Meclis Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanlığı bütçesi ve bağlı kuruluşlar MİT, MGK Sekreterliği, Diyanet İşleri Başkanlığı, İletişim Başkanlığı, Savunma Sanayi Başkanlığı bütçeleri görüşülüyor. HDP grubundan Van Milletvekili Sezai Temelli, Cumhurbaşkanlığı bütçesine dair konuştu. 

2022 yılı Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerine söz aldığını dile getiren Temelli, “2022 Merkezi yönetim bütçesi kanunu teklifini konuşuyoruz ama ortada bütçe vasfına sahip bir metin maalesef yok. Aslında son dört yıldır bütçe diye adlandırılan bu metinler, öncelikle meclisin iradesini yok sayan bir anlayışla hazırlanmaktadır” dedi.

‘AKIL DIŞI HESAP BÜLTENİ’

Hukuktan, ekonomiden ve siyasetten yoksun bir içeriğe sahip olan metne bütçe demenin mümkün olmadığını ifade eden Temelli, “Üzerinde konuştuğumuz şey Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi gerçeklikten uzak bir sistemin akıl dışı hesap bültenidir. Bütçe yok, çünkü hukuk, ekonominin gerçekliği, demokratik siyasetin izi yok. Demokratik siyaseti ve onun kurumlarını yok sayan, örtülü OHAL anlayışıyla hukuku askıya alan, istisna halini normalleştiren ve otoriterliği yaygın bir şiddetle dayatan bu iktidar, iktisadi gerçeklikten de o denli kopmuştur ki ekonomik model diye bir zırvalığı dayatarak hem ekonomiyi hem ülkeyi büyük bir çöküşe sürüklemiştir” dedi.

ORTAK ÇÖZÜM İRADESİ 

Bütçe görüşmeleriyle müzakereci bir süreci yaratmanın demokrasinin mihenk taşı olduğunu ifade eden Temelli, “Siyasetin her veçhesinin yüzleşme anıdır. Müzakere aklını var edebilmektir. Bütçe süreci aynı zamanda ortak sorunlara ortak çözümler üretme iradesinin yaratılmasıdır. Bunun için Meclisler toplumların önemli mutabakat zeminleridir. Temsilcileri vasıtasıyla egemenliğin kayıtsız şartsız toplum adına var edebildiği mekanlardır. Oysa bu mekân böyle mi? Bakanı bile atanmış olan bir bütçe müzakere süreci samimiyetsizliğiyle adaletsizliği yeniden üretmekten başka bir işe yaramıyor” diye belirtti.

BÜTÇE HAKKI

Bütçe hakkına değinen Temelli, şunları söyledi: “Bir ülkede halkların ne için ne kadar vergi ödediğinden, bu vergilerin hangi kamu harcamalarına nasıl harcandığından ne için ve ne kadar borç alındığından haberdar olması ve bu araçları denetleyip yönlendirebilmesi tüm dünyada yüzlerce yıldır ‘Bütçe Hakkı’ olarak anılıyor. Bütçe hakkının kökleri 13’üncü yüzyıla kadar gidiyor. 1215’teki Magna Carta Anlaşması ile ilk kez kralın vergi toplama ve harcama yetkileri kısıtlandı. Magna Carta aynı zamanda kralın savaş çıkartma yetkilerini de kısıtladığından barışın da ilk belgelerinden biri sayılıyor.  Bu bağlamda bütçe hakkına sahip çıkmak sadece demokrasiye değil, barışa da sahip çıkmaktır.

Bugün bütçe hakkı yok. Artık bütçe hakkının zedelenmesinden değil, bütünüyle ortadan kaldırılmasından söz etmek daha doğru olabilir. Bu durum otoriter rejimin en belirgin özelliklerinden biri. Tüm harcama ödeneklerinin oluşturulmasına ve nerelere tahsis edileceğine, alınacak ya da alınmayacak vergilerin hangileri olduğuna ve miktarına, yapılacak borçlanmaların miktarı ve niteliğine, kurumlar arasındaki irili-ufaklı tüm ödenek aktarmalarının yapılmasına tek bir kişi karar veriyor. Dahası bu yetkiyi kendisinden başka kimin kullanacağını da yine kendisi, tek adam belirliyor.

DAVETİYE ÇIKARILIYOR

Bütçe hakkının gasp edildiği yerde bütçe hukukundan bahsetmek de zaten mümkün değil. Bütçe hukukunun kendisini var ettiği yer toplumun mutabakat zemini olan meclistir. Meclisi By-Pass eden bugünkü sistem, hukuk tanımazlığın bir belgesi olarak bu belgeyi bize ‘bütçe’ diye yutturmaya çalışıyor. Hiçbir mevzuata, yasaya, teamüle, usule, içtihada uymaksızın ‘biz yaptık’ oldu mantığıyla çalakalem hazırlanan saray tefrikası adeta tüm hukuksuzluklara davetiye çıkarır niteliktedir.

ANAYASA MAHKEMESİ

Bütçede Anayasa Mahkemesi'nin bütçesi var ama Anayasa Mahkemesi’ni kapatmak isteyen bir zihniyet hazırlamış bütçeyi. Bütçenin aklını yok sayarak HDP’yi kapatmak adına Anayasa Mahkemesi’ni hedefe koyan, tehdit eden iktidar adeta bir şantaj aklıyla hareket etmektedir. Yargı kurumlarının bütçesi var ama yargı kurumlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kaldırılmış durumda. Kobanê davası olarak kurgulanan tarihin en büyük kumpas davası yargı bağımsızlığının tükenişini sergilerken, aynı yargı ülkenin çöküşünü de hızlandırmaktadır.

MEZAR KAZICI  

Oysa bütçe hukukunu ve bütçe hakkını koruyabilseydik, hukukun üstünlüğünü, sert kuvvetler ayrılığını ve insan haklarında tavizsiz bir anlayışı, denge denetleme mekanizmalarını var edebilseydik; bugün ne kumpas davaları ne de kapatma davası gibi davaları gündemine alan bir yargı olacaktı. Yargı bütçede kendisini göremediği gibi toplum da yargıda adaleti görememektedir. Durum öyle bir hal almıştır ki ‘AİHM kararlarını tanımıyorum’ diyen hukuk tanımaz iktidara eşlik eden bir yargı mekanizması adaletin mezar kazıcısına dönüşmüştür.

Sürekli yargı reformuyla ülke en büyük insan hakları ihlal merkezi haline dönüştü.

MECLİS MÜZAKERE AKLINDAN YOKSUN

Bugün cezaevlerinde işkence ve her türlü şiddet yaygın ve sistematik bir şekilde sürmektedir. Garibe Gezer’in ölümü yıllardır süren bir adaletsizliğin, bitmez bir zulmün son vakasıdır. Hukukunu yitirmiş bir iktidarın ve onun partisinin vicdanını da yitirdiğini izliyoruz. Tecrit varsa o ülkede zaten bir müzakere zemini yaratamazsınız. Bugün tecrit anlayışı aslında meclisin müzakere iradesini yok sayan bir iktidar anlayışıdır. Neden bütçe yapamayacağınızın bir delili de tecrittir. İnsan hakları ihlalinin en uç sınırına tekabül eden İmralı tecridi tüm hukuksuzlukların beslendiği bir süreçtir. Kendisi bir müzakere zemini olan meclisin müzakere aklından yoksun bir hukuksuzluk dayatmasına karşı çıkamadığı yerde hukuk ve demokrasi adına hiçbir zaman adres olamayacağını da anlamamız gerekir.

İMRALI TECRİDİ

İmralı tecridini aşamadığımız sürece başat bir meselemiz olan Kürt meselesinin çözümünde demokratik bir müzakerenin zeminine asla kavuşamayacağız. Eksik denklem ve aktörlerle yol almamız mümkün değil. Meclis kendi iradesini aşkın bir iradeye karşı hukuk mücadelesiyle tutum alamadığı sürece aslında tecritleşmiş bir sistemin parçası olmaya devam eder. Hiçbir meclis bunu hak etmez. Bugün burada HDP’liler olarak tecride karşı çıkarken aslında faşizme karşı meclisin ve halklarımızın iradesine sahip çıkıyoruz.

İKİ TEMEL MESELE VAR

İki temel-yapısal meselemiz var. Kürt meselesi ve yoksulluk meselesi. Bu iki meselenin çözümünü birlikte ve bütünlüklü olarak var edemediğimiz sürece çöküş döngüleri içinde yaşamaya devam edeceğiz. Son dört yılın bütçeleri bu meseleleri daha da derinleştirmiştir. Yapısal nitelikteki bu sorunları çözmek yerine bu sorunların çözümsüzlüğünden beslenen bugünkü iktidarın bütçeyi bir kez daha savaş ve rant bütçesi olarak tasarlaması sistemin kronikleşmiş hastalığının bir sonucudur.

Çöktürme Planı’ndan bugüne ülkenin baş aşağı gidişi hızla sürüyor. 20 yılda değişen hiçbir şey yok, kararlısınız, ülkeyi aldığınız gibi teslim etmek istiyorsunuz. Ama bugün yaşanan çöküş 2001 krizini kat be kat aşmış durumda. 2021 yılına yetiştiremedik ama 2022’de sizi iktidardan indirdiğimizde bu çöküş sürecini de sonlandırmış olacağız.

IRKÇILIK YARIŞI

Kürt meselesini çözememenin getirdiği çözülmeyle artık kadim halkımızın diline ‘bilinmez dil’ diyebiliyorsunuz. Van’ın, Diyarbakır’ın sokaklarında özellikle seçim zamanlarında Kürtçe (çava yi başi) ile şirinlik yarışı yapanlar burada ırkçılık yarışına tutuşuyor. Kürdistan sözünü duyunca kolektif panik atak yaşamaya başlıyorsunuz. Oysa bu meclis 1920’de Kürdistan, Lazistan mebuslarının da katılımıyla var oldu. Ortak vatanın temellerinin atıldığı bir mecliste olduğunuzu istediğiniz kadar unutmaya çalışın, tarih bunu size ısrarla hatırlatmaya devam edecek.

MECLİS’İN YÜZYILLIK HAFIZASIYIZ

Şark Islahat planlarından kayyım rejimine kadar bu hafızayı silmeye çalışsanız da bu coğrafyanın kadim halkları tarihi yeniden üretmeye devam edecektir. Barış ve demokrasi mücadelemizle tekçiliğe karşı çoğulculuğu, mezhepçiliğe karşı laikliği, otoriteye karşı demokrasiyi, kısacası Demokratik Cumhuriyeti inşa etme kararlılığımızla buradayız, bu meclisin yüzyıllık hafızasıyız. Misak-ı Milli rüyaları görüyorsunuz. İçinde Kürtlerin olmadığı, Kürt barışının var edilemediği hiçbir misak rüya olamaz, olsa olsa kâbus olur. Bu kâbusu bu ülkenin halklarına da maalesef yaşatmaya devam ediyorsunuz. Bizler ise yeni bir misak için Dere Sulhe’yi (barış kapısını) açık tutmak için savaş politikalarına karşı direnişimizi sürdürüyoruz.

EKONOMİ

Ekonomik krizin esas belirleyici dinamiklerinden biri aslında çözüme karşı ürettiğiniz savaş ekonomisidir. Çok basit bir simülasyon yaparsak; 2013 yılında 2014 kişi başına düşen milli gelir tahmini 12 bin dolardı. Her yıl ortalama yüzde 5 büyüseydik, ki bu TR ortalamasıdır, 2023’te bu rakam 20 bin dolar olacaktı. Bugün 2023 tahmininiz 10 bin dolar. Gerçi siz 25 bin dolar diye uçuyordunuz ama uçuştan anladığınız çakılmakmış. Aradaki fark 10 bin dolar. Kaç kişiyiz? 85 milyon. Çarparsanız 850 milyar dolardır ortaya çıkan maliyet. Bu savaşın toplumsal maliyetidir. Bu masayı devirmenin karşılığıdır.

HALK KUYRUKLARDA SORUYOR

Uluslararası kuruluşların son 40 yıllık maliyet hesapları bunun neredeyse 4 katına işaret ediyor. Silahlanmaya bu denli kaynak ayırmanın sonucu bu denli ciddi bir borç sarmalına girmemize, yoksulluğun derinleşmesine, çoklu krizlere ve çöküşe neden oldu. Soruyordunuz ya ‘bir mermi kaç lira’ diye. Halk da şimdi size ekmek kuyruklarından soruyor; bir ekmek kaç para? AKP genel başkanı Bakara suresinden alıntılarla konuyu teğet geçirme çabasında ama unutmayın Kuran’da bu meseleye dair başka ayetler de var.

MİLİTARİST HARCAMALAR 246 MİLYAR

Bütçe harcamaları fonksiyonel dağılım açısından ele alındığında, başta askeri harcamalar olmak üzere en büyük payın güvenlik ve kamu düzenini sağlayamaya dönük olduğu görülüyor. Kamu düzeni bu harcamalarla değil toplumsal barışa yönelik harcamalarla sağlanır. Toplumsal barışı dinamitleyerek, siyasi özgürlükleri yok sayarak ekonomiyi istikrara kavuşmak mümkün değildir.

2022 yılı için ayrılan militarist harcamaların tutarı 246,4 milyar TL’yi buluyor. Ancak bunun içine ‘askeri-sanayi karması’ olarak da adlandırılan ve son yıllarda siyasal iktidarın lider sektör olarak gördüğü savunma sanayi alanı ve bu alanda faaliyet gösteren beş büyük şirketin yatırımlarının ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu için ayrılan kaynağın dâhil edilmediğini biliyorsunuz. Bunlar da dâhil edildiğinde güvenlik için ayrılan toplam kaynak 350 milyar TL’yi bulurken, bütçenin toplam ödeneklerine oranı yüzde 20’yi aşıyor.

8 MİLYON İŞSİZ

Israrla savaş sanayi ve inşaat-emlak sektöründe yaratılan rantları korumaya ve büyütmeye dönük faiz indirimi politikasının sadece 8 milyona varan bir işsizliğe ve yüzde 45 gibi tarihsel olarak düşük bir istihdama değil, aynı zamanda yüzde 40’ı aşan yüksek bir enflasyona, dolar kurunun 14,20 liraya çıkmasına ve derin bir yoksulluğa neden olduğu artık açıkça görülüyor.

İşsizliği ve enflasyonu TÜİK manipülasyonlarıyla düşürmekten başka elinizden bir şey gelmiyor. Finansal krizler genelde döviz krizi ile başlar. Yani kur hızla yükselir, dolara ve avroya hücum artar. Döviz kurundaki bu hızlı yükselişi tetikleyen şeyse, ‘göle yoğurt çalmaya’ çalışan siyasal iktidarın faiz indirimlerini devam ettirmesidir. 2022 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinde yer aldığı üzere; merkezi yönetim bütçe giderleri 1.751 trilyon TL olarak belirlendi. Bu milli gelirin ancak yüzde 22,2’sini oluşturuyor. Gelirler ise milli gelirin  yüzde 19’u. Bu denli küçük bir bütçeyle bu devasa krizle baş etmek mümkün değil. Ama bütçeyi sağlıklı büyütemediğiniz sürece bütçenin kendisi başlı başına bir sorun olacaktır. Bütçe fikriyatından yoksun bir iktidar Bakan değiştirerek durumu kurtarmaya çalışıyor.

FAİZ HARCAMALARI

Bütçenin militarist harcamalardan sonra bir başka büyük harcaması da 240 milyar TL’yi aşan faiz ödemesidir. Toplanan her 100 TL’lik verginin 19 TL’si faize gidecek. ‘Faiz neden enflasyon sonuçtur.’ Buna ek olarak ‘kurun yükselmesinin istihdamı artıracağı’ ve ‘fahiş fiyat artışıyla mücadele edileceği’ söylemleri de var. Oysa bunların hepsi zırva. CDS primimiz de yükselmeye devam ediyor. Türkiye, dünyanın en riskli üç ülkesinden biri konumunda bulunuyor.

FAİZ ÜZERİNDEN POLİTİKA KURULMAZ

Faiz ve kur üzerine ekonomi politikası kurulmaz. Ekonomi politikasının amacı nedenleri düzeltmek ve sonuca gitmek olmalıdır. Faiz kabul etmeseniz de sonuçtur. Eğer faizi belirli bir noktaya indirmek istiyorsanız politikanızı riskleri düşürmek zorundasınız. Merkez Bankası para politikası üretemez halde, hazine maliye politikası üretemez halde. Kurumların özgün siyaset, özerk karar alma kabiliyetleri tükenmiş durumda. Oysa özerklik üniversitelerden yerel yönetimlere, MB’dan sosyal güvenlik kurumlarına kadar ekonomik istikrar ve demokrasi için vazgeçilmez bir değişkendir.

GEÇMİŞ OLA

Merkez Bankası, yanlış para politikası sonucunda milyarlarca doları piyasaya satarak kuru tutmaya çalışıyor. Çin modeline geçtiniz ya size bir Çin atasözü söyleyeyim: ‘Bin doğru adım bir yanlış adımı düzeltemez’ Geçmiş ola… Bütçenin gelirler tarafında ise toplam vergi gelirlerinin 1,258 trilyon TL olması hedefleniyor. Vergilerin en az üçte ikisi dolaylı vergi biçiminde doğrudan halktan alınacak. Vergide adalet yoksa ülkede hiçbir yerde adaleti bulmanız mümkün değil. Yoksuldan vergi alıp sermayeye vergi harcaması yapıyorsunuz. 2022 yılı Bütçesinde ‘vergi harcamaları’ adı altında bazı temel vergi kanunlarında yer verilen vergi muafiyet, istisna ve indirimlerle 336 milyar TL verginin alınmasından vazgeçiliyor. Vergi harcaması hedeflenen bütçe açığının yüzde 121’i büyüklüğünde olacak.

Asgari ücretten vergi almazsanız 32 milyardan vazgeçeceksiniz, yani bu rakamın onda biri. Bu yoksulluk yaratan sistem aslında bir yolsuzluk sistemi. Bir yanda savaş ekonomisi bir yanda yolsuzluk ekonomisi. Bu ikili sıkıştırma içinde halkımız, emekçiler, kadınlar ekonomik şiddete yani yoksulluğa mahkûm ediliyorlar. Acımasızlığınız adaletiniz olmuş, adaletiniz ayağınıza dolansın.

EK BÜTÇE GEREKİYOR

Dolar 9,2 lirayken hazırlanan bütçe daha şimdiden yüzde 35 küçülmüştür. Oysa 5018 sayılı Yasa’nın 20’nci Maddesinin d bendi buna olanak tanımıyor. Söz konusu bentte ‘Kamu idareleri, bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harcama yapamaz’ deniliyor. Ek bütçeye gitmeyip ödenek üstü harcama yapılması kasten bütçe hakkının ihlal edilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, ek bütçeye gidilmesi tercih değil yasal bir zorunluluktur.

Ek Bütçe Teklifinin bir an evvel TBMM’ye gelmesi yönünde ısrarcı olacağız. Ek bütçe bir erken seçim bütçesi olmalıdır. OHAL anlayışına karşı bir tavır geliştirmektir. Ek bütçe ile erken seçimi de hayata geçirmemiz gerekir.

DEMOKRATİK BİR HALK BÜTÇESİ

Böyle bir bütçenin alternatifi ‘Demokratik Bir Halk Bütçesi’dir. Bugün sadece kapitalizmi mevcut krizinden çıkartıp onu yeni krizlere hazırlamak gibi bir kısır döngüye mahkûm olmak istemiyorsak, ‘Demokratik Ekonomiyi’ yaratmak istiyorsak, bunun bütçesini de şimdiden tasarlamamız gerekiyor. Krizsiz bir ekonomide, sömürüsüz bir düzende yurttaşların eşitlik ve barış içinde bir arada özgürce yaşadığı bir ülke istiyorsak eskiye dönüşü değil, yeniyi hedeflemeliyiz. Bunun için de şimdi yeni bir paradigmaya, yeni bir öyküye, yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var.”

Genel Kurul’da bütçe görüşmeleri devam ediyor.