Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülkedeki baskı, anti-demokratik uygulamalar, belediyelere atanan kayyımlar ve milletvekilliklerin düşürülmesine karşı bir süredir hazırlığını yaptığı “Demokratik Mücadele Programı”nın birinci aşamasını tamamladı. Program kapsamında 15 Haziran'da Hakkari ve Edirne'den Ankara'ya başlatılan yürüyüş dün sona erdi. HDP'liler, iki koldan başlattıkları yürüyüş sonrası Ankara’daki Meclis (Milli Egemenlik) Parkı’nda buluşarak, deklarasyon açıkladı. 

Yürüyüş sonrası HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu ve HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Veli Saçılık Mezopotamya Ajansı'nın soruarını yanıtladı.

Yürüyüşün Edirne kolunda yer alan Piroğlu, itirazı ya da talebi olan toplumsal kesimlerin her dönem yönünü Ankara’ya çevirmesini, “Kendisine dayatılan sorunun gerçek siyasal öznesi için Ankara’ya yürümektedir” diye açıkladı. HDP MYK üyesi Veli Saçılık ise, yürüyüşleriyle Ankara’nın griliğine kızıllık, ağaçlarına ve börtü böceğine de yeşillik getirdiklerini söyledi. 

 Yürüyüşün ilk gününde Silivri'den müdahale görüntüleri geldi. Piroğlu’nun TOMA’nın önündeki görüntüleri çok ilgi topladı. Biraz o anları anlatır mısınız? 

Piroğlu: Devletin engelleme pozisyonunu ön gördük. Edirne kolu olarak Silivri’de buluşma kararı alındı. Yola çıktığımızda engellemelerle karşı karşıya kaldık. Her yerde arabalar bağlanıyordu, jandarmanın engellemeleri söz konusuydu. Daha biz beklerken polisler olayı terörize ederek gözaltı yapmaya çalıştı. Orada biz bir arbede yaşadık. Sonrasında yapılan görüşmeyle geri çekildiler. Devletin tüm çabası aslında orada bitirmekti. Başlarken bitirmek gibi bir dertleri vardı. TOMA’nın olduğu o görüntüler aslında belki son sahnesiydi. Grubu direnmesi, ayakta kalması ve ana kitleye katılmak istemesi sonrası belli sayıda kitlenin Edirne’ye gitmesi için mutabakata vardık. Polisin tavrı sertti ama kararlılıkta sertti. Zaten geri adım attıranda o kararlığın olmasıydı. Orada basın açıklamamızı yaptık ve Edirne’ye yola çıktık. Edirne’de çok büyük olaylar yaşanmadı çünkü o kararlılığın büyük etkisi oldu.

Sevgi gösterisinin engellenmesi için kendilerince her türlü önlem ve tedbiri almışlardı. Ancak, insanlar gözaltına alınmayı, işkence görmeyi göze alarak konvoyu selamladı.  

Hakkari’de manzara nasıldı?

Saçılık: Eğer bir Kürt şehrindeyseniz zaten İstanbul ve Edirne’den farklı bir görüntü görüyorsunuz. Zaten bütün tepeler, sokaklar panzerler ile kapanmış, doğal bir askeri görüntü var. Buna ek olarak, bizim orada olmamızdan kaynaklı, sokakların dizi dizi askerlerle doldurulduğu bir sahneyle karşı karşıya kaldık. Hakkari’de Yüksekova havaalanına indiğimde aynı zamanda emniyet genel müdürü de oraya gelmişti. Özel harekatçılar orada onu koruyordu. HDP’nin yürüyüşünü engellemek için oraya gelmiş. Biz orada olduğumuz süre içerisinde de oradaydı. AKP’nin MYK’den verdiği emir ile Kürt halkı ve HDP’nin yan yana geldiğini ve Kürt halkının bir sevgi gösterisi yaptığının gösterilmemesi için her türlü önlem ve tedbiri kendilerince almışlardı. İlçelerin bile merkeze gelmesine izin vermediler ama buna rağmen Hakkari’ye coşkulu bir giriş, camlardan, aralardan halk zafer işaretiyle karşıladı. Ayrılırken de öyle oldu. İnsanlar gözaltında alınmayı, işkence görmeyi göze alarak konvoyu selamladı. 

Polisin saldırganlığına rağmen eylemimizi yaptık. Son sahne önemliydi, Hakkari’den ayrılırken 5-6 anne yol kenarına polisleri aşarak gelmişlerdi. Mithat hocanın arabasının yanına geldiler, arabayı durdu ve bir kucaklama gerçekleşti. Özel harekatçılar dipçiklerle koştular. Sanki iki ordu çarpışacakmış gibi, o kadar heyecanlandılar, korktular, annelere saldırdılar. O sırada bizler müdahale ettik, gerginlik oldu. Bütün mesele o sahnenin ortaya çıkmamasıydı ve o sahne ortaya çıktı. O anneler büyük bir baskıyı göze alarak oraya gelmişlerdi. 

 Daha önce de HDP heyetinden Hakkari'ye gidip, birçok kişiyle konuşma fırsatı yakaladın. Hakkari’de gözlemlerin neydi? 

Saçılık: Herkeste Kürt olma bilinci var, devletin Kürde dair her şeyi yasakladığını ve AKP’nin MHP ile birliktelik yaparak Kürtleri ezdiği görüşüne sahipler. Ama gözaltı ve baskılar karşısında HDP’nin kendi örgütlüğü zarar görmüş. HDP’nin örgütlülüğünün zayıflığı karşısında halkın bilinci dip diriydi. Orada AKP-MHP politikalarının tutmadığını halkın içinde olduğunuz zaman görüyorsunuz. Halk dilini, kültürünü ve siyaseten nerede olması gerektiğini çok iyi biliyor. Orada şunu söyledim; onların silahı var, HDP’nin halkı var. Hakkari’de herkes birbirine “başkan” diyordu. Sebebi şu; gözaltına alınmış, başkanlığı düşmüş sonra öbürü başkan olmuş. Ama başkanlıkta ayrılma nedenleri kesinlikle doğal değil! Orada başkan olmak tutuklanmayı gerektiriyor. Buna rağmen parti binası insanla dolup taşıyordu. Yürüyüş orada bir heyecan yarattı. Bundan sonra onu tahkim etme zamanı gibi gözüküyor.

 Eylemler çok büyük moral verdi. OHAL’den bu yana yapılan en büyük etkinliklerden birisiydi. İnsanlar ablukaya rağmen eylemlere geldiler. Polis büyük bir panik yaşadı, çünkü kendiliğinden büyüyen bir insan seli yaşanıyordu.

İnsanlar için hem ekonomik hem de sosyal olarak çok ağır geçen bir salgın süreci sonrası yürüyüşünüz başladı. Ankara’ya kadar nasıl bir insan manzarasıyla karşılaştınız? 

Piroğlu: Kadıköy’de çok kalabalık bir kitle vardı. Bu insanlarda bir umut yarattı. Bu kalabalığın büyük bir kısmı da HDP’ye oy veren ama kemik kitlesi olmayan insanlardan oluşuyordu. Türkiyelilerin yoğun olduğu bir alandı ve polis mecburen etkinliğin yapılmasını kabul etmek zorunda kaldı. Devlette ‘sanki biraz büyüse başka bir şeye dönüşecek’ kaygısı vardı. Ben bunu Esenyurt ve Kadıköy’de hissettim. Eylemlerin çok büyük moral verdi. Bu eylemler OHAL’den bu yana yapılan en büyük etkinliklerden birisiydi. İnsanlar ablukaya rağmen eylemlere geldiler. Büyük bir kısmı uzun süredir eylem ve etkinliklere katılmayan insanlardı. Edirne kolunda ana akım medya izledi, kayıt aldı. Ama bizi kriminalize edecek bir şey bulamadılar. Meşruluk zemininde kaldık ve bu meşruluk ciddi bir moral yarattı.

Saçılık: Van’a geldiğimizde bizi ara sokaklardan direk HDP il binasına sokup kimseye göstermeme gibi bir planları vardı. Ama biz arabalardan aniden indik ve çarşıdan yürüyerek girdik. Biz çarşıya girince doğalında orada olduğumuzdan haberleri olmayan halk bizi ve Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar’ı görünce alkışlamaya, ‘HDP halktır halk burada’ sloganı atmaya başladılar. Polis büyük bir panik yaşadı çünkü kendiliğinden büyüyen bir insan seli yaşanıyordu. Polisler bu tablo karşısında halka saldırmaya başladı, gaz sıktılar, birkaç kişi gözaltına alındı. İki kilometrelik yolu yürüyerek gittik. Biz yürürken her yerde zılgıt, alkış sesleri geliyordu. Polis aradan çekilse belki 100 bin kişi çevremizde olurdu, insan seli oluşacak bir durum vardı. Bizi çok sınırlamaya çalıştılar ama kent bizim kentimiz, HDP’nin kenti. Onlar sadece bir polis gücü başka bir şey değiller. 

Diyarbakır’a ulaşana kadar çok yol aldık. Bismil’de özellikle arabadan indiğimiz anda bize saldırmaya başladılar. Küçük bir yerde toplanmış 200 insanın bizimle yan yana gelmemesi için bize işkence yaptılar. Bunu Urfa’da da yaşadık. Halk toplanıyor hemen onları kovalıyorlar ki kalabalık oluşmasın. 

Diyarbakır’a girişinizde de kentte yoğun bir askeri hareketlilik vardı…

Saçılık: Diyarbakır’a girdiğimiz zaman bizi caddede bölmeye çalıştılar ama beceremediler. Yukarıda jetler, aşağıda onların panzerleri… Ama bunu karşısında da zılgıt ve alkış sesleri. Buna rağmen panzerlerin arasından sıyrılıp zafer işareti yapan bir halk. Ben şunu söyledim; onların jetleri, panzerleri var ve burada gerçekten halk var. AKP devlet, HDP halk. Arada bu net çizgi vardı. Kürt illerinde AKP sadece devlettir. Süngüyle her şeyi yapabileceğini zannediyor ama o süngülerle gönülleri fethedemedikleri Diyarbakır’da çok net ortaya çıktı. Diyarbakır halkı şunu söylüyor; bizi sürekli gözaltına alıyorlar ama biz sizinleyiz. ‘Şu anda aramıza mesafe koyulmuş gibi gözükebilir ama bu ayrı olduğumuz anlamına gelmiyor’ diyorlar. Mesela bir genç bana şunu söyledi; ‘burada herkes neyin ne olduğunu biliyor. Bizim aklımızdan bilincimizden HDP’yi silemezler, bunu iyi bilin.’ Bir de Yüksekova’da 10 yaşında bir çocuğumuzun söylediği söz vardı; ‘onları biz seçtik, Meclis mi seçti ki oy verip düşürüyorlar.’ Halkın AKP darbesine karşı bilinci net. HDP vekilliklerinin niye düşürüldüğü ve belediyelere kayyım atanma sebeplerini halk iyi biliyor. Bence AKP yapmak istediğini yapamadı. 

 İnsanların beklediği ilk kıvılcımı çaktık. Bu kıvılcım bir karşılık bulmuş görünüyor. Vekil ile halk iç içeydi. Bu yürüyüşte toplumsal muhalefet potansiyelini vekilliğin önüne geçti. 

 Bir siyasetçi olarak, kendini devrimci olarak tanıtan iki insan olarak, yürüyüşünüz boyunca gördüğümüz ve tanık olduğunuz manzaralar karşısında bir algı ya da düşünce değişimine girdiniz mi?

Piroğlu: Geçmişte de birçok eylem yaptık. Cezaevleri dönemi, açlık grevleri dönemi, kayyım döneminde de birçok iş yaptık. Her seferinde vekillere sıkışma ve eylemleri vekiller üzerinden yürütüldüğü anlar yaşadık. Bir arkadaşım kayyım dönemi eylemleri için ‘dokunulmazların kavgası’ diyordu. Devletin dokunulmazlarıyla bizim dokunulmazlar karşı karşıya geliyordu. Şimdi devletle, muhalefet, toplum karşı karşıya geldi. Vekil ile halk iç içeydi. Ben bu yürüyüşte toplumsal muhalefet potansiyelinin vekilin önüne geçtiğini anladım. Benim için önemli olan buydu. 

Saçılık: Özellikle Hakkari’de kaldığım süreçte, Van ve Diyarbakır’da izlenimlerim oldu. Eskiden şöyle düşünürdüm; devletin Kürt sorununa yaklaşımı teorik olarak işgalciliktir. Şimdi pratik olarak, siyasal bir işgalcilikten ziyade silahla var olabilen ve hiçbir meşrutiyet alanı yaratamayan iki ülke gerçekliği biçiminde kavramaya başladım. Daha net oturdu. Normalde yüz yıl yönetmiş bir devletin daha derinlere inersek Osmanlı döneminden gelen devletin çok daha köklü izler bırakmış olması gerekirken orada Kürtlüğü inkar eden, Kürtlüğü yok sayan bir tarzla tamamen toplumdan yabancılaşmış bir yapı görüyorsunuz. Kendisini asker, polis ve memur olarak konumlandırmış ve halktan soyutlanmış, yabancılaşmış ya da kendi çıkar çevrelerini üretmiş halk içerisinde ama onun dışında meşrutiyet alanlarında hiçbir şey olamamış. Bence benim için bir stajdır Hakkari ve sonrası. İnsanlar hareket bekliyordu, HDP bir şey yapsın istiyordu. Biz ilk kıvılcımı çaktık. Bu kıvılcım bir karşılık bulmuş görünüyor. Bundan sonra da devamının geleceğini düşünüyorum. AKP için her şey artık daha zor olacak diye düşünüyorum.  

 Egemenlerin diliyle konuşmak ve onların dediği yerden kavramı izah etmek durumunda değiliz. Onların şiddet diye tarif ettiği şey ezilenlerin direnme hakkıdır. Şiddetle araya mesafe koy dedikleri, ezilenlerin teslimiyetidir. Biz epeydir terörle aramıza mesafe koyduk, AKP ile görüşmüyoruz.

 Yürüyüş boyunca hükümet yanlısı medyada “HDP toplumsal desteğini yitiriyor”, “HDP baraj altı kalabilir”, “HDP mesafe koymalı” ve benzeri birçok tartışma oldu. Ancak hiçbirine katılmadınız. Bu ambargoya karşı kendinizi başka kanallardan anlatma şansınız oldu?

Piroğlu: Medyadaki söylemlerle biz uzun süredir karşılaşıyoruz. Biz egemenlerin diliyle konuşmak ve onların dediği yerden kavramı izah etmek durumunda değiliz. Onların şiddet diye tarif ettiği şey ezilenlerin direnme hakkıdır. Şiddetle araya mesafe koy dedikleri, ezilenlerin teslimiyetidir. Çünkü bu kavram sadece Kürt sorunuyla alakalı değildir. Köylü toprağını savunduğunda karşısında jandarmanın dipçiğini görüyor. SOMA’daki işçi Ankara’ya yürümeye kalktığında karşısında polisi görüyor. Yuvo işçileri fabrikada eylem yapmaya kalktığında karşısında terörle mücadele polisini görüyor. Bir kadın hakkını aramaya çalışsa devletin zorunu görüyor. Biz zora karşı direnmeyi meşru görüyoruz. Kadını katleden katil erkekle mesafeliyiz. İşçiden yanında, patronla mesafeliyiz. Devletin zoru karşısında halktan yanayız, devletle mesafeliyiz. Medya bize şiddet uyguluyor. Bizi düşmanlaştırıyor. Medyada bize karşı bir savaş politikası yürüyor. Savaşın tarafı devlet, saldırının kaynağı iktidar ve bize ‘şiddetle aranıza mesafe koymuyorsunuz’ diyor. Bize bunu söyleyenlerin yapması gereken ilk iş kendi şiddet aygıtlarını geri çekmeleridir. Şiddetsiz bir ortam arayanların yapacağı ilk iş, direnenlerle oturup, imkan ve olanaklarını görüşmeye açmalarıdır. 

Saçılık: Onlar ‘terörle arasına mesafe koysun’ diyor. Biz epeydir terörle aramıza mesafe koyduk, AKP ile görüşmüyoruz. Terörden bahsedeceksek bence AKP-MHP teröründen bahsetmek gerekir. Çünkü benim Kürt illerinde gördüğüm halkın üzerinden gerçekten terör estiren biz zihniyet var. Dolayısıyla terörle bu anlamda aramızda bir mesafe var. Ayrıca bir de medya terörü var. ‘HDP ne yapmak istiyor’ diyerek, bizim tüm düşmanlarımızı HDP adına konuşturmak gibi niyetleri var. Amaçları HDP’yi tamamen manipüle edip, kriminalize edip, dışlamaktır. Bunu beceremediklerini yürüyüşümüzde gördük. Özellikle batıya doğru geçtiğimiz yerlerden biri olan Adana’dan da bahsetmek istiyorum. Adana’da, Kürt ve Türk halkının devrimci ittifakının, militan ve faşizme karşı duruşunu daha çok hissettim. Ne zamanki Türkiye’nin devrimcileri, sosyalistleri Kürt halkıyla omuz omuza, yan yana geliyorsa orada gerçek anlamıyla bir muhalefet çıkıyor. Bunların televizyonda uzun uzun konuşuyor olmalarının nedeni gerçekten devrimci bir muhalefet ittifakının olmasını istememeleridir. Sadece ve sadece Sarayın yanında, Sarayın istediği biçimde bir muhalefet istiyorlar. 

Bu yürüyüşümüz bir kez daha gösterdi ki; Türkiye’nin en gerçek muhalefeti HDP’dir, HDP olmuştur, bunu merkezine taşımıştır ve Saray'ın bütün planlarını bozabilecek bir kavşakta durmaktadır. O yüzden araya mesafe koymak diyorlarsa biz mesafemizi koyduk. Biz faşist terörle mesafemizi koyduk. Halkların özgür, eşit mücadelesinden yanayız. Şiddetin bitirilmesi istiyorsa HDP kimsenin burnunun kanamasını istemiyor. Ülkede ölen askerde dahil, halkta dahil kim varsa bunlardan dolayı sevinç duymuyor. Bunların sorunu daha da ağırlaştırdığını biliyor ve onun için barış isteyerek, yola devam ediyor. “Kökünü kazıyacağız, HDP’yi kapatacağız” ve benzeri ifadeler, kan ve şiddet isteyen bir yerde duruyor. Şiddet isteyen taraf değiliz. Şiddeti sadece ezilen üzerinden, ezilenin şiddeti üzerinden değerlendirmiyoruz. Bugün 7 bine yakın üyemizi tutuklanması bir terördür. Teröre son versinler. Bu terör son bulduğunda ortada şiddetin de kalacağını düşünmüyorum. 

Ankara’yı diğer kentlerden ayıran bazı özellikleri var. Sürekli birileri Ankara’ya yürüyor; Zonguldaklı maden işçileri, Somalı işçiler, Bahar eylemleri, barolar... Bir de Ankara aslında iki yakası olan bir kent. Birisi sizin de üzerine yürüdüğünüz; Bakanlıklar, Meclis, Başbakanlık yani devlet aklı. Bulvarın diğer yanı ise, Cebeci’den Tuzluçayır’a kadar içinde bulunduğunuz hareketlerin fikren doğduğu yerler. Bu anlamda yürüyüşünüz neyi temsil etti?

Piroğlu: Ankara’ya yürüyüşler şunu gösteriyor; bu ülkede yaşanan sorunların temel kaynağı iktidarın siyasal yapısıdır. Bu iktidarın sermaye yanlısı, sömürgeci, erkek baskıcı karakteri ülkedeki sorunların ana kaynağıdır. Bu karakter değişmediği sürece tekil mücadelelerinin şansı da yoktur. Bu yürüyüşlerin yüzlerini Ankara’ya dönmelerinin temel sebepleri sorunların arkasındaki siyasal gerçeği teşhir etmektir. Kendisine dayatılan sorunun gerçek siyasal öznesi için Ankara’ya yürümektedir. HDP’nin Ankara’ya yürüyüşünün de ana kaynağı budur.

Saçılık: Eskiden burjuva politikacıların, Edirne’den Hakkari’ye hamaset söylemi vardı. Biz, Edirne’den Hakkari’ye söylemini hamasetten çıkarıp, bir ferasete dönüştürüyoruz. Hayal kırıklıklarının başkenti olan Ankara’ya, Ankara’nın o gri siyasetine değil. Halkların ortak buluşmasını sağlayacak, kendi gücümüze dayanarak, kendi inancımızla yola çıkıyoruz. Daha önce Zonguldak işçilerinin yürüyüşünde de bu vardı. Polisleri aşa aşa, devleti aşa aşa gelmişlerdi. Ankara’ya vardıklarında, sembolik olarak Ankara’da bir şeyin değişeceğini değil, zihinlerde bir şeylerin değişeceğini hesaplamışlardı. Bizim de feyiz aldığımız şey budur. 15-16 Haziran direnişinde işçiler birleşmesin diye Galata Köprüsü açılır. İşçiler orada birleşemez, bir kısmı diğer tarafta kalır. Biz “ülkenin iki yakası bir araya gelmesin” diye uğraşanlara inat, Yüksekova’daki Devrimci Gençlik Köprüsü’nden de feyz alarak, iki halkın yakasının bir araya gelmesini, halkların kardeşliğinden öte halkların özgürlüğünü ve eşitliğini sağlayacak anlayışla yola çıktık. Ankara’nın o zihniyeti, yani bulvarın öbür tarafı zihniyetini değil. Bulvarın sol tarafındaki zihniyetini kendimize esas aldık. Tuzluçayır’ı biz tırnaklarımızla ördük. Devrimcilerin orada büyük emeği var. Biz o emek üzerinden yola çıktık. Bunun toplumsal bir karşılığı olduğunu biliyoruz. Zihinlerde uyanışın gerçekleşti. Pandemi döneminde insanların dışarı çıkmadığı dönemde “evde kal”ı “sokakta hayat var”a dönüştüren atılım gerçekleştirdik. Bu hayat bizim ve kendi adımlarımızla, ellerimizle değiştireceğiz. Ankara’nın griliğine bir kızıllık, Ankara’nın ağaçlarına, börtü böceğine de bir yeşillik getirmiş olduk. 

Bizim için yürüyüş, fiziksel eylemden öte uzun soluklu bir hareketin başlangıç adımıdır. Bu baskı dönemi bittiği gün yürüyüş biter, ama emekçilerin yürüyüşü devrime kadar sürer. Toplumlar özgür olana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz.  

Meclis Parkı’nda gerçekleştirdiğiniz yürüyüşünüz son etkinliğinde “bu yürüyüş burada bitmedi” dediniz. Nasıl bir yürüyüş ki hiç bitmiyor?

Piroğlu: Bizim için yürüyüş, fiziksel eylemden öte uzun soluklu bir hareketin başlangıç adımıdır. Birçok kişi beni aradı, ‘nerde durdunuz, molayı nerde veriyorsunuz’ diye. Ben de “bu yürüyüş somut bir yol yürümenin ötesinde bir siyasi yolu yürümedir” dedim. Bu baskı düzeninin sonlanmasına kadar da yürüteceğiz. Ülkeyi hapishaneye çevirdiler. Bu hapishanenin duvarlarını yıkmak için yürümeye başladık, yıktığımız gün de yürüyüş son erecek. Umudun tohumlarını bu yüzden ekiyoruz. Karşı koymaya başladık ve gerisini getireceğiz. Toplumsal muhalefet ölü uykusundan uyanıyor.

Saçılık: Bu baskı dönemi bir şekilde bittiği gün bizim yürüyüşümüz biter ama emekçilerin yürüyüşü devrime kadar sürer. Biz bu yürüyüşü sadece kırıntıları kazanmak için değil, dünyayı kazanmak istiyoruz. Bu anlamda sadece AKP ya da MHP ile sınırlı bir karşıtlık üzerinden yürütmüyoruz. Toplumlar özgür olana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz. Ne zaman ki faşizm biter ne zaman ki özgürlükler dünyasını kurarız o gün sokağa sadece eğlenmek için çıkarız, eylem için değil. 

MA / Deniz Nazlım - Berivan Altan