Türkiye’nin kimi bölgelerinde son yıllarda aşırı yağışlar, kimi bölgelerindeki yağış oranlarının düşüşü ve beraberindeki kuraklık sorunu bilim insanlarını kaygılandırıyor. Yapılan açıklamalarda Türkiye'nin kuraklık haritalarında yağışların mevsim ortalamasının altında olduğuna dikkat çekiliyor. NASA Ulusal Kuraklık Azaltma Merkezi, Yerçekimi Kurtarma ve İklim Deneyi İzleme (GRACE-FO) uydu ölçümleriyle, Türkiye'nin bir çok bölgesinin şiddetli kuraklıkla karşı karşıya kaldığı vurgulandı. Bu durum Meteoroloji Genel Müdürlüğü ile Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine yansısa da, bakanlık çözüm yerine yurttaşlara tavsiyelerde bulunuyor. Sonbahar ve kış yağışlarının da yok denecek kadar az olduğu Türkiye’de birçok baraj ve göl suyu seviyesi de kritik eşikte seyretti. 

TARIM ALANLARI KAYBOLUYOR

Van ve bölge kentleri de kuraklık sorunuyla karşı karşıya. Van Gölü’nde yaz aylarında gözle görülür çekilmeler yaşanırken, bölgedeki barajların seviyesi ise yüzde 50’nin altına düştü. Bölgede hayvancılık ve tarım önemli geçim kaynakları olmasına rağmen yaşanan kuraklık nedeniyle tarım alanlarının büyük bir bölümü ise ekilemiyor. Yine kuraklıktan dolayı tarım kentleri olarak bilinen Van ve Kars gibi iller samanı başka kentlerden almak zorunda kalırken, Iğdır’da ise tarım yine aynı seviyelerde geriledi. Ovadaki ürün niteliğinin düşmesinin yanı sıra Iğdır’da geçtiğimiz aylarda kentteki kayısı ağaçları mevsim değişikliklerinden kaynaklı yandı.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Alaeddinoğlu, yaşanan kuraklığı Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi. 

TEMEL SORUN KURAKLIK!

Küresel ısınma olarak adlandırılan sürecin bundan da sonra da devam edeceğini söyleyen Alaeddinoğlu, sürecin sonrasında en temel sorunun ise kuraklık olarak ortaya çıkacağına işaret etti. Temelde sorunun yağışla ilgili olmadığını belirten Alaeddinoğlu, yağışın yıl içinde düştüğü miktarda ciddi bir değişikliğin farklılık göstermediğini ifade etti. Alaeddinoğlu, “Sıcaklıkların artmasıyla birlikte mevsimlerle ilgili bir takım yer değiştirmeler söz konusu. Örneğin havzaya düşen yağışlar, sonbaharda Ekim gibi başlar ve yağışlar kış aylarında yoğunluk olarak düşerdi. Bugün artık bu durumun değiştiğini görebiliyoruz. Sonbaharda düşmesi gereken yağışların düşmediğini, kıştan ilkbahara kaydığını ya da kışın son aylarında yoğunlaştığını görüyoruz. Kar şeklinde düşen yağışlar da yağmur şeklinde düşmeye başladı. Havzaya düşen yağışla ilgili temel bir sorun yok. Temel sorun buharlaşmayla ilgili. Küresel iklim değişikliği dediğimiz şey sadece yağışın azlığı ile ilgili bir olay değildir. Yağıştaki o zamansal farklılaşmadır. Örneğin sonbahar aylarında düşmesi gereken o kar yağışının düşmemesidir. Kar şeklinde düşmesi gereken yağışın yağmur şeklinde düşmesidir. Ya da 3 ay boyunca düşmesi gereken yağışın bir günde düşmesidir. Yine 1-2 yıl hiç yağış olmazken bir sonraki yıl birden metrelerce kar yağışı şeklinde yağışın düşmesidir. Bunların tamamı sorundur” diye konuştu. 

 HAVZAYA SU AKIŞI ZOR 

Yağışların farklılık göstermesinin havza açısından olumsuz olduğunu aktaran Alaeddinoğlu, “Buraya dışarıdan su akışını sağlamak çok zor. Bölgeye düşen yağışın bu havzaya yeterli olması ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmasına imkan vermesi gerekiyor. Ancak; var olan sıcaklıktaki artış havzaya düşen yağışın verimli olarak kullanılmasına engel oluyor. Çünkü düşen yağışın önemli bir kısmı buharlaşarak atmosfere karışıyor. Dolayısıyla ne toprak bundan faydalanabiliyor ne de akarsu yataklarından akışa geçerek barajlar ya da diğer türlü sulama kanallarına ulaşabiliyor. Bu da havza açısından ciddi bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkıyor” diye tanımladı. 

‘ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ DAHA KURAK’

Şuan ülkede önemli bir kuraklığın olduğunu vurgulayan Alaeddinoğlu, “Geçmişte bu durumlar yaşandı. Örneğin bir 6-8 yıl yağışlı bir dönem, sonrasında ise 7-8 yıl kurak bir dönem yaşandı. Ancak bu dönemler geçiş şeklindeydi. Ama bugün içinde bulunduğumuz süreç öyle bir süreç değil. Kuraklık, küresel iklim değişikliğinin etkisiyle artık hayatımıza girdi ve bundan sonra da devam edecek. Önümüzdeki süreçte yağışlı dönemler karşımıza çıkmayacak. Kurak, daha kurak dönemler şeklinde karşımıza çıkacak. Bundan sonraki süreci o şekilde düşüneceğiz. Ona göre yöntem ve tedbirlerimiz her neyse onu planlayarak yapmamız gerekiyor” ifadelerinde bulundu. 

İÇME SUYU TÜKENEBİLİR

Bölgenin su kaynaklarının yönetilmesi gerektiğine dikkat çeken Alaeddinoğlu, Van havzası etrafının yüksek dağlarla çevrili olduğunu belirterek, Kuzey, Batı ve Güneyde bulunan dağlık alanın sadece göle bakan yamacındaki suyun havzaya döküldüğünü kaydetti. Alaeddinoğlu, şöyle devam etti: “Yağış yağmur şeklinde düştüğü için toprağa sızmıyor. Yüzeysel veya sağanaklar şeklinde gerçekleşiyor. Toprağa sızmadığı için yüzey akışına geçiyor. Kar şeklinde düşerse kar yavaş yavaş eriyor. Özellikle ilkbaharda toprağa sızıyor ta ki en alt katmanlara yani geçirimsiz katmanlara kadar iniyor. Dolayısıyla oradaki katmanlar aracılığıyla yüzeye çıkan o sular da aslında hem akarsuları besliyor hem de kentin içme suyu ihtiyacını karşılıyor. Ama; kar şeklinde düşmezse, muhtemelen 10 yıl sonra o aşağıya inen sular ortadan kalkacak. Bu nedenle de bugün içme suyu olarak kullandığımız kaynaklar tükenecek.”

ÖNLEMLER ALINMALI

Bu durumun temel bir risk olduğunu vurgulayan Alaeddinoğlu, kentin içme suyuyla ilgili çalışmaların yapılması gerektiğini söyledi. Van’da yaşanacak içme suyu sorununa dikkat çeken Alaeddinoğlu, “Çünkü önümüzdeki belki 20 yıl içerisinde kent susuzluk sorununu kademeli bir şekilde değil birden yaşayabilir. Kar suları ortadan kalkarsa muhtemelen karşımıza ciddi bir kuraklık çıkacaktır. Dolayısıyla kapalı havza olduğu için dışarıdan su getiremeyeceksiniz. Havzayı yönetmekte çok zor olacaktır. Şimdiden önlemler alınması gerekiyor” dedi.  

KAYBOLMAK ÜZERE

Türkiye’nin birçok bölgesinin tarım alanlarındaki çeşitliliğini kaybetmek üzere olduğunu dile getiren Alaeddinoğlu, İç Anadolu’nun kaybettiğini, Ege ve Akdeniz bölgesinin de yakın zamanda bu çeşitliliği kaybedeceğine dikkat çekti. “Tarım yapabilmeniz için sizin suya ihtiyacınız var” diyen Aleaddinoğlu, “Su kaynaklarını eğer sağlıklı bir şekilde elde edemiyorsanız, bırakın tarım alanlarının sulamasını, içme suyunu bile dışarıdan getirmenizin maliyeti çok yüksek olacaktır. Mevcut su kaynakları bu şekilde devam eder ve yönetemezsek, muhtemelen önümüzdeki yıllarda sulu tarımı hayata geçiremeyeceksiniz. Bu kesinlikle verim kaybına neden olacaktır. Aynı şey hayvancılık için de söz konusu. Van’da, Türkiye’nin en yüksek organik tarım ve yem bitkileri üretilen alanlardan bir tanesi. Önlem alınmazsa o da ortadan kalkacaktır” diye konuştu.  

'ÇÖZÜLEMEZ AMA YÖNETİLEBİLİR'

Kuraklık sorununun çözülemeyeceğinin altını çizen Alaeddinoğlu, bu durumun küresel ısınmanın bir sonucu olduğunu vurguladı. Küresel ısınmanın yarattığı su ya da kuraklık tehdidinin, Kovid-19 salgınından daha önemli olduğuna işaret eden Alaeddinoğlu, salgında kullanılan yeni kavramlarla birlikte küresel iklim değişikliğinin de dünyaya yeni kavramlar öğreteceğini kaydetti. Alaeddinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ancak ne yaparsınız? Önlem alabilirsiniz. Dünyanın farklı ülkelerinde havza-su yönetimleri vardır. Havzadaki insanların hem yaşamlarını hem de orada yaşayan canlıların, doğal yaşamın getirdiği tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için önceden yapılmış planlı hareketler vardır. Buraya uygun herhangi biri tercih edilebilir. Ama yönetilebilir olması gerekiyor. Sorun başlamadan bu sorunun çözülmesi gerekiyor aksi takdirde sorun baş gösterdiğinde çözme imkanımız da olmayacak.. Bahsettiğim şeylerin maliyeti yüksek olan şeyler. O gün altından çıkamayacağınız büyük rakamlar. Bugünden öngörüp belki ona göre adımlar atabilirsek, geleceği kurtaramayabiliriz ama en azından yönetebiliriz.”

MA / Özlem Yayan - Melek Şahin