Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısıyla gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Günay, 16 Nisan 2017 referandumun yıldönümüne dair, “AKP ve MHP’nin ülkeye dayattığı ve tartışmalı bir şekilde kabul ettirdiği bu karanlık dönüm noktasının üzerinden tam 4 yıl geçti. Ülkeyi şaha kaldıracağız, uçuracağız, hızlı karar alacağız, darbeler sona erecek, ülke demokrasiye, refaha boğulacak diyerek pazarladıkları bu sistemin, Türkiye’ye neye ve nasıl mal olduğu ortada. 4 yıldır mutlak iktidar, saraylar, saltanatlar uğruna bu ülkeye yapılmadık kötülük bırakmadı” dedi.

‘MERKEZ BANKASI KASASI UÇUYOR’

Partisinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ilişkin uyarıları hatırlatan Günay, “4 yıl önce de biz ‘kendi ikbaliniz, iktidar hırsınız uğruna ülkeyi uçuruma sürüklüyorsunuz’ diye uyarmıştık. Ne yazık ki haklı çıktık. Ülkeyi uçuracağız diyenler, Merkez Bankası’nın kasasını uçuruyor, demokrasiyi yok ediyor, hak ve özgürlükleri ayaklar altına alıyor, Anayasa’yı her gün defatle çiğniyor. Hızlıca yaptıkları tek şey, kasaları boşaltmak oldu, demokrasiye darbe yapmak oldu. Kayyımı bir rejim haline dönüştürmek oldu” diye konuştu.

ANAYASA RAFA KALDIRILDI

Muhalefete yönelik baskı ve saldırılara dikkat çeken Günay, “Tutuklamalarda, saldırılarda, muhalefete yönelik baskılarda hızlarına yetişilmiyor. 4 yıldır anayasasını rafa kaldırdıkları ülkeyi, KHK’lerle, OHAL düzeniyle, hukuksuzca yönetiyorlar. Türkiye’yi en hızlı yoksullaşan, siyasi nedenlerle en fazla tutuklamanın yapıldığı ülkeler sırasında birinciliğe taşıdılar. Kurdukları bu ucube sistem, daha başlamadan iflas etti. Bugün artık bu sistemin meşruiyeti kalmamıştır. Toplum can derdiyle bu kötülük düzeninden bir an önce kurtulmak istiyor. Değişim istiyor ve biz de halkımızın bu değişim talebini varlık gerekçemiz olarak görüyoruz. Sistemin halkımıza, topluma daha fazla kötülük dayatmasına izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı. 

KAPATMA DAVASI 

HDP’nin kapatılmasıyla ilgili AYM’nin iade ettiği iddianamenin gerekçeli kararına değinen Günay, devamında şunları söyledi: “Hazırlanan bu iddianame ile ortada herhangi bir suç yokken, asıl amaçları yargıya siyasi baskı uygulayarak, HDP ile ilgili suç uydurarak, partimizi suçlu ilan etmekti. Ama ortada HDP’yi suçlayacakları tek bir konu yoktur. Bu yüzden apar topar ve temelsiz iddialar ile hazırladıkları bu dosya ile suçüstü yakalandılar. Biz daha önce de demiştik. Beraat ya da takipsizlikle sonuçlanmış yüzlerce soruşturma numarası da iddianameye alınmış. Hatta yaşamını yitirmiş partili arkadaşlarımıza bile siyasi yasak getirilmek istenmişti. İddianamenin iade edilmesine dönük yayınlanan gerekçeli kararda, normal koşullarda aslında onu hazırlayan savcıların görevden alınmasını gerektiren tespitler var. Ancak biz biliyoruz ki bu dosya savcılara zorla hazırlatıldı. İddianame hukuki ciddiyetten uzak, siyasi talimatlara bağımlı çalışan yargı gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Gelinen aşamada AYM bütün siyasi baskıya rağmen siyasi nedenlerle yazılan bu iddianameyi ret ederek, bu rezalete ortak olmadı. Biz tekrardan çağrıda bulunmak istiyoruz, iade edilen iddianameden de anlaşılacağı üzere, partimize yönelik plan siyasidir ve bu dosya bir daha açılmamak üzere kapatılmalıdır.

KUMPASLAR DEVAM EDİYOR

İktidar neredeyse tüm devlet imkânlarını ve kurumlarını seferber ederek, partimize karşı yeni kumpaslar, yeni oyunlar organize etmeye devam ediyor. Daha dün yani pandemi nedeniyle tüm etkinliklerin hükümet tarafından engellendiği bir zamanda ve kentte 1600 gündür her türlü eylemin kayyum tarafından yasaklandığı Van’da, polis nezaretinde ve korumasında bir grup saldırgan, Van İl örgütümüzün önüne getirildi ve polisin gözü önünde, aynı kişiler partimize ve içerdeki arkadaşlarımıza taşlı saldırıda bulundu, saldırıda yaralananlar oldu. 

PROVOKATÖRLÜKTEN VAZGEÇİN

Ülke tarihi böylesi rezaletlere Madımak ve Maraş’ta tanıklık etti. Türkiye tarihinde kolluk güçlerinin bu kadar iktidarın siyasi amaçları doğrultusunda hareket ettiği başka bir zaman görülmemiştir. Bu kirli oyunlardan ve provokatörlükten vazgeçin. Buradan açık bir şekilde ifade etmek isterim ki Van’da gelişebilecek her türlü olumsuzluktan Van Valisi, Emniyet Müdürü ve iktidar sorumlu olacaktır. 

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Eskiden Türkiye’de generaller, askerler oturdukları karargâhlarından siyasete ve siyasi partilere ayar verirlerdi. Şimdi ise bu işi AKP’nin emir erleri gibi davranan emniyet müdürleri ve kamu görevlileri yapmaya başladı. İstanbul Sözleşmesi yürürlükte iken dahi sözleşme etkin uygulanmadığı için kadınlar şiddetten korunmamış ve yaşamlarını yitirmiştir. Yoksa bunca kadın cinayetinin izahı nedir? Fakat asıl olarak sözleşme gasp edildikten sonra, görevliler başvuran kadınlara ‘sözleşme kalktı, eskiye dönüldü’ cevapları vermeye başlayarak, kadınlar şiddet karşısında muhatapsız, çözümsüz ve korumasız kılınmak istenmiştir. 

BULDAN’IN HEDEF GÖSTERİLMESİ

Fakat bu gerçek ve somut duruma dikkat çeken eş genel başkanımıza karşı, Emniyet Genel Müdürlüğü haddini ve görevini aşarak, bir siyasi lideri, eş genel başkanımız Sayın Pervin Buldan’ı hedef alarak, açıklama adı altında bir karalama, bir saldırı gerçekleştirmiştir. Biz kadınların maruz kaldığı şiddeti dile getiriyoruz. Fakat her seferinde iktidar partisi bunları reddediyor. Aynısını çıplak aramada da yaptılar. Çıplak arama yönetmelikte yer almasına ve sistematik uygulanmasına rağmen aylarca yalan söyleyerek reddetmeye, inkâr etmeye çalıştılar. 

KADIN DÜŞMANI ZİHNİYET

Çıplak aramayı gündeme getiren vekilimiz Gergerlioğlu’nun (Ömer Faruk Gergerlioğlu) vekilliği düşürüldü ve tutuklandı. Fakat sonra gerçek tüm boyutlarıyla açığa çıkınca, susma yolunu tercih etti. Bizim dile getirdiğimiz hakikatleri reddetme, çarpıtma politikasını izleyen hükümete, bu inkar açıklamasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü de bir kez daha katılmıştır. Emniyet kadınların korunmadığı gerçeğinin üzerine gidip, bunu yapan görevlileri açığa çıkaracağına, eş genel başkanımıza cevap yetiştirme telaşına girmiştir. Emniyete bu seviyesiz açıklamayı yaptıran kadın düşmanı zihniyeti iyi tanıyoruz. Bu açıklama erkek şiddetini teşvik eden bir dildir, bir kez daha suçüstü yakalandılar.

PANDEMİ

Bu iktidarın kurduğu sistem toplumu hasta ediyor. Türkiye, bütün dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecini en kötü yöneten ülkelerden biri haline geldi, daha doğrusu getirildi. Doğru dürüst maske dağıtamayan, halkı açlık ve hastalık arasında tercihe zorlayan iktidar salgının 3’üncü dalgasında berbat bir yönetim örneği gösteriyorlar. Birkaç gün önce Erdoğan, yeni yasak kararlarını açıkladı. Vaka sayısının 60 bin, ölüm sayılarının 300’lere vardığı bir dönemde, aldıkları kararlar ‘Biz aşımızı olduk, kongrelerimizi de yaptık, siz de ne haliniz varsa görün’ oldu. Bundan başka bir anlam ifade etmiyor. 

TECRİT VE AÇLIK GREVLERİ 

İşkence ve kötü muamelenin merkezi haline gelmiş cezaevlerinde tecride ve hukuksuz uygulamalara karşı açlık grevleri eylemi 141’inci gününe girdi. Çok kolay çözülebilecek sorunlar için yüzlerce cezaevinde, binlerce tutsak bedenini açlığa yatırmış durumda. Artık bu ülkede hukuk, adalet, eşit yurttaşlık, insani muamele vatandaşın erişimine kapatılmış ve tutsaklar bu yüzden en insani ve hukuki uygulamalar için açlık grevine girmek zorunda kalmışlardır. Bu taleplerin başında Sayın Abdullah Öcalan üzerinde devam eden ve tüm ülkeye sirayet eden tecrit uygulamasının son bulması gelmektedir. Tecrit; insanlık dışı, hukuki zemini olmayan bir uygulama iken, adeta ülkenin yönetim biçimi haline gelmiştir. 

ALİ CENGİZ OYUNLARI 

Tutsakların haklı talepleri yerine getirileceğine, haklı talepler üzerinden yeni yasa tasarıları gündeme getirilerek, açlık grevindeki tutsakları adeta tahrik ediyorlar. İmralı’da avukat görüşmesine izin vermeleri gerekirken, telefon görüşmesi olarak nitelendirilmeyecek bir görüşme ile Ali Cengiz oyunları oynuyorlar. Önceki açlık grevleri döneminde yaşamını yitirenler üzerinden yaşadığımız acı tecrübeleri unutmadık. Her bir can kıymetlidir. Geçmiş dönemlerdeki gibi geri dönüşü olmayan acıların yaşanmaması için tecride bir an önce son verilmelidir. Tutsakların diğer talepleri hasta tutsaklara ilişkindir. Hasta tutsakların tahliye edilmesi ve insani koşullarda tedavi olabilmesi için, diğer tutsakların kendi sağlıklarından vazgeçerek eylem halinde olmaları bu ülkenin ayıbıdır. Utanç vericidir.

KARADENİZ’DEKİ GERİLİM

AKP iktidarının, Akdeniz’de ve Ege’de sebep olduğu gerilimler yetmezmiş gibi, şimdi de Montrö Sözleşmesi ve Kanal İstanbul Rant Projesi üzerinden yeni bir gerilim hattı oluşturulmaya çalışılıyor. Doğu Akdeniz ve Ege’ye savaş gemileri sığmadı, sıra Marmara ve Karadeniz’e geldi. Biz, Türkiye’nin Ortadoğu’da, Kafkasya’da barışın teminatı olması gerekir dedikçe, AKP ‘hayır! Türkiye, savaşın teminatı olmalıdır’ dercesine, bölge ülkelerini karşı karşıya getirmeyi amaçlıyor. Neymiş? ‘Montrö’den Erdoğan istediği takdirde çıkarlar’. Neredeyse 84 milyonun iradesini yansıtan TBMM’yi es geçerek, sözüm ona yeni rejimin getirdiği fırsattan Erdoğan bir imzayla ‘Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çekilebilirmiş. 84 milyonun onayı olmadan, bu sözleşmenin feshini oldubittiye getirmek ve bunun olası diplomatik sonuçları üzerinden halkları yeni bir savaşın eşiğine sürüklemek kabul edilebilir bir şey değildir.

BÖLGESEL BARIŞIN SAĞLANMASI

ABD-Rusya arasında yaşanan gerilimi tırmandıracak politikalar üretmek yerine, bölgesel barışın sağlanmasında aktif rol alabilecek AKP, Suriye’de, Libya’da olduğu gibi Karadeniz’de de kendi iktidar çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak bu tarz tek taraflı hayallerin büyük bir başarısızlık hikayesiyle sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır. Montrö’nün bypass edilmesi amacıyla inşasında ısrar edilen Kanal İstanbul Projesi’nin, bir ‘çöp proje’ olarak anılmasına sebep olacak ihtimaller ve dış etkenler halen çok güçlüdür. Bu riskleri görmezden gelmenin tek bir sebebi olabilir, o da kısa vadeli çıkarlar ve rant çarklarının dönmesine duydukları ihtiyaçtır. Denizlerde egemenlik hakkından bahsediliyorsa, önce Ege’deki insan kaçakçılarının göçmenleri sömürmesini engellemeli ve Ege Denizi’ni göçmenler mezarlığına çeviren şebekelere ağır cezalar uygulanmasına öncelik vermelidir.”