CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Elektrik faturasını ödeyemeyen vatandaşın sesini çıkaracağı bir alan bırakmadılar. Fakir elektrik faturasını ödeyemiyor kim bunların sesi olacak? Kim bunların sözcüsü olacak? Hemen dediler ‘efendim elektriği derhal kesin, Kılıçdaroğlu donsun...’ Siz beni donmakla mı korkutuyorsunuz? Sizin feriştahınız gelse donmam. Sizin feriştahınız gelse ben mücadele ederim. Ama söylüyorum elektrik faturası konusunda hemen üretici dağıtıcı şirketleri topladılar, konuştular. Halka şunu, ‘faturaları indirecekler ön çalışmaları yapıyorlar...’ Erdoğan’a da bir iki numara alanı bırakıyorlar. ‘Erdoğan indirecek...’ Bunlar yükselttiler ya Erdoğan da indirecek! Bunun numarasını çekiyorlar. Tamamını indireceksin kardeşim” dedi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Özlük hakları için kontak kapatarak mücadele eden YemekSepeti Banabi kuryeleri de grup toplantısı salonunda Kılıçdaroğlu’nu dinledi. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:

“CHP AİLESİNDEN BİR BİREY OLMANIN GETİRDİĞİ SORUMLULUKLAR VAR

Evet özetle söylemek gerekir ise; CHP kararlı ve istikrarlı adımlarla, düzenli büyüyerek, topluma umut olmaya devam ediyor ve bunu sürdüreceğiz; kararlılıkla, birlikte sürdüreceğiz… Güne güzel bir eylemle başladık; belediye başkanı ve belediye meclis üyesi arkadaşlarımız katıldılar, kendilerine yürekten teşekkür ederiz. CHP ailesinden bir birey olmanın getirdiği sorumluluklar vardır. Bundan sonra her birimiz tek tek veya topluca ülkenin birliği ve dirliği için çalışacağız. Güzel ülkemize umut olacağız. Belediye başkanlarımız çalıştıkları beldelerde, belde halkına umut olacak. Belediye başkanlarımızın bulunduğu yerlerde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Bu sözü milletimize verdik. İkinci güzel haberle başlayalım. Dünya Sağlık Örgütü İhsan Doğramacı Aile Sağlığı Vakfı Ödülü’nü Mehmet Haberal’a verdi. Olağanüstü güzel bir olay. Mehmet Haberal, organ nakli konusunda sadece Türkiye’de değil bütün dünyada çok önemli bir isim, bir marka aslında. Dolayısıyla böyle bir markanın Türkiye’de olması ve CHP’de milletvekilliği yapması ayrıca bizim için onur ve gurur. 27 Mayıs’ta Cenevre’de 200’e yakın ülkenin sağlık bakanlarının katılacağı Dünya Sağlık Örgütü Genel Kurulu’nda bu ödül Sayın Mehmet Haberal’a verilecek. Hepinizin huzurunda hocamızı; sevgiyle, şükranla anıyoruz ve yürekten kutluyoruz.

BU SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE MARKA OLAN PARTİ, CHP’DİR

Biliyorsunuz, Türkiye bir dert küpüne dönmüş vaziyette. Herkesin bir derdi var. ‘Beşli Çete’ hariç. Onların derdi de ‘CHP iktidar olursa başımıza ne gelir’ diye. Tek dertleri o. Ama onun dışında herkesin derdi var. Herkes bir çıkış aramaya çalışıyor. Herkes sorunlar nasıl çözülür diye oturup konuşuyor. Kimisi kahvede kimisi ev ziyaretlerinde kimisi dükkânda kimisi mağazada kimisi alışveriş merkezinde kimisi pastanede, herkes şu veya bu şekilde Türkiye’nin dertlerini konuşuyor ama şuradan bütün vatandaşlarıma açıkça ifade etmek isterim. Elbette konuşacaksınız, tartışacaksınız, çözümler için düşüncelerinizi ifade edeceksiniz ama şunu sakın unutmayın. Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur ve bu sorunların çözümünde marka olan parti CHP’dir. Herkes bunu böyle bilsin.

SON ÜÇ YILDA KAPANAN GAZETE 119

Dolayısıyla gazeteci arkadaşlar da geliyorlar, onların da dertleri var. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu geldi, heyetiyle beraber. 86 gazeteci cemiyetinden oluşan bir konfederasyon, 20 bini aşkın da gazeteci üyesi var. Bizim sesimizi geniş kitlelere ulaştıran medyadır, kabul etmemiz lazım. Medya, dördüncü güç olarak kabul edilir bütün demokrasilerde. Ama bizde maalesef medya sesini çıkarmasın, ama iktidarı savunuyorsa her türlü imkanın sağlandığı bir organa dönüşmüş durumda. Oysa gazeteci doğruları yazmak zorundadır. Onurunu korumak zorundadır. Gazeteci, gazeteciliğin haklarını vermek zorundadır. Halkın dertlerini geniş kitlelere aktarıp, yönetenlerin dikkatini çekmek zorundadır. Gazetecinin temel görevleri de zaten budur. Bize bir rapor sundular. O rapordan bölümleri size aktarmak isterim. Diyorlar ki ‘döviz kuru arttı enflasyon yükseldi, perişan olduk, kâğıttan tutun mürekkebe kadar kullandığımız bütün aygıtlar, neredeyse tamamı yurt dışından geliyor ve büyük zamlarla karşı karşıyayız’ diyorlar. ‘Kağıt gibi maliyet kalemlerinde yüzde 461 oranda zam gerçekleşti, bir ton kağıt 2020 yılında 2 bin 246 lirayken, bugün 12 bin 605 liraya çıkmış durumda. Gerçekten insafsız bir olay. Ve 2021’de 54 gazete kapandı. Son üç yılda kapanan gazete ise 119. Dolayısıyla 119 gazetenin kapanmış olması, 119 gazetede çalışan gazetecilerin işlerini kaybetmesi demektir. Sıradan bir olay değildir. Halkı aydınlatmak için yola çıkanlar, en büyük sorunları yaşar hale geldiler. Dolayısıyla devlet desteği istiyorlar, bu konuda CHP’nin mutlaka kendi sorunlarını dillendirilmesini istiyorlar. Basın İlan Kurumu var. Devletin resmi ilanları var. Bu resmi ilanlarda tarife çok düşük, diyorlar. ‘Bu tarifenin artması lazım. En azından 50 bin altında tirajı olan gazetelere santim sütun olarak 30 liralık bir fiyatın belirlenmesi gerekir. Bu ancak bizi kurtarabilir, ancak ayakta durabiliriz’ diyorlar. Basın İlan Kurumu bir yıldır toplanmıyor. Genel Kurulu toplanmıyor oysa kendi kanununda üç ayda bir toplanması gerekir. 2018’den beri cumhurbaşkanınca atanması gereken 12 üye atanmadığı için Genel Kurul toplanamıyor. Toplanamadığı için fiyatlar belirlenemiyor.

ONURLU GAZETECİLERİ HER ZAMAN YÜREKTEN ALKIŞLIYORUM

Dolayısıyla bir anlamda Basın ilan Kurumu, medya üzerinde baskı kuruyor. Gazeteler üzerinde baskı kuruyor. Yeni Asya Gazetesi’ne 750 gündür ilan vermiyorlar, arkadaşlar. İnsaf ya! Ama yarın iktidarı destekleyen manşetler atsınlar, arka arkaya bütün ilanlar gelecektir oraya. Ama gazete çalışanları, gazetenin sahipleri ‘biz onurlu insanlarız, onurumuzu parayla pulla bugüne kadar satmadık, bundan sonra da satmayacağız’ diyorlar. Onurlu gazetecileri her zaman yürekten alkışlıyorum. Onlara bizim minnet borcumuz vardır. Evrensel Gazetesi, 2019’dan bu yana Basın İlan Kurulu’ndan tek bir ilan bile almıyor. O da cezalandırılıyor. Kamu ilanlarının ise, kamu bankaları başta olmak üzere; havuz medyasına aktarıldığını hep beraber biliyoruz. Gazetecilik meslek yasasının çıkmasını istiyorlar. Nasıl avukatların, öğretmenlerin bir meslek yasası varsa; gazetecilerin de olması gerektiğini söylüyorlar. Raporda bu bölümle ilgili şöyle çarpıcı bir cümle var: ‘Gazetecilik meslek yasasının olmamasının sonucu olarak siyaset, mafya, medya üçgeninde çirkin ilişkiler yaşanmaktadır.’ Gazetecilik mesleği olsaydı bu ilişkilere giren kişiler, en azından gazeteci olarak adlandırılmayacaktı. Bugün bu yasanın çıkmaması mafyaya bulaşanlar, siyasete bulaşanlar, siyasetten beslenenler, devletten kaynak alıp beslenenler maalesef kendilerini gazeteci olarak tanımlıyorlar. Havuz medyasını hepiniz bilirsiniz. Ne kadar çok iktidarı alkışlarsanız, cebiniz o kadar çok dolar. Böyle bir anlayış var. Onlar da kendilerini gazeteci olarak satıyorlar. Hiçbirisi gazeteci değil. Gazeteci düşündüklerini özgürce yazan kişidir, kalemini satmayan kişidir. Kalemini satan kiralayan, kiralayan kişiye, aklını kiralayan kişiye gazeteci denir mi? Denmez. Ama onlar kendilerini gazeteci olarak tanımlıyorlar. Ama gerçek gazeteciler onları gerçek gazeteci olarak görmüyorlar.

ÖZGÜRCE YAZMAK İSTİYORSANIZ, HABERLERİNİZ SANSÜR EDİLMESİN DİYE BEKLİYORSANIZ; MİLLET İTTİFAKI’NI YAKINDAN İZLEYECEKSİNİZ

Medya özgürlüğünde büyük sınırlamalar var. Anayasa ‘basın hürdür sansür edilemez’ diyor. Ama maalesef Anayasa’nın bu hükmü de pek çalışmıyor. Doğru haberlere erişim engeli geliyor. Doğru haberler görülmesin, okunmasın diye, bundan da şikayet var. ‘Gerçek gazetecileri basın kartı almakta zorluyorlar. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi, vermiyor’ diyorlar gerçek gazetecilere, kalemini satmayan gazetecilere yeri, zamanı geldiğinde basın kartı vermiyor.’ ‘Bununla ilgili dava açtık’ diyorlar. Davaya İletişim Başkanlığı’nın gönderdiği savunma şöyle: Bu da ibret olsun diye okuyorum. ‘Gazetecilik faaliyetinde bulunmak için basın kartı sahibi olma zorunluluğu bulunmamaktadır’ diyor. ‘Kişiler basın kartı sahibi olmaksızın da gazetecilik yapma ve fikirlerini ifade etme hakkına sahiptir’ diyor. ‘Nitekim basın kartı sahibi olmayan pek çok basın mensubu bulunmaktadır’ diyor. Doğru, sen vermiyorsun ama o da kalemini satmıyor ama gazetecilik yapıyor. Senin ona basın kartı vermen lazım. Basın kartı verilmezse ne oluyor? Birincisi, bunlar yıpranma hakkından yararlanamıyorlar. Gazetecinin erken emekli olma hakkı var, çünkü günün 24 saati çalışıyor. Bu haktan yararlanamıyor. Başka? Birçok organizasyona akredite olamıyor. Soruyorlar. ‘Basın kartın var mı, yok, yoksa giremezsin’ diyorlar. Güvenlik güçleri sorduğu zaman, kendisinin gazeteci olduğunu kanıtlayacak bir belgeye ihtiyaç var. Bu verilmiyor ve yurt dışına çıkışta gri pasaport alamıyor. Buna benzer şikayetler geldi. Bütün gazeteci arkadaşlarıma rahatlıkla ifade edeyim. Eğer özgürlük istiyorsanız, özgürce yazmak istiyorsanız, haberleriniz sansür edilmesin diye bekliyorsanız; İttifak’ı yakından izleyeceksiniz, destekleyeceksiniz demiyorum, Millet İttifakı’nı yakından izleyeceksiniz. Göreceksiniz, medya özgürlüğüne ne kadar önem verdiğimizi hep birlikte göreceksiniz.

YELİZ ISPARTA’NIN SORUMLUSUNU BULDU… ALLAH BUNLARA AKIL FİKİR VERSİN

Geçtiğimiz hafta Isparta’da bir olay yaşandı. Rahmetli 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in memleketi, kenti… Mezarı da orada, kendi doğduğu köyde. Günlerce elektrik yanmadı, elektrik verilmedi. İnsanlar soğukta perişan oldu. Ama ilk günden ve ilk saatlerden itibaren, iki genel başkan yardımcımız Isparta’daydı. Isparta’nın bütün ilçelerini gezdiler. Milletvekillerimiz Isparta’daydı. Genç, çalışkan İl Başkanı’mız bütün gezilere öncülük etti. Dört gün sonra bakan oraya gitti. Niye gitti? Helalleşmek için gitti. Sorunu çözmek için değil, sorunla ilgilenmek için değil. ‘Kabahatliyiz, kusurumuz var, bize helallik verin’ diye gitti. Senin görevin mi arkadaş? Günlerce eğer 21. yüzyılın Türkiye’sinde, günlerce bir kente elektrik verilmiyorsa, bunun bir sorumlusunun olması lazım. Gerçi, ‘Yeliz’ dediğimiz arkadaş bunun sorumlusunu buldu. ‘Bu CHP’dir’ dedi. Allah bunlara akıl fikir versin. Aklı oynatmışlar bunlar. Akıllarını oynatmışlar. Ne söyleyeceklerini bilmiyorlar. Sadece bir şey öğrenmişler. ‘Ne olursa olsun CHP’yi kötüleyeceksin.’ Başka bir şeye gerek yok. Bunu yaptığı zaman siyaset yaptığını sanıyor. Burada bulunması bile AK Parti adına bile ciddi bir ayıptır. Biz demiyoruz ki ‘CHP eleştirilmez.’ Mesela şunu diyebilirdi, ‘CHP milletvekillerinin Isparta’da ne işi var biz oraya daha erken gitmemiz gerekiyordu’ diyebilirdi mesela. Ben bunu anlardım. Ama o kadar akıldan yoksun insanlar parlamentodaysa, bu parlamentonun itibarı her yerde tartışılır. Öyle bakmamız lazım.

ELEKTRİKSİZ KALAN ISPARTALILAR TAZMİNAT HAKKINI KULLANSIN

Ispartalı vatandaşlarıma seslenmek isterim. Bir yönetmelik var. Elektrik Dağıtımı ve Perakende Satışına İlişkin Hizmet Kalitesi Yönetmeliği. Bu yönetmeliğe göre; konutlarda 48 saatten fazla; otel, fabrika, alışveriş merkezleri gibi insanların yoğun olarak bulunduğu yerlerde ise 24 saatten fazla elektrik kesintisi olursa, onlara tazminat ödenmesi lazım. Arkadaşlarıma söyledim. Isparta Baro Başkanı ile konuştular. Bütün vatandaşların tazminat alma hakları var, bütün vatandaşların. Dolayısıyla bu haklarını kullansınlar. Baroya müracaat etsinler. Baro bütün davaları açar. Her biriniz hakkınız olan tazminatı alırsınız. Böyle bir hakkınız var, böyle bir yönetmelik var. Aslında dava açmadan o tazminatın size ödenmesi lazım, ama bunlar ödemezler. Hakkınızı arayacaksınız. ‘Avukat tutamıyoruz’ diyorsanız, avukat masrafınızı da karşılayacağız. Biz halkın partisiyiz. Paranız yoksa, imkanınız yoksa, avukata ödeyecek paranız yoksa, ücreti ödeyemiyorsanız, biz ödeyeceğiz onu. Sizin hakkınızı teslim edeceğiz. Diyebilirler ki, ‘Efendim olağanüstü kar yağdı, kar yağdığı için olağanüstü durum oldu, biz bunu ödemeyiz. Hayır efendim olağanüstü bir durum yok. İstanbul’da da oldu. Ama tazminat ödendi. Paralar ödendi. Demek ki Isparta’da da ödenebilir. Kimse mücbir sebeplere sığınmasın.

O KAYMAKAMA SORMAK İSTERİM. O AİLEYİ SEN HANGİ YÜZLE GETİRDİN?

Ayrıca Ramazan Nazlı adındaki vatandaşımız donarak öldü. Allah rahmet eylesin. Ailesine başsağlığı diliyoruz. Bütün Ispartalı kardeşlerimize başsağlığı diliyoruz. Ama bir şey var. Acılı aile Kaymakamlık’a getiriliyor. Açıklama yaptırılıyor. ‘Ramazan Nazlı kalp krizi ile hayatını kaybetmiştir’ diye. Bunlar doktor değil ki. Sonra Adil Tıp Kurumu’nun raporu çıktı. ‘Donmaya bağlı kalp krizi raporu’ verdi. O Kaymakama (Yalvaç Kaymakamı) sormak isterim. O aileyi sen hangi yüzle getirdin? Hangi yüzle o açıklamayı yaptırdın. Açıklama yapılırken yanında doktor var mıydı? Bir insanın hayatıyla, bir ailenin geleceği ile nasıl böyle acımasızca oynarsınız? Ama söyledim. Herkesin hakkını ve hukukunu sonuna kadar arayacağız.

DEVLET DEĞİL DEVLETİ YÖNETEN İKTİDAR YAPTI ZAMLARI

Isparta’da bunlar yaşandı ama Türkiye bir ateş topuna dönmüş vaziyette. Her yer sorun. Her yerde sorun var. Yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği var. Yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği içinde, zamlar yağmur gibi yağıyor. Her alanda. Eskiden derdim ki, ‘iğneden ipliğe zam geldi’ diye. Tam gerçeğini yaşıyoruz. İğnede de iplikte de domateste zam var, her yerde zam var. Zeytinyağında, bebek mamasında, domateste, salatalıkta; her şeye gerçekten iğneden ipliğe zammın yaşandığı süreci görüyoruz. Bu Türkiye’nin iyi yönetilmediğini gösteriyor, Türkiye’nin savrulduğunu gösteriyor. Kışın ortasında siz elektriğe yüzde 127 zam yapar mısınız? Akıl alacak şey değil. Bir video yayınladım, zamların olduğu süre içerisinde. ‘Bizzat Erdoğan’ın imzasıyla 31 Aralık’ta yapılan zamlar geri çekilinceye kadar ben, bugünden itibaren ben gelecek hiçbir faturamı ödemeyeceğim’ dedim. Dikkat edin. ‘Ödeyemeyeceğim’ demiyorum. ‘Ödemeyeceğim’ diyorum. Hemen bir trol ordusu ve hemen AK Parti’nin belli kişileri çıktılar. Vay efendim biz devlete başkaldırı yapıyormuşuz. Mahir Ünal böyle diyor. ‘Bu devlete başkaldırıdır’ diyor. Arkasından da şunu söylüyor, ‘elektrik zamlarını devlet yapmadı.’ Çok önemli bir saptama, Yeliz’in benzeri bir saptama bu da. Aslında söylediği doğru. Devlet değil devleti yöneten iktidar yaptı, zamları. Yani AK Parti yaptı. Kim yapacak başka? Ben mi yapacağım? Vatandaş mı yapacak bu zammı. Ama ‘beşli çeteye’ karşı çıkmıyor, mesela. En büyük vurgunu vuran ‘beşli çete’ onlara ses çıkarmıyor. ‘Beşli çetenin’ yanında. ‘Beşli çeteye’ tek kelime bile etmiyor. Özelleştirildi bunlar, siz özelleştirdiniz, siz verdiniz.

SİZ BENİ DONMAKLA MI KORKUTUYORSUNUZ

Zamları siz yapıyorsunuz. Vatandaşı inim inim siz inletiyorsunuz. Suçlanan kişi kim? Kılıçdaroğlu. Niye ‘ödemeyeceğim’ dedim. Özgür Özel, beni aradı. ‘Basın toplantısı yapıyoruz siz elektrik faturasını ödemeyeceğim dediniz, bunu bir parti olarak hepimiz mi yapacağız.’ ‘Hayır siz ödeyin’ dedim.  Elektrik faturasını ödeyemeyen vatandaşın acısını benim topluma hissettirmem lazım. Yüzde 50-60-70-127 zam gören bir aile elektrik faturasını ödeyemiyor, bunun acısını benim geniş kitlelere duyurmam lazım. O nedenle ‘ödemeyeceğim’ dedim ve ödemeyeceğim de zaten. Çünkü elektrik faturasını ödeyemeyen vatandaşın, sesini çıkaracağı bir alan bırakmadılar. Fakir elektrik faturasını ödeyemiyor. Hangi televizyon haber yapacak bunu? Hangi gazete haber yapacak bunu? Ve bu insan gazetelere televizyonlara nasıl ulaşacak? Kim bunların sesi olacak? Kim bunların sözcüsü olacak? Hemen dediler, ‘Elektriği derhal kesin, Kılıçdaroğlu donsun.’ Siz, beni donmakla mı korkutuyorsunuz? Sizin feriştahınız gelse ben donmam. Sizin feriştahınız gelse ben mücadele ederim. Ama söylüyorum, elektrik faturaları konusunda, hemen üretici-dağıtıcı şirketleri topladılar, konuştular. Halka şunu, ‘faturaları indirecekler ön çalışmaları yapıyorlar…’ Erdoğan’a da bir iki numara alanı bırakıyorlar. ‘Erdoğan indirecek.’ Bunlar yükselttiler ya Erdoğan da gelecek, indirecek, bu numarayı çekiyorlar. Tamamını indireceksin kardeşim. Tamamını indireceksin.

BAHÇELİ’YE 1100 ODALI SARAYDA BİR YER VER, AYIP OLUYOR, OTURSUN ORADA

Efendim Bahçeli de bugün konuşmuş. Demiş ki örgütlerine, ‘Kılıçdaroğlu’na kandil gönderin.’ Gönderdiler, çok güzel kandiller gelmiş. İl başkanlarına, teşekkür ederim. Onları partinin müzesine koyacağım. ‘Elektrik zamlarını savunan Devlet Bahçeli’nin bana gönderdiği kandiller’ diye. Onları göstereceğim. Ama ‘şahsıma’ seslenmek isterim mesela. Senden daha fazla zamları savunan, Bahçeli. Parti sözcülerinden daha fazla savunan Bahçeli. Artık 1100 odalı sarayda Bahçeli’ye bir yer ver artık. Ayıp oluyor. Ver. Otursun orada.

DEVLET ZIRVALIKLARLA YÖNETİLMEZ

Sözlerime başlarken bunların memleketi yönetemediğini, deneme sınama yöntemiyle yürüttüklerini ve bunun da büyük felaketlere yol açtığını, bugün zamların temel gerekçesinin de yönetimsizlikten kaynaklandığını söyledim. Bazen diyorlar ki ‘örnek var mı peki?’ Şimdi örnekler vereceğim, çünkü unutuyoruz. Bunlar bir ara dolar yükselince dediler ki ‘derhal düşürmemiz lazım’. ‘Nasıl düşüreceğiz?’ ‘Merkez Bankası’nı devre dışı bırakalım, en güvendiğim adam damat Hazine ve Maliye Bakanlığı başında, 128 milyar doları oraya aktaralım, onlar satsınlar dolar bir daha asla yükselmez.’ Yaptılar mı? Yaptılar. Kime sattıklarını biliyor muyuz? Hayır. Kaça sattıklarını biliyor muyuz? Onu da bilmiyoruz. 128 milyar doları sattılar. Dolar düştü mü? Hayır. Değeri düşen para Türk lirası oldu. Baktılar onu beceremediler. ‘Başka bir şey yapalım’ dediler. ‘Merkez Bankası politika faizini indirsin, o inince bütün faizler düşer, düşünce enflasyon da düşmüş olur. Harika bir görüş. Herhalde Erdoğan bunu söylediğinde AK Parti grubunda herkes alkışlamış. Çünkü iktisat bilimine yeni bir teori geliyor. Deneme sınama yöntemi. ‘Bir deneyelim.’ Onu da denediler. Sonuçta Merkez Bankası politika faizi düştü ama onun dışında hiçbir faiz düşmedi. Ne devlet borçlanırken aldığı faizi, ne kredi kartları eğer ödenmezse bankaların faizi, ne ticari faizler, ne zirai faizler. Hiçbiri düşmedi. Baktılar bu da tutmuyor. Dolar yine yükseliyor. O zaman dillerini değiştirdiler. Bu sefer ‘zaten biz bunu bilinçli yapıyoruz, dolar yükselmeli, Türk lirası düşmeli, dolar yükselince ihracat patlayacak, dolar yükselince üretim artacak, cari açık azalacak, yeni bir yol, yeni bir yöntem, yeni bir buluş. Yine AK Parti grubundan alkışlar. Bir baktılar o da tutmadı. Türkiye ucuza satıp pahalıya almaya başladılar. Sordular neden pahalıya? Adamların dünyadan haberleri yok. İhraç ettikleri malların büyük bir kısmının gideri ithalat. Dışarıdan döviz artınca daha pahalıya alıyorsun. Maliyeti ekliyorsun, hiçbir zaman bekledikleri olmadı. Dövizin yüksek olması onların beklentilerini karşılamadı. Yine fatura garibandan çıktı. Bir de elektrikleri kestiler sanayicilerin, bir de oradan üretim sorunu çıktı. Bu da tutmadı. Baktılar bu da olmadı. Bu sefer, ‘doları yükseltiyoruz olmuyor, düşürüyoruz olmuyor, 128 milyar doları sattık yine olmuyor, bu sefer doları sabit tutmamız lazım’ dediler. ‘Kur korumalı mevduat hesabı açalım’ dediler. İyi açtılar, dolar 18 liradan 13 liraya düştü. Ama bir şey hiç düşmedi; mazotun fiyatı, benzinin fiyatı hiç düşmedi. 18 neyse üstüne sürekli arttı. Sonra ‘Türk lirasını getirin, dövizi bozdurun, bankaya yatırın, size yüksek faiz vereceğim, kur artarsa ayrıca size onu vereceğim, ayrıca size vergi muafiyeti getiriyorum’ dedi. Böyle bankada yüksek parası dövizi olanlara devlet ayrıca özel bir vergi muafiyeti ve yüksek faiz artı kur garantisi önerdi. Yani fakirden alıp zengine verdi. Bir örnek vereceğim. Bu örnek gizli bir örnek değil. Çünkü Naturel Enerji borsada işlem yapan ve bunların da kamuoyu aydınlatma platformu çerçevesinde yaptığı açıklamaya dayanarak söylüyorum. Bu firma, Naturel Enerji, 6 aylık parasını yüzde 21 artı ortalama faiz oranıyla 650 milyon Türk lirasına çeviriyor. Artı Türk lirasına çevirdiği için elde ettiği vergi avantajı 68 milyon lira. Yüzde 21 faiz alıyor, 68 milyon lira vergi avantajı var. Buna bu imkan sağlanıyor. Soru şu. 68 milyon liralık vergi avantajı kimin sırtından çıkacak? Esnafın, çiftçinin, emeklinin sırtından çıkacak. 68 milyon liraya vermeyip de onlara 68 milyon liralık vergiyle ne olurdu? Şöyle küçük bir hesap yaptık. 42 bin 500 ailenin ocak-şubat-mart-nisan tüm elektrik faturaları ödenirdi. 42 bin 500 aileye sağlayacağınız imkanı bir kişiye sağlıyorsunuz. Bu da tutmadı. Arkasından bir şey daha yaptılar. Baktılar bu da olmuyor. Dolar yine sürekli oynuyor, ama belli istikrar içinde oynuyor onu da ifade edeyim. Zamlar var, yağmur gibi geliyor, ateş pahası, mutfaklar yanıyor, tencereler tavalar sokaklar hareketli. Onun üzerine dediler ki ‘temel gıda maddelerinde yüzde 8’den yüzde 1’e indiriyoruz KDV’yi’ dediler. Şunu düşünün. Ben esnafım. Temel gıda maddesini aldım. Fatura kesildi, yüzde 8’den, ödedim. Şimdi bana diyorlar ki ‘yüzde 1 KDV’den satacaksınız.’ ‘İyi de ben yüzde 8 ödedim.’ Sen bu parayı bana veriyor musun? Esnafın sırtından vergi indirimi yapıyorlar. Yetiyor mu? Yetmiyor. Şimdi esnafa enflasyonla mücadele timi gönderiyorlar. Vergi müfettişleri, belediye zabıta memurları gönderiyorlar. ‘İndirdin mi indirmedin mi fiyatları?’ Cezalar üst üste geliyor. Erdoğan’ın, haydi ekonomiyi bilmez ama ticareti bileceğini düşünürdüm. Vallahi ticareti de bilmiyor. Bakın, yemin ediyorum. Yüzde 8’den almışlar ‘yüzde 1’den satacaksın’ diyor, KDV’yi. ‘Ben cebimden nasıl ödeyeyim’ zaten sattığını zaten alamıyor, bir mal yerine koyamıyor. Fiyat istikrarını kim sağlar? Sorumlu olan kurumun adı Merkez Bankası. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. O yetki alındı elinden. O yüzden fiyat istikrarını sağlayamıyorlar. O yüzde ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sonuç fiyat istikrarı sağlandı mı? Hayır. Enflasyon düştü mü? Hayır. Ticari faizler, kredi kartı faizleri, devlet borçlanma faizleri düştü mü? Hayır. Cari açık düştü mü? Hayır. Dolar düşünce akaryakıt fiyatları düştü mü? Hayır. Merkez Bankası’ndaki döviz rezervi artıya geçti mi? Hayır. Eksi 50 milyar nokta 200 milyon dolar. Devlet zırvalıklarla, saçmalıklarla yönetilemez. Bunu özellikle geçmişte AK Parti’ye oy veren kardeşlerim için söylüyorum. Zırvalıklarla devlet yönetilmez. Deneyimlerle devlet yönetilmez. ‘Bugün bunu yapalım bakalım hangi sonucu verir.’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir laboratuvar değil ki. Akılla yöneteceksin, bilgiyle yöneteceksin, birikimle yöneteceksin. Son üç yılda üç Hazine ve Maliye bakanı, beş Merkez Bankası başkanı, dört TÜİK başkanı değişiyorsa senin yönetmediğin çıkıyor ortaya. Bütün bunları niye anlattım? Herkes yaşıyor aslında. Unutuluyor bazen. Unutulmaması lazım. Özellikle milletvekili arkadaşlarımın unutmaması lazım.

TÜRKİYE’Yİ DİLENCİ KONUMUNA GETİRDİLER

Altı parti genel başkanı olarak buluştuk. Önce diyorlardı ‘bunlar asla yan yana gelmez’ diye. Yan yana geldik. Bizi yan yana getiren neydi? Biz ayrı partileriz. Programlarımız da ayrı. Ama neden bir araya geldik? Çünkü Türkiye’nin felakete sürüklendiğini altı partinin genel başkanı da görüyor. Yaşanamaz bir Türkiye’nin ortaya çıktığını altı partinin genel başkanı da görüyor. Bu ülkenin bugünü ve geleceği olan gençlerinin umutlarını yurt dışında aramak gibi bir tabloya sürüklendiğini altı partinin genel başkanı da görüyor. Ve altı partinin genel başkanı Türk siyaset tarihinde önemli başarıya imza attı ve bir araya geldi. ‘Bu sorunları çözmemiz lazım’ dedi. Çözemiyorlar. Batırıyorlar. Türkiye’yi dilenci konumuna getirdiler. Türkiye’nin onurunu zedelediler. Para dileniyorlar sağda solda. Oysa biz Milli Kurtuluş Savaşı’nı verirken hiç kimseden dilenmedik. Ama bütün fabrikaları, savunma sanayiyi, uçak fabrikalarını kurduk. Düne kadar ‘şerefsiz’ dedikleri kişilere, bunu kullandığım için özür dilerim onların ifadesi, şimdi el ayak öpmeye gidiyorlar. Düne kadar Londra borsalarına söylemedikleri kalmamıştı. Dünyanın lafını söylediler. Şimdi oraya gidiyorlar. ‘Acaba oradan para bulabilir miyiz, borç bulabilir miyiz’ diye.

ALTI PARTİNİN GENEL BAŞKANI BU TABLOYU DÜZELTMEKTE KARARLI

Altı partinin genel başkanı bu tabloyu düzeltmekte kararlı. Biz bu kararlılıkla bir araya geldik. Biz ülkemizi seviyoruz, büyümesini kalkınmasını istiyoruz. Biz ülkemizde işsizlik istemiyoruz. Biz ülkemizde adalet istiyoruz. Biz ülkemizde özgürlük istiyoruz. Biz ülkemizde kimsenin kimliğinin, yaşam tarzının, inancının sorgulanmasını istemiyoruz. Biz din ve vicdan özgürlüğü istiyoruz. Biz inancın siyasete malzeme edilmesini istemiyoruz. Biz birlikte yaşamak istiyoruz. Biz farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek istiyoruz. Biz onurlu ülke olmak istiyoruz. Biz hızla büyüyen gelişen ülke olmak istiyoruz. Biz gazetecilerin, aydınlarının hapse atıldığı bir ülke olmak istemiyoruz. Herkes düşüncelerini özgürce ifade etsin. Bunu istiyoruz. Biz barış istedi diye insanların görevlerinden atılmasını istemiyoruz. Bizi bir araya getiren bu düşünceler. Bir araya geldik ve konuştuk. Bir bildirimiz oldu. Altı genel başkan bildirinin altına sırayla imzalarımızı attık, kamuoyuyla paylaştık. Bütün vatandaşlarıma şunu söylemek isterim. Asla umutsuzluğa kapılmayın. Ve şunu lütfen tekrar edin. İyi ki bu ülkede muhalefet var. İyi ki bu ülkede sağlıklı, tutarlı, ülkenin geleceğini düşünen muhalefet var, deyin. İktidar her yönetimde olur. Ama muhalefet gerçek anlamda demokrasilerde olur. Bizler bütün baskılara, bütün olumsuz koşullara, bütün iftiralara, hakaretlere rağmen bir araya geldik, bütün iftiralara, hakaretlere rağmen. Bizi bir araya getiren vatan sevgisi. Ülkemizde özgürce yaşamak istiyoruz. Herkesin karnının doyduğu herkesin düşüncelerinin özürce ifade ettiği bir Türkiye istiyoruz. Üniversitelerinin bilim ürettiği bir Türkiye istiyoruz. Caddelerinde, sokaklarında; şarkıların türkülerin söylendiği bir Türkiye itiyoruz. Annelerin çocuklarını güler yüzle okula gönderdiği bir Türkiye istiyoruz. Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin olmadığı bir Türkiye istiyoruz. Parlamentonun saygın olmasını istiyoruz. Demokrasinin gerçek anlamda demokrasi olmasını istiyoruz. Basın özgürlüğünün olmasını istiyoruz. Yalan haberlerin olmamasını istiyoruz. Siyasetin, ahlaki düzeyde sürdürülmesini istiyoruz.

KDV İNİYORSA O DA MUHALEFETİN GÜCÜDÜR

Muhalefet olarak elbette güzel şeyler de yaptık.  Eğer emekliler hala Ramazan ve Kurban bayramlarında ikramiye alıyorlarsa muhalefetin yüzündendir, muhalefet olarak dayattık ve yapmak zorunda kaldılar. Aynı şekilde ‘TRT payı kaldırılsın elektrik faturalarından’ dedik. Kaldırmak zorunda kaldılar. Muhalefetin gücüdür bu. Aynı şekilde elektriğin bir kısmının en azından düşük fiyatla verilmesini sağladık. Bu da muhalefetin gücüdür. Bizim gücümüzdür. Yine aynı şekilde sofranızda temel gıda maddelerinde KDV iniyorsa o da muhalefetin gücüdür. Bizim gücümüzdür. Bugün bütün olumsuz koşullara rağmen bunları yaptırabiliyorsak yarın iktidar olduğumuzda görün Türkiye nasıl bir cennete dönüşecek. Ve biz bu güzel ülkeyi gerçekten de barış içinde yaşanan bir Türkiye haline getireceğiz. O zaman demokrasi olacak. O zaman göreceksiniz Türkiye’nin bütün coğrafyasına dünyanın her tarafından turistler gelecek. Göreceksiniz ihracatın nasıl arttığını. Göreceksiniz Türkiye’nin ne kadar değeli ürünler ürettiğini. Katma değeri yüksek ürünler üretmek için üniversitelerin nasıl çalıştığını göreceksiniz. Dünyanın pek çok ülkesinden saygın insanların Türkiye’ye geldiğin göreceksiniz. Bütün İslam dünyasının Türkiye’ye nasıl özendiğini göreceksiniz. Biz bunları yapacağız, kararlıyız.

ALTI LİDER OLARAK BİR ARAYA GELDİK. AHDETTİK BİZ BUNLARI YAPACAĞIZ

Altı lider olarak bir araya geldik. Ahdettik biz bunları yapacağız. Bizim başka bir arayışımız yok. Panik içindeler biliyorum. Korkuyorlar biliyorum. Güzellikten korkulmaz. Demokrasiden korkulmaz. Özgürlüklerden korkulmaz. Neden korkulur? ‘Yaptıkları yanlışların faturası bize çıkar mı’ diye korkuyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormayacak mıyız? Elbette soracağız ama demokrasi içinde soracağız. Kin ve öfkeyle değil, intikam duygusuyla değil. Bizi onlardan ayıran temel duygu da bu. İnsani bütün gerekleri yerine getireceğiz. Beraber yaşayacağız. Bu parlamento, Milli Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı itibarı kazanacaktır. Bu parlamento.

28 ŞUBAT GÜNÜ SAAT 13.30’DA ALTI LİDER BULUŞACAĞIZ

28 Şubat günü saat 13.30’da altı lider buluşacağız. Beraber buluşacağız. Demokrasiyi inşa edeceğiz. Güçlendirilmiş parlamenter sistemle. Demokrasiyi inşa edeceğiz. Yeniden demokrasiyi inşa edeceğiz. Sonra devletin kurumlarını, bozulan bütün çarklarını düzelteceğiz. Saat gibi çalışacak bütün çarklar. Devlette liyakati getireceğiz. Bileni getireceğiz. İşi ehline teslim edeceğiz. Bunun sözünü, vaadini verdik. Bunu yapacağız dedik. Sonra ekonomiyi ayağa kaldıracağız. Ekonominin çarkları dönecek. Sosyal politikalarımız güçlenecek. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği, her evde huzurun ve mutluluğun olduğu bir Türkiye’yi getireceğiz. Yani bir adil düzeni getireceğiz. Ne ezilen ne ezen insanca hakça bir düzeni getireceğiz. Fakirden alınıp zengine verilen değil zenginin vergilerini ödediği ve yeri geldiğinde fakire kaynak aktarıldığı Türkiye’yi inşa edeceğiz. Adaleti sağlayacağız. Adaletin olmadığı bir yerde ülkeyi büyütemezsiniz, geliştiremezsiniz. Biz bunu yapacağız. Altı lideri olarak ahdettik, altına imza attık. Türk siyaset tarihi içinde altı imzanın olduğu o belge önemli belgedir. O belgeyi edinin ve kendi arşivlerinize koyun. Yeri zamanı geldiğinde o arşivden çıkarın ve torunlarınıza gösterin. Torunlarınıza deyin ki ‘bugün özgürce bu ülkede yaşıyorsan; geleceğini yurt dışında değil de ülkede arayıp, üretip kazanıyorsan ve yurt dışına da turist gibi gezmeye gidiyorsan işte bu belgeyi nedeniyledir, bu belgeyi imzalayan genel başkanlar nedeniyledir diyeceksiniz.”