Türkiye İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Barış Atay, geçtiğimiz günlerde İstanbul Kadıköy’de saldırıya uğradı. Saldırı, Atay’ın Batman’da İpek Er’e tecavüz ederek ölüme sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan’ın serbest bırakılması sonrası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu etiketleyerek yaptığı paylaşım ve Soylu’nun buna yanıt vermesi sonrası yaşandı. Haliyle tartışmalar, bunun planlı bir saldırı olduğu noktasında yoğunlaştı.

Oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Atay, sözünü sakınmayan bir siyasetçi olarak da sık sık karşımıza çıkıyor. Olup bitenleri, saldırı ile ne mesaj verildiğini ve oyunculuğu ve sanatı ile ilgili Yeni Yaşam Gazetesi'nden Nalin Öztekin'in sorularını yanıtladı.

Bir sosyal medya paylaşımınız saldırı olarak geri döndü. Daha önce de tehdit edilmiştiniz, böyle bir reaksiyon alabileceğinizi düşünüyor muydunuz?

Musa Orhan’ın yazışmaları üzerinden İpek Er’e yönelik cinsel saldırının sistematik olduğu aşikardır. Bunu da okuyunca Soylu’yu alıntılayarak “Sen seri bir tecavüzcüyü kolladın bunun hayatım boyunca unutulmaması için uğraşacağız” yazdım. Çünkü böyle bir suçun, savunucunun toplum nezdinde hafızasızlığa kurban gitmesine izin vermemek gerekiyor. Sonra da işime gücüme bakıyordum ki Soylu alıntılayarak karşılık vermiş. Karşılıkta bu eleştirinin -sert eleştiri olduğunu kabul ediyorum ki sert eleştiri politikada vardır- karşılığını vereceğine PKK’nin uzantısı, DHKPC’nin artığı diye bir mesaj yazmış.

Mesajı gördüğünüz an ne düşündünüz?

Soylu’nun vereceği cevap diye düşündüm; etrafından dolanıp yalan-yanlış, manipülatif sözlerle gündemi değiştirmek, hedef göstermek… Ama sonunda “dikkat yakalanma” lafını görünce İçişleri Bakanı tarafından açıkça hedef gösterilen bir milletvekili konumuna düştük dedim. Fakat yine de gece yaşayacağımız olay aklımdan geçmedi. Geçmeli mi miydi evet ne yazık ki geçmeliydi ama işlerin bu raddeye gelebileceğini hesap etmeyecek kadar da naif bakıyormuşum meseleye…

Aileniz, sevdikleriniz veya kendiniz için tedirgin misiniz?

Korku, tedirginlik tam karşılayacak kavramlar mı bilmiyorum çünkü ben korkarak bir şeyin çözüleceğine inanan biri olsaydım daha izole bir hayat sürerdim. Korkunun hayatı yönlendirmesine izin vermemek gerektiğini düşünüyorum. Bunların her şeyi yapabileceklerini görüyorduk ama insan başına gelince daha farklı düşünmeye başlıyor. Saldırganlar kimdir, kimle bağlantılıdır bunu ortaya koyacağınız; hakkaniyetli düzen olmadığı için herkes her şeyi yapabilir gibi algılamak zorundasınız. O yüzden de sevdiğim, etrafımdaki insanlara her şeyi yapabilecek olduklarını düşünüyorum.

3 kişi tutuklandı ama arka planda bir dizi isimden bahsediliyor, onlarla ilgili bir beklentiniz var mı?

Elbetteki planlı bir şey, bunu görüyorsunuz ama bu o kadar organize ki nereye uzanır emin değiliz yaklaşımı var. Bunu zaten üstü kapalı itiraf eden herhangi bir organ devlet içinde kaybetmiştir. Devletin herhangi bir kurumu ya da o kurumdaki birey tek başına bu ilişkileri çözemeyebilir, öyle düşünebilir. Ama ne kadar çözmek isteri de düşünmek lazım. Bunlar Yeldeğirmeni’nde (Kadıköy) mesken tutmuş, birinin cinayetten, gasptan yargılaması sürüyor, diğerinin uyuşturucudan sabıkası var. Bir gece kalkıp hadi biz bir milletvekilini dövelim dediğini düşünmüyorum.

Tam da bunun üstüne özel hayatınızla ilgili bir iddia ortaya atıldı. Haberi görünce ne düşündünüz?

Ahlaksızlığın sınırı yok diye düşündüm, hiç beklemediğim bir şey değil. Burda şöyle bir durum var yandaş medyanın haberine göre önce garsonlara küfrettiğim için garsonlar tarafından saldırıya uğramışım, sonra yanımdaki arkadaşımın olmayan ama yandaş medyanın olduğunu iddia ettiği 4 ağabeyi tarafından saldırıya uğramışım, sonra yanımdaki arkadaşımın yine olmayan ama olduğu iddia edilen kocasının arkadaşları tarafından saldırıya uğramışım. Hiçbiri olmayınca yol istemişler ben de yol vermeyip hepsini dövmüşüm. Çünkü ifadede dayak yedik diyorlar. Şimdi bir yandan nesini ciddiye alacaksınız, bir yandan da ne kadar rahatsız edici bir şey. Burda bir somut gerçeklik var. Ama iktidarın ne istediğini biliyoruz; magazinel boyutuyla uğraşalım, bir bakanın tweetinin ardından bir milletvekilinin saldırıya uğradığı gerçeği konuşulmasın istiyorlar ama hayır bu konuşulacak. İktidar bir yandan da insan ilişkileri hakkındaki düşüncelerini açıkça ortaya koyuyor. Diyelim ki evliyiz iki insan oturup bir şeyler içemez, arkadaş olamaz mı? Yapılan haberin tamamı yalan.

Hastane sonrası faillerle ilgili bir paylaşımınız var, Reisseverler, Ülkücüler, Pekerciler diye uzayan bir listeye atfen tesadüf ironisi yaptınız. Bu ilişkiler ağı neyi temsil ediyor?

Şimdi sadece milletvekili olarak bakmamak lazım, bir yurttaşın sokakta rahatça yürüyemeyeceği bir düzenin içinde yaşıyoruz. Şöyle kıyaslayabiliriz elbette; siyaseten hukuki olarak dokunulmazlığı olan bir kamu görevlisinin saldırıya uğraması sıradan yurttaşın başına neler gelebileceği konusunda bir fikir veriyor ve çok ürkütücü. Ha bu tesadüfler nereden çıkıyor 18 yıldır mafyavari bir düzen oluşturulmaya çalışılıyor. Bu sistemi tutabilmesinin halk nezdinde şikayetçi olunduğunda bunu bastırabilmesinin tek yolu bu tür düzen dışı oluşumlar. Soylu bunu azmettirmiştir, müsebbibidir dediğimizde “açıp telefonu milletvekilini indirin” filan değil ama şunu bilmeyecek biri de değil; buna yazdığımı kendine görev edinecek bir sürü taraftar ya da çete var.

Bu konuyla ilgili şaşırtan veya pek ihtimal vermediğin bir telefon aldınız mı?

Şaşırdığım şey Meclis Başkanı Mustafa Şentop direkt aradı, geçmiş olsun dedi sonra da bir kınama yayınladı. Kınamayı AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin paylaştı. Mehmet Naci Bostancı da genel başkanımızı arayarak geçmiş olsun demiş.

Siz sosyal medyayı çok etkin kullanan milletvekillerinden birisiniz ama zaman zaman “vekiller de tweet atacaksa benden ne farkı var” sesleri yükseliyor. Nedir bunun dengesi?

Bir kere sosyal medya görmezden gelinemeyecek kadar güçlü bir mecra. Aynı zamanda bir kamuoyu etkisi de var, neredeyse tutuklamaları Twitter sayesinde yaptırıyoruz ne yazık ki… İşlemeyen hukuk sisteminin bizim açımızdan bir garantisi gibi. Ama eleştirinin doğru tarafları da var. İnsanlar özellikle kendileri açısından sıkıntı yaratan olayları okuduklarında bununla ilgili tweet atan vekil gördüklerinde “sen de tweet atacaksan o zaman nasıl olacak” diyor. Fakat şöyle bir realite de var. Birincisi biz 24 saat Meclis’te durmuyoruz, ikincisi bir milletvekilinin sosyal medyayı etkili kullanması kürsüyü kullanması kadar önemlidir. Ben milletvekiliğimden önce de sosyal medyayı çok sık kullanan biriydim, sonuçta karakterim değişmedi. O yüzden ne üslubumu değiştirme gereği duyuyorum ne yazdıklarımın dozunu azaltma gereği duyuyorum. HDP’li, TİP’li ve bazı CHP’li milletvekilleri sokakta zaten eylem olduğunda gidiyorlar. Oranı iyi ayarlamak, denge kurmak lazım. Birinden birini tercih etmek zorunda değiliz.

“Üslubumu değiştirme gereği duymadım” dediniz ancak bazen üslubunuzun çok sert olduğu, bunun da her an bir aksiyona dahil olacakmış gibi bir hava kattığı söyleniyor. Öyle mi?

16 yaşından beri siyasetin içindeyim ve üslubum hayatım boyunca bildim bileli serttir. Normal kendi arkadaşlarım arasındaki sohbette de serttir. Bu netliğin benim hayatımda olması gerektiğini düşünüyorum. Kimi bunu tercih etmeyebilir ben karşımda neyle mücadele ettiğimi tanımlamış biriyim. AKP bu ülkenin bu hale gelmesinin müsebbibi, 18 yılı tek tek saymaya gerek yok ama ortada bir kavga sebebi var ve ben kavga veriyorum. Elbette Meclis’te birini yumruklayarak vermiyorum ama hiç kimseye de hissettiğim şeyin daha azını hissediyormuş gibi davranmak zorunda değilim. Sert olmasına rağmen benim dilimde mizah vardır, ironi vardır, edebi kullanım vardır.

Peki güncel siyasete dönecek olursak erken seçimde tartışmalarında TİP nasıl konumlanır, olası durumda ittifaklarda kırmızı çizgileri neler olur?

Erken seçim konusunda çok net bir öngörüde bulunamıyorum. AKP’nin bir erken seçim istemesi siyasi intihar olur, şu an bir seçimi kazanma şansı yok. TİP, seçime girme yeterliliğini yeni aldı. Bundan sonra bir seçimde önümüze bir engel çıkartılmazsa girebiliyoruz. Bizim HDP ile ittifakımız aynı parti içinde olamasa da devam ediyor, bu ayrışmış veya bitmiş değil. İlerde ittifakta nerde oluruzun cevabını vermek ise mümkün değil çünkü hangimiz ne olacak bilmiyoruz. Kırmızı çizgilerimiz elbette var. AKP ile herhangi bir müzakere şartını asla kabul etmeyiz.

Peki sanata, tiyatroya dönmeyi düşünüyor musunuz?

Ben sanattan kopmuş değilim, milletvekilliği sürecinde zamanın izin verdiği ölçüde yurt dışında oyunlarımı oynadım. Çektiğim filmin festival sürecini takip ettim. Yazma çalışmaları devam ediyor, şu an üzerinde çalıştığımız bir proje var. Beni siyaseten de besleyen sanatsal çalışmaların devam etmesi. Psikolojik olarak huzur bulacağım bir alan olmasa siyasette yapamam. Sanat pozitif enerjiyi bulduğum tek yer, bu kadar güçlü kalabilmemin nedenlerinden biri.

Yüzbinlerle sokağa çıkıp haykırmak isterdim

Söyleşilerin son ve sabit sorusunda sıra. Zamanda bir yolculuk yapma şansınız olsaydı kendinize veya topluma dair neyi değiştirmek isterdiniz?

Bu çok zor soru; ben keşkelerle, pişmanlıklarla yaşamam çünkü sonucu iyi ya da kötü yaşanan yaşandı. Türkiye siyasal tarihi içinde bir an bulunan ama kaybedilen emekten, soldan, sosyalizmden yana örgütlendiği dönemin daha kalıcı olması için bir şeyler yapabilecek bir gücün parçası olmak isterdim. Bir şey değişir mi değişmez mi bilemiyorum ama o dönemde yaşamak, yüzbinlerce insanla sokağa çıkıp haykırmak, hiç bilmediğin bir köye gidip siyaseten o insanlara bir parça katmaya çalışmak isterdim.