İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 22 yıldır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın sağlık ve güvenlik koşullarıyla ilgili son günlerde sosyal medyada yer bulan kimi iddialar, ailesi ve avukatları ile kamuoyundaki kaygıların büyümesine neden oldu. 27 Temmuz 2011’den sonra “koster bozuk” veya “hava muhalefeti” gibi gerekçelerle avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan, 2013-2015 yılları arasında süren çözüm süreci dönemimnde HDP ve devlet heyetleriyle görüşmeler gerçekleştirse de, sürecin sonlandırılması ile avukatlarının yanı sıra ailesi ile de görüştürülmemeye başlandı. 

Tecrit altına alınan Öcalan'a dair kaygıların 15 Temmuz darbe girişimi ile büyümesi üzerine 50 Kürt siyasetçinin 5 Eylül 2016’da başlattığı açlık grevi sonucu kardeşi Mehmet Öcalan, 11 Eylül 2016’da İmralı Adası’na giderek ağabeyi ile görüşme gerçekleştirdi. 

2016’dan sonra Öcalan’dan haber alınmazken, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde başlattığı ve 200 gün süren açlık grevi eylemleri sonucunda avukatları 8 yıl aradan sonra 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019’da PKK Lideri ile görüşme gerçekleştirdi. 

Görüşmelerin tekrar engellenmesiyle, İmralı Adası’nda 27 Şubat 2020’de çıkan yangın üzerine kamuoyunda kaygılara neden oldu. Artan tepkiler üzerine kardeşi Mehmet Öcalan, 3 Mart 2020’de ağabeyi Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. 

Koronavirüs salgını nedeniyle bir kez daha kaygıların artması üzerine Öcalan, 21 yıl sonra ilk kez telefon görüşme hakkını kullandırılarak kardeşi Mehmet Öcalan ile görüştürüldü. 

Aile ve avukatların yaptığı görüş başvuruları sürekli reddedilirken, bu kez Öcalan’ın 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmasına ek olarak hazırladığı "Yol Haritası" gerekçesiyle 23 Eylül 2020’de 6 aylık avukat görüş yasağı getirildi. 

‘TECRİT ISRARI SAVAŞ ISRARIDIR’

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, kamuoyunda kaygılara neden olan iddialara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

İddiaların tecritle doğrudan ilişkili olduğunu söyleyen Günay, “İktidarın tecrit politikasındaki ısrarı, savaşta ısrar anlamına geliyor. Her geçen gün daha da derinleşen ve katmerleşen tecrit, savaş ve çözümsüzlükte ısrardır” dedi. 

‘İMRALI HERHANGİ BİR CEZEAEVİ DEĞİL’

İmralı Cezaevi koşullarına dikkat çeken Günay, “İmralı Cezaevi, Türkiye’deki herhangi bir cezaevi değil. Aileler, avukatlar, insan hakları ve bağımsız heyetlerin rahat bir şekilde ziyaretlerde bulunacağı, temas kurabileceği, gözlemlerde bulunabileceği bir cezaevi değil. Ailesi en son bir yıl önce 27 Nisan 2020’de yaptığı sadece bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. En son iletişim hali bu. Böyle olunca Ada’ya dair ortaya çıkan bu tarz iddialar, ailesi ve avukatları başta olmak üzere tüm demokratik kamuoyunda bir kaygıya neden oluyor” diye belirtti. 

‘TEK YOL TECRİDİN KALDIRILMASI’

Günay, yansıyan ciddi iddialara rağmen iktidarın İmralı konusundaki sessizliğini de eleştirdi. Günay, “İktidarın özellikle bu duruma dair uygun ciddiyette olmaması, kaygılara denk düşen hassasiyet göstermemesi, kamuoyunu tatmin eden cevaplar vermemesi de ayrı bir sorun. Bu sorunun ortadan kalkmasının tek yolu, Ada’daki tecridin kaldırılması, aile ve avukat görüşlerinin sağlanmasıdır. Ada’nın bağımsız ve tarafsız insan hakları heyetlerinin kontrolüne açılması, düzenli olarak avukat görüşünün sağlanmasının zemini oluşturulmalı. Bu da tecridin kaldırılmasıyla mümkün" ifadelerini kullandı. 

Tecrit sonlandırılıp, İmralı ile düzenli bir iletişim sağlanması halinde kaygıların sona ereceğini vurgulayan Günay, "Böylece yansıyan iddialar ve haberlerin anlamı kalmayacak. Nitekim Ada ile doğrudan aile ve avukat görüşü gerçekleştirilmiş olacaktı. Dolayısıyla meselenin doğruluğu ya da yanlışlığı aile ve avukatlar tarafından gözlemlenecekti. Ancak bunun koşulu yok” şeklinde konuştu. 

Günay, kaygıların giderilmesi ve benzer durumların yaşanmaması için aile ve avukat görüşü önündeki yasak ve engellemelerin bir an önce kaldırılması gerektiğinin altını çizdi.