Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP), “Demokratik Mücadele Programı’nın” 3'üncü aşaması kapsamında “Hep birlikte savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük” şiarıyla başlattığı kampanya kent kent sürüyor. Bu kapsamda halk ve sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri ziyaret ediliyor. Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) temsilcilerinin de katıldığı bir heyet Hakkari’de temaslarını sürdürüyor. Heyetin içinde yer alan DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, yaptıkları ziyaretler, kampanyanın amacı, kentlere dair gözlemlerini ve yeni bir yol haritası için halkla birlikte yürüttükleri tartışmalara ilişkin Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı.

Öncelikle şimdiye kadar gittiğiniz kentlere dair gözlemlerinizi alabilir miyiz? 

Kurumlarımıza yönelik son zamanlarda gerçekleştirilen saldırılardan dolayı önümüze bir program koyduk ve bu program çerçevesinde de Dersim'den başlattığımız çalışmalarımıza Hakkari'yle devam ediyoruz. Halkımızla bir araya gelip süreci değerlendiriyoruz. Özellikle DTK’nin illegalize edilerek, çalışmalarının engellenmesi ve bundan sonraki yönelimlere karşı nasıl cevap vereceğimiz konusunda görüşmelerimizi devam ettiriyoruz. Halkımızın baskılara rağmen inancından, duruşundan hiçbir şekilde taviz vermediğini gözlemliyoruz. Şartlar ve koşullar, pandemi sürecinden dolayı alanlara çıkmaya müsaade etmiyor. Ama halkın inancını dünkü duruşundan daha sağlam olduğunu görüyoruz. Daha önce başlattığımız demokrasi hamlemizin startını Hakkari'den vermiştik. O zaman da halkımızın ilgi alakası ve verdiği mesaj netti. Halkımız her zaman sözünü söyledi ve söylemeye de devam ediyor. 

Bugün bir tek söz söylenemeyecek noktaya gelinmişse, buna yönelik bir direniş çabası gösterilmiyorsa, dolayısıyla tecrit altında olan bizleriz. Kendi üzerimizdeki tecridi kırdığımızda beraberinde özgürlük gelir.

DTK, HDK, HDP ve DBP olarak başlattığınız sürecin gereksinimi ve anlamı açar mısınız?

Demokrasinin kırıntısının kalmadığı bir ülkede hep birlikte yaşıyoruz. Özellikle Kürtler ve Kürt sorunu üzerine her şeyi tüketmiş olan faşist, tekçi, kendi menfaati ve çıkarından başka bir çıkar düşünmeyen bir iktidardan bahsediyoruz. Muhalif en ufak bir sese bile tahammül göstermeyen, susturmaya çalışan, bunu da gözaltı ve tutuklamalarla yapmaya çalışan bir iktidar, bir hükümet yapısından bahsediyoruz. Peki, bunu neden başlattık? Faşizmden bahsediyoruz. Tabii ki demokratik ortamlarda faşizme karşı seçimden seçime gidip oy kullanmak yeterli olmuyor. Ne yazık ki olmuyor. Bunun da dünyada örnekleri var. Faşizmin en çok korktuğu şey muhaliflerin sesini yükseltmesidir. Var olan duruma karşı rahatsızlıklarını demokratik ortamlarda dile getirmeleridir. Bu kadar baskıya rağmen özellikle HDP, DTK ve diğer partilerimiz üzerine uyguladıkları baskı sonucunda ‘Bunları bitirdik, bunlar artık alanlara çıkamaz’ algısını yaratmaya çalışıyorlardı. Hayır, halkımız var olduğu sürece, halkımızın bu duruşu ve inancı var olduğu sürece HDP ve diğer kurumlarımız her zaman alanlarda olacaktır. Bütün baskı ve tutuklamalara rağmen bizler buradayız. Faşizme karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Siz bir savaş yürütüyorsunuz ve bu savaş sadece Kürtler üzerinden yürütülen kirli bir savaştır. Ama sonucu itibarıyla baktığımız zaman tüm Türkiye halklarının geleceğini etkileyen, geleceğini ipotek altına alan kirli bir savaş yürütülüyor. Savaşa karşı barışın sesini yükseltmek gerekiyor. Onurlu bir barışın sesini yükseltmek gerekiyor. Her ne kadar bugün İmralı'da Sayın Öcalan’ın üzerinde bir tecrit politikası yürütülüyorsa da aslı tecridi yaşayan Türkiye halklarıdır. Bugün bir tek söz söylenemeyecek noktaya gelinmişse, buna yönelik bir direniş çabası gösterilmiyorsa, dolayısıyla tecrit altında olan bizleriz. Kendi üzerimizdeki tecridi kırdığımızda beraberinde özgürlük gelir. Özgür bir ortamda da tabii ki bütün sorunlarımızı demokratik bir ortamda diyalogla çözebilecek bir ortam oluşacaktır. 

 Kürt siyaseti ve muhalif kimlikler üzerindeki gözaltı, tutuklama ve askeri operasyonlar kesintisiz sürdürülüyor. İktidar, sistemli hale getirdiği bu politikayla neyi amaçlıyor?

İktidarın neyi amaçladıkları açık bir şekilde ortada. Sonuç itibariyle bir duruş sergileyen, alanlara çıkan, halkla buluşan bir siyasi hareketin mücadelesinden bahsediyoruz. Hem kurumlar hem de siyasi parti olarak. Türkiye'deki muhalif kesimlerin tamamının var olan sesten etkilenip bir cephe oluşturması gerekiyor. İktidar demokratik bir ortamın oluşmasından korktuğu için, bu siyasi soykırım operasyonlarına devam ettirerek bu şekilde bir sindirmenin önünü açmaya çalışıyorlar. Bu beş yıldır uygulanan bir şeydir. Her zaman da dozu arttırılıyor. Ama sonuç itibarıyla, bu baskılar etki-tepki meselesi, kaşı muhalefeti de yaratıyor. Bu açıdan da her tutuklamaya karşı, Türkiye’deki tüm demokratik güçlerin daha çok ses çıkartması lazım, daha çok alanlara çıkması lazım. Demokratik yöntemlerle tepkilerini dile getirmeleri lazım. Eğer biz bunu başarabilirsek, inanın ne bir gözaltı, ne bir tutuklama olur. Ve bu baskılarda bu direnişle ortadan kalkmış olur. 

  Şu anda Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu şey onurlu bir barıştır. Bu da Kürt sorununun çözümüdür. Tabii ki Kürt sorununun muhatabı da şu anda İmralı'da ağır tecrit altında tutulan Sayın Abdullah Öcalan’dır.

Türkiye’nin şu an acil neye ihtiyacı var? 

Tutumumuz açık ve nettir. Bu baskıların ve tecridin sona erdirilmesi için barışın sesini yükseltmemiz gerekiyor. Şu anda Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu şey onurlu bir barıştır. Bu da Kürt sorununun çözümüdür. Tabii ki Kürt sorununun muhatabı da şu anda İmralı'da ağır tecrit altında tutulan Sayın Abdullah Öcalan’dır. Fikir ve önerileri olan bir insandan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu insanın toplumla bağının koparılması için tecrit ağırlaştırılıyor. Geçmişten de biliyoruz. Sayın Öcalan’ın bir sözü bile toplumdaki olumsuz ve mutsuz havanın, olumlu bir havaya, umuda dönüştüğünü hep beraber gördük. Bunun için bu uygulamalar devam ettiriliyor. Dolayısıyla onurlu bir barışın sesini yükselterek, alanlara çıkarak, tecride tepki göstermek gerekiyor. Biz buna rıza göstermiyoruz. Bir tek sesten, bir tek partinin siyasetinden değil, gerçekten Türkiye'nin demokrasisini isteyen, eşit bir yaşamı savunan her kesimden insanın bir araya gelip, bu sesi yükseltmesi lazım. O zaman, bu iktidar varlığını devam ettiremez. Bu da halkımızın üzerindeki tecridin kaldırılması ve ardından onurlu bir barışın yolunu açacak. İmralı'nın kapıları açılması, Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt sorunu konusunda rol ve misyonunu oynaması için mücadele etmemiz gerekiyor. Türkiye'nin geleceği, halklarının geleceği için her kesimin onurlu bir barışı yüksek bir sesle dillendirmesi ve savunması gerekiyor. 'Savaş değil barış demenin zamanıdır' diyoruz. 

1 Eylül Dünya Barış Günü'ne ilişkin hazırlıklarınız nelerdir ve buna dair bir çağırınız var mı? 

HDP’nin belirlemiş olduğu bir program var. Pandemi sürecinden geçiyoruz. Normalde biz büyük mitingler planlıyorduk. Amed ve diğer kentlerde. Ama bu pandemiden dolayı bu mitinglerden ziyade tek bir şiarla birkaç ilimizde barış zincirleri oluşturacağız. Amed, Van, Adana ve İstanbul gibi illerimizde barış zincirleri oluşturacağız. 1 Eylül Dünya Barış Günü anlamlı bir gündür. Bizlerin de Türkiye halkları olarak tam da ihtiyaç duyduğumuz onurlu bir barıştan bahsediyoruz. Bu açıdan bu eylem ve etkinlileri 'savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük' şiarıyla insan zinciri etkinlilerini gerçekleştireceğiz. En son olarak 1 Eylül Dünya Barış Günü'nü tüm insanlığa armağan olmasını diliyor, hangi coğrafyada olursa olsun, yaşanan bütün çatışmaların diyalog, müzakere ve barışla sonuçlanmasını temenni ediyorum. 

MA / Hamza Gündüz