Ülkede 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından 21 Temmuz 2016’da ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) 20 Temmuz 2018’de kaldırılmış olsa da bölge kentlerinde OHAL fiili olarak devam ediyor. Van’da da Valiliğin 15 günde bir aldığı eylem ve etkinlikleri yasaklama kararları ile OHAL kalıcılaştırılıyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Van Temsilciliği Sekreteri Sevim Çiçek, yasaklamalarla birlikte kente yaşanan hak ihlallerini ve yargıya yansıyan boyutunu değerlendirdi.

'İKTİDAR OHAL SÜRECİNİ FIRSATA ÇEVİRDİ'

Türkiye’de “güvenlikçi ve ayrımcı uygulamaların” yasaları yok saydığını söyleyen Sevim Çiçek, OHAL sürecinden sonra bu durumun daha da kaygı verici olduğunu belirtti. İktidarın OHAL sürecini otoriter bir rejim kurmak için fırsata çevirdiğini kaydeden Çiçek, “Sıkıyönetim uygulamalarını aratmayacak kısıtlamalar bugüne kadar hala devam ediyor. Bunun en önemli örneklerinden birini de Van’da yaşıyoruz.  Van’da 1 milyon 370 bin insan yaklaşık 4 yılık süreçte ifade, toplanma ve gösteri gibi en temel haklarını kullanamıyor. Van’da devam eden yasaklarla ilişkili olarak seçilmiş belediye başkanları görevlerinden alınıyor fakat onlara oy veren yüzbinlerce seçmen bununla ilgili herhangi bir tepki ve ifade hakkını kullanamıyor. Yurttaşın sivil topluma katılım alanı müthiş bir tahribata uğramış durumda. Buradaki amaç kendilerine yönelik eleştiriyi engellemek. Temel amaç iktidarı korumak ve maalesef yargının da buna alet olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.

'KOLLUK MÜDAHALESİ İŞKENCEYE VARACAK NOKTADA'

Valiliğin sıkıyönetim döneminde bile ilan edemeyeceği uygulamaların süreklileştiğini belirten Çiçek, valilik yasaklamaları gerekçe gösterilerek STK ve siyasi partilerin yapmak istedikleri eylemlerde kolluk kuvvetlerinin müdahalesinin işkence ve kötü muameleye varacak noktaya geldiğini söyledi. Çiçek, “Basının işini yapması engelleniyor, milletvekilleri il binalarında bile basın açıklaması yapamıyor. Açıklama yapmak isteyen milletvekili ablukaya alınıyor. Çekim yapmak isteyen basının kameraları kapatılıyor, hatta basın mensuplarına yönelik fiziksel, tehdit ve hakarete varan müdahaleler söz konusu oluyor. Bu ağır insan hakları ihlali aynı zamanda bir demokrasi ihlalidir. Siyasal erki elinde bulunduranların sadece yasama ve yargı organları tarafından değil, medya ve sivil toplum tarafından da denetlenmesi demokrasinin gereğidir. Yine bu en temel haklardan olan ifade, örgütlenme, gösteri hakları demokrasi ilkelerindendir. Fakat bu son 5 yıllık sürece baktığımızda Türkiye’de en temel insan haklarını kullanmasında ciddi bir sınırlandırma ve yasaklayıcı bir zihniyetle karşı karşıyayız” dedi. 

'ŞİDDET ADLİ RAPORLARA YANSIMIYOR'

Çiçek, “gözaltı süreçlerinde başlayan orantısız müdahalelerin gözaltı merkezlerinde de devam ettiğine dikkat çekerken, kişilere çıplak arama, gözaltı esnasında şiddet ve darp izlerine adli raporlarda yer verilmediğini ifade etti. Çiçek, “Yani bir şekilde sağlık kuruluşlarının aracılığıyla işkence aklanması gibi bir süreç yaşanıyor. Bu şiddet durumu savcılığa beyan edildiğinde göz önüne alınmıyor, üstü örtülüyor. Bu cezasızlık kültürü hak ihlallerindeki en önemli sorunlardan biri.  Kişi hiçbir ceza ödemeyeceğini bildiği için daha hoyrat, daha pervasız şekilde yaklaşıyor” şeklinde konuştu.

'TUTUKLAMALAR İNTİKAM ARACI OLARAK KULANILIYOR'

Mahkeme süreçlerini de değerlendiren Çiçek, savcılıktan mahkemeye sevk edilen kişiler için tutukluluk halinin istisna bir durum olması gerektiğini, ancak son 5 yıldır tutuklamanın “intikam aracı olarak kullanıldığını” vurguladı. Yeterli delil ve iddianame olmamasına rağmen gözaltların çoğunluğunun tutuklulukla sonuçlandığının altını çizen Çiçek, “Bu darbe girişiminden sonra çok fazla insan tutuklamasından kaynaklı cezaevlerinde kapasitesinin üzerinde bir yoğunluk oluşmuş durumda. 8 kişilik koğuşlarda 25 kişinin kaldığı durumular oluyor. Hatta bazı cezaevlerinde yere yatak kuruluyor. Adım atacak yerin kalmadığı durumlar yaşanıyor. Cezaevine alınmadan önce çıplak arama, darp etme durumu yaşanıyor. Koğuşa alınmadan önce bir hücrede tutuluyor ve bu hücreler hijyen ve sağlık açısından uygun olmadığı gibi, cezaevi memurları tarafından temizlik malzemesi getirtilip oralar tutuklulara temizletiliyor.  Koğuşa gidene kadar temizlik malzemesi, çatal, kaşık, çarşaf en temel ihtiyaçların verilmediğini gelen raporlardan biliyoruz” diye aktardı.

'HASAT TUTUSAKLAR YAŞAMINI YİTİRİYOR'

OHAL sürecinde cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin pandemi süreciyle birlikte arttığına dikkat çeken Çiçek, cezaevlerin en riskli gruplar içinde yer aldığını kaydetti. Adalet Bakanlığı’nın “Önlem aldık” açıklamalarının tam tersine tutsakların var olan haklarının da kısıtlandığını ifade eden Çiçek, “Adalet Bakanı verileri şeffaf bir biçimde paylaşmıyor. Ancak ulaştığımız rakamlara 500’ü ağır olmak üzere bin 334 hasta tutsak bulunuyor. Bunlar en az rakamlar diye biliriz. Var olan haklarının kısıtlanması da tutsaklar için bir risk oluşturuyor. Hasta tutsaklar revire ya çıkarılmıyor ya da geç çıkarılıyor ve kimi zaman hastaneye sevkleri yapılmıyor. Tutsaklara hastane sevki için uygun olmayan ring araçları dayatılıyor, hastaneye getirip götürülürken yapılan aramalar rahatsızlık oluşturuluyor. Ayrıca hastaneden getirildikten sonra kalabalık koğuşlarda karantina sürecine maruz bırakılıyor. Bu süreç yeni gelen ya da sevk edilen kişilerin gelmesiyle uzuyor. Hasta tutsaklar zamanında ve yeterli tedavi imkânları olmadığı için yaşamını yitiriyor, hastalıkları ağırlaşıyor ya da hastalıklarına yenileri ekleniyor” sözlerine yer verdi.

'KOROMA DEĞİL YASAKLAMA ZİHNİYETİYLE YAKLAŞIYORLAR'

Tutsaklara yönelik uygulamaların hasta tutsakların hastaneye gitmek istememesine sebep olduğunu söyleyen Çiçek, tutsakların radyo, televizyon, dergi gibi iletişim araçlarının verilmediğini belirtti. Çiçek, şöyle konuştu: “Pandemi sürecine koruma değil de yasaklama zihniyetiyle yaklaşıldığı için tutsakların açık alan, sohbet, spor gibi etkinlikleri faaliyetleri engelleniyor. Havalandırmaya çıkarılmamakta çıkarıldıkları süre ise yasanın çok az altında tutuluyor.  Tutuklular en temel hakları için zaman zaman açlık grevine giriyor. Hijyen malzemeleri verilmediği için tutsaklar cezaevi kantininde alış veriş yapmak zorunda kalıyor ve bu ürünler kantinde çok yüksek fiyatlarda satılıyor. Ekonomik durumu olmayan tutsaklar bunu karşılayamıyor. Bu kaygı verici bir durum.”