Çete yöneticisi Sedat Peker’in yaklaşık 2 aydır çektiği videolar ve sanal medya hesapları üzerinden yaptığı ifşaatları tartışılmaya devam ediyor. Özellikle faili meçhul cinayetlerin yoğun yaşandığı 1990’lı yıllarda İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar, devlet-mafya-siyaset üçgenini ortaya çıkaran Susurluk Kazası davasında hüküm giyen Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) eski Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcısı Korkut Eken,  AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eski askeri danışmanı Adnan Tanrıverdi'nin başında bulunduğu SADAT, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, faili meçhul cinayetler, eroin ve silah ticaretine dair yapılan ifşaatlar çokça tartışıldı. Ancak söz konusu ifşaatlara dair yargıda herhangi bir kıpırdanma yaşanmadı. 

Aksine söz konusu ifşaatlara benzer olaylar ve hak ihlalleri yaşanmaya devam ediyor. En son Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü’ne saldırı gerçekleştiren Onur Gencer isimli kişi parti çalışanı Deniz Poyraz’ı katletti. Hemen akabinde Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’in HDP’nin kapatılması istemiyle yeniden hazırladığı iddianameyi kabul etti. Dün Meclis’te konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise, katledilen Deniz Poyraz’a suçlamalarda bulunarak, katliamı savundu.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ile Peker’in ifşaatları, yargının buna karşı tutumu, HDP’ye yönelik saldırılar ve her geçen gün daha da artan hak ihlallerini Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.   

Ülke, bir süredir Sedat Peker’in itiraflarıyla çalkalanıyordu. Aslında söyledikleri şeyler daha önce de dillendirilmişti; Bu ifşaatlardaki cinayetler ve ihlallerin yaşandığı döneme şahitlik eden ve buna karşı mücadele veren bir insan hakları savunucusu olarak neler söylersiniz?   

Tabi bunlar bizi şaşırtmadı. Fakat Türkiye kendisini tekrar eden konuma geldi. Bu vesileyle şunu tekrardan ifade etmek istiyorum; Bir ülkenin demokratikleşmesi için temel sorunlarını çözmesi gerekir. Türkiye’nin de en temel sorunlarının başında Kürt sorunu geliyor. Kürt sorununu çözemezseniz devlet içerisindeki çete yapıları güçlenir. Çıkar grupları güçlenir. Bu çıkar grupları, bu çıkar ilişkilerini kullanarak hem siyaseti hem medyayı zehirler. Çürüme dediğimiz durum ortaya çıkar. Türkiye maalesef bu durumu tekrar tekrar yaşadı. 2015’teki “barış ve çözüm sürecini” kaçırdığı için de yeniden yaşıyor. 6 yıldır devam eden çatışma hali var. Böyle bir ortamda bir kişi çıkıyor, kendisine verilen sözlerin tutulmadığını ve artık konuşmak gerektiğini ifade ediyor. 

Kürt sorununu çözemezseniz devlet içerisindeki çete ve çıkar grupları güçlenir. Bunlar hem siyaseti hem de medyayı zehirler. Demokratik bir ülkede yasama, yürütme ve yargının harekete geçmesi gerekirdi. 

Demokratik bir ülkede ne olması gerekirdi? Yasama, yürütme ve yargının harekete geçmesi gerekirdi. En azından başsavcılıklar bunlarla ilgili soruşturma açıldığını açıklayabilirlerdi. Sadece Kutlu Adalı cinayetine ilişkin soruşturma açıldığı bilgisi verildi. O da mecbur kalınmış gibi. Çok açık deliller vardı. Türkiye’deki yasama organı ne yaptı? Araştırma Komisyonu kurulması talebini reddetti. Komisyon kuracaksınız. Ciddi iddialar var. Çok büyük paralardan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından, büyük suçlardan bahsediliyor. Faili meçhul cinayetler var. Bunlarla ilgili Araştırma Komisyon kurması gerekirdi. Bu yapılmadı. 

Yürütmenin ne yapması gerekirdi? Devletin soruşturma mekanizmaları var. Bunların harekete geçmesi gerekirdi. Şu an yeni başkanlık modelinde bunların tümü Cumhurbaşkanına bağlı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan özellikle zan altında olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ilgili bir tasarrufta bulunması gerekirdi. Bakın hala bulunmadı. 

 Nedeni nedir?  

Şu anki Cumhur İttifakı’nın sadece AKP-MHP’den teşekkül etmiş olmadığı kanaatindeyim. Bu ittifakı bir araya getiren en büyük etmeni, Kürt sorunun çözümsüzlüğüdür. Ya da Kürt sorununun çatışma ve savaşla çözümü üzerine kurulmuş bir ittifak. Şimdi böyle bir ittifak oluşturursanız, bu ittifak sadece legal siyasi partilerden oluşmaz. Bunların yanında devlet içerisindeki çeşitli yasa dışı yapılanmalar, devlet dışındaki gruplar, çıkar grupları birçok parçası olur. Özellikle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tutumu ve pozisyonu neredeyse bu ittifakı bir arada tutan bir pozisyon gibi. Çünkü çok fütursuzca konuştu. Yıllardır birçok emek meslek örgütünü ve baroları hedef gösterdi. 

Sizi de hedef göstermişti…

Evet, bazen ona devletin böyle birşey olmadığını hatırlattık ama o da yakında devletin ne olduğunu anlayacaktır. Öyle tahmin ediyorum. Şimdi böyle bir pozisyonu olan, her şeyi rahatça konuşan, kendini kanunların üstünde gören, kendini dokunmaz zanneden bir kişinin varacağı nokta burasıdır zaten. Cumhurbaşkanı mecbur kalacak ve bir tasarrufta bulunacaktır. Onu ya azledecektir ya istifasını alacaktır. Bunun başka yolu yok. Çünkü Türkiye’nin özellikle dış politikada içerisine girdiği durumu bunu zorunlu kılıyor. Bu koalisyon zarar görecek. Gerçekler, hakikat, demokratik kamuoyu baskısı, muhalefetin baskısı var. Buna mecbur kalacak diye düşüyorum. 

Erdoğan, Soylu’yu ya aczedecek ya da istifasını alacaktır. Türkiye’nin dış politikada içerisinde girdiği durum bunu zorunlu kılıyor. Başka yolu yok. Buna mecbur kalacak. Bu kadar kirliliği hiçbir ülke kaldıramaz.

Bu ifşaatlardan sonra 3 erkin ve gücün atması gereken adımları aşağı yukarı sıraladım. Hele Mehmet Ağar ile ilgili iddialar karşısında; Ankara İstinaf Mahkemesi’nin Ankara JİTEM Davası’nda beraat kararı esastan bozması sonrası yargılamayı yapan mahkemenin hiç birşey olmamış gibi davranması, hatta bu sanıklara duruşmaya katılmamalı halinde de duruşmanın yapılacağını söylemesi inanılmaz. 18 kişiyi öldürmekle yargılanacaksınız. Hiç birşey olmamış gibi devam edeceksiniz. Ama üniversite öğrencisi slogan attığı için tutuklanacak, birisi Cumhurbaşkanına hakaret etti diye yıllarca hapis yatacak, insan hakları savunucuları evleri basılarak gözaltına alınacaklar… Ne güzel memleket. Bu kadar kirliliği hiçbir ülke kaldırmaz.  

Türkiye’deki insanlar duysun; Zamanında AKP’li yöneticileri çok söyledik. İnsanları öldürmekle, faili meçhul cinayetlerle itham edilen kişilerle kurduğunuz ittifakı kamuoyuna nasıl izah edeceksiniz diye. Bakın izah edemiyorlar. Sedat Peker kime para verdiğini açıkladı. Resmi açıklamalarda halen o ismi duyamadık. Herkes herşeyi biliyor. Am sanki onlar konuşmazsa hiç birşey olmayacak gibi davranıyorlar. Bu kafayı kuma gömme pratiğidir. Bundan vazgeçsinler. 

İfşaatlar, daha önce HDP’ye dönük söylemleriyle tepki çeken Veyis Ateş ve Sezgin Baran Korkmaz arasındaki telefon görüşmesi ve para trafiğine sıkıştırıldı. Bu, ifşaatların üstünün kapatılması şeklinde yorumlanıyor. Katılır mısınız?  

Bu yorumlara katılmak mümkün. Muhalif basını da takip ediyorum ve eleştirmek gerekir. Bu sadece meselenin küçük bir parçası. Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili iddialar bu ifşaatların küçük bir parçası. Asıl uluslararası uyuşturucu, silah ve mazot kaçakçılığı, paramiliter grupların Suriye ve Libya’da işlediği suçlar, Türkiye’deki faili meçhul cinayetlere odaklanması gerekir. Türkiye’de medya zaten ahım şahım değildi. Medya büyük oranda iktidarın kontrolünde. Bu medyanın iş bitiricilik yapması, komisyonculuk yapması bizleri çok şaşırtmıyor. Meslek etik ilkelerine aykırı şeyler. Saygın gazeteci kuruluşları muhakkak var ve onlar gereğini yapacaktır. Bu fiili ittifakın ne kadar değişim kesimlere sirayet ettiğinin de bir göstergesi.  

Bunca itirafın, bu işlerin içerisinden gelen bir isim tarafından dillendirilmesi başka bir ülkede farklı bir tabloyu ortaya çıkarırdı. Ancak Türkiye’de bu sıradan bir durum olarak kabul ediliyor. Muhalefet partileri ve sivil toplum örgütleri de bu itirafları yeterince gündemine almamakla eleştiriliyor. Bunun nedeni nedir sizce? 

Bu dediğiniz durum demokratik ülkelerde olur. Biz bazen kendimizi kandırıyoruz. Parlemento açık, serbest seçimler yapılıyor. Evet. Ama demokrasi yok. Demokrasimizin olabilmesi için çoğulculuk olması, açık bir rejim olması, katılımcılığın olması gerekir. Kürt belediye başkanlarını görevden alınarak yerlerine kayyım atarsanız burada demokrasi yoktur. Ne olduğu belli olmayan “Türk Tipi Başkanlık” modelini hayata geçirirseniz burada ciddi problemler vardır demektir. Doğrudan yürütmenin yargı üzerindeki vesayetini kurmuşsunuzdur. Çoğulculuk dedik; HDP gibi Türkiye’yi bir arada tutacak partiye, sudan sebeplerle kapatma davası açarsanız, onu sürekli kriminalize ederseniz burada çoğulculuk yoktur. 

Muhalefete gelirsek; Kürt sorunundaki kafa karışıklığı noktasında muhalefetin mutlaka netleşmesi lazım. Bakın suç örgütü lideri bile bunu diyor. Bizim katledilen çok değerli arkadaşlarımız bunları yıllar öncesinden söylemediler mi? Eski genelkurmay başkanlarının hepsi aynı şeyleri söyledi. “Kürt sorunu savaşla çözülmez, siyasetle çözülür. Bu sorunlar bahane edilerek çıkar grupları halkın ekonomisini yağmalıyor. Her türlü yolsuzluğa zemin hazırlanıyor” dediler. 

Son çözüm sürecinde de özellikle Abdullah Öcalan bu konuda kamuoyunu ciddi anlamda uyardı. Şu bakımdan önemli; O dönem Akil İnsanlar içerisindeki çok sayıda kişi Öcalan’la görüşmek istedi. Onun görüşlerini öğrenmek ve Türkiye kamuoyu ile paylaşmak istedi. İktidar buna bir türlü izin vermedi. Aslında daha iyi anlıyoruz. Gerçekten Türkiye toplumuna anlatılması gereken çok husus olduğu kanaatindeyim. Muhalefetin artık netleşmesi gerekir. CHP ve Lideri Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu çözeceğim dedi. Bir adım attı. Bir adım daha atması gerekiyor. 

Nasıl bir adım?

Muhalefet, Kürt sorunundaki kafa karışıklığını artık netleştirmeli ve HDP’nin dışlanması siyasetini kesinkes reddetmeli.  HDP ile kurulacak demokrasi ittifakıyla Türkiye bu çürümeden kurtulabilir.  

HDP’nin dışlanması siyaseti kesinkes reddedilmesi lazım. Evet, HDP’yi destekliyorlar, konuşuyorlar, kapatma davasına karşı durduklarını ifade ettiler. Ama Millet İttifakı’nın artık şunu görmesi gerekir; HDP ile birlikte kurulacak bir demokrasi ittifakı ile Türkiye ancak bu çürümeden kurtulabilir. HDP bir muhataptır. Özellikle demokrasi güçleri bakımında çok önemli bir muhataptır. Kaldıki bana göre yıllardır HDP’nin kendisi dahi demokrasi ittifakının merkezidir. Dolayısıyla Millet İttifakı gerçekten Türkiye’yi  demokratikleştirmek istiyorsa, demokrasi ittifakının merkezinde yer alan HDP ile mutlaka işbirliği yapmalıdır. Bu işbirliğinin adı çok farklı olabilir, farklı isimler olabilir ama mutlaka demokrasi ortak paydasında olmalı. 

Burada İYİ Parti’ye de şunu söylemek gerekiyor; Ne güzel MHP’den ayrıştınız. Siz de Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyorsunuz. Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununu çözmeden Türkiye’yi nasıl demokratikleştireceksiniz? Alevilerin eşit yurttaşlık talepleri karşılanmadan Türkiye nasıl demokratikleşecek?  Militarizmi ortadan kaldırmadan nasıl yapacaksınız bunu? Toplumsal cinsiyet özgürlüğünü sağlamadan nasıl yapacaksınız? İfade özgürlüğü sağlamadan bunu nasıl yapacaksınız? 

Bu söylediklerimi tüm partiler sözde savunuyor. Sadece bu ilkeler etrafında bir araya gelin. Yine sorunları çözersiniz. Ülkede çözülmeyecek sorun yoktur. Yeter ki siyasi irade konulabilsin. Bu resmi ideolojiden vazgeçilsin. Dünyanın bütün devletleri geçmişleriyle yüzleştiler, resmi ideolojilerini terk ettiler ve insan haklarına bağlı kaldılar. Reçete çok basit. Türkiye de bunu rahatlıkla uygulayabilir. Muhalefetin bu noktada görüşlerini değiştirmesi halinde sorunların çok rahat çözüleceğini ifade etmek istiyorum. 

İfşaatlara karşı yargının tutumuna gelecek olursak… Bazı kişiler göstermelik de olsa geçmiş dönemlerde yargılandı. Susurluk Davası’nda olduğu gibi. Ancak bugün yapılan itiraflara dair yargı kılını dahi kıpırdatmıyor. Yargının bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmişten daha geri bir noktada olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası yargı içerisinde 4-5 bin hakim savcının görevine son verildi. Bunların hepsi zan altındadır demiyorum. O insanların yerine 12 bine yakın hakim ve savcı alımı yapıldı. Şu an görevde olan yaklaşık 22 bin hakim ve savcının yüzde 60’ından fazlası son 4 yılda göreve getirildi. Bu başlı başına büyük bir problem zaten. Kariyer ve liyakat açısından ciddi bir sorun. Bu şekilde tecrübesiz insanları bir anda yargı erkinin içerisine alırsanız, bunlar her zaman “siyasi irade ne der” diye düşünürler ve Türkiye’de şu an olan da bu.

İkinci sıkıntı; İktidar yargı üzerinde çok oynadı ve rahatlıkla kontrol edebilecek mekanizmalar oluşturdu. HSK atamalarını gördük. Bu şekilde bir HSK atamasıyla yargıda bağımsız ve tarafsızlığı sağlayamazsınız. Sadece muhalefet partilerden 3 kişiyi almakla bu sorun çözülmez. Sayın Cumhurbaşkanın doğrudan atadıkları, Meclis üzerinden seçilenler, Adalet Bakanı ve yardımcısının HSK üyesi olduğu bir yerde siz dolaylı olarak da iktidardan etkilenirsiniz. İstemezseniz bile etkilenirsiniz. Yapısal sorun var. 

Tecrübesiz insanları bir anda yargı erkinin içerisine alırsanız, bunlar “siyasi irade ne der” diye düşünür. AYM, devletin milli güvenliği, yani Kürt meselesi işin içerisine girdiği zaman aynı refleksi göstermiyor. AYM, 2016 DTP kararını gerekçe göstererek, HDP iddianamesini red edebilirdi.

AYM’yi de eleştireceğiz; Devletin milli güvenlik konuları söz konusu olduğunda AYM bugüne kadar hiç esastan ihlal kararı vermemiş. Halbuki AYM çok ciddi bir iddiayla ortaya çıktı. Bireysel başvuru yolu…Önemli kararlar da çıkıyor. AİHM ile uyumlu içtihatlar üretiyor. Ama devletin milli güvenlik politikaları dediğimiz zaman, yani Kürt meselesi işin içerisine girdiği zaman burada aynı refleksiz göremiyoruz. 

HDP’nin kapatma iddianamesiyle ilgili tutum… AHİM’in Demokratik Toplum Partisi (DTP) kararı var 2016’da. O kararda zaten şuandaki HDP ile ilgili de değerlendirme var. AYM doğrudan AİHM’in kararını gerekçe yapıp, ikinci kez verilen iddianameyi direk red edebilirdi ve davayı kapatabilirdi. 

Bunun nedeni de devletin milli güvenlik politikaları mı?

Devletin milli güvenlik politikaları. Milli Güvenlik Kurulu’nda kararlaştırılan milli güvenlik politikalarına karşı koyacak bir AYM’ye ihtiyaç var. Ama şu anda AYM’ye yapılan atamalara baktığınızda; Zaten yakında eskiden görevde olan yargıçların görev süresi dolacak ve yeni atamalar yapıldığında korkarım durum çok da iyiye gitmeyecek. Yargı ile ilgili böyle temel problemler var. Özel yetkili mahkemeler sistemi Türkiye’nin tamamına yaygınlaştırıldı. İktidar diyor ya bunlar ihtisas mahkemesi. Yapmayın. 2 yıl önce göreve getirdiğiniz, ceza yargılamasının ne olduğunu bilmeyenler şimdi ceza mahkemelerinde TMK kapsamında insanları yargılıyor. Bunun neresi ihtisas mahkemesi?

Binlerce örneğini verebiliriz. Kürt illerinde yargılaması olmayan kalmamış. FETÖ elemanları tarafından 2009-2015 arasında hazırlanan soruşturmaların hepsi davaya dönüştü. AKP’nin buna cevap vermesi gerekiyor. Madem bu örgüt devlete karşı kalkışmaya girdi onların hazırladığı zehirli dosyaları siz nasıl davaya dönüştürürsünüz? Bu kısmının konuşulması gerekiyor. DTK, KCK dosyaları….bitmiyor. Bu AYM de bunlara seyirci kalıyor. Niye çünkü yargılanalar Kürtler. Kürtlere yönelik ayrımcılık meselesi, Türkiye yargısının yüzleşmesi gereken bir durumdur. Yargının Kürtlere, sosyalist ve Alevilere yönelik ayrımcılık konusunda özeleştiri yapmalıdır ve gerçekten net karşı durmalıdır. Balyoz davasında ürettiğiniz kararı KCK ismiyle anılan dosyalarda niye üretmiyorsunuz? Üretmek zorundasınız. Sorunların sivil siyaset yoluyla çözülmesini istiyorsanız bunu yapmak durumundasınız. 

Bakın AİHM Büyük Daire’nin Selahattin Demirtaş kararı, şu an devam eden Kobanê Davası’nı bitirmiş durumda. Orda zaten tespitleri var. 2014’teki çağrıların şiddet çağrıları olmadığının altını AİHM kalın harflerle çizmiş. Niye yargılamayı sürdürüyorsunuz? Yargının bu tutumunu sona erdirmesi gerekir. Tabi ki suçla mücadele edeceksiniz, şiddet araçlarına başvuranlarla mücadele edeceksiniz. Ama yargı şiddete başvuranla başvurmayan arasında ayrım yapmadı. Hatta şiddete başvurmayanlar daha tehlikeli görülmeye başlandı. Bu olacak iş değil. Ancak şöyle bir avantajımız var; Farkındalık artıyor. AİHM’in Demirtaş kararı ciddi anlamda farkındalık oluşturdu. Venedik Komisyonu kararları Türkiye’de olup bitenlerle ilgili bir farkındalık olmasını da sağladı. 

90’larda insanlar sokak ortasından kaçırılır, işkenceye uğrar, cenazeleri bazı yerlere atılırdı ve olaylar “faili meçhul” cinayet şeklinde kapatılırdı. Bugün de bu cinayetler açıktan yapılıyor ve birçoğunda cezasızlık politikası uygulanıyor. En son Deniz Poyraz katledildi. Bu 90’lardan daha ağır bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu mu gösteriyor? 

Her dönemin kendine özgü bir yapısı var. 90’lardaki gözaltında kaybetmeler, köy yakmalar, faili meçhul cinayetler korkunçtu. Ciddi bir iç savaş pratiği sergilendi. Şimdi daha farklı yöntemler uygulanıyor. Bir döneme göre kıyasladığınızda, daha ağır yanları da var daha hafif yanları da var. Dolayısıyla döneme göre baskı yöntemleri değişiyor. Fakat bizim biriktirdiklerimiz var, demokrasi güçlerinin kazanımları var. Bir örnek vereyim; Yargıtay’ın da kararlarında var. Türkiye 2004 tarihinde Anayasayı değiştirdi. Artık temel ve hürriyetlerle ilgili maddelerin Anayasa’ya aykırı olamayacağı Anayasa’ya yazıldı. Yargıtay da 2004 tarihinden itibaren insanlığa karşı suçlarda artık zamanaşımı uygulanmayacağını söylüyor. İşkence suçunda zamanaşımı artık 2013’ten beri uygulanmıyor. Suruç, 10 Ekim Ankara, Diyarbakır 5 Haziran katliamlarının failleri her zaman araştırılacaktır. Burada artık zamanaşımı yoktur. Er ya da geç gerçek failler ortaya çıktığında bu kişiler yargılanacaktır. 

Her dönemin kendine özgü yapısı var. Şimdi farklı yöntemler uygulanıyor. Ancak insanlığa karşı suç işleyenler er ya da geç yargılanacak. Çünkü zamanaşımı yok artık. Bu iktidar değiştiğinde de gerçek failler ortaya çıkarılacaktır.    

80-90’lı yıllarda devlet görevlileri “20 yıllık zamanaşımı var, kendimizi korur ve saklarız, kurtuluruz” diyordu. Birçoğu öyle de yaptı. Ancak 2004 diye bir tarih var. 17 yıldır işlenen suçlar bakımından, Türkiye iç hukukunu kastediyorum. Artık insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı yoktur. Dolayısıyla Deniz Poyraz’ın katledilmesine kamu görevlileri karışmışsa bunlar er ya da geç açığa çıktığında yargılanacaktır. 

Bunları hatırlatıyoruz, çünkü önemli konular. Şu an iktidar sizi koruyor olabilir. İktidar içerisindeki güç odakları sizi kolluyor olabilir. Ama bunlar değişecektir. Türkiye batı ittifakının bir parçasıdır. Hiç kimse zannetmesin gelen ebediyen kalacak ve gitmeyecek. Askeri darbeciler seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Beğensek de beğenmesek de batı ittifakı, NATO ittifakının asgari bazı kuralları vardır. Seçim yapılır ve iktidar değişir. 

Bu değişiklik olacaktır. O zaman rahmetli Tahir Elçi’nin gerçek katilleri ortaya çıkacaktır. Faillerin tamamı yargılanacak. Kimse “ben bu suçları işlerim birşey olmaz” diye hareket etmemeli. Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları mücadelesi, Mehmet Ağar gibi rejimin tamamını tehdit eden bir kişiyi bile yargılattı ve 5 yıl ceza aldırttı. Şu ana JİTEM de yargılanıyor. Kenan Evren sanık sandalyesinde öldü. Bu örnekleri niye veriyoruz; Şahsımızla alakalı birşey değil. İnsan hakları savunucularının bir pratiği gelişti artık. Yargılama mücadelesi gelişti. Bu devam edecektir. 

Hükümet, İzmir olayına ilişkin günler sonra açıklama yaptı. Bu size ne anlatıyor?

Birkaç günlük suskunluktan sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasını önemsiyorum. Bütün partiler kınadı, tepki gösterdi. Bunlar çok önemli. Bütün toplumsal muhalefet kesim karşı çıktı. Ama demokrasi güçleri bu söylemler var diye gevşememelidir. Tam tersine demokrasi mücadelesini yükselterek ancak bu olayları önleyebilirler. Toplumsal muhalefet de daha fazla bir araya gelerek bunun karşısına geçebilir. Susurluk’u hatırlayın; Karanlığa karşı 1 dakika aydınlık eylemlerinde ne kadar büyük toplumsal tepkiler ortaya çıkmıştı. Her dönem toplumsal tepkilerle devlet içerisindeki çetelerin üzerine gidiliyor. Şimdi bu dönemde siyasal ve toplumsal muhalefetin tepkisini yavaş yavaş sokakta da göstereceğini düşünüyorum. Çünkü koronavirüs tedbirleri artık yavaş yavaş kalkıyor. 

Hem Meclis’te hem de Meclis dışında. Ve bunlar geri adım attıracaktır. Ama bu kadar çok kirlilikten sonra herkesin aynı zamanda dikkatli de olması gerekir. Şimdi düşünebiliyor musunuz; Hepimizin can ve mal güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı hakkında inanılmaz iddialar var. Şimdi böyle bir ortamda kimse güvenli olamaz ki. O yüzden Sayın Cumhurbaşkanı, tamam, çok güzel konuştunuz ama yapmanız gereken bir şey var. Önce İçişleri Bakanını görevden almanız gerekir. Herkesin güvenebileceği birisini İçişleri Bakanı olarak atamanız gerekir. Bu iddialara bağlı olarak Devlet Denetleme Kurumunu size bağlı teftiş kurumların tamamını harekete geçirmeniz gerekir. Ne var ne yok hepsini siz ortaya çıkaracaksınız ki halk hem size güvenecek. Şimdi “karşı çıkacağız, araştırıp, bulacağız” demek yetmiyor. Bütün bu olup biteni ortaya çıkaracak bir irade ortaya koymak lazım. 

Deniz Poyraz’ın katledilmesiyle ilgili adli süreci uzaktan izledim. Alelacele sanki olayın üstü örtülmesini istiyormuş gibi bir pratik sergilendi. Ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasına baktığımızda tezat bir durumla karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı her yönüyle açığa çıkarılacak diyor. Sayın Cumhurbaşkanı; Zanlı tutuklandı. Cumhurbaşkanının bir talimat vermesi yeterlidir. Bu kadar basit. 

 Kimi çevreler iktidarın değişmesiyle, kimileri muhalefetin hali hazırdaki boşlukları doldurmasıyla bu tablonun değişebileceği inanıyor. Hiçbir dönem umudunu yitirmemiş biri olarak bu ülkenin üzerindeki kara bulutların nasıl dağılacağını düşünüyorsunuz?  

Bizim tecrübemiz şunu gösteriyor; Önce barış sorununu çözmemiz lazım. Şimdi silahlı çatışma ve savaşın devam ettiği ülkelerde çatışmasızlık sağlanmadan, barışa giden yeni bir süreç örülmeden, bunları yapamıyorsunuz. Dünya örnekleri hep bunu göstermiş. Şimdi seçimler oldu ve iktidar değişti diyelim, yeni iktidara gelecek olanın Türkiye’nin temel meselesi olan Kürt meselesindeki pozisyonu ne olacak? Aynı yöntemi uygulayabilir. Uygulamayabilir de. Bunu bilmiyoruz. O yüzden Türkiye’nin temel sorununun çözümü noktasında her türlü yöntemi denemiş iktidara diyoruz ki; 28 Şubat 2015’e geri dönün. Sayın Cumhurbaşkanı “çözüm sürecini buzdolabına kaldırıyorum” demişti. Buzdolabından artık tekrar çıkarın. Olur mu olmaz mı bilemem. Devletin İçişleri Bakanlığı, istihbaratı, askeriyesi ve kurumları var. Yani önce mevcut devler kurumları değerlendirme yapacaklar. “Biz 6 yıldır savaşıyoruz sonuç ne? Sorunları ne kadar çözük ne kadar çözemedik. Bu politika doğru mu değil mi?” diyecekler. 

Önce barış sorununu çözmemiz gerekiyor. Doğru politika 28 Şubat 2015’teki politikaydı. Oraya geri dönülürse Türkiye’nin şansı olur. İktidarın şansı demiyorum. Her şey iktidar için değildir. 83 milyonu düşünmek gerekir. 

Bize göre yanlış. Bize göre doğru politika 28 Şubat 2015’teki politikaydı. Oraya geri dönerse Türkiye’nin şansı olur. İktidarın şansı olur demiyorum. Türkiye’nin şansı olabilmesi için biz o yüzden barışı gündeme getiriyoruz. Elbette ki barışa giden yolda hakikat ve adalet çok önemlidir. Siz eğer barışmaya karar verirseniz hakikate giden yolu da açarsınız. Yani geçmişle yüzleşmeye gidersiniz. Bakın şu an ki Cumhurbaşkanı Dersim ile ilgili özür dilemedi mi? Diledi. Cumhurbaşkanı andımız metnini kaldırmadı mı? Militarist ve ırkçı bir metindi, kaldırdı. Cumhurbaşkanı daha birçok konuda adımlar atmadı mı? Attı. Sonra niye geri adım attı? İktidarı için deniyor dimi. Geldiniz şimdi yine iktidarınızı kaybetme ile karşı karşıyasınız. Her şey iktidar için değildir. Biraz da 83 milyon için düşünmek lazım. Kamunun esenliği için düşünmek gerekir. Aksi halde aynı şeyler tekrarlanır. Önce demokrasiyi sağlayalım sonra barışı sağlarız başarısız olmuştur. 

MA / Gökhan Altay 

Kamera/ Fotoğraf: Berna Kişin