PKK Lideri Abdullah Öcalan 21 yıl aradan sonra ilk kez ailesi ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede ulusal birlik başta olmak üzere HDP’nin örgütlülüğü güçlenmesi adına önemli mesajlar verildi. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yaşanan sıcak gelişmeleri, Abdullah Öcalan’ın telefon görüşmesini, infaz düzenlemesi sonrası tahliyelerle başlayan kadın ve çocuk katliamlarını,  mezarlıklara yönelik saldırılar ve partilerinin “Kardeş Aile Kampanyasına” ilişkin Jinnews Haber Ajansı'nın sorularını yanıtladı.

“Elbette ki salgın döneminde Sayın Öcalan’ın ailesi ile görüşme yapabilmesi oldukça önemli. Fakat bunun bir kereliğine mahsus olmaması gerekiyor”

* PKK lideri Abdullah Öcalan ailesi ile 21 yıl aradan sonra ilk kez bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.  Bu konuda iki soru sormak istiyorum. Birincisi uzun süredir ağır tecrit koşullarında bulunan Abdullah Öcalan’la 21 yıl aradan sonra yapılan telefon görüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İkincisi de Abdullah Öcalan yaptığı telefon görüşmesinde de Kürt ulusal birliğinin sağlanması ve demokratik çözüm üzerinde durdu. Sizin de bu yönlü çalışmanız var. Bu süreçte bu konuya dair nasıl bir yol haritası belirlediniz?

Sayın Öcalan’ın İmralı cezaevinden çok uzun bir süre sonra 21 yıl aradan sonra ilk defa eline telefon alması, ailesi ile görüşmesi hukuken, siyaseten ve ahlaken de olması gereken bir durumdu. Fakat ne yazık ki Türkiye’de insanlara özellikle cezaevinde kalanlara hukuki destekler insandan insana değişebiliyor.  Yani insan hakları ihlalleri cezaevlerinde farklı uygulanabiliyor. Bu da İmralı Cezaevinde Sayın Öcalan’ın 21 yıldır ailesi ve avukatları ile telefon görüşmesi yapamamasını bizlere bir kez daha gösteriyor. Oysa olması gereken tüm cezaevlerinde olduğu gibi Sayın Öcalan’ın özellikle ailesi ile haftada bir telefon görüşmesini yapabilmesidir. Fakat hükümetin, devletin kendi isteğine bağlı olan ve istediği zaman bu koşulları yaratabilen istediği zamanda önüne engelleri çıkarabilen bir zihniyeti olduğunu görebiliyoruz. Elbette ki salgın döneminde Sayın Öcalan’ın ailesi ile görüşme yapabilmesi oldukça önemli. Fakat bunun bir kereliğine mahsus olmaması gerekiyor. Sürekli hale getirilmesi gerekiyor. Hem Sayın Öcalan’ın hem diğer hükümlülerin aynı şekilde aileleri ile görüşmesi gerekiyor ki salgın sürecinde bunun özellikle yapılması her türlü kaygının önüne geçecek bir mesele. Aynı zamanda hukuken elzem bir durumdur.

“Yani bu kadar operasyonun olduğu dönemde Sayın Öcalan’ın vermiş olduğu mesajla birlikte ulusal birlik mesajlarını vermek gerekiyor. Ve bunun zamanı tam da şimdi”

Bu görüşmede önemli mesajlar verildi. Mesajlar özellikle son günlerde yaşanan çatışmaların, kuşatmaların, savaşların, Java’ya askeri sığınakların ve Güney Kürdistan’da operasyonların ve kuşatmaların yapıldığı bir dönemde oldu. Burada tabi üzerinde durulması gereken şey şu: Kürtlerin birlik ve beraberliğinin bir an önce sağlanması meselesi. Uzun yıllardır Kürt halkının gündeminde olan ancak hiçbir zaman hayata geçmeyen her dönemin farklı farklı özellikleri olduğu zamanda ortaya çıkan ama her zamanda bir söylem düzeyinde kalan pratiğe geçmeyen bir mesele. Şimdi Mamur Kampına yapılan saldırı, çok planlı bir saldırıdır. Bir denemedir aslında. Bu denemeyle birlikte Kürtlerin bu saldırıya karşı tepkilerinin nasıl olacağı, bu saldırı karşısında birlik ve beraberliğin nasıl ortaya konulacağı açısından önemlidir.  Bu saldırı öncesinde de Maxmur Kampı'na bir saldırı gerçekleşmişti. Ayrıca Maxmur Kampı'na yönelik bir ambargo da var. Oradaki insanlar kamptan çıkamıyor, kimse giremiyor. Bir izne tabi tutulmuş girişler çıkışlar. Orada binlerce insanın yaşadığını biliyoruz. Hastası var, yaşlısı var. Dolayısıyla bütün bu ambargoya rağmen oraya bir saldırı yapılması elbette ki planlı bir saldırıdır. 

İşte tam da bu esnada verilen mesajlar bence önemli. Bu mesajlarla birlikte özellikle Güney Kürdistan’daki yetkililerin yapmış olduğu açıklamaların dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum. Ve bu anlamda başta sayın Barzani ve Güney Kürdistan’daki yetkililere bir çağrıda yapmak isterim: Bu dönemde el ele vermek omuz omuza vermek oldukça önemli Kürtleri tasfiye etmenin kuşatmanın ve bunun karşısında Kürtlerin önde gelenlerin, Kürtlerin sözcülerinin sessiz kalması ve buna karşı tepkisiz olması doğru değildir. Biz yapılan her saldırı karşısında ve yapılan kuşatma karşısında tüm dünyaya birliğimizi ve beraberliğimizi göstermek zorundayız. Tam da bu dönem bunun dönemi.  Yani bu kadar operasyonun olduğu dönemde Sayın Öcalan’ın vermiş olduğu mesajla birlikte ulusal birlik mesajlarını vermek gerekiyor. Ve bunun zamanı tam da şimdi demek istiyorum.

*Geçtiğimiz günlerde ulusal birliğin sağlanması adına eş başkanlar ve HDP’li milletvekilleri olarak Federe Kürdistan Yönetimi’ne bir mektup yolladınız. Bu mektuba resmi bir cevap verildi mi? Bölgesel yönetim ile herhangi bir diyalog gelişti mi?

Resmi bir cevap yok ama en azından biz bu konudaki görev ve sorumluluğumuz yaptık. Kürtlerin birliği beraberliği birlikte tepki vermesi ve yaşananlara sessiz kalmaması açısından diyalog ve müzakerenin mutlaka başlatılması konusundaki görüşlerimizi ifade ettik. Her sorun diyalog ve müzakere ile çözülür. Elbette ki Kürtler arasındaki birlik de müzakere v diyalogla mutlaka yol ve yöntemler aranarak hayata geçirilebilir. Biz bu anlamda Federe Kürdistan’da yönetimde bulunan şahsiyetlere mektuplar yazdık gönderdik. Hem iki eş başkan adına hem de ayrıca milletvekili arkadaşlarımız da kadın milletvekillerine gönderdiler. Dolayısıyla bu dönemin ruhuna ilişkin herkesin yaşananlar karşısında daha duyarlı olması ve sorumluğunu yerine getirmesi açısından önemlidir. Bu diyalog ve müzakereler bizim açımızdan devam edecek. Ancak henüz karşı taraftan bize bu konuda bir dönüş olmadığını belirtmek isterim.

“Örgütlülük esas alındığında yetmezliklerimiz ve yapamadıklarımız açıkça ortada. Bu mesajla birlikte örgütlülüğümüzü daha da büyütmek ve bizim dışımızda olan insanları kendi yanımıza çekebilmek, onlarla temas kurabilmek, genişleyebilmek bütün bunlar bizim açımızdan önemli.”

*Abdullah Öcalan’ın görüşmesinde “HDP kendisini büyütmesi gerekiyor. Büyük işler yapmaları, geniş bir perspektifle hareket ederek, örgütlülüğünü büyütmeleri ve güç olmaları gerekiyor. Aksi halde karşı taraf onları yok edecek” değerlendirmesi oldu. Sizler bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu mesajı okuduk elbette ki haklı ve yerinde bir mesaj. HDP’nin örgütlülük açısından halklara ulaşma büyüme açısından henüz tam büyük bir başarıyı elde etmediğini biliyoruz. Ancak bu koşullarda bu şartlarda yine de HDP elbette ki her türlü baskı şiddet inkar ve imha karşısında büyük bir mücadele veriyor. Büyük bir çaba sarf ettiğini söyleyebiliriz. Ancak örgütlülük esas alındığında yetmezliklerimiz ve yapamadıklarımız açıkça ortada. Bu mesajla birlikte örgütlülüğümüzü daha da büyütmek ve bizim dışımızda olan insanları kendi yanımıza çekebilmek, onlarla temas kurabilmek, genişleyebilmek bütün bunlar bizim açımızdan önemli. Bundan sonraki süreçte de bu konuda gerekli adımlar elbette ki atılacaktır. Salgın günleri bizi eve kapatmış olsa da örgütlülüğümüzü büyütmek gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu biliyoruz. Koşullar ve şartlar buna uyduğu sürece biz de bu mücadeleyi vermeye çalışacağız. Ancak bu mücadelenin zorlukları ile büyük bir başarı elde edebileceğimizi de söylemek isterim.

*Geçtiğimiz günlerde Van ve ilçelerinde mezarlıklar asker tarafından tahrip edildi sonra diğer illere de sıçradı bu durum. Aslında periyodik olarak belirli dönemlerde bu saldırıları görüyoruz.  HDP olarak konuyu gündeme taşıdınız. Ancak mezarlara saldırı hala devam ediyor. Bunun sistematik bir saldırı haline dönüştüğünü söyleyebilir miyiz? Bu politikayla ne amaçlanıyor?

Şimdi bu bir konsept aslında.  Biraz önce ifade ettiğimiz Rojava, Güney Kürdistan’dan başlayan meseleler dışında bağımsız bir mesele olarak ele almamak gerekiyor. Ve bu konsept çerçevesinde Rojava’ya asker sevkiyatı yapılıyor. Bununla birlikte Türkiye’de de özellikle mezarlıklara saldırı Kürt halkının ve bir bütün olarak aslında insanlığın kabul etmediği bir mesele. Düşüncesi ideolojisi ne olursa olsun insanlar öldükten sonra mezarlarında rahat bırakılırlar. Bu hiçbir dinde yoktur. İslam’ın kitabında ve ayetinde mezarlıklara saldırı, mezar taşlarını kırma ve ölüyü mezarında rahatsız etme yoktur. Bu hiçbir dine sığmayan İslam’da da kabul edilmeyen bir zihniyettir. Evet, sadece Van’da değil, Muş’ta Bingöl’de bölgenin birçok yerinde mezarlıklara saldırılar, yazların silinmesi yönünde ailelere baskılar oldu. Tüm bunlar bu süreçte bu konsept çerçevesinde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Bu durum dini referansları güçlü bir parti olarak kendisini kamuoyuna yansıtmaya çalışan ve böyle gösteren AKP’nin dinle ne kadar çeliştiğinin ve çatıştığının bir göstergesi. Oysa ölünün üzerinden hüküm her zaman kalkar. Mezarında yatan insan hiçbir şekilde hiçbir konuyla alakalı olarak hükmedilmez, cezalandırılmaz. Ölünün üzerinden hükmün kalktığın varsayarak hem mezarda naaşı olanlara hem de onların ailelerine büyük bir haksızlık yapıldığını ifade etmek istiyorum. Bunu büyük bir nefretle kınadığımı da belirtmek isterim.

“Binlerce insan cezaevlerinde ölüme terk edildi. Çıkanlar tamamıyla topluma karşı suç işleyenlerdir. Yani toplum güvenliğini riske atacak olan, geçmiş dönemlerde her türlü yüz kızartıcı suçu işleyenler, kadın cinayetlerinden tutalım hırsızlık ve çete mensubu olanlar tahliye edildi.”

 * Salgınla beraber Meclis’ten geçirilen infaz yasasında siyasi tutsaklar kapsam dışı bırakıldı. Cezaevinden tahliye edilen erkekler son 10 günde çok sayıda kadın ve çocuk katliamı gerçekleştirdi. HDP “erkekler çıktığında yarım kalan işini tamamlayacak” diyerek aslında tahliye sonrası yaşananlara dikkat çekmişti. Yeni infaz yasasından sonraki sürece ilişkin ne söylemek istersiniz?

İnfaz yasası salgın günlerinde,  hastalığın yayıldığı günlerde AKP ve MHP’nin daha önce hazırlamış olduğu fakat salgını bahane ederek, Meclis’e getirdiği bir yasa. Kendi yandaşlarını ve kendilerine göre tahliyelerini gerçekleştirecek olan bir yasadan bahsediyoruz.  Bu tahliyeler ile birlikte aslında dışarıya çıkanlar tamamıyla topluma karşı suç işleyen insanlar. Bu suç işleyen insanların dışarıda tekrardan kaldıkları yerlerden aslında işlerine görevlerine devam ettiklerini de gördük. Kars belediyesine yapılan saldırılar, yine kadın cinayetleri, çocuk cinayetlerinin işlendiği bu süreçte bu suçlardan tahliye olanların eliyle gerçekleştiğini hep birlikte tanıklık ettik.

Başından beri iktidarı uyardık. Elbette ki, tahliyeler hiçbir ayrım yapılmaksızın olmalıydı.  Ancak farklı tedbirler alınarak yapılmalıydı.  Biz burada adli ve siyasi hiçbir ayrım yapmadan bu meseleye insani bakarak tüm cezaevlerinin ayrımsız bir şekilde boşaltılması gerektiğini ve bu yasanın da buna göre düzenlenmesi gerektiğini söyledik. Fakat AKP ve MHP ortak kararı ve milletvekili çoğunluğu ile çıkarılan bu yasada bir eşitlik sağlanmadı. Bir ayrımcılık yapıldı.  Bu ayrımcılıkla birlikte binlerce insan cezaevlerinde ölüme terk edildi. Şimdi tahliye edilenlerle içeride kalanlar arasında şöyle bir fark var: Çıkanlar tamamıyla topluma karşı suç işleyenlerdir. Yani toplum güvenliğini riske atacak olan, geçmiş dönemlerde her türlü yüz kızartıcı suçu işleyenler, kadın cinayetlerinden tutalım hırsızlık ve çete mensubu olanlar tahliye edildi. Çıkar çıkmazda kaldıkları yerden suç işlemeye devam ettiler. Ancak cezaevlerinde ölüme terk edilip bu hastalık ile baş başa bırakılanlar bu ülkenin toplumunda vicdanı olan her insanın yüreğinde derin izler bırakan, toplumda gerçekten yeri olan, siyaset yapan, belediye başkanlığı yapan insanlar, aydınlar, yazarlar, demokratlar, akademisyenler, gazeteciler bütün bunlar cezaevlerinde ölüme terk edildiler. Hastalıkla baş başa bırakıldılar. İşte kabul edilmez olan nokta tam da burası. Bir ayrımcılık var, bu ayrımcılık karşısında cezaevlerinde kalan inşalar ölüme terk edilmiş durumdalar. Dışarı çıkanlarda suç işlemeye devam ediyorlar.

Bizim şimdi böyle bir beklentimiz var; Anayasa Mahkemesi’ne bir başvuru yapıldı. Bu başvuru bu aşamada şekil olarak yapılan bir başvuru. Yasanın esasına ilişkin ikinci bir başvuru yapılacak.  Anayasa Mahkemesi’nin eşitlik ilkesini esasa alarak, bu yasayı iptal etmesi, tüm cezaevlerini kapsayacak şekilde hiçbir ayrım yapılmadan herkesin tahliyesini gerçekleştirdiği bir düzenlemeye imza atması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi kendi içtihatlarını uygulamak zorundadır. Bunu yapmadığı takdirde bazı yerlerin vesayeti altında olduğunu bizlere bir kez daha gösterecektir. O yüzden Anayasa Mahkemesi hiçbir vesayet altında kalmadan kendi içtihatlarını mutlaka uygulamalıdır.  Toplumdan gelen sese kulak vererek, cezaevindeki insanları ölüme terk etmeden eşitliği sağlayacak yeni bir düzenlemenin altına imza atması lazım.

*CHP ile bu noktada bir ortaklaşmanız var mı?

CHP ile bu konuyu görüştük. Bizim yapmamız gereken üzerimize düşen görev ve sorumluluklar neyse bunu yapmaya hazır olduğumuzu söyledik. CHP ile bir diyalog var, bu diyalog grup başkanvekilleri ve milletvekili arkadaşlarımız arasında oluyor.  Hukukçu milletvekili arkadaşlarımız konuyla ilgileniyorlar. CHP’nin de hukukçu milletvekilleri ile bir temas var. Bu anlamda bu düzenlemede bizden istenilen her türlü katkı mutlaka sağlanacaktır. Bizde kendi cephemizden hukuk komisyonumuz, hukuktan sorumlu eş genel başkan yardımcımız başkanlığından Anayasa Mahkemesi’ne verilecek olan başvuru hazırlıkları tamamlandı. Şimdi CHP’nin AYM’ye başvuracağı günü bekleniliyor. Bu konuda bir sıkıntı olmadığını söylemek isterim.

*Salgın süreci devam ederken, hükümetten sürekli “Evde kalın” çağrılarını duyuyoruz.  Hatta “gönüllü karantinaya” uyun deniliyor. Ancak işçiler ve emekçilere yönelik bir tedbir alınmadı Geçtiğimiz günlerde Adana’da kayıt dışı çalışmak zorunda kalan Suriyeli 17 yaşındaki Ali El Hemdan isimli çocuk dışarıya çıktığı için polisin “dur ihtarı” uymadığı öne sürülerek polis kurşunuyla katledildi. Bu katliam bize neyi gösteriyor? Kolluk güçlerinin salgın sürecinde gücünü giderek sınırsızlaştırdığını söyleyebilir miyiz?

Güvenlik güçlerinin zaten sınırı hiçbir zaman yok. Biz bu durumları, bu örnekleri daha önce çok gördük. Kemal Kurkut gibi insanların Newroz alanına girmek isterken polis tarafından katledildiğini de gördük, Ceylan Önkol’ların katledilmesini de gördük.  Burada bir sınır elbette ki yok. Korona günlerinde bu sınır tanımamazlık çok daha fazla önümüze çıkabiliyor. Şimdi işçinin emekçinin hakkını hukukunu bu salgından zarar görmemesi adına yaptığımız çağrılar biliniyor. Milyonlarca işçi emekçi bugün iş yerinde, fabrikalarda, atölyelerde çalışmak zorunda. Çıkarılan paketlerde işçiyi, emekçiyi ve yoksulu ilgilendiren herhangi bir madde yok. Çıkarılan yardım paketlerinde onları ilgilendiren bir şey yok.  Sadece hükümetin kendi yandaşlarını koruduğu, kolladığı kendi sermayedarlarını koruduğu bir gerçek. Tam da 1 Mayıs İşçi Bayramının yaklaştığı bugünlerde milyonlarca işçiyi bu hastalıkla ve bu salgınla baş başa bırakmak hükümetin yaptığı en büyük zulümlerden biridir.

Biz işçilerin ve emekçilerin zorunlu üretim dışında çalışan bütün emekçilerin bu dönemde kendilerinin korunması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum. Hükümet emekçiye, işçiye ve yoksulla doğrudan pay ayıran yerden ya da onların sağlığını ve güvenliğini koruyacak bir yerden yaklaşmıyor ve bakmıyor. Ancak biz parti olarak, bütün işçilere, emekçilere kendi güvenliklerini sağlayacak yerden yaklaşmaları gerektiğini çağrısında bulunuyoruz. Yoksa büyük bir kırımla baş başa kalacağız. Salgın bitmedi alınan önlemler yetersiz, yapılan çağrılar sadece bir kesime yönelik uygulanıyor.  Durumu iyi olan ihtiyacı olmayan insanlar evinde karantina da ancak, çalışmak zorunda kalanlar, para kazanmak zorunda olanlar işini bıraktığı anda yoksullukla ve çaresizlikle kalmak durumunda olanlar bugün işyerinde çalışmak zorunda kalıyorlar. Oysa devletin ve hükümetin hiçbir ayrım yapmadan toplumun tamamını tüm vatandaşları ilgilendirecek şekilde yeni düzenlemeler yapma gibi bir sorumluluğu vardır.  Bu sorumluluk şuana kadar yerine getirilmemiştir. Bu saatten itibaren gerekli önlemlerin alınması gerektiğini belirtmek isterim.

“Bu durumun şeffaf olmadığının birçok kesim farkında. İnsanların hükümetin söylemleri sonrası ‘hasta sayısı azaldı, ölüm sayısı azaldı’ diyerek sokaklara çıkması bu salgının önümüzdeki günlerde daha ciddi boyutlara taşınacağını gösteriyor.”

*10 Mart’tan bu yana Türkiye’de koronavirüs salgını ilerleyerek devam ediyor.  En son verilere göre 3 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Vaka sayısı ise 100 binleri aştı. Ancak bizler son gündür testlerin azaldığını ve vakaların düşük seyrettiğini görüyoruz. Hükümetin ve Sağlık Bakanlığı’nın “normalleşme” söylemleri sonrası yurttaşların bir rehavete kapıldığını gözlemleyebiliyoruz. Bu verileri nasıl görüyorsunuz?  Veriler gerçekçi mi, şeffaf mı? İktidar koronavirüs salgını karşısında nasıl bir politika izliyor?

Salgın süresince hükümetin bu süreci şeffaf yürütemediğini ifade etmek isterim. Kamuoyunu bilgilendirme başta olmak üzere alınan tedbirler, önlemler hep kısıtlı ve herkesi kapsayacak şekilde olmadığı için her akşam televizyonlarda aynı rakamları gördüğümüzü, giderek bunları azalttıklarını görüyoruz. Bu durumun şeffaf olmadığının birçok kesim farkında. İnsanların hükümetin söylemleri sonrası “hasta sayısı azaldı, ölüm sayısı azaldı” diyerek sokaklara çıkması bu salgının önümüzdeki günlerde daha ciddi boyutlara taşınacağını gösteriyor.  Hükümet bu anlamda daha şeffaf bir çalışma yürütebilirdi. Bilim Kurulu üyeleri her akşam televizyonda çıkıp alınması gereken önlemlerden söz ederken, saraya da Cumhurbaşkanına da alınması gereken önlemleri ifade ediyor.  Ancak sarayın Bilim Kurulu'nu  hatta kendi bakanın bile dinlemeyen bir yerden bu salgını kendi açısında bir algıya dönüştürerek, yönetme biçimini tercih ettiğini görebiliyoruz.

Bütün bunları yapmalarının birçok sebebi var. Başta ekonomik kriz olmak üzere yaşanan krizlerin önüne geçmek için yaptıklarını biliyoruz. Fakat Avrupa ülkelerine dünyaya Türkiye’nin bu salgınla nasıl mücadele ettiğini ve bir başarı hikayesi yazdıklarını anlatmaya çalıştıklarını biliyoruz. Dolayısıyla toplumun her akşam televizyonlarda yapılan açıklamaların dışında kendi tedbirlerini alarak, karantina süreçlerine uyarak izole edilme durumunu asla göz ardı etmemesi ve bu süreci kendilerinin yönetmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan açıklamaların yeterli ve şeffaf olmadığını hükümetin bu konuda bir manipülasyon yaptığını da belirtmek istiyorum.

“Eğer bu dayanışmayı çoğaltabilirsek özellikle kadınlar içerisinde bunu yaygınlaştırabilirsek ben kadınların bu süreçten daha güçlü çıkacağına inanıyorum.”

*İnsanların yardımlaşma ve dayanışmaya çok ihtiyaç duyduğu bugünlerde yerel yönetimlerin insani yardımları ve kampanyaları hükümet tarafından engelleniyor.  Ancak HDP dayanışma ağlarını sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde Kardeş Aile Kampanyası başlattınız.  Birçok ilde aileler buluşturuldu, yardımlar iletildi. Nasıl gidiyor kampanya, amacına ulaştığı söylenebilir mi?

Kardeş Aile Kampanyamız büyük bir ilgi gördü. Hem yardım ihtiyacı olan aile başvurusu hem de yardım etmek isteyen aileler çok fazla. İnsanların da sayısının fazla olduğunu söylemekte bir sakınca yok.  Yardım yapacak olan insanların daha da artması gerekiyor. Bize günde binlerce insan başvuru yapıyor. Bu başvurular karşısında en azından onlara yardım edebilecek, dayanışma ve paylaşma duygularını oluşturacak insanların sayısının artmasına ihtiyaç var. Kampanya ile ilgili bizler de bu konuda öncülük yapıyoruz. Özellikle ben işsiz, mülteci ve şiddet gören kadınlarla dayanışma içerisindeyim. Bunu buradan ilan etmek istiyorum. Ve buradan kadınlara sesleniyorum: Bir yerlerde bir kadının şiddete uğradığı duyumunu alırsa mutlaka o kadınla dayanışma içerisinde olmalıdırlar. Yine işsiz kadınlar bu süreçte evlerindeler. Her kadın işsiz bir kadına ulaşabilmeli. Durumu iyi olan kadınlar işinden ayrılmış olan kadınlara ulaşabilmeli. Onlarla dayanışmalı ve onlarla paylaşmalıdırlar. Bu dönem açısından büyük bir ihtiyaç var. Yine savaştan zarar gören ve evlerini terk etmek zorunda kalıp yollara düşen kadınlar var. Ben bu kadınlara ulaştım. Onlarla dayanışıyorum, paylaşıyorum. Her kadın mutlaka bir mülteci kadınla dayanışma içerisinde olmalıdır, paylaşmalıdır. Bu zor günleri kadınların dayanışması ile atlatacağımıza gerçekten inanıyorum. Eğer bu dayanışmayı çoğaltabilirsek özellikle kadınlar içerisinde bunu yaygınlaştırabilirsek ben kadınların bu süreçten daha güçlü çıkacağına inanıyorum. Böylesi güçlü bir çıkış ancak ve ancak dayanışarak ve paylaşarak gerçekleşebilir

* Salgından karantinadan bahsettik biraz da sizin karantina sürecinizden bahsedelim. Gününüz nasıl geçiyor, gün boyu neler yapıyorsunuz?

Parti olarak dışarıdaki yoğunluktan çok daha yoğunuz. Evde olsak bile belirli bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluk çerçevesinde toplantıları hiç ihmal etmiyoruz. Bölge bölge toplantılarımızı yapıyoruz çünkü sanal ortamda yüz elli kişilik bir parti meclisi toplantısını yapmak elbette ki zor. Ancak bunları iki ya da üç güne yayarak bölge bölge yapıyoruz. Hem PM toplantımızı hem il eş başkanlarımız hem de kadın il eş başkanlarımızı toplantılarımızı yaptık,  yapmaya da devam ediyoruz.  Her hafta pazar günleri Merkez Yürütme Kurulu (MYK)  toplantılarımızı gerçekleştiriyoruz. Böylesi bir yoğunluk içerisindeyiz. Bunun yanında evde iki çocuğum var. Ayrıca yemek yapıyorum, ev işleri yapıyorum. Kitap okumak, film izlemek gibi sosyal faaliyetlerimi hiç ihmal etmeden günlerimi geçirmeye çalışıyorum. Ve aslında her saatim, dakikam dolu dolu geçiyor. Boş geçirdim hiçbir zamanım yok. Herkesin bu zor günleri planlı bir şekilde geçirmesi için belirli bir takvim neticesinde saatli ve programlı bir şekilde zamanı ayarlayarak bugünlerin üstesinden gelebilirler. Ben öyle yapıyorum. Herkese de tavsiye ederim. Her zamanın saniyenin dolu dolu geçtiği ve her zamandan ayrıca yararlandığımı da ifade etmek isterim.