Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. 

Kapatma Davası’na dair ön savunmanın Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) sunulduğuna dikkati çeken Sancar, savunmada davanın siyasi saiklerle açıldığının altını çizdiklerini söyledi. Durumun çok çıplak olduğunu söyleyen Sancar, "Bunu ayrıca anlatmaya da gerek yok çünkü hepimizin tanıklığında yaşandı. İktidarın küçük ortağı, işte ortak mı değil mi bilmiyoruz ama minik bir şey var, bir parti var. O da bir kampanya yürüttü. Yapılar da buna sessiz kalarak en azından yolu açtı ve yoğun kampanya sonucu açılan bu dava açıkça siyasi nitelik taşıyor. Bizim bunu uzun uzun anlatmamız gerekmiyor desek de tarihe not düşmemiz lazım. Bizim halkların vicdanına bunu göstermemiz lazım. İşte ön savunmamız tam da bunu gözler önüne seviyor. Ön savunmamız da taleplerimiz var, argümanlarımız var, gerekçelerimiz var. Çok titiz bir çalışma yürüttüğü için hukuk komisyonumuz, hukukçular, akademisyenler katkı sundular. Hukuk Komisyonumuz da çalışan bütün arkadaşlarımı ve katkı sunan değerli hukukçulara akademisyenlere buradan huzurlarınızda teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.

‘YOL HARİTAMIZDIR’

Bu davanın sadece HDP'ye yönelik bir operasyon olmadığını, tam tersine Türkiye'de demokrasi güçlerini sindirme amacı taşıyan bir darbe hamlesi olduğunu vurguladıklarını anımsatan Sancar, “Ön savunmamız o nedenle sadece HDP'yi savunma üzerine kurmadık. Esasen HDP'nin kendini savunmasına da gerek yok. Yaptıklarıyla fikirleri ile halkla ilişkileriyle bütün gerçekliği de gözler önündedir. Herkesin görebileceği, görebileceği ve görmesi gereken bir büyük güçtür, bir büyük gerçekliktir. Ama yine de bir metin hazırlamamız gerekiyordu. Buna savunma demeye dilim varmıyor. Biz buna Türkiye'de demokrasi umudunu ve inancını savunma manifestosu veya bu umudu ve inancı, açıklama bildirgesi adını vermeyi belki daha doğru bir terim olarak tercih etmeliyiz. Evet, bu metin Türkiye'de demokratik geleceği, barışı, adaleti, savunma deklarasyonudur, bunun nasıl inşa edilmesi gerektiğinin gösteren yol haritamızın devamıdır” diye konuştu. 

AYM REDDETMELİDİR

HDP’ye hazırlanan iddianamenin Türkiye'nin demokratik gelecek inancına, gerçek bir hukuk devleti olma umuduna, adalet özlemine zincire vurma hırsının bir ürünü olduğunu ifade eden Sancar, “Bir kez daha belirtelim bu dava, Türkiye'nin demokratik gelecek inancını gerçek bir hukuk devleti olma umudunu, adalet özlemini zincire vurma hırsının bir ürünüdür. Anayasa Mahkemesi bu karanlık ve tehlikeli oyunu bozma imkanına sahiptir. Hem hukuksal gerekçelerle hem de vicdani sebeplerle bunu yapacak malzemeye yeterince sahiptir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nin esasa girmeden bundan sonraki aşamaları işletmeden davayı hemen şimdi bugünden reddetmesini istiyoruz. Talebimiz bu metinde ön savunma adını taşıyan bu metinde temel talebimiz budur. Anayasa Mahkemesi bu davayı hemen şimdi derhal reddetmelidir. Bunun için dediğim gibi hukuken çok kuvvetli gerekçeleri vardır. Anayasa Mahkemesi'nin değerli üyelerinin adil bir yaklaşımla böyle bir karar vermelerini bekliyorum açıkçası. Her türlü baskıya ve tehdide karşı onurlu ve vicdanlı bir duruş sergileyeceklerini de inanıyorum. Böylece Türkiye'nin demokratik gelecek inancı üzerine örülmeye çalışılan bu karanlık tabloyu bugünden bozabilecektir” diye konuştu. 

AYM’nin tehlikeli oyunu bozma imkanı olduğunu savunan Sancar, “Elbette biz mücadelemizi sürdüreceğiz. Elbette hukuken ve siyaseten her alanda bu karanlık oyunu bozmak için çabalarımızı yürütmeye devam edeceğiz. Bunun da Türkiye'nin geleceği için büyük bir imkan olduğunu, bu mücadelenin Türkiye'nin geleceğini, demokratik temellerde, ortak yaşam düzeninin inşasında kullanabilecek gücümüz olduğunu biliyoruz. Bu gücü de yine Türkiye'nin vicdanlı demokrat insanlarının elbirliğiyle hayata geçirmiş geçireceğimize inanıyoruz” ifadelerini kullandı. 

EYMÜR İTİRAFLARI

MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün söylediklerine değinen  Sancar, şöyle konuştu: "Geçtiğimiz hafta eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür'ün bir röportajı yayınlandı. Söyledikleri yeni değil, daha önce de benzer şeyler söylemişti. Bu röportajda dertliyim diyor, cinayetlere ilişkin tanıklıklarım ciddiye alınmıyor, diyor. Devletin aleni şekilde insanları nasıl öldürdüğünü, nasıl işkence yaptığını, Gladyo denen kontra biriminin nasıl var edildiğini ve şekil değil mi çokça MİT mensubunun basın ve medya alanında nasıl yerleştirdiğini örneklerle anlatıyor. Kısacası son derece ağır suçlar işlendiğini itiraf ediyor. Evet itiraf ediyor ama yazdığı raporların, sunduğu belgelerin işlememesinin de işleme alınmadığından yakınıyor. Aslında burada önemli bir sorunun karşımıza bir kez daha çıktığını söylemek lazım. Yani mesele itiraflardan ibaret değildir. Benzer itiraflar çok yapıldı. Bu tür belgeler, bilgiler yıllardır ortalıkta dolaşıyor. Son olarak Sedat Peker'in açıklamaları da buna örnektir. 

BU KARANLIĞI YENECEĞİZ

Esas mesele bu suçlarla bu karanlık geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmaya yapılamamış olmasıdır. Bizim de bu konuda mücadelede eksikliğimiz olduğunu kabul ederiz. Eğer daha kararlı, daha kapsamlı, daha geniş tabanlı bir hesaplaşma bloğu oluşturabilseydik bu suçlar bugün tekrar etmeyecekti ama bunu beceremediğimiz için daha da beteri oldu. Bugün devlet o gün itiraf edilen suçların çok ötesinde bir yere taşınmıştır ve neredeyse artık bütün alanı saran bir suç imparatorluğu oluşturulmuştur. İşkencenin bir insanlık suçu olduğunda tereddüt yok fakat Mehmet Eymür bunun yapılabileceğini normal olabileceğini söylüyor. Bugünkü iktidar zihniyeti de aynıdır. Eğer o gün o anlayışa karşı etkili bir mücadele yürütülebilinseydi bugün bu iktidar bu kadar pervasızca da aynı yöntemleri uygulamaya devam edemezdi. İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, deyişimizin bir karşılığı olmalıydı. Daha fazlasını yapmak gerektiğinin buradan da görmemiz lazım. Daha fazla çalışmamız gerektiğini, en geniş insan hakları, özgürlük, demokrasi birlikteliğini oluşturma mecburiyetimiz olduğunu bu örnekler bize bir kez daha hatırlatmalıdır. HDP bu konuda kararlıdır. Üzerine düşen sorumluluğu her aşamada yerine getirmeye hazırdır. Yerine getirecektir. Ve bu karanlığı yenecek insan onurunu savunacak ve yüceltecektir.

Son derece ağır suçlar işlendiğini itiraf ediyor ama yazdığı raporların, sunduğu belgelerin işleme alınmamasından yakınıyor. Burada önemli bir sorun karşımıza bir kez daha çıkıyor. Benzer itiraflar çokça yapıldı. Bu tür itiraflar, belgeler ortaya çıkıyor. Esas mesele bu konularda yüzleşme yapılmamasıdır. Bugün devlet o gün itiraf edilen suçların çok ötesinde bir yere taşınmıştır. Bütün alanı saran bir suç imparatorluğu oluşturmuştur. O anlayışa karşı etkili bir mücadele yürütebilseydik bugün bu iktidar o kadar pervasızca aynı yöntemi uygulayamayacaktı. İşkence insanlık onurunu yenemeyecektir, sözlerinin devamını getirmemiz gerekecektir.

HUKUK ÇIKARSA GERİYE ÇETE KALIR

Çetelerle, mafyayla iş tutmayı, ilişki içinde olmayı marifet olarak sunan bir iktidar anlayışı var karşımızda. Amaç belli, amaç topluma korku salmak, muhaliflere gözdağı vermek, hukukun uygulanmasını sağlamakla gözetmekle görevli bakanlığın başındaki zat İçişleri Bakanı açıkça hukuksuzluğu teşvik etmekte beis görmüyor. Evet, onunla ilgili iddialara dair bir cevabını henüz görmedim. Sayısız suç isnadı içeren iddialar var. Bunlarla ilgili açıklamalar görmüyoruz ama hukukun her alanda çiğnenebileceğini dair mesajlar vermeyi çok kolay yapabiliyor. Buradan da yine dikkatimizi çekmesi gereken şeylere vurgu yapmalıyım. Burada devletten hukuku çıkarma arayışının en üst noktasına doğru ilerleyen bir iktidar anlayışı var. Eğer devletten hukuku çıkarırsanız geriye devasa bir çete kalır.

DEVLET ÇETE HALİNE GETİRİLMEK İSTENİYOR

Şimdiye kadar çetelerin iktidar eliyle ve iktidarla ilişkiler yoluyla kullanılması söz konusuydu. Şimdi yapılmak istenen bizatihi devletin bir çete haline getirilmesidir. Bu kadar büyük imkanlara, böylesine güçlü bir silahlı aygıt ve bürokratik yapıya sahip bir kuruluşun bir birimin çeteleşmesinin yaratacağı sonuçları ise o tahayyül etmek bile ürkütücü tür. Devletten hukuku çıkarırsanız dedik, geriye büyük bir çete kalır. Bu ise kaba kuvvetin, zorbalığın çıplak tahakkümü demektir. Talanın ve sömürünün dizginlerinden tamamen boşalması demektir. Halkın sürekli daha fazla ezilmesi ve yoksullaşması demektir.

HEP BİRLİKTE KARŞI DURMALIYIZ

Suça ve yolsuzluğa batan iktidarlar varlıklarını ancak demokrasi ve adaleti tamamen sıfırlayarak sürdürebileceklerine inanırlar. Hep böyle olmuştur. Eğer hukuku ve adaleti bütünüyle ortadan kaldırabilirlerse kendilerince sonsuz bir tahakküm düzeni kurabileceklerini sanıyorlar. Ülkeyi suçlular, hırsızlar ve arsızlar için bir cennet haline getirdiler. Halkın yüzde 99’u için bu durum bir cehennemdir. Çünkü her alanda adaletsizlik, her alanda haksızlık, her alanda zulüm hüküm sürmeye başlıyor. Bu aşımızdan ekmeğimize aldığımız nefesten söylediğimiz söze kadar uzanıyor. O nedenle çeteleşme çabasında devleti çeteleştirme çabasında olan bu güçlere hep birlikte bütün ezilenler, bütün emekçiler, halkın yüzde 99’u oluşturan bütün mazlumlar, mağdurlar hep birlikte karşı durma mecburiyetimiz vardır. Aksi takdirde işlenen suçların üstü örtüldükçe ilerde daha beterlerinin işlenebileceğini de akıldan çıkarmamak lazım. Eğer bugün bu suçların hesabını soracak bir irade göstermezsek, eğer bu suç düzeninin işleyişini durduracak bir mücadele ortaklığı sergileyemezsek gelecek daha kötü olabilir. Buna izin vermeyeceğiz.

HER TÜRLÜ MÜCADELE YÜRÜTECEĞİZ

Karamsarlık yaratmak değildir derdim, sadece gerçek diye işaret ediyorum. Biz mücadelemiz de umudun kaynağı olmaya devam ediyor. Umudun gerçek kaynağı, kararlı bir mücadeledir diyen arkadaşlar umut mücadeleden beslenir. HDP mücadelenin ve umudun partisidir, adresidir. Bu gidişatı durduracağımıza herkes inansın. Biz de bunun her türlü mücadelesini yürüteceğimiz de bir kez daha buradan söz vermiş olalım.

HALKI ÖRGÜTLEMEK

Bugün bu gidişattan rahatsız olduğunu söyleyen herkese seslenmek istiyorum. Korkmuyoruz, zira korku ruhları kemirir; bizi biz olmaktan çıkar, cesur ve dürüst olalım. Zira riyakarlık ve fırsatçılık sadece çürümüş ruhları kemirmekle kalmaz, ruhları çürütür bünyeyi de bitirir. O nedenle fırsatçılığı, kolaycılığa kimse o tevessül etmesin. Bu ülkede demokrasi, hukuk devleti, adalet ve barış olmadan mutluluk refah gelmeyeceğini görsün. Bu iktidarın çizdiği oyun sahasının içine kimse girmesin. Asıl oyun sahası halkın çizdiği yerdir. Halkın durduğu yerdir. Halkın içine girelim. İktidarın çizdiği oyun sahasının içine değil, buradaki korkuyu aşalım, korkuyu yenelim, dürüst ve cesur olalım. Göreceksiniz o zaman bu iktidarın elinde başvurabileceği bir yöntem kullanabileceği bir manevra kalmayacaktır. Çünkü halk bıkmıştır, halkın bıkkınlığı, tepkisi elbette önemlidir. Ama daha önemlisi bu tepkiyi örgütlemektir. Bu tepkiyi alternatif bir gelecek programına çevirmektir.

YÜRÜYÜŞÜMÜZ BÜYÜYOR

Eğer bizler iktidarın oyun sahasını terk edip; halkın hayatının içine girersek ve gerçekten halkın sesine kulak verip onlarla büyük bir birlikte yürüyebilirsek. İşte o zaman bunu başarmamız mutlaktır. Başarmamamız için hiçbir neden yoktur. O nedenle tekrar ediyorum. Korkuya yer yok. Korku zaten bizim alfabemizde yok, dürüst ve cesur olmak mecburiyeti var. Zaten biz siyasetimizi de ilkelerimizi de programımızı da varoluşumuzu da bunlar üzerine, bu ilkeler ve değerler üzerine kurmuş bir partiyiz. Böyle devam edeceğiz. Düşmanlaştırma, kutuplaştırma, savaş oyunları mutlaka bu mücadelenin sonunda boşa düşecektir. Ülkeye barış ta demokraside adalet de işte korku duvarlarını yıkmış, cesareti ve dürüstlüğü düstur edinmiş geniş demokrasi bloğuyla mümkün olacaktır. Bunu başaracağız. Hep birlikte başaracağız. Hiç kimse karamsarlığa kapılmasın, umutsuzluğa yer yok, yürüyüşümüz devam ediyor ve bu yürüyüşte sürekli güçleniyoruz. Halkın kulakları gerçek alternatiflerdedir. Gerçek muhalefette ve geleceği gerçekten adalet üzerine kuracak aktörlerdedir. Bu aktörlerin başında da biz geliyoruz. Bunu sürekli vurgulamakta hiçbir beis görmüyorum. Abartılı bir iddia değildir, gaz verme değildir, dolduruş çabası değildir. Bizatihi hakikatin kendisidir. Evet bunun adresi biziz ve bizim örmeye çalıştığımız geniş demokrasi ortak mücadelesidir.

İŞ CİNAYETLERİ

Devletin işlediği suçlar sadece Eymür'ün itirafları ve diğerlerinin ifşaatlarından ibaret değil. Bunların yanında işlenmesine göz yumduğu ve işlenmesinin önüne geçmeyerek sorumlu olduğu daha doğrusu, suça ortak olduğu çok çok büyük bir alan var. İş cinayetleri. Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada. Halkımızın tabiriyle üç kuruş parayı kazanmak ve evine ekmek götürmek isteyen emekçiler adeta kölelik düzeninde çalışmak zorunda kalıyor ve bu düzen yetmiyormuş gibi üstüne bir de iş cinayetlerinde yaşamlarını kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar. İşçi cinayetlerinde gelinen boyut gerçekten korkunç düzeydedir. Hepsi aynı düzenin türevleridir. İşçi cinayetleri de çeteleşme ve yargısız infaz anlayışının dayandığı iktidar zihniyetinden bağımsız değildir. Bakın rakamlar ne diyor? 2021 yılında yılının ilk dokuz ayında bin 674 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Bu kayıtlara geçenler, bir de kayıtsız olanları düşünürseniz, rakamın nasıl korkunç boyutlara varacağını görebilirsiniz.

GERÇEĞE GÖZÜMÜZÜ KAPATAMAYIZ

Yani her yıl neredeyse bir büyük beldenin nüfusu kadar insan iş cinayetlerinde hayatını kaybetmektedir. Bu gerçeğe gözümüzü kapatma gibi bir lüksümüz, vicdansız bir tavrımız olamaz. Bunun peşine düşmek zorundayız. Her gün bunların takibini yapmak ve hesabını sormak için mücadeleyi büyütmek zorundayız. Bu bir katliamdır. İş cinayetleri iş kazası değildir, işçi katliamıdır ve burada esas mesele de yine devletin bu vahşi ahbap-çavuş kapitalizminin yarattığı sonuçlardır Esas mesele budur. Şimdi ayrıntılara girmeyeceğim ama denetimsizlik meselesi zaten birinci faktör olarak karşımıza çıkıyor. Gerekli işsizlik politik bir tercih olarak uygulanıyor. 

DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK LAZIM

Ağır askere ihmal diye nitelenebilecek bir durumla karşı karşıya değildir. Denetim yapılan firma denetimin parasını hem kendisi veriyor. Çünkü denetim işleri özelleştirilmiş. Siz firmayı çağırıyorsunuz, denetim uzmanlarını çağırıyorsunuz parasını veriyorsunuz ve buradan da firmayı haksız çıkarmasını bekliyorsunuz değil mi? Nasıl olacak bu? Her fırsatta dile getiriyoruz, her seferinde uyarıyoruz, bu cinayetlere dur demek zorundayız. Bu cinayetleri üreten düzenin değiştirmek zorundayız. Evet, iş cinayetlerinin yüzde 90’ınını işte bu sistemin yarattığı denetimsizliğin bir üründür. Bu düzen mutlaka değişmeli.

DEMOKRATİK GELECEĞİ BİRLİKTE KURALIM

İşçinin, emekçinin hakkını savunduğumuz gibi ondan önce yaşamını savunmak zorundayız. Elbette adil ücret talebimiz olacak. Sendikal hakları bütün evrensel boyutlarıyla tanımak için mücadelemizi sürdüreceğiz. Ama unutmayalım, önce yaşamak ve o nedenle iş cinayetlerine karşı kayıtsız kalmak, bu cinayetlerin sürmesinde maalesef sorumluluğa ortak olmak anlamına gelecektir. Bu düzen emeğinizi sömürmekle kalmıyor, başınızı ekmeğimizi gasp etmekle kalmıyor, aynı zamanda hayatınızı hiçe sayıyor. İşte o nedenle yerin hep birlikte bu iktidarı boyutları besleyen düzene karşı mücadeleyi ortak yürütelim birleşelim ve yeni bir yaşamı, adil demokratik bir geleceğe hep birlikte kuralım. Buna gücümüz var inanalım. Cesur olalım. Göreceksiniz sonucunu da mutlaka alacağız.

CEZAEVLERİ

Bir diğer ağır sorun ağını cezaevlerindeki hak ihlalleri ve işkencelerdir. Bunlar da dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. O kadar örnek var ki son günlerde basına daha fazla yansır oldu. Bütün engellemelere rağmen bunların kamuoyuna yansımasını önleme çabalarına rağmen her gün yeni bir bilgi geliyor. Bu hak ihlalleri belki de faşizmin çıplak yüzünün en iyi görüleceği alandır. Eğer faşizmin gerçek yüzünü görmek istiyorsanız, cezaevinde uyguladığı düzene bakacaksınız önce. Elbette başka alanlara da bakacaksınız ama cezaevlerinde uyguladığı düzen faşizmin özünü en çıplak biçimde ortaya koyar. İşte 12 Eylül darbesinin yaptıkları ortada. Cezaevlerine baktığınızda o düzen kendinin orada inşa etti. 82 Anayasası denen ucubeyi sonraki neo-liberal dizginsiz soygun düzeninin tam da cezaevlerinde pişirdi ve sonra bu ülkenin her tarafına yaydı. O nedenle cezaevlerindeki hak ihlallerine, işkencelere, duyarlılığı artırmak zorundayız. Evet biliyorum çok fazla ihlal alanı var biliyoruz. Çok fazla mücadele etmemiz gereken durum var ama bu bizi, mücadele görevinden ve sorumluluğundan hiçbir şekilde alıkoyamaz. Bu konuda en ufak bir gevşemeye bahane edilemez.

OHAL İNCELEME KOMİSYONU

Bir diğer adaletsizlik alanı değerli arkadaşlarım, akademide yaşanıyor. Bilindiği üzere 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 705 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu adında ucube bir kurum oluştu. Bu komisyon Aralık 2017’den bu yana OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri ile ilgili 126 bin 758 hak ihlali başvurusundan 118 bin 410’u hakkında karar verdi. Şimdi geride kalan bu süreçte bunların içinde kaç başvuruyu kabul kararı çıkmış diye baktığınızda 118 binden, 15 bin 50 Başvuru kabul edilmiş ve ihraç edilenler işe alınmış. Bu komisyon geçtiğimiz günlerde barış akademisyenlerinin başvurularına ilişkin 4 yıl sonra ilk kararını verdi. Bu kararlar ile 16 barış akademisyenin işlerine geri dönmek için yaptıkları başvuruyu reddetti. Aslında başka ne beklenir diyeceksiniz. Çünkü bu düzeni kuran ile bu komisyonu kuran aynı irade, bu ihlalleri yapan irade aynı zamanda kendi ihlallerini incelemek için komisyon kurmuş. Aslında bir tür darbe komisyonu ve 20 Temmuz'da başlayan darbe, yeni darbe sürecinin meşrulaştırılması için uluslararası hukuk yollarını işletmemek için kuruldu. 

BARIŞ AKADEMİSYENLERİ

Dolayısıyla kendisine verilen görevi yapıyor. Ama kendisine verilen görevi yerine getirmesine karşı sessiz kalma imkanımız elbette yok. 16 Barış Akademisyenine işlerinize dönemeyeceksiniz demiş. Yani sivil ölüme devam karar vermiş. Üstelik bu kararları da 2019 yılında Anayasa Mahkemesinin ‘barış bildirisi ifade özgürlüğü kapsamındadır’ şeklindeki kararı varken vermiş. Yani Anayasa Mahkemesi diyor ki barış bildirisi ifade özgürlüğüdür. Şimdi hangi gerekçeyle siz bu barış akademisyenlerini ihraç durumunu devam ettireceksiniz, neden başvurularını kabul etmiyorsunuz? Yani bu komisyon Anayasa Mahkemesi kararlarını da tanımıyor. Aslında pek çok konuda da rastladığımız bir durumdur bu. Yargı artık iktidarın bir aygıtı olarak işletiliyor. Yargı topluma korku salmak, muhalifleri süründürme aracı haline getirdiği için durum bu halde.

MÜCADELELERİ MÜCADELEMİZDİR

Aralarında benim çok sayıda sevgili öğrencim ve çok sayıda sevgili meslektaşımın da bulunduğu barış akademisyenlerinin uğradığı bu haksızlığı açıkça kanıyoruz. Barış akademisyenleri, onurumuzdur ve mücadeleleri mücadelemizdir, tüm adaletsizlikler ve hukuksuzlar karşısında dik duruşlarını bir kez daha huzurlarınızda selamlıyorum. O gün bu suça ortak olmayacağız diyenler bugün nasıl haklı olduklarını bir kez daha ortaya koymuş oldular. Şimdi Barış Akademisyenlerinin o günkü haykırışını toplumun bütün vicdanlı, demokrat, adaletten yana insanları yapmalıdır. OHAL karşı duruş şudur; bu suça ortak olmayacağız. Bu düzenin yarattığı suç bataklığına girmeyi reddedeceğiz. O bataklığı mutlaka kurutacağız. 

KÜRDİSTAN SUÇ DEĞİL

Biliyorsunuz Akademi'de de hukuksuzluklar devam ediyor. Fırat Üniversitesi'nde Hifzullah Kutum isimli genç bir akademisyen, Kürdistan kelimesinin geçtiği ; ‘Şoreşa Îlonê li hemû kurdan pîroz be, Bijî Kurdistan’ diye ‘Eylül devrimi tüm Kürtlere kutlu olsun. Yaşasın Kürdistan’ diye bir tweet attığı için önce açığa alındı. Ardından linç başlatıldı. Hakkında ‘terör propagandası yapmak suretiyle üniversitemizde ve şehrimizde infial yaratma’ şeklinde bir gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatıldı. Şimdi bunu neresinden tutacaksınız, böyle bir gerekçe ile tutuklama kararı veriliyor. Oysa Kürdistan kavramının bu ülkede suç olmadığı biliniyor. Şimdi hangi örnekleri vereyim, ta cumhuriyetin, devletin kuruluş yıllarına gitmeye gerek yok. Sadece iki aktüel örnek yeterlidir. Bunlardan biri 2013'te Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma. Evet ilk meclis zabıtlarında Kürdistan ifadesinin olduğunu belirtiyor. Kürdistan ifadesine karşı çıkan MHP ve CHP geliştiriyor. Erdoğan ne diyor, Kürdistan kelimesinin o Meclis zabıtlarında görecekler diyor. Ve  AKP’e grubu acayip bir şekilde alkışlıyor. Daha sonra başka bir konuşmasında; ‘Korkuyla büyük devlet olunmaz. Kelimelerden kavramlardan korkanlar, kendi icat ettiği tabulardan kendi imal ettiği kabuslardan korkanlar büyük devlet inşa edemezler. Küçük düşünerek büyük işler yapılamaz’ diyor.

HAKİKATLERİ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Şu bunu söyleyen şimdinin cumhurbaşkanı o zaman kendi basını da kendi yandaşları da acayip alkışlıyorlardı. Çok değil daha iki sene önce iki buçuk sene önce yerel seçimlerde takip edin ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, Diyarbakır ziyaretinde aynı sözleri hemen hemen aynı sözleri tekrar ediyor. Bir de geçen gün Batman'daki toplantıyı biliyorsunuz. Şimdi bu arada Batman ve Batman'in türküsü söylenirken Erdoğan'ı alkışlıyor ve o şarkıda neler geçtiğini bir kez daha dinlesinler, bakalım. Batman’dan sonra ne geliyor, onu da söylüyorlar. Tabii oradaki sanatçılar onu da alkışlıyor ve bunlara hiçbir söz yok. Ama bir akademisyen bu sözü kullandı diye lince maruz kalıyor, görevinden alınıyor ve tutuklanıyor. Tabi inkar bitmişti. Hani yargı adaleti işliyordu. Bunların hepsinin palavra olduğunu da biliyoruz. Biz bunlara karşı hakikati savunmak için varız ve yalanlar hayatımıza hakim oldukça inanın. Gururumuz da onurumuz da ayaklar altına alınacaktır. Onurlu bir yaşam, gururlu bir duruş, hakikatleri her ne pahasına olursa olsun savunmaktan geçer. Biz de bunu yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.

ORHAN PAMUK’A DAVA

Şimdi bir acayip soruşturma da Orhan Pamuk'a açıldı. Ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar demeyeceğim. Aslında yapmak istedikleri şey bu ülkede adaleti ve demokrasi sıfırlamak demiştim. Çünkü başka türlü ayakta kalmaları mümkün değil. İktidarın küçük ortağının bugünkü Grup Toplantısı'nı dinleyin. Hepsi birbirini kopya çeker ki dinlemenize gerek yok. Herhangi birini açın, dinleyin baştan sona nefret, baştan sona kışkırtma, baştan sona hakaret. Bunlara herhangi bir şey yok. Yargıda bunun dışında her gün ne paylaşımlar yapılıyor; silahlarla işte katliam tehditleriyle…Bütün bunlar ifade özgürlüğü mahkemelere göre. Ama siz bir roman yazıyorsunuz bu romanda kullandığınız cümleler dolayısıyla ‘halkı kin ve düşmanla tahrik etmekten’ soruşturmaya maruz kalıyorsunuz. Şimdi Orhan Pamuk’un Nobel ödüllü olması o kadar da önemli bir mesele değil. Herhangi bir yazarın buna maruz kalmaması gerekiyor. Buradaki vurgu Nobel ödülüne değil. Buradaki vurgu her yazarın ve her bireyin ifade özgürlüğünü savunmaya olmalıdır. Ama elbette yüzlerce, binlerce örnek içinde biri öne çıkabiliyor.

AYDINLARIN TAVIR KOYMASI GEREKİR

Burada aydınların, yazarların çok daha güçlü bir duruş sergilemelerini beklerdik. Bir tanesine buradan ben şahsım ve partim adına bir selam yollamak istiyorum. Fazıl Say çok açık bir şekilde tavır koyduğunu net bir duruş sergiledi. Bunu bütün sanatçılardan, yazarlardan aydınlardan bekliyoruz. Susmayın sustukça sıra size gelecek hiçbir slogan masa başında yazılmamıştır. Değerli arkadaşlar, hepsi hayatın içinden çıkmıştır. Susma sustukça sıra sana gelecek soruları da bizim en tanıdığımız sloganlardan. İşte biz de diyoruz ki susmayacağız sıranın başkalarına gelmesine izin vermeyeceğiz. Ama bunun için de hep birlikte yürümeye çağrımızı yineleyeceğiz. 

YÜZDE 99 FAKİRLEŞİYOR

Pek çok konu var ama daha fazla uzatma niyetinde değilim, sadece birkaç veriyi başka bir alandan aktarayım. Tabii ekonomi yangın yeri, marketlere gidenler zaten biliyor, pazara çarşıya uğrayanlar biliyor. Bizler bütün çalışanlarımızla yöneticilerimizle vekillerimizle her gün halkın içindeyiz. Bu yangını bizzat yerinde görüyoruz. Ülkenin yüzde 99'u yoksullaşıyor. Yüzde 99'un yoksullaşmasının, diğer yüzünde yüzde 1'in sürekli daha fazla zenginleşmesi vardır. Böyle bir düzen yürüyemez, yürümemelidir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı güya hani bununla mücadele ediyor diye rakamlar yayınlamış. Son bir yılda devlet yardımlarına muhtaç hale gelen aile sayısı ikiye katlanarak 3,3 milyondan 6,6 milyona çıkmış. Bunun adı yoksulluğun, katlanmasıdır, açlığın katlanmasıdır. Biz diyoruz ki sosyal yardım değil, sosyal hak. Biz diyoruz ki lütuf değil, sosyal adalet. Ancak bunlarla yoksulluğu da açlığı da talanı da sömürüyü de önleyebiliriz. 

10 ADIMDA SORUNLARA ÇÖZÜM

Bugün bütçe görüşmeleri devam ediyor. Bazı temel sorunları  10 adımda nasıl çözebileceğimizi çok kısa başlıkla anlatayım. Biz asgari ücret vergiden muaf net 5 bin TL yapılmalı diyoruz. En düşük emekli maaşı 4 bin TL olsun diyoruz. Küçük esnafa 50 bin TL hibe desteği sunmalı diyoruz. EYT’lilerin sorunları çözülsün. Çocuk Bakanlığı kurulsun ve kamu bütçesinden devasa hale gelmiş çocuk sorunlarını çözelim. Kamu bütçesinden çözelim kaynakları oradan alalım. Kamuda engelli istihdamı kotası en az yüzde 10’a yükselsin. Çiftçinin borçlarının ilk etapta 50 bin TL'ye kadar olanı hemen silinsin. 3600 ek gösterge hakkı hemen sağlasın. 200 bin öğretmenin ataması hemen yapılsın. KHK’lerle işinden edilen kamu emekçileri işlerine derhal iade edilsin. 

BÜYÜK BARIŞ HAREKETİ

Nerede kaynak çok kolay. Biri demokrasiye dönüş, biri hukuk. Devletin inşası verdiğimiz arkadaşlar savaşa ayrılan kaynakları kesmek. Evet savaş teskeresine ana muhalefetin hayır demesinin sindirememelerinin nedeni bu. Oradan oyunu kurmaya çalışmalarının nedeni bu tuzaklar. Hamaset üzerinden kuruluyor, tuzaklar kan üzerinden kuruluyor. Bu tuzağa kimsenin düşmeyeceği zamanlardayız artık buna inanıyorum ben. Çünkü halkın gerçekliği bizi eninde sonunda hep birlikte bütün demokrasi güçlerini tekrar söylüyorum. Siyasi partileri kastetmiyorum, bütün demokrasi güçleri bir araya gelmeye mecbur edecektir. Ve savaş politikalarına karşı mücadele büyüyecektir. Büyük barış hareketi bunun üzerine inşa edilecektir, edilmelidir. Büyük bir barış hareketi, öte yandan demokraside adalette bunlarla beraber mutlaka gelecektir.

DEMOKRASİ BLOĞU

Biz 27 Eylül'de açıkladık. Deklarasyonumuzu ve bu deklarasyonumuzun yol haritasını her bir adımda yine halklarımız da buluşarak somutlaştırmaya çalışıyoruz. Bunun etrafında büyük bir mücadele ortaklığı örmek için elimizden gelen her türlü çabayı harcıyoruz. Bu çabayı harcamaya devam edeceğiz. Biz sabır göstermesini biliriz. Sabrın sonunun ortak mücadelenin büyümesi ve seçimlerde söz konusu olduğunda büyük bir parlamento seçimleri için büyük bir demokrasi ve onun oluşması olacağını da görüyoruz. Burada kimsenin evet üzümün çöpü armudun sapı deme hakkı yok. HDP nasıl her alanda demokrasiyi ve adaleti savunuyorsa, demokrasi bloğunda da bir araya gelmeyi tam bunun üzerine inşa edecektir.

Her türlü fedakarlığa değil, her türlü emek sarf etmeye hazırdır. Biz buna fedakarlık demiyoruz. Biz buna Türkiye halklarının barış, demokrasi, özgürlük, adalet mücadelesinin bize yüklediği bir görev olarak görüyoruz. Bunu gücümüzü de halklar arasına nefret tohumu etmek isteyen, yüz yıllık siyasete karşı eşit ortak yaşam, onurlu bir gelecek ve demokratik bir düzen özleminden alıyoruz. Haklarımızın bu özleminin her gün daha da güçlendiğini ve açığa vurduğunu görüyoruz. Bu güçle kazanacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Yolumuz açıktır.”