Ülkelerinde yaşanan savaş ve yoksulluk gibi nedenlerle Türkiye’ye gelmek zorunda kalan göçmen, sığınmacı ve mülteciler, son dönemde artan nefret söylemi ve ırkçı saldırıların hedefi oldu. Bolu Belediye Başkanı CHP’li Tanju Özcan'ın 26 Temmuz’da şehirde yaşayan yabancı uyruklu kişilerin su faturası ve katı atık vergisi ücretlerine 10 kat zam uygulanacağını duyurmasıyla fitili ateşlediği tartışmalar, “Göçmenler kalsın mı gitsin mi diye halka soralım” denilerek referandum önerilmesine kadar vardı.

Irkçı söylemler ve atılan bu gibi adımlarla göçmen ve sığınmacılara yönelik saldırılar körüklenirken, Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı Battalgazi Mahallesi’nde 11 Ağustos günü yabancı uyruklu bir kişinin tartıştığı iki kişi bıçakla yaralamasıyla başlayan olaylar, Önder Mahallesi’ne de sıçrayıp, mültecilere ait ev ve işyerlerinin yağmalanmasıyla sonuçlandı. Bu tehlikeli gidişat karşısında farklı toplumsal çevrelerden hem iktidara hem de kimi muhalefet partilerine yönelik tepki ve eleştiriler yükseldi. 

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Urfa Şubesi’nin Mülteci Hakları Komisyonu Koordinatörü Avukat Serhat Kurt, göçmenler, sığınmacılar ile mültecilere dönük izlenen ırkçı politikalar ve bunun sonucunda gelen saldırıları Mezoptamya Ajansı'na değerlendirdi.

ULUSLARARASI KORUMA KANUNU

Suriye'de 2011 tarihinde başlayan iç çatışmalardan kaynaklı milyonlarca sığınmacı ve göçmenin Türkiye’ye geldiğini hatırlatan Kurt, bu nedenle 2013 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından Meclis'e sunulup, 10 Nisan 2013 tarihinde onaylanan ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) üzerinde durdu. 

Kanun’un sığınmacıların Türkiye’ye girişleri, kalışları ve çıkışları ile koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasları içerdiğini ifade eden Kurt, kanunda sığınmacılara dair 3 tanımlamanın olduğunu söyledi. Kurt, bunları şu şekilde açıkladı: “Mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma statüsü tanımlamaları mevcut. Mülteci, Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye’ye sığınanlara verilen statü. Şartlı mülteci ise, Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişiye verilen statü. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, ‘şartlı mültecinin’ Türkiye’de kalmasına izin verilir.”  

Suriye’den Türkiye’ye sığınan göçmenlerin mülteci ve şartlı mülteci statülerinde değerlendirilmediğini söyleyen Kurt, milyonlarca Suriyeliye ‘ikincil koruma’ statüsü verildiğini kaydetti. Avukat Kurt, ikincil koruma statüsünü ise “Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen kişilere verilen statü” sözleriyle açıkladı.

ARADA SIKIŞIP KALDILAR

Avrupa Birliği (AB) ile 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan Geri Kabul Anlaşması’ndan sonra Türkiye’nin “Bir göçmen deposu” olduğunu söyleyen Kurt, “Göçmenler ne Avrupa’ya gidebiliyor ne de ülkelerine geri dönebiliyor. Arada sıkışıp kaldılar. 10 yıldır 5 milyon mülteciye herhangi bir hak vermeden tutuyorlar” dedi.

AVRUPA’YA KARŞI KOZ 

İktidarın sığınmacıları Avrupa'ya karşı “koz” olarak kullandığını ifade eden Kurt, “Amaç ise Avrupa'dan fon almaktı. Bugün İran sınırından Türkiye’ye sığınan kişilerin de aynı şekilde Avrupa’ya karşı pazarlık olarak kullanılmak amacıyla geçişlerine izin veriliyor. Mültecileri hiçbir statü vermeden tutan, Avrupa’ya karşı koz olarak kullanan, bir mülteci politikası olmayan iktidar ama bir olumsuzluk olduğunda suçlu mülteciler oluyor” diye konuştu.

MUHALEFET ÇANAK TUTUYOR

AKP’nin iktidara geldiği tarihten bu yana sığınmacı ve göçmenlere dönük politikasıyla sınıfta kaldığını söyleyen Kurt, uluslararası mülteci derneklerinin çabalarına rağmen, iktidarın bu konuda destek vermemesinden kaynaklı entegrasyon çalışmalarının başarılı olamadığını dile getirdi. Av Kurt, ana muhalefet partisi CHP’yi ise iktidarın sığınmacı ve göçmenlere dair politikalarını desteklemekle eleştirdi.

Kurt, eleştirilerini şu sözlerle dile getirdi: “En somut hedef göstermelerden biri Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın mültecilerin su ve katı atık ücretlerinde 10 kata kadar zam yapma önerisinin belediye meclisinde oy çokluğu ile kabul edilmesi oldu. Anayasa’da Türkiye’de yaşayan herkesin eşit olduğu yazar ve herkes eşit haklardan yararlanır maddesi mevcut. Belediyenin uygulaması faşist ve ırkçı bir uygulamadır. Kesinlikle hukukta bir karşılığı yok. Ancak buna iktidar ya da CHP’den tepki gelmemesi sonucu, toplum tarafından desteklenmesi ile Ankara Altındağ’da yaşanan saldırılar meşrulaştırıldı. Saldırıların sorumlusu iktidar ve iktidara çanak tutan CHP’dir.” 

Nüfusa oranla en fazla sığınmacı ve göçmenin bulunduğu kentlerin başında Urfa’nın geldiğine dikkati çekem Kurt, “Kentte geçici koruma kapsamında bulunan Suriyeli sayısı resmi rakamlara göre 423 bin olsa da biz bunun çok daha fazla olduğunu biliyoruz” dedi.

MEDYANIN NEFRET DİLİ

Sığınmacı ve göçmenlere dönük saldırılarda medyanın sarıldığı ayrımcı dilin üzerinde de duran Kurt, devamında şunları söyledi: “Medyada sanki bütün olumsuzlukları mülteciler çıkarıyor gibi bir algı söz konusu. Ancak kentte ‘suça’ karışan Suriyeli sayısı çok ama çok az. Sığınmacılar genellikle uluslararası koruma reddi, kayıt, boşanma gibi konularda hukuki destek talep ediyor. Cezai işlemlerde, adliyeye yansıyan dava dosyalarından yola çıkarak yaptığımız saha araştırmalarında sığınmacıların suça karışma oranı hayli düşük. Her olumsuzlukta akıllara mültecilerin gelmesinde ana akım medyanın rolü büyük. İki grup arasında yaşanan bir olayda eğer taraflardan biri sığınmacı ise kimliği ile ön plana çıkarılarak haber servis ediliyor ve mensup olduğu ırk hedef gösteriliyor. Medyadaki nefret dili sosyal medyada organizeli saldırıların yapılmasında etkin rol oynuyor.”   

GÖÇ POLİTİKASI OLUŞTURULMALI

Irkçı saldırıların önüne geçmek için zaman kaybetmeden bir göç politikası oluşturulmasına ihtiyaç olduğunu söyleyen Kurt, “Göç politikası ile beraber medyada oluşturulan nefret dilinin önüne geçilmeli. Toplumda ırkçı ve faşist saldırıların son bulması için herkesin yeterli bilgilendirilmesi gerekir. Burada iktidardan öte muhalefet, demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarına büyük rol düşüyor. Türkiye’ye sığınmak zorunda bırakılan kişilerin keyfi olarak sığınmadıkları, kimsenin isteyerek kendi topraklarından bilmediği topraklara gitmeyi seçmediğini, mecburen Türkiye’ye sığındıklarını insanlara anlatmak gerekiyor. Bu yapılırsa iktidarın yaptıkları teşhir edilirse saldırılar yaşanmaz. Dönmek isteyenler için güvenli dönüş yolları oluşturulmalı, kalmak isteyenler için uyum ve entegrasyon programları hayata geçirilmelidir. Herkes yapıcı eleştirilerini Türkiye sığınan, Türkiye’den Avrupa’ya geçerken göçmen politikaları yüzünden geçemeyen mültecilere değil de buna neden olan iktidar ve ana muhalefete yöneltmeli” şeklinde konuştu. 

MA / Emrullah Acar