Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Meclis Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te yaptığı basın toplantısı ile gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Partisinin yaptığı ön seçime değinen Temelli, bu ön seçim ile Türkiye siyasetine önemli bir iz bıraktıklarını ifade etti. Türkiye demokrasinin önündeki en büyük engellin tek adam, tekçilik ve vesayetçilik olduğuna işaret eden Temelli, “Bu ön seçimlerle biz aslında Türkiye demokrasisi açısından çok önemli bir adım attık. Devrim niteliğinde desem mübalağa etmiş olmam. Bunun önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde önemli izler bırakacağını ve önemli açılımlara vesile olacağını da söyleyebilirim. Halkımız iradesini bir kez daha seçimler olmadan büyük bir katılımla gösterdiği kayyımları istemiyoruz, kayyımlara mahkum değiliz, kentimizi de kendimizi de biz yönetmek istiyoruz dedi. On binler adeta büyük bir şölenle tepkisi demokratik bir siyaset içinde ortaya koymuştur. Umarım bu tabloyu Ankara iyi izlemiştir” dedi. 

‘DAHA BÜYÜK FELAKETLERE SÜRÜKLENİR’

Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Yargıtay’ın Can Atalay’a dair verdiği kararlar ve yaşanan tartışmalar yanı sıra Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’ya dair ifadelerine de işarete eden Temelli, “Adalet Bakanı da durumu kurtarmak adına adeta kılıf hazırlıyor. Diyor ki 8’inci yargı paketini getiriyoruz. Yargı reformu olarak nitelendiriyorlar, 7 tane paket getirdiler, 8’incisi geliyor, her paketten sonra Türkiye’de adalet sistemi daha çok çöktü. Türkiye hukuk devletinden daha çok uzaklaştı. Bu gelen pakette de bir reform olasılığı söz konusu değil. Yargıdaki sorunların artma nedeni, yargının siyasallaşmasıdır. İktidarın elinde adeta bir Demokles’in kılıcı gibi muhalefetin üzerinde sallandırmasından kaynaklanan sorunlardır. Yargı, fazlasıyla bağımlı, taraflı, siyasallaşmış durumdadır ve buna acilen son verilmesi gerekiyor. Buna son vermediğimiz sürece adalet sistemindeki bu çöküş ülkeyi çok büyük felaketlere sürüklemeye devam edecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ayakta tutmak uğruna adalet sisteminin çökertilmesi aslında ülkedeki büyük sorunların kaynağını oluşturuyor” dedi. 

‘BAĞIMLI, ÖZERK OLMALI’

Ekonomiye dair gelişmelere de değinen Temelli, Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e ve politikalarına değindi. Temelli, “Her ikisinden de gerçekten bir ciddiyetsizlik görüyoruz. Bunca ekonomik krizin içinde bunca ekonomik sorunların içinde bu denli bir ciddiyetsizlik aslında karşı karşıya olduğumuz sorunları açıklanması açısından da önemli bir fotoğraftır. Merkez Bankası başkanı ortada yok. 20 gün olmuş, Merkez Bankası başkanı ile ilgili bir sürü haber var, yorum var. Bunlara bırakın yanıt vermeyi, kendisi ortada yok. Kaldı ki bugün Merkez Bankasının neden özerk olması gerektiği daha net anlaşılmıştır. Merkez Bankası bağımsız olduğunda başka sorun yaratıyor siyasete bağlı olduğunda başka sorun yaratıyor. Oysa Merkez Bankaları özerk olmalı, denetime açık olmalı ve dolayısıyla bu özerklik sayesinde siyaset ve piyasalarla arasına mesafe koyabilir olmalıdır. Oysa bizim Merkez Bankamız bir tarafıyla siyasete bağımlı, bir tarafıyla da uluslararası finansa bağlı” diye konuştu. 

  

‘ALGI YAPIYOR’

Bir bütçe faciasıyla karşı karşıya olduklarını dile getiren Temelli, sözlerini şöyle sürdürdü: “2023 yılında bütçe açığı tahmini yaklaşık 700 milyar lira civarındaydı. Hatta 700 milyonun altındaydı. Sonra ek bütçe yaptık. 1.120 trilyonluk ek bütçe yapıldı. Ve o ek bütçe deprem için yapıldı. O bütçenin üçte ikisi depreme ayırdı. Kaynaklar, o ek bütçeye denk bütçe olarak yapıldı 2023’ün ortalarında. Peki denk bütçe yapıldıysa, bütçe açığı 657 milyar lira olarak kalması gerekiyor. Neredeyse iki katına çıktı. 1.4 trilyon bütçe açığı verildi. Daha vahimi faiz ödemeleri çıktıktan sonraki açık bile başlangıçtaki 675 milyarın üzerinde 700 milyar lira. Facia bununla da kalmıyor. 2024 yılı başlangıç bütçe açığı tahmini 2.7 trilyona çıkıyor. Yani 2023’te verilmiş olan açığın iki katına çıkıyor. Sayın Şimşek cevap vermeye başlamış, tasarruf yapmalıyız diyor. Defteri son yaprağına kadar ben kullanıyorum diyor. Valla bravo. Böylece defterleri son yaprağına kadar kullanırsak valiler kahveyi keser, tanıtıma son verir, arabaya binmez atla gidip gelirse 2.7 trilyonu kapatacak. Şimdi Şimşek'in ufku bu. Rakamları bilmiyor değil bence çok iyi biliyor, fakat algı yönetiyor, yani Fahrettin Altun’dan gerekli dersleri almış, algı yönetmeyi biz nasıl yaparız,  bunun peşinde ve bunu yapıyor.

SARAYDAN BAŞLAYACAKSINIZ

Sayın Şimşek 2.7 trilyonluk bütçe açığını kapatmanın yolu evet tasarruftan geçiyor. Ama nereden tasarruf yapacağınız önemli ben size söyleyeyim. Saraydan başlayacaksınız. Sarayda tasarruf yapacaksınız iki kamu özel işbirliklerini ele alacaksınız, bu konuyu yeniden değerlendirip, bu konudaki ödemeler üzerinden tasarruflar yapacaksınız. İletişim Başkanlığını da tasarruf genelgesinin içine yazabilirsiniz ama en büyük tasarrufu tartışmasız olarak savunma sanayi dediğiniz savaş bütçesinden yapacaksınız. Eğer bu ülkede silahlanmaya militarizme savaşa bu kadar kaynak gidiyorsa siz bırakın bu bütçe açığını kapatmayı 2,7 trilyon olan bütçe açığı yıl sonunda 3,5-4 trilyona kadar büyüyebilir bu potansiyeli taşıyor. 

SALDIRILAR NEDENİYLE AÇIK BÜYÜYECEK

Bu bütçe zaten yıl sonunu görmeyecek siz yine ek bütçe yapmak zorunda kalacaksınız. Kürt sorunun barışçıl demokratik çözümünü mümkün kılamadığınız sürece, hala Suriye’nin Kuzey ve Doğusuna, hala Irak Kürdistanı’na sürekli sınır ötesi operasyon adı altında yoğun bir savaş sürdürdüğünüz sürece bu bütçeden tasarruf çıkmaz, bütçe açık verir ve bu bütçe açığına toplum katlanmak zorunda kalır. Toplumun katlandığı nedir, yoksulluktur.

SERMAYEYE DESTEK ÇIKIYOR

Torba Yasada destek olarak çıka çıka sermaye desteği çıkıyor. 40 milyarlık  destek, 57 milyara çıkıyor. Çalışan başına 500 liradan 700 liraya işsizlik fonundan bir destek çıkıyor. Adı üzerinde işsizlik sigortası fonu işsiz kalanlara destek amacıyla oluşturulan bir fon, işverene desteğe dönüşmüş durumda. Torba Yasaya baktığımızda emekliler de var. Emeklilikte çok büyük bir adaletsizlik var. EYT ile beraber bu adaletsizlik daha da büyüdü. Stajyerler, çıraklar ve onların çalışma günleri sayılmadı. Prim ödemiş olmalarına rağmen sayılmadı. 1 milyonun üzerinde insan bu haktan yararlanmadı. Emekli olanlarla beraber bugün 16 milyon civarında emekli var, fakat bunların çok büyük bir kısmı açlık sınırının altında bir maaşa mahkum edilmiş durumda. En az emekli maaşı 10 bin lira yapıldı, asgari ücret 17 bin lira. Açlık sınırı şu anda 15 bin lira, yoksulluk sınırı neredeyse 50 bin lira. Bu rakamları alıştığımızda en az emekli maaşının 10 bin lira olması aslında 6 milyon emeklinin açık sınırının çok altında yaşamaya mahkum edilmesinden başka bir şey değil.

EMEKLİLER LEHİNE ÖNERGELER REDDEDİLDİ

Diğer tarafta, yüzde 37 civarında emekli zammı, yüzde 42’ye çıkarıldı. Bu yüzde 5’lik artışla emeklilere bir seçim döneminde artış sağlanmış oldu. Fakat bu artışın da bir karşılığı yok. Biz asgari ücret tartışmalarında şunu dile getirmiştik, dedik ki asgari ücret yoksulluk sınırının yarısı olsun. Bugün yoksulluk sınırı neredeyse 50 bin lira. Yani asgari ücretin 25 bin lira olması ancak yoksulluk sınırında dört kişilik bir ailede iki kişi çalışıyorsa tutunma ücretidir. Emekli maaşı en düşük maaşın bu düzeyde olmasını savunduk ama maalesef en düşük emekli maaşı 10 bin lira. Bu da ciddi anlamda Türkiye'de yoksulluğun işaret ediyor. Hem çalışan yoksulluğu hem emekli yoksulluğu hem kadın hem çocuk  yoksulluğu. Bütün bunları bir araya getirdiğinde aslında bu ekonomi politikalarının yarattığı maliyeti görüyoruz. Torba yasada önemli bir muhalefetimiz var. Bunu plan ve Bütçe komisyonu görüşmelerinde de dile getirdik. Önergelerimiz verdik. Ama verdiğimiz önergeler tahmin edebileceğiniz gibi sermayeyi desteklemekten başka hiçbir amacı olmayan AKP-MHP gruplarının birlikte kararıyla reddedildi. Aynı tabloyu bu hafta Genel Kurulda da hep beraber yaşayacağız. Yine emekliler, çalışanlar lehine önerge vereceğiz. Göreceksiniz. AKP MHP grupları o güçlü Saray ittifakları bu önergeleri reddedecek.   

ARAŞTIRILMALI

Bildiğiniz gibi Akdeniz’de kıyıya vuran cesetler konusu var. Beden bütünlüğünü kaybetmiş cesetler söz konusu. Bu konuda ciddi bir araştırmanın yapılması biran önce yapılması büyük önem arz ediyor. Bu insanlar nasıl yaşamlarını yitirdiler, nasıl bu hale geldiler? Tabi ki kurşunların yoğunlaştığı yer mülteci sığınmacı meselesidir. Akdeniz’de batan tekneler mi yoksa organ ticareti insan ticareti gibi bu mafyalaşmış süreçlerin sonuçlarında bu insanlar öldürülüp denize mi atıldı?”