişlerini öğrenmek için araştırıyorlar, öğreniyorlar ve tartışıyorlar."

MA / Tolga Güney