AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Kürt sorununu inkar ederek 24 Temmuz 2015’te başlattığı savaş konsepti, Federe Kürdistan Bölgesi’nde operasyon, Kuzey ve Doğu Suriye’ye ise saldırı tehditleriyle sürüyor. Bu kenseptle 23 Nisan’da Federe Kürdistan Bölgesi’nin Metîna, Zap ve Avaşîn bölgelerine başlatılan operasyon, kimyasal silah saldırılarıyla devam ediyor. 20 Ocak 2018’de Efrîn Kantonu, 9 Ekim 2019’da ise Girê Spî ve Serêkaniyê saldıran AKP, Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırı tehditlerinde bulunuyor. 

AKP’nin savaştaki ısrarını, sınır ötesi operasyonu, Kuzey Doğu Suriye’ye tehditleri ve sonuçlarını, çözümün yol ve yöntemlerini Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Berdan Öztürk Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.

Türkiye’nin sınır ötesine yönelik operasyonda 7 ay geçti, ancak ilerleme sağlanamadı. AKP’nin savaş politikasındaki ısrarı sonuç alır mı? 

Öncelikle bunun adı operasyon değil, Güney Kürdistan’ın işgalidir. Sürdürülmesinin nedeni de budur; işgal ile bölgeye yerleşmeyi amaçlıyorlar. 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bir karar (Çöktürme Planı) alındı. Bu kararla nerede olursa olsun Kürt halkına yönelik imha konsepti devrede. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne Kürt halkının soykırımı üzerinden işgal, asimilasyon politikaları yürütülüyor. Bugün de bu politikalar uygulanıyor. Bugünkü işgal de bu politikanın devamıdır. 

Neden Federe Kürdistan Bölgesi?

Daha önce buna dair açıklamalarda bulundular. Federe Kürdistan Bölgesi’ne dair “büyük bir yanlış yaptık” dediler. Kürtlerin statü sahibi olmasını büyük bir yanlış olarak görüyorlar. Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de “Musul, Kerkük bizimdir” açıklamaları var. Bunları hatırladığımızda, amaç Kürt halkının imhasıdır. Bu sadece fiziki değil, aynı zamanda toprakları işgal etmektir. 

KDP’nin operasyonlara dahil olması Kürtler tarafından “ihanet” olarak değerlendiriliyor. Yükselen tepkilere rağmen KDP’nin değiştirmediği tutumunun arkasında neler var? 

 Kürtlere düşmanlık politikasını en derin işleyen AKP ve MHP ile ortaklık ediliyor, Kürdistan toprakları peşkeş çekiliyor. Halkımız bu zihniyeti mahkum edecektir, bunun affı yok.

KDP’nin bazı yöneticileri, Türkiye’nin işgaline ortak olmuş durumda. Kürt halkını en çok yaralayan, Kürdistan’ın işgaline ortak olunmasıdır. Güney halkı büyük bedellerle bu statüyü elde etti. İşgale ortak olmak, ön açmak büyük bir yanlış. Bugün Kürdistan’ın dört parçasında yaşayan tüm Kürtlere yönelik büyük bir yanlıştır. Bir parti, bir yönetim düşmanlığı inkar ediyor. Türkiye her dönem İran’la, Irak’la, Suriye’yle Kürt düşmanlığına öncülük etti, ediyor. Referandumu hatırlayalım, Kürtlere düşmanlık politikasını en derin işleyen AKP ve MHP ile ortaklık ediliyor, Kürdistan toprakları peşkeş çekiliyor. Bu kabul edilemez. Tarihte olduğu gibi bugün de halkımız bu zihniyeti mahkum edecektir, bunun affı yok.

Bugün Belarus sınırında halkımız büyük bir dram yaşıyor. Bu insanlar neden Güney Kürdistan’ı bırakıp gidiyor. Türkiye’nin de sorumluluğu var ancak Güney Kürdistan yönetimi önce kendisine bakmalı. Bu insanlar neden topraklarını terk ediyor diye sormalı. KDP en büyük suçlu olmasına rağmen başkalarını suçluyor. İnsanlarımız kutsal topraklarını, bedel ödedikleri toprakları terk ederek, Belarus’ta zulüm altında ancak bazı aileler zenginleşiyor. Bu zenginliğin haddi hesabı yok. Çözüm halkımızın topraklarını terk etmesini engellemektir. Bu hatalardan vazgeçilmesi gerekiyor. Güney Kürdistan halkımıza da çağrıda bulunuyoruz. Büyük acılar çekiyorsunuz, ancak ne olursa olsun topraklarınızı terk etmeyin. Büyük bedeller ödendi, baskılara karşı örgütlenerek cevap verebiliriz. Başka topraklar çözüm olmaz. 

KDP, cenazelere yönelik AKP benzeri politikalar yürütüyor. Her ne kadar KDP’nin sessizliği olsa da Xelîfan’da pusu sonucu yaşamını yitiren HPG’lilerin cenazeleri verilmiyor. KDP’nin cenazelere yönelik bu uygulamasına dair neler söylersiniz? 

Cenazelere yönelik saygısızlık kabul edilemez. İnsanlık tarihi boyunca en büyük düşmanlar dahi savaşa ara vererek, cenazelerini almış, örf ve adetlere göre cenazeler defnedilmiştir. Cenazeler insanlık değerleridir. İnsanlar cenazelere saygıyla yaklaşır. Bugün baktığımızda burada da böyle. 90’lı yıllardan bu yana cenazelerle oynama, parçalama, verilmemesi bir devlet politikasıydı. Bu uygulama, AKP ve MHP ile daha beter hale geldi. Bunlar, gömülü cenazeleri (Garzan Mezarlığı) bile çıkarmış, kaldırıma gömmüş insanlardır. Cenazeler insanlığa kalan mirastır. Kürt soykırımına söz vermiş olsanız bile, bir cenazeye hürmet gösterilmeli. Bunlar savaş hukukunu da toplumsal kuralları da hiçe saymış bir zihniyettir. Ancak bunu PDK’nin yapması kesinlikle kabul edilemez. Anneler cenazelerini talep ediyor. KDP’nin yaptığı, AKP’den daha ahlaksızdır, vicdansızdır. Katlettikleri de Kürt, anneler sadece cenazelerini istiyor. Örf ve adetlerimizde bunlara yer yok. Bu KDP’ye yüz karası olarak kalacaktır. Güney halkımız buna karşı sessiz kalmamalı.

İlerleme sağlayamayan Türkiye, kimyasal silah kullanımını sürdürüyor. Birçok kesimden uluslararası örgütlere bölgede incelemelerde bulunması için çağrıda bulunuyor, ancak şimdiye kadar herhangi bir adım atılmadı. Halepçe Katliamı’nı hafızasında canlı tutan Kürtler, bir kez daha böylesi bir tehditle karşı karşıya, neler söylersiniz? 

Kimyasal silah kesin kes yasaklıdır. Uluslararası örgütler, bu konvansiyonda yer alan devletler sorumluluğunu yerine getirmelidir. Erdoğan da Bahçeli de insanlığa karşı suç işliyor, yargılanmalıdır. 

Kimyasal silah ilk kez 1’inci Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Yine 2’nci Dünya Savaşı’nda Naziler kimyasal silah kullandı. Halepçe’de Saddam kimyasal silah kullandı, onbinlerce insan katledildi. Saddam’ın Güney Kürdistan’da yaptığını, bu kez Türkiye yapıyor. Saddam’dan daha beter bir şekilde, KDP ortaklığıyla Kürdistan coğrafyasına büyük zarar veriliyor. Hem insanlara hem doğaya büyük zarar veriliyor. Devletler arasında bir konvansiyon olmasına rağmen kimyasal silah kullanımı araştırılmıyor. Çağrılara rağmen, belge ve bulgulara rağmen bir sessizlik hali var. Sudan, Kuzey Kore ve İsrail dışında bütün devletler bu konvansiyonda yer alıyor. Kimyasal silah kesin kes yasaklıdır. Kimyasal silah kullanımı ispatlıdır, iddia dahi olsa bölgede incelemelerin yapılması gerekiyor. Sorumlu örgütler bunu yapmazsa, bu konvansiyonun ne anlamı var. Zor değil, bölgeye gidebilirler. Türkiye’ye karşı yaptırım uygulamalıdır. Bu insanlığa karşı bir suçtur. Uluslararası örgütler, bu konvansiyonda yer alan devletler sorumluluğunu yerine getirmelidir. Erdoğan da Bahçeli de insanlığa karşı suç işliyor, yargılanmalıdır. 

Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik saldırı tehditleri de sürüyor. Erdoğan, ABD ve Rusya arasında mekik dokuyor ancak istediği onayı alamadı. Erdoğan’ın Kuzey Doğu Suriye rahatsızlığı nedir? 

Türkiye’nin rahatsızlığı Rojava değil, Kürt halkıdır. Bu sistem Kürtleri tehdit olarak görüyor, Kürtlerin güçlenmesini kendi varlığına tehlike olarak görüyor. Bu nedenle bütün çetelere destek verdiler, DAİŞ de bunlardan biri. Kobanê’yi hepimiz hatırlıyoruz, Erdoğan’ın ‘düştü düşecek’ açıklamasını unutmayalım. Kobanê kime karşı mücadele ediyor. DAİŞ gibi insanlık değerlerini hedef alan, katliamlar yapan, kadınları köle pazarlarında satan çetelerin saldırılarına seviniyor. Diğer yandan bakıyorsunuz, ‘Kürt kardeşlerim’ diyor. Vicdan, ahlak diye bir şey bırakmadılar. Kürde düşmanlığı önceliyorlar. Kürtler irade sahibi olmasın diye Türkiye’nin bütün imkanlarını seferber ediyorlar. AKP Genel Başkanı, ‘bir kurşun ne kadar?’ diye sormuştu. Kim sana o kurşunu sık diyor? 

1993’ten bugüne Sayın Öcalan defalarca fırsat verdi, savaşı durdurdu. Sayın Öcalan, Kürtleri bu şekilde bitiremeyeceklerini defalarca söyledi. Kürtler artık kendi gerçekliğinin farkına vardı. Sayın Öcalan bu nedenle uyardı, diyalog dışında çözüm olamayacağını defalarca söyledi. Savaşta ısrarla Kürt halkının taleplerini bastıramazsınız, iradesini yok edemezsiniz. Türkiye Rojava için ‘kırmızı çizgimizdir’ demişti. Sayın Öcalan uyardı, kırmızı çizgiler çekmeyin dedi. Kürtleri düşman olarak görmekten vazgeçmeliler. Bu aşılırsa, Türkiye başta olmak üzere Rojava’ya da Güney’e de olumlu etkileri olacaktır. Kürtlerle çözümü sağlamak, Türkiye’nin geleceğine katkısı olur. Demokrasi sağlanır, bu Ortadoğu’ya da yayılır. Ama illa ‘kırmızı çizgimiz’ derseniz, Sayın Öcalan da ‘Bizim kırmızı çizgimizdir’ diyerek, son noktayı koydu. Rojava halkımız hiçbir dönem Türkiye’ye düşmanlık yapmadı. Yalan propaganda yapıyorlar, Rojava’dan Türkiye’ye tek bir saldırı olmadı. Bunun tek bir ispatı yok. Tek dertleri Kürtler ve Kürdistan. Tamamen sömürge zihniyetinin bir sonucudur. Türkiye’nin Suriye’de işi yok, orayı da işgal etmeye çalışıyor. 

Sonucu ne olur? 

 Erdoğan’ın temsil ettiği sistem çöktü. Ancak bu saldırıların faturasını da Türkiye halklarına bir bütünen ödetiyorlar. Bu nedenle Türkiye halkları bu saldırılara karşı sesini yükseltmeli.

Kürt düşmanlığını Türkiye’yi ne hale getirdiğini herkes görüyor, yaşıyor. İçeride dibe battı, dışarıda da itibarsız hale geldi. Putin ve Biden görüşmesinde de sonuç alamadı. Saldırı hazırlıkları var biliyoruz. Ancak bugüne kadar ABD ve Rusya onay vermedi. Bu kez ne yapıyor, içeride Kürtlere gözaltı ve tutuklamalarla saldırıyor. Ömrünü bu şekilde uzatmaya çalışıyor. Ellerinde başka bir şey kalmadı. Bu da çözüm değil. Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakalım, bu savaş ısrarının sonucudur. 2013-2015 yılları arasında Türkiye halkları çözümü, yansımalarını gördü. Ancak bu devletin, iktidarın hesabına gelmedi. İmralı’da, Dolmabahçe’de kurulan masayı devirdiler, tecridi derinleştirdiler, Sayın Öcalan üzerinden savaşı başlattılar. Bu nedenle Kürdistan’ın dört parçasında Kürtleri iradesizleştirmeye çalışıyorlar. Bugüne kadar sonuç alamadılar, bugünden sonra da sonuç alamayacaklar. 

Erdoğan’ın temsil ettiği sistem çöktü. Ancak bu saldırıların faturasını da Türkiye halklarına bir bütünen ödetiyorlar. Bu nedenle Türkiye halkları bu saldırılara karşı sesini yükseltmeli. Türkiye halklarının yarınları satılıyor, buna karşı durmak gerekiyor. 

AKP’nin son demlerini yaşadığı yorumları sıkça yapılıyor. Kürt düşmanlığının AKP’ye faturası ne olur? 

Tüm bu savaş politikalarının AKP-MHP’ye faturası bitişi olacak. “Çöktürme Planı” ile hesapladıkları, kısa bir zaman diliminde sonuç almaktı. Kürtlerin direnişi büyüdükçe, onlar sıkıştı. Hala sürdürüyorlar ama plan tutmadı. AKP-MHP ağır bir hasta, ömrünü uzatmak için saldırılarını sürdürüyorlar. Zaten Kürt düşmanlığı dışında bir politikaları da kalmadı. Türkiye halklarına da faydası kalmadı. Her şeyi tükettiler. Her yönüyle bittiler, tükendiler. Ekonomik olarak da bittiler. Dünya devletleri de artık Türkiye’yi muhatap almıyorlar. Türkiye siyasetini bitirdiler. Kimse Tayyip Erdoğan’ı ciddiye almıyor. Bu sistemin bir ciddiyeti kalmadı. Her gün anketler yapıyorlar, oyları eriyor. Artık AKP içinden “artık yeter” tepkileri yükseliyor. Evdeki hesapları çarşıya uymadı. Kürtler bunu boşa çıkardı. 

Kürtler, demokrasi güçleri bu süreçte ne yapmalı? 

 Çare Amerika değil, Putin değil. Çözümü dışarıda aramak derman olmaz. Çözümün anahtarı yaşamıyla, direnişiyle, paradigmasıyla Sayın Öcalan’dır.

Öncelikle faşizme karşı güçlü bir demokrasi cephesi inşa edilmeli. Seçime bel bağlamamak gerekiyor. Gidişleri demokratik ittifakın güçlenmesiyle mümkün. Bu nedenle sadece Kürtlerin sorunu olmadığını söylüyoruz. Her türlü baskıyı, zulmü Türkiye halkları bir bütünen yaşıyor. İmralı’da uygulanan tecrit, Türkiye’de her bir ferde yaşatılıyor. Kürtler bahane ediliyor ancak Türkiye halkları bu gerçekliğin farkına varmalı. Eşit ve özgür bir yaşam için, demokratik bir Türkiye için birlikte mücadele etmeliyiz. Soykırımla, katliamla, tutuklamalarla sonuç almadılar, alamayacaklar. Yol belli, yöntem belli, çözümün adresi belli. 

Yol ve yöntem nedir? 

Müzakere, diyalog… Çare Amerika değil, Putin değil. Bir sorun varsa, Türkiye’nin içindedir. Çözümü dışarıda aramak derman olmaz. Bu nedenle Türkiye halklarının geleceğinin satılmasına izin vermeyelim. Bunlar sattı, bu çağrımız demokrasi güçlerinedir. Bu nedenle demokrasi ittifakının güçlendirilmesi çağrısı yapıyoruz. Çözümün anahtarı yaşamıyla, direnişiyle, paradigmasıyla Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan Türkiye için, Ortadoğu için büyük bir şanstır. Bunun dışında bir seçenek yok, sonuç da alamazlar.

MA / Özgür Paksoy