Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemiyle açtığı kapatma davasında, esasa ilişkin mütalaa 29 Kasım 2021’de Anayasa Mahkemesi’ne sunuldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin tarafından hazırlanan esasa dair mütalaa, AYM tarafından 20 Ocak 2022 tarihinde HDP’ye tebliğ edildi. HDP, mütalaaya karşı sunduğu 127 sayfalık ön savunmanın ardından esas hakkında savunma hazırlıklarına hız verdi.

İddianamede, HDP içerisinde siyaset yapan 451 kişi hakkında açılan soruşturma ve kovuşturmalarda, 451 kişiye 28 ayrı suç tipinden bin 121 suçlama yöneltildi. 451 kişi hakkında açılan 526 soruşturmanın 79’u fezleke, 177’si de devam eden soruşturmalardan oluştu. Soruşturmaların 347'sinde ise kovuşturma aşamasına geçilmedi. İddianamede, siyaset yasağı istenen 451 kişi ile ilgili 561 kovuşturmadan 527’i Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 34’ü Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. 

Kovuşturmalarda 298 kişi ile ilgili dosyalar "derdest", 8 kişi ile ilgili “durdurma”, 9 kişi ile ilgili "erteleme", 80 kişi ile ilgili "Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına", bir kişi ile ilgili "görevsizlik", 3 kişi ile ilgili "tefrik", 2 kişi ile ilgili "Ceza yerilmesine yer olmadığına", 131 kişiye "hapis", 17 kişiye de "para cezası" verildi.

HDP, verilen 30 gün süre içerisinde esas hakkındaki savunmasını sunması sunacak. HDP Hukuk Komisyonu tarafından iddianamenin AYM tarafından kabul edilmesinin ardından açılan hukuk bürosunda esas hakkında savunma hazırlıkları sürüyor.

Davaya dair savunma hazırlayan ekip içerisinde yer alan ve partinin hukukçu isimlerinden Batman Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, kapatma davasının hızlanma sürecini, ön savunmada dikkat çektikleri noktalar, esas hakkındaki savunma hazırlıklarına dair Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı.

Parti kapatma davasına dair mütalaa uzun zamandır aslında AYM önünde bekliyordu. HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel üzerinden başlatılan linç kampanyasının ardından süreç hızlandırıldı mı? 

 Bir siyasi kampanya üzerine HDP’ye kapatma davası açıldı, benzeri bir süreçle AYM’nin kapatma yönünde karar vermesine dair bir siyasi akıl karar vermiş olabilir. 

Bugüne kadar siyasi partilere yönelik açılan kapatma davalarında hakkında siyaset yasağı istenen kişilerden yazılı savunma istenmemişti. Bu HDP kapatma davasında bir ilkti. Siyasi yasak istenen siyasetçi sayısının yüksek olması, AYM’nin yeni bir içtihat geliştirme amacıyla yaptığı bir şey olabilir. Fakat AYM, siyaset yasağı istenen kişilerden istediği yazılı savunması henüz verilmeden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı’sından esas hakkında mütalaasını istedi ve bize tebliğ etti. Biz bu arada AYM’yi uyarmıştık ve başvuruda bulunmuştuk. O tarihte savcılıktan bu aşamada esas hakkında mütalaasının istenmesinin doğru olmadığını belirtmiştik. 451 kişinin yazılı savunması istendi ve bunların da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesi gerekiyordu. Belki görüşü değişecekti ya da kişilerle ilgili bakışı değişecektir. Bu yüzden bekletilmesini istemiştik. Bizde bu başvuru üzerine AYM’nin savunmaları bekleyeceğini düşünüyorduk. AYM’de bunu bir süre bekletti. Kasım ayı içerisinde esas hakkında mütalaa istenmesine rağmen bize 20 Ocak’ta tebliğ edildi.

Fakat 8 Ocak’tan itibaren Semra Güzel ile ilgili yer alan haberler, AKP ve MHP’li milletvekillerinin yaptıkları açıklamalar, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın doğrudan hedef göstermesinin ardından adeta yeni konsept hayata geçirilmişçesine, birkaç gün içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın mütalaası tebliğ edildi ve 30 gün içerisinde esas hakkında savunma vermemiz istendi. Bu bir tesadüf olabilir mi? Biraz zor görünüyor. Türkiye’de bu tür işlerin hiçbiri tesadüf değildir. Nasıl ki bir siyasi kampanya üzerine HDP’ye kapatma davası açıldıysa, benzeri bir süreçle bu davanın hızlandırılmasına ve bir an önce AYM’nin kapatma yönünde karar vermesine dair bir siyasi akıl karar vermiş olabilir. Biz böyle okuyoruz.

İlk iddianame 17 Mart’ta MHP kongresinde, ikinci iddianame de 7 Haziran’da AYM’ye sunuldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’in 29 Kasım’da sunduğu esas hakkındaki mütalaa da Efr’in saldırısının yıldönümü olan 20 Ocak’ta sunuldu. Bu tarihler tesadüf mü?

Türkiye siyasi tarihinde esasen belirli günlere özel bir anlam yüklenerek işlem yapılmaz. Geçmişte çok yapılmış değil. Daha çok batıda, Avrupa’da, Amerika’da bunlar çok sık uygulanan yöntemlerdir. Fakat Türkiye’de de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir süredir benzer işler yaptığı gözüküyor. Aldıkları kararlar, yaptıkları işlemler, özel günlere atıfla yürüyor. 7 Haziran 2015’in yıldönümünde mutlaka HDP’den intikam alırcasına bir şeyler yapmak istiyorlar. 31 Mart’ın yıldönümünde, İstanbul seçimlerinin yıldönümünde, Efrîn işgalinin yıldönümünde mutlaka bir şeyler yapmak isterler. Bunların hepsi AKP açısından mümkündür. Bu tarihlerde de yapılması bu işlerin hiçbirinin normal olağan seyrinde, hukuksal bir seyirde yürümediğini tamamen siyasi kararlarla bu tür girişimlerin başlatıldığı ve sürdürüldüğünün gösterilmesi anlamında da önemlidir.

 Kapatma davasında ön savunma öncesi tanık, itirafçı, gizli tanık beyanlarına dair kovuşturma süreçlerindeki ifadelerin de dosyaya dahil edilmesi talebiniz reddedildi. Buna dair ön savunmanızda bir örnek de sundunuz. Esasa dair savunmada benzer örnekler olacak mı? Sadece kolluk ifadesi tercih edilmesi bilinçli mi?

Aslında biz AYM’den kapatma davasına konulan soruşturma ve kovuşturmalara dair bütün bilgi ve belgeleri istedik. Tanık, gizli tanık ve itirafçıların savcılık, mahkeme de bulundukları beyanları, bu beyanlardan dolayı yapılan hukuki süreçlerin sonuçlarını istedik. Hatta siyaset yasağı istenen bazı arkadaşlarımız da bireysel savunmalarında bunları istedi. AYM bu taleplerimizi reddetti. Reddederken ilginç bir ara karar oluşturdu: “Bunların önemli bir kısmı AYM’de de yok.” Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı zaten kovuşturma ve soruşturmalara dair ekleri AYM’ye sunmuş değil. Bir izlenim yaratmak istiyorlar. İtirafçı beyanlarının da bundan bir farkı yok. Bir kısmının sadece TEM’de alınan ifadeler olduğunu biliyoruz. Bir kısmının savcılık ve TEM’de alınan ifadeleri mahkeme süreçlerinde reddettikleri, işkence ile alındığına dair ifadeleri var. Bunlara dair hiçbir bilgi ve belge isteğimiz yerine getirilmedi. Çünkü bunlar AYM’de de yok, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sunulmamış.

Eksik bilgi ve belgeler üzerinden sağlıklı bir hukuki değerlendirme mümkün mü? Ya da bilinçli bir tercih mi var?

Çünkü bir izlenim yaratılmak isteniyor. Dosyada HDP’nin organlarına dair suçlama yok. Bağ olmadığı gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı böyle bir kaygıda hissetmiyor.

Bu belgeler yok değil. Bunlar mahkemelerde, savcılıklar da var. Dosyada yok. Bunların muhtemelen bir kısmı ya hiç yargılama konusu yapılmamıştır veya yargılama konusu yapılanların bir kısmı ifadeyi veren kişiler tarafından reddedilmiştir. Bu ifadeler esas alınarak, mahkumiyet kararı verilmemiş olabilir. Zaten başsavcının bu dosyada yapmak istediği şey baştan itibaren bu. Siyaset yasağı istenen arkadaşlarımızla ilgili soruşturma, kovuşturma bilgileri üst üste konulmuş ve kapatma davası açılmış. Çünkü bir izlenim yaratılmak isteniyor. Dosyada HDP’nin organlarına dair suçlama yok. Bağ olmadığı gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı böyle bir kaygıda hissetmiyor. Hukuksal bir kaygısı olsa gerçekten HDP ile arasında bir bağ kurar. Siyasetçiler hakkında açılan davaları, verilen beyanları sonuna kadar götürüp, onlara dair mahkemelerce bir karar verilip, verilmediğini, esas alınıp, alınmadığını sorgulamıyor.

İtirafçı ‘böyle diyorsa doğrudur’ mantığı var. Peki başkaca itirafçı beyanları var. AKP’nin IŞİD’le ilişkilerini ortaya koyan beyanlar var. Bu beyanlar esas alınarak, neden AKP’ye, iktidar mensuplarına, bakanlıklara herhangi bir işlem yapılmıyor. Çünkü o zaman ‘tek başına itirafçı beyanları esas alınamaz’ diyebiliyorlar. İşlerine gelmediğinde bu davada olduğu gibi kapatma davası açabiliyor. Daha dramatiği, bunların bir kısmı ceza mahkemelerinde mahkumiyetle bile sonuçlanabiliyor.

Bir diğer önemli nokta siyaset yasağı, iki iddianamede farklı isimler yer alıyor. Nasıl hazırlandı, ne amaçlanıyor? 

İddianamede 451 kişi hakkında siyaset yasağı isteniyor. Bu 451 kişi içerisinde geçmişten bugüne HDP listelerinde parlamentoya girmiş, HDP içerisinde siyaset yapan 127 milletvekili var. Şu anda HDP’nin 56 milletvekili bulunuyor ve 56 milletvekilinden 53’ü hakkında ‘siyaset yasağı’ isteniyor. Sadece Ali Kenanoğlu, Erol Katırcıoğlu ve Abdullah Koç vekilimiz hakkında siyaset yasağı istenmiyor. Bu öyle özensiz bir iş ki; ilk iddianame de bir başka milletvekilimizin ismi yok iken, ikinci iddianameye girmiş. İlk iddianamede ismi olanlar bugün listeden çıkarılmış. Özel olarak araştırılarak, yapılmış bir şey değil. HDP’de siyaset yapan herkese siyaset yasağı verilmek isteniyor. Sadece siyasetçilere bir yasak kararı verilmek istenmiyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının istediği şey, bir biçimde HDP’de siyaset yapmış herkesin yasaklanması, bir daha siyaset yapamaz hale getirilmesi isteniyor. Bu fikriyat felç edilmek isteniyor. Bu kadar milletvekilinin yer almasının tek nedeni bu, başka hiçbir açıklaması yok.

2013-2015 dönemine dair hem Kobanê hem de kapatma davasında HDP’yi suçlayan ifadeler var. Bu süreçte HDP’li siyasetçilerin Kandil’e gitmesinin iktidarın bilgisi ve izni dahilinde olduğu biliniyor. Bu nasıl “suç” noktasına getirildi? 

 Siyasal olarak da biz çözüm süreci nedeniyle HDP olarak yargılanmaktan rahatsızlık duymayız. Biz yargılanacaksak; çözüm sürecini başarıya ulaştırmamış olmaktan dolayı yargılanmalıyız.

Bu konuda hem hukuksal hem de siyasi olarak konuşmak gerekiyor. Çözüm süreci döneminde bu alanda görev alacak kişilerin gelecekte yargılanmalarının mümkün olduğunu çözüm sürecini yürütenlerin kendisi de dile getirmişti. Hatta Sayın Öcalan buna dair yasal düzenleme yapılması gerektiğini söylemişti. O tarihte Meclis’te bir yasa yürürlüğe kondu. 6551 sayılı yasa uyarınca çözüm sürecinde görev alanların, kamu görevlilerinin yargılanmasının önüne geçilmişti. Hukuksal olarak çözüm sürecinde görev almış olanlar, yapılan çalışmaların yargılanması 6551 sayılı yasaya da ayrıca uluslararası sözleşmelerin güvenceye aldığı barış hakkına da aykırıdır. Uluslararası sözleşmelerde Anayasa 90’a göre bağlayıcılığı vardır. Hukuksal olarak sağlam bir temele bağlanmadığını söylemek mümkün.

Siyasal olarak da biz çözüm süreci nedeniyle HDP olarak yargılanmaktan rahatsızlık duymayız. Biz yargılanacaksak; çözüm sürecini başarıya ulaştırmamış olmaktan dolayı yargılanmalıyız. Bu konuda bize bir suçlama yöneltilecekse ki bence bu olmalı. Biz yeterince üzerimize düşeni yerine getirmemiş olmalıyız ki -iktidardan bahsetmiyorum, kuşkusuz onlar çözüm sürecini bitirdiler- fakat biz bunu başarıya ulaştırmamaktan yargılanmalıyız. Halkımızın vicdanı karşısında bunu kabul ederiz. Onun dışında çözüm sürecinden HDP’nin bütün kadroları sadece onur duyar. Tek bir ananın gözyaşı dökmemesi, tek bir insanın bedeninin toprağa gömülmemesi için yürütülen çalışma, HDP açısından onur olarak nitelendirilebilir. Biz bunu ön savunmamız da dile getirdik. Uzun uzun çözüm sürecinin yargılanma konusu yapılmayacağını söyledik. Bunu tek taraflı olmadığını da dile getirdik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da ucunun bir gün AKP’ye, kamu görevlilerine ulaşacağını bildiği için esas hakkındaki mütalaasında ‘Hayır biz çözüm sürecinde görev yapan kamu görevlilerinin veya çözüm sürecinin kendisine bir suçlama yöneltmiyoruz’ demiş.

İddianamede tam tersi bir durum söz konusu… 

Kesinlikle, pratik onu göstermiyor. Bu davanın kendisi çözüm sürecini yargılamaktadır.

Sürecin yargılama konusu yapılmasında AKP’ye de bir mesaj mı?

Çözüm sürecinin iki tarafı vardı. Bir tarafta PKK, bir tarafta da devlet vardı. Aslında HDP sadece bu sürecin kolaylaştırıcısı olarak görev alıyordu.

Derin devletin dehlizlerinde ne tür hesaplar yapılıyor ya da AKP’den de rahatsız olan o devletin derin dehlizlerinde görev alanların planları nedir? Bilmiyoruz. Fakat çözüm sürecinin tarafı HDP değildi. Çözüm sürecinin doğrusunu söylemek gerekirse, iki tarafı vardı. Bir tarafta PKK, bir tarafta da devlet vardı. Aslında HDP sadece bu sürecin kolaylaştırıcısı olarak görev alıyordu. Aynı zamanda Meclis’te siyaset yürüten bir parti olarak hükümet, kamuyla bir ilişki yürütüyordu, PKK ile de üst düzey kadrolarıyla da bir dizi görüşme yürüttü. HDP burada en masum pozisyondaydı, çözüm sürecinin kolaylaştırıcısı rolündeydi. Ama çözüm sürecinin tarafları başkaydı. HDP’nin suç işlemiş gibi gösterilmesi, hiçbir adalet ilkesiyle, uluslararası sözleşmeler ve barış hakkı ilkesiyle bağdaşlaştırılamaz.

Esasa dair savunma hazırlığı süreci başladı. Nasıl bir hazırlık var, çerçevesi nasıl olacak? 

Şu anda bulunduğumuz hukuk bürosunda çalışmalarımızı yürütüyoruz. Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımızın da yer aldığı 11 kişilik bir grupla, kapatma davasının sürecini takip ediyoruz. Ön savunmamızı da bu ekiple yürüttük. Bunun yanı sıra dışarıdan akademisyenlerden destek aldık. Esas hakkındaki savunmamızı da aynı ekiple hazırlamaya çalışıyoruz. Savunma başlıklarımız aslında ön savunmada değindiğimiz konuları biraz daha ayrıntılı olarak dile getireceğiz. Ön savunmada siyasi yasak istenen arkadaşlarımızla ilgili bir değerlendirme yoktu. Hakkında siyasi yasak istenen 451 arkadaşımızdan AYM kaçına ulaşabildi ya da kaçı savunmasını gönderdi, bilmiyoruz. Bize ulaşan 240 arkadaşımız AYM’ye gönderdikleri savunma örneklerini bize de ulaştırdı. AYM’ye daha fazla kişi de savunma göndermiş olabilir. Onu tam olarak bilmiyoruz. Esas savunmamızda biraz da siyasi yasak istenen arkadaşlarımızın durumlarını AYM’nin dikkatine sunacağız. Özellikle çarpıcı gördüklerimizi ekleyeceğiz. Yoksa zaten arkadaşlarımız bireysel savunmalarını yapıyorlar. 

Fezlekeler konusunu, soruşturmalarda takipsizlik verilenleri, berat kararları verilenler, ismi karıştırılmış olanlar, hükmün açıklamasının geriye bırakıldığı soruşturmalar var. Bunlara da değineceğiz. Esas savunmamızda belediyelere atanan kayyım siyasetinin -ki iddianamede bir biçimde belediye eşbaşkanlarımıza özel bir yer verme vardı- esasında eşbaşkanlık sistemine yönelik olduğunu biliyoruz. İçişleri Bakanlığı’nın kayyım görevlendirmesinde temel argümanlarından biri de eşbaşkanlık sistemiydi. Bu yüzden de HDP’nin kadın siyasetine ilişkin bir değerlendirme ekleyeceğiz. Bunun içinde milletvekillerimizin, HDP Kadın Meclisi’nden olduğu bir ekip, bu konuda bir hazırlık yapıyor. Bunun dışında ön savunmada AYM’nin takdirine sunduğumuz savunmaların bir kısmını genişleterek, esas savunmamızı yapacağız.

Ek süre talebinde bulundunuz mu?

Ek süre talebinde bulunduk. Henüz bir karar verilmiş değil. Bir aydan az olmamak üzere süre talebinde bulunduk. Bunu takip edeceğiz, AYM’ye soracağız.

 Son AYM seçimlerinde de AKP’li bir üyenin seçilmesiyle birlikte parti kapatma için gerekli olan en az 10 “evet” oyunun sağlandığı yorumları yapılıyor. Siz AYM’deki dengelerin kapatmaya yansıyacağını düşünüyor musunuz?

Şu anda AYM’de göre yapan 15 üyenin tamamı AKP’nin iktidar olduğu dönemde atanmış kişilerden oluşuyor. Adalet ve Kalkınma Partili Abdullah Gül ve AKP’li Tayyip Erdoğan tarafından atanmış 15 üye görev yapıyor. Şunu söylemiyorum; 15 üyenin tamamı Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın emrinde görev yapıyorlar demiyorum. Fakat bir süredir AYM’ye yapılan atamalar o kadar çarpıcı ki; tüm kamu kurumlarında yapılanın bir benzeri görülüyor. Dikkat ederseniz, kamu kurum ve kuruluşlarının başında, yönetiminde eski AKP’li milletvekilleri var. Kamu bankalarının başında çok sayıda AKP’li milletvekili var. Fakat şimdi artık yargı mensupları da AKP’lilerden oluşuyor. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra bir yasa değişikliği ile daha önce avukatlık yapmış kişilerinde hakim ve savcı olarak atanmasının önünü açtılar. Bunlar için daha önce bir siyasi partide görev alıp, almama hakim olarak atanmada engel teşkil etmedi. 

AKP il, ilçe, genel merkez yöneticiliği, milletvekilliği yapmış kişilerden HDP hakkında açılan kapatma davasında farklı bir karar vermesini beklemek çok güç. Bu davanın hukuksal olarak hiçbir temeli yok.

Daha önce AKP’de il, ilçe örgütlerinde yöneticilik yapmış yüzlerce kişi bugün mahkemelerde hakim ve savcı olarak görev yapıyor. AYM’yi de bu hale çevirdiler. En son atanan Çorum Baro Başkanı Kenan Yaşar. 2011 yılında AKP’den milletvekili aday adayı olmuş, il yönetiminde görev almış bir kişi. Ondan önce atanan Selahattin Menteş, Adalet Bakanlığı yardımcılığından gelmiş. Yıldız Seferinoğlu 2002’den beri AKP’de yöneticilik yapan birisi, kurulduğundan iki dönem Bayrampaşa da yöneticilik yapmış.  İstanbul il yönetiminde yer almış. AKP’de Seçim İşlerinden Sorumlu Merkez Karar Yürütme Kurulu üyeliği, 26’ncı dönemde AKP Milletvekili ve sonrasında Yüksek Seçim Kurulu görevi yürütmüş. 20 yıllık AKP’li birisi, AYM üyeliğine getirilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın ataması da bundan farklı değil. Yargıtay kontenjanından atanacak AYM üyeliğine tek bir dosya bile incelemeyen Fidan, adeta paraşütle Yargıtay’dan geçirilerek getirildi. Dolayısıyla bu varyasyon içerisindeki bir mahkemeye güvenmek çok kolay değil.

Bu kadar politikleşmiş bir mahkemenin bağımsız, tarafsız, adil, hukuka uygun bir karar vermesini beklemek çok güç, çünkü doğrudan Cumhur İttifakı’nın yürüttüğü kampanya üzerine açılmış davadan bahsediyoruz. Tek bir tane AKP’li bu davayla ilgili ‘Bu dava yanlıştır. Siyasi partilerle ilgili kapatma davası açılmamalıdır. Yargılaması olan varsa mahkemelerde yargılanmalıdır’ dememiştir. Bu koşullar altında AKP il, ilçe, genel merkez yöneticiliği, milletvekilliği yapmış kişilerden HDP hakkında açılan kapatma davasında farklı bir karar vermesini beklemek çok güç. Bu davanın hukuksal olarak hiçbir temeli yok. Objektif, nesnel olarak bu davayı, iddianameyi, esas hakkındaki mütalaayı, ön savunmamız ve esas savunmamızı okuyacak asgari bir düzeye sahip hukukçu ‘Evet HDP hakkındaki kapatma davası doğrudur, HDP kapatılmalıdır’ diyebileceğini düşünmüyorum. Fakat seyir böyle olmayacak. Son dönemde Semra Güzel hakkında yürütülen kampanya, esas hakkındaki mütalaanın tebliğ edilmesinden sonra AYM’den umutlu değilim.

İktidar, HDP’yi kapatmakla amacına ulaşabilir mi?

HDP binalardan ibaret değil. HDP hakkında kapatma kararı verilebilir. Ancak bu fikriyat öyle ya da böyle akacak nehir olarak, mecrasını bulacaktır. Milyonların gönül verdiği, 6,5 milyon insanın oy verdiği, bundan çok daha fazla insanın oy vermek istediği bir partinin kapatılmasıyla bu hükümet amacına ulaşamayacak. Umarım HDP hakkındaki kapatma davası olumsuz sonuçlanmaz. Elbette biz bundan etkileniriz ama bu ülkede bundan herkes etkilenir. Türkiye demokrasisi etkilenir. Türkiye’nin geleceğine bir kara sayfa da daha eklenmiş olur. Umarım böyle bir karar verilmez. Ama böyle bir karar verilirse de HDP mutlaka akacağı yatağı bulacaktır. Bu nehri herhangi bir bendin ve settin engellemesi mümkün değil.

MA / Berivan Altan