Türkiye siyaset tarihine “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlar, siyasi, idari ve toplumsal alanlarda büyük değişimlere yol açan bir süreç oldu. Ankara Sincan’da tankların yürütülmesiyle hafızalara kazınan darbeyi dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, "demokrasiye balans ayarı" olarak nitelendirse de hükümetin düşürülmesi amaçlandı. Sonrasında başörtülü insanların eğitim hakkının engellenmesi ve kamudan ihraçlar gibi mağduriyetler yaşandı.

O dönem birçok kadın başörtüsü ile kamusal alana dahil olabilmek için devlet politikalarına karşı mücadele etti. Bugün birçok kadın, kendini dönemin mağdurları olarak niteleyen ancak bugün kadın mücadelesini hedef alan iktidarın uygulamalarına karşı mücadele ediyor.

VESAYETİN TEZAHÜRÜ 

Dönemin mağdurlarından ve tanıklarından Fatma Bostan Ünsal, 28 Şubat’ın dindar, muhafazakar insanların, özellikle de kadınların bütün kamusal alandan dışlanması şeklinde kafalara yerleştiğini belirtti. O dönem kadınların başörtüsü konusunda verdiği mücadeleyi hatırlatan Ünsal, “Bütün partilere giderken, en olumsuz tavrı takınan parti MHP’ydi. Zaten Merve Kavakçı’nın da Türk vatandaşlığından düşürüldüğü Bakanlar Kurulu kararında, Devlet Bahçeli’nin de imzası vardı. Türkiye de eskiden beri olagelen yargı ve askeri vesayetin bir tezahürüydü 28 Şubat ve ilk değildi” dedi.

AKTÖRLER YENİDEN SAHNEDE

2002 seçimlerinde halkın o dönem parlamentoda bulunan herkesi ağır bir şekilde cezalandırdığını ve baraj altında bıraktığını anımsatan Ünsal, “Türkiye’de çok görünür bir şekilde askeri ve yargı vesayeti bir müddet daha devam eder gibi oldu. Örneğin AK Parti veya DTP’ye açılan kapatma davaları gibi. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden sonra bu tür görünür yargı ve askeri vesayet kalkmıştır ama izah edemeyeceğimiz rutin siyasetin, hukuk devletinin dışında başka olayları da görüyoruz. Bu olaylar olurken, yine Devlet Bahçeli’yi görüyoruz maalesef. 28 Şubat döneminde önemli bir aktör olarak MHP ve Devlet Bahçeli vardı, bugünde içerik olarak aynı olmasa dahi, başörtüsüne yönelik olarak bugün itirazı yok ama siyasetin normal ve rutin uygulaması dışındaki, hukuk devleti dışındaki bazı pratiklerin destekçisi olarak görüyoruz. 2002 seçimlerinde halk, 28 Şubat ve sonrasındaki bütün herkesi gömmüşken, siyasi hayatını bitirmişken, 28 Şubat aktörlerinin yeniden sahneye çıktığı ve hukuk devleti dışındaki uygulamaların destekçisi olduğunu görüyoruz” diye belirtti. 

’28 ŞUBAT’I AŞAN UYGULAMALAR’

28 Şubat’ın hukuk devletine aykırı uygulamaların yapıldığı bir süreç olarak tanımlandığını belirten Ünsal, sürecin devam ettiğini ifade etti. Ünsal, günümüzde 28 Şubat’ı aşan hukuk dışı uygulamaların olduğuna dikkat çeken Ünsal, “15 Temmuz darbe girişiminden sonra fiili ilan edilen OHAL kalktıktan sonra uygulamaları devam etti. Koronavirüsün bir anlamda suiistimal edilerek, OHAL uygulamalarının devamına hizmet eder şeklinde kullanıldığını görüyoruz. İnsanların sağlığı bahane edilerek, basın toplantıları engelleniyor. Kimin yaptığına bağlı olarak bu değişiyor. AK Parti kongrelerine izin verilirken, başka kesimlerin rutin bir faaliyetinin yapılamadığını görüyoruz. Kişiye veya grubu göre muameleyi görmüş oluyoruz. Buda 28 Şubat’ın bir başka devamlılığıdır” diye konuştu.

ÇIPLAK ARAMA

Bugünün hukuk dışı uygulamaların kendini dönemin mağduru olarak tanımlayan AKP’nin eliyle yapıldığının altını çizen Ünsal, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in çıplak aramayı gündeme getiren kadınları hedef almasına tepki gösterdi. Ünsal, geçmişten hiçbir dersin alınmadığını söyleyerek, “Özellikle başörtülü bir arkadaşın olmuş olması, gerçekten çok rahatsız edici bizler için. Çünkü daha hafifseniyordu, başörtüsü için direnenler biraz böyle eleştiriliyor gibiydi. Biz bu konuyu insanlara anlatmaya çalışıyorduk. Şimdi çıplak aramaya uğrayanlar, bunu çeşitli şekillerde ifade ederken, itham ediliyor. Kendi kafasına göre zamanında olmadığı için. Kadının beyanı esas alınması, kadınlar ve tüm dünya için bir kazanımdır. Suç kabul edilip ceza verilmesi anlamında değil, harekete geçmek için, ne olduğuna yönelik bir inceleme yapmak için beyan esas alınır. Bir şekilde ifade edilmişse, yapacağımız şey hemen harekete geçip, yapanları cezalandırmak olmalı. İktidarı korumaya gerek yok. İktidar yanlış yapabilir ve yanlış yapmaya ihtimali çok olan bir iktidar” şeklinde konuştu.

Ünsal, şunları söyledi: “Sadece güçlü olanın her yaptığının meşru görülmesi gerektiği bir anlayış. Başörtü yasağı da meşru olur, tam tersi de meşru olur. Ama buradan çıkması gerekiyor Türkiye’nin. İnsanların temel hakları olduğu ve devletin buna saygı göstermesi gerekiyor. Devlet hem müdahale etmeyecek hem de müdahale olduğunda bunu engelleyecek. Parlamento, iktidarları dengelemek için var ama Türkiye parlamentosu böyle değil. Milletvekilleri milleti temsil etmiyorlar, talimata göre ellerini kaldırıp indiriyorlar. Güçsüzün her yaptığı suç, güçlünün her yaptığı meşru oluyor.”

YÜZLEŞME VURGUSU

Darbelerle yüzleşilmesi gerektiğinin altını çizen Ünsal, “Cezai ve yargı anlamında bir yüzleşme düşünmüyorum. Türkiye’de insan öğrenen bir varlık olmaktan çıkıyor. Yeniden aynı hatalar uygulanıyor. Sıkıyönetim Kanunu’na göre bazı insanlar ihraç edilmişti. Bugün daha da ağır bir şekilde 1402’lik uygulamaları yapılıyor. Neden? Hiç bir şey öğrenmiyoruz. Artık aşmamız gerekiyor bunları. Daha da çok sayıda insanı daha derinden etkileyecek uygulamalar yapıldı. Yüzleşmediğimiz içinde nasıl yanlışlıklar yapıldığı ve bu yanlışlıkların artık yapılmaması için nelerin yapılması gerektiği üzerinden kamuoyunun düşünmesi gerekiyor. Ama bunu bütün kesimler ihmal etti, bizzat da mağdur olanlar. Böyle bir tecrübenin üzerine şu düşünülebilirdi: Bu devlet toplumun büyük bir çoğunluğunu hiçe sayarak, ne kadar büyük zulümlere ortak olabildi diyerek, çekingen bir tavır göstermesi gerekiyor devletin işlerine, hedef gösterdiği kişilere karşı. Çünkü biliyoruz, bizlere de rejim düşmanı demişti devlet yetkisini kullanan insanlar. Zulmün devamı mümkün olmasın artık. Bunun tek çözümü de yüzleşme olacaktır.”