Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van İl Örgütü, kentte yaşanan ekonomik sorunları tartışmak üzere HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temeli’nin katılımıyla esnaf ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle bir araya geldi. Beyaz Saray Düğün Salonu'nda düzenlenen etkinliğe Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK), DİSA-DER,  Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TUHAY-DER), İnsan Hakları Derneği (İHD) üyeleri, kent vekilleri, Belediye eşbaşkanları ve BDP'li yöneticiler katıldı.

Programda konuşan KESK Dönem Sözcüsü Bedri Yamaç,  Türkiye’de büyük bir ekonomik krizin yaşandığını söyledi. Krizden en çok emekçi ve yoksul kesimin etkilendiğini belirten Yamaç, Olağanüstü Hal'den (OHAL) sonra Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile işinden edilen emekçilerin sayısına dikkat çekti.  

Yamaç'ın ardından konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, ülkede basının durumuna işaret ederek, gözaltında olan gazetecileri hatırlattı. Gözaltındaki gazetecilerin serbest bırakılması için Adalet Bakanı'na çağrısında bulunan Temelli, haksız ve hukuksuz tutuklamalara son verilmesini istedi. 

Temelli'nin konuşması şöyle: "Kapitalizm zaten sistemin kendi çalışma dinamikleri gereği krize sürüklenir. Krizden kaçamaz. Çünkü üretim ilişkileri doğasında krizi barındırır. Emeği sömürdükçe daha fazlasını ister. Sermaye biriktirmek için biriktirir. Daha fazla emek sömürüsü, aslında daha fazla krizden başka bir şey değil. Bu artı değer sömürü düzeni her krize sürüklendiğinde krizden çıkışın yolunu toplumsal, insanlık adına yıkım mekanizmasında arar. İki büyük dünya savaşının ortasında kapitalizm en büyük krizini yaşamıştır. 29 krizini yaşamıştır. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük savaşla bu krizini aşmış ve sonrasında yeni bir üretim biçimi olarak 1950’leri, 60’ları kapitalizm yaşamıştır.  İnsanlara o modernite dediğimiz yani kapitalist yaşam biçimini dayatılması, yegane yaşam biçimi olarak  sunmasından başka bir şey değildir. Emeğin, özgürlüğün ortadan kalktığı, makinenin esiri olmaktan başka bir şey değil.

Kapitalizmin krizini aşmak için nasıl ki anti kapitalist üretim anlayışıyla hareket etmemiz gerekiyorsa aynı zamanda kapitalist moderniteyi aşmaya yönelikte anti kapitalist bir üretimle barışıp  toplumsallığı var etmeliyiz. Son 40 yıla baktığımızda bütün gelişmeler bize bunu gösteriyor. Neoliberal dediğimiz bu dönem boyunca sömürü, doğa talanı daha fazla yükselmiş, insanlık adına yıkım sergilenmiştir. Kapitalist yaşam biçimi daha fazla insanların kendi girdabına çıkan bir hayatı da dayatmaya devam etmiştir. O yüzden mücadelemiz, ortaya konulacak bütün alternatif seçenekler bu dinamiğin farkında olmak zorundadır. Üretirken, yönetirken başka bir dünyanın mümkün olacağına hareketle bir anlayışını seslendirmeliyiz. Toplumsal dönüşümü var etmeliyiz. Kurtuluşun yolu bu girdaptan çıkmaktan geçiyor.

‘KÜRESEL YIKIMIN HAYAT BULDUĞU YER ORTADOĞUDUR’

Son 25 yıla baktığımızda tüm küresel çapta yaşanan yıkımları ne denli ciddi boyuta ulaştığını artık hep birlikte izliyoruz.  Küresel yıkımın ki küreselleşme dönemi olarak önümüze çıkan, hatta Berlin duvarı yıkıldığında ‘işte tarihin sonu budur’ diye bize pazarlanan ve bütün o küreselleşme anlatılarının arkasındaki yıkımın en çok hayat bulduğu coğrafya Ortadoğu'dur. Bu yüzden de bugün kapitalist moderniteye karşı seçeneğin verildiği yer Ortadoğu'dur. Rojava bu anlamıyla bir seçenek üretiyor. Bu gidişatın nasıl başka bir şekilde olacağını tüm insanlara anlatıyor.  Bu yüzden Rojava’nın üzerine üşüşüyorlar. Bugün ABD, Rusya, Avrupa’ya baktığınızda krizin içinde debelendiklerini görürüz.  Bu krizi aşmanın yegane yolu insanları daha fazla sömürmek, doğayı daha fazla talan etmek ve savaşı ekonomik çıkar olarak görmekten geçiyor. Karşı karşıya kaldığımız budur. Ama bu karşılaştığımız meseleden çıkış var. HDP olarak siyasetimizin merkezine bunu oturtuyorsak, bu seçeneğe kararlılıkla devam ediyorsak meseleyi doğru yerden ele aldığımızla çok alakalıdır. Bu fikriyata bağlı olarak program geliştirme idamız vardır.

‘İNSANLARI MALİYE UNSURU GÖREN BİR AKIL VAR’

Dünyanın her yerinde bu sömürüye karşı insanlar sokaklarda isyan ediyor. Sömürü o denli ciddi boyutlara ulaşmış ki sadece emek sömürüsü sınırlarında kalmamış, yaşam hakkı ihlallerine kadar ulaşmış. İnsanları bir mailliye unsuru olarak gören bir akılla karşı karşıyayız. Yapay zeka çalışmalarının bu denli odaklanmasının nedeni, insanları artık taşınamaz bir maliye olarak gören bir anlayışla karşımıza çıkıyor. Bu anlayışa sımsıkı sarılmış, bütün değerlerini yitirmiş bir iktidarla 17 yıl geride bıraktık. Neoliberalizmin şampiyonluğuna bu denli hevesle koşan başka bir iktidar yok. ‘ABD kürsülerinde, siyasetinde bu kapitalsizimde yol alamayız’ söylemleri yer alırken Avrupa Birliği'nde, ülkelerinde yeniden 'sosyal programları nasıl hayata geçirebiliriz' tartışmaları yaşanıyor. Fakat  Türkiye hiç bu tartışmalara girmeksizin neoliberalizmin bütün yıkıcı etkilerini topluma dayatmaya devam ediyor. Bu tabloya sımsıkı sarılmak isteyen, hala bununla beslenen iktidarın ayakta kalmasını sağlayacak araçlar savaş, ayrımcı ve Kürt düşmanlığı politikalarıdır. Her kesimin çok ciddi sorunlarıyla karşılaşırsınız.  Bu maddi sorunların arkasında siyaset vardır. Siyaset yapma hakkımız da gasp ediyor. Kayyum tam da budur. Bu yüzden iktisadi haklarla sınırlı bir mücadele alanı tek başına mümkün değildir.

‘TÜRKİYE’DE HALKLARIN YÜZDE 70’İ AÇLIK SINIRININ ALTINDA’

Dün bütçe görüşüyor Meclis'te. Halkın bütçesi gasp edilmiş durumda. Cumhurbaşkanı hükümet sistemi denen uydurma sistemi bir bütçe hazırlayıp Meclis'e gönderiyor. Meclis'te çoğunluk onlar. Bütçe geldiği gibi geçiliyor. Bu bütçeden yaklaşık 260 bin lira güvenlikçi politikalara ayrılmaktadır. Topluma baktığınızda birinci derdi yoksuzluktur. Ama bütçenin ayırdığı savaş politikalarıdır.  Bu savaşın yegane nedeni iktidarın kendisini ancak bunun üzerinde tutabildiği bir zemin olmasıdır. Tel Rıfat’ta yaşanan vahşeti gözler önündedir. Oradaki insanların yaşam hakkını gasp eden bu anlayışın nedeni savaş politikalarıdır.  Emek sömürüsünün arkasında bunu görürsünüz. 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınır 7 bin liradır. 4 kişilik bir aileye 7 bin lira ulaşmamaktadır. Türkiye’de hane  halklarının yüzde 80'i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Açlık sınırı altında insanlar asgari ücret alıyor. Türkiye’de çalışanların yüzde 70’i asgari ücretle çalışıyor. Sömürünün boyutunu okuduğunuzda bunu görürsünüz.  

‘BU İKTİDARDAN KURTULMANIN ZAMANI GELMİŞTİR’

Dün ülke canlı fıkra yaşadı. Termik santrallerle ilgili uygulanmış bir karar  Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. İnsanlara Cumhurbaşkanı'nın insanların temiz havasına nasıl sahip çıktığı pazarlamaya çalışıldı. Sen söyledin o kanun teklifini. Ne oldu da başka bir çözüm buldular. Halkın sağlığı değil. O filtrelerin bedelini emekçilere, insanlara nasıl ödeteceklerinin yolunu bulmuşlar. O bacaların filtresini halka ödetecekler. Çiftçi yoksul ve çiftçinin hakkı olan şeye ilk el koyan elektrik idaresidir. Ya Ziraat ya da Halk Bankası'ndan kredi açılacak. Termik santrallere filtre takılacak. Bu büyük bir soygunun parçasıdır. Madem bu kadar doğa düşünüyorsunuz. O zaman bu Kaz Dağları'ndaki vahşet niye? Bunlar cehaletin vücut bulmuş hali. Sabahtan akşama kadar halka boş laflar söylüyorlar. Bu oyunları tutmaz. Bu anlamda bütün emekçiler sömürüye karşı yan yana gelmeli. Sömürüye karşı toplumsal muhalefeti örgütlemelidir. Bu sömürüye karşı çıkmanın yolu ya omuz vereceksiniz ya omzuna çökecekler. Acının boyutu siyanür içti insanlar. Neden insanlar intihar ediyor? İnsanların kaynağını alıp hiç utanmadan insanlara zulmü dayatmaktadır. Mesele Edirne, Kocaeli, İzmir, Antalya’nın meselesidir. Bu mesele sadece bizim meselemiz değil. Bir zahmet sen de meselene sahip çık. Ellerinde tehditten başka bir şey kalmamış. Bu yüzden diyoruz; ancak bu iktidar giderse Türkiye'de gerçek sorunlarımızı konuşabilecek çözüm bulabileceğiz. Bu yüzden erken seçim dedik. Bu kapitalist zihniyetten, iktidardan kurtulma zamanı gelmiştir. “