Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, parti Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısıyla gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Günay, söze Beyrut’ta 4 Ağustos’ta yaşanan patlamayla başladı. Beyrut’ta yüzlerce insan hayatını kaybettiğini, binlercesi yaralandığını ve 300 binden fazla insan da evsiz kaldığını hatırlatan Günay, patlamada hayatını kaybedenlere başsağlığı diledi.

‘BEYRUT HALKININ YANINDAYIZ’

HDP ve Türkiye halkları olarak Lübnan halklarının yanında olduklarını ifade eden Günay, “Bir daha bu tür büyük yıkımlara ve acılara neden olan olaylar yaşamamak için öncelikle bu savaş zihniyetinden, savaş için depolanan mühimmatlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Yıllardır savaşın yıkım getirdiğini dile getiriyoruz, Beyrut’taki büyük facia kaza da olsa sabotaj da olsa savaşa yapılan yatırımın halklara yıkımdan başka bir şey getirmediğini bir kez daha gösterdi” diye belirtti. 

 CPT RAPORU

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) 5 Ağustos’ta yaptığı açıklamaya da değinen Günay, raporun en önemli kısmının PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevine ilişkin bölümler olduğunu vurguladı. Raporda açıkça “İmralı sisteminin” bir tecrit sistemi olarak tarif edildiğine dikkati çeken Günay, “Bu rapora göre İmralı’da bulunan tutsaklar haftalık 168 saatten 159 saatini mutlak tecrit koşullarında geçiriyorlar. CPT heyeti 2019 yılında İmralı Cezaevi'ne yaptığı ziyarete ilişkin açıkladığı raporda, 2016'dan bu yana İmralı sisteminde herhangi bir iyileşme olmadığı belirtilerek, cezaevindeki sisteminin ‘tamamen gözden geçirilmesi’ gerektiğini istiyor. CPT,  bu sistem tamamen gözden geçirilmeli diyor. CPT raporunda, Türkiye Hükümetini, İmralı Cezaevi'ndeki tüm tutsakların, istedikleri takdirde, yakınlarından ve avukatlarından etkili bir şekilde ziyaret edilmelerini sağlamak için gerekli adımları atmaya çağırıyor. Bu amaçla, 'disiplin' nedenleriyle aile ziyaretlerini yasaklama uygulamasına son verilmesini istiyor. Ayrıca Komite yani CPT, Türkiye Hükümetinden İmralı Cezaevi'nde tutuklu bulunan tüm mahkumların aile üyeleri ve avukat ziyaretleri hakkında aylık olarak açıklama yapmalarını talep ediyor” diye belirtti.  

‘CPT’NİN GÖREVİ İŞKENCEYİ ÖNLEME’

CPT’nin Türkiye’nin izniyle raporu yayınladığını sözlerine ekleyen Günay, “Oysa CPT insan hakları hukukuna bağlı olarak devletler üstü bir kurumdur. Öncelikli görevi olan işkenceyi önleme olan CPT, görevini ihmal eden bir noktadan söz kurmaktadır. Bu durumun kendisi bile;  adada sürdürülen işkence ve infaz rejiminin boyutlarının, hukuksuzluğunu göstermektedir. Açıklanan rapor tecrit sistemini; ulusal ve uluslararası hukuku çiğneyen suç halini tarif ediyor” diye konuştu.  

‘İMRALI’DA EVRENSEL SUÇ İŞLENİYOR’

İmralı’da evrensel bir suç işlendiğini ifade eden Günay, uluslararası kurumların buna sessiz kaldığını söyledi. Günay, CPT’nin görevini yerine getirmediğini ve ziyaretlerinin sonuçlarını da ancak kamuoyu baskısıyla açıkladığını aktardı. Bu durumunda İmralı’daki tecrit sisteminin uluslararası bir sistem olduğunu kanıtladığını dile getiren Günay, şöyle devam etti: “Pandemi durumu var ve kamuoyu adada ne olduğunu bilmiyor, bu konuda bilgilendirme yapılmıyor. 2020 yılında CPT gitti mi? En son ne zaman gitti? Daha da önemlisi açıkladığı bu raporun gerekliliklerini takip edecek mi? Sistem tamamen gözden geçirilmeli diyor, peki ama sisteme dair ne yapıyor, neyi takip edecek? Önerisi nedir, neden üzerinde durmuyor! Tüm bunlar daha çok soru işareti yaratmakla kalmıyor, tecridin nasıl uluslararası bir karar mekanizmasında işlendiğini gösteriyor.”

TÜRKİYE İMRALILAŞTI

İmralı üzerinde uygulanan tecridin kendine has bir rejim biçimi olduğunu ve sistematik bir işkenceye dönüştüğüne vurgu yapan Günay, “Bu yüzden; sorun, bir kişinin hukuki haklarından mahrum bırakılması kadar Sayın Öcalan tutsaklığında halklara acı ve gözyaşından başka bir şey sunmayan bölgenin dizayn edilme çabasıdır. İmralı sistemi bu haliyle bütün ülkeye yayıldı. Türkiye İmralılaştı.  Bugün herkesin hakkı ve hukuku tehdit altındadır. İktidarın İmralı’ya karşı takındığı tutum savaş politikası mı barış politikası mı yürüteceğinin işareti oldu. Geçmişte barış masası İmralı’da kuruldu, maalesef barış masasını yine iktidar İmralı’da devirdi. O günden beri ülke nefes alamıyor.”

‘ÖCALAN KÜRTLERİN LİDERİ’

İmralı’dan gelen sesin toplumda sağduyu, müzakere, diyalog ve aklıselim duyguları güçlendirdiğini ifade eden Günay, bunun en büyük sonucunun da 2013-2015 yıllarında hep birlikte yaşandığını ve görüldüğünü hatırlatarak, şunları söyledi: “‘Neden tecrit var’ diye sorduğumuzda çatışmalı süreç ve terörizm yanıtı veriyorlar. Ben de buradan sesleniyorum. Hangi İmralı görüşmesinde Sayın Öcalan savaş çağrısı yapmıştır? Barışı kurmak için çabalamadığı tek bir görüşmesi var mı? Bu görüşmelerin her bir satırını Erdoğan da okudu, devlet yetkilileri de. Hangisinde savaşa, çatışmaya, kavgaya çağrı vardı? Kaldı ki tecridin, hukuksuzluğun, baskıcı yöntemlerin kendisi savaşı ve çatışmayı körükleyen politikalardır. Son 5 yılda iktidar bu politikalarla neyi çözdü?

Sayın Öcalan, avukatlarıyla yaptığı son görüşmesinde ‘İmkân verilsin 1 hafta içinde bu sorunu çözerim’ diyen, en küçük bir görüşmeyi bile barışın zemini oluşabilsin diye çabalayan bir liderdir. Evet, Beşir Atalay’ın ve devlet yetkililerinin bir zaman önce söylediği gibi, ‘Beğenseniz de beğenmezseniz de Öcalan Kürtlerin lideri’. Milyonlarca insan kendisini lider olarak görüyor ve öyle kabul ediyor.”

‘TÜRKİYE’Yİ KRİZLERDEN ÇIKARACAK ÖCALAN’DIR’

Türkiye’yi şu an içine düştüğü krizler kuyusundan çıkaracak olan kişinin Öcalan olduğunu vurgulayan Günay, “Tecrit kalkarsa barış ihtimalinin konuşulacağı, ona zeminin açılacağını bilen savaş baronları tecrit politikasında ısrarcı ve tecridin sona ermesini istemiyor. Krizler içinde debelenen bir ülkenin çatışmaya değil barışmaya ihtiyacı var, sağduyuya ihtiyacı var, bu sağduyu Sayın Öcalan’dır. Bu mesele sadece Kürt halkını ilgilendirmiyor, bütün ülkenin her bir ferdini ilgilendiriyor. Bugün ülkede hukuk yok, yasa yok, adalet hak getire, keyfiyet almış başını gidiyor. Biz bunların tamamını 21 yıldır İmralı’daki örneklerden biliyoruz. Bizim önerimiz ve çağrımız açıktır; her birimizin bir diğerimizin hakkını ve hukukunu gözeterek daha özgür daha huzurlu daha yaşanabilir bir ülke yaratabiliriz. Bunu çözüm sürecinde deneyimledik. Sorunların diyalog ve müzakereyle çözülmesi yolu herkes için en kazançlı yoldur” diye konuştu.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin çok boyutlu saldırılar olduğunu dile getiren Günay, çekilme kampanyası yapanların tamamının işlenen sistematik kadın katliamlarının, kadına yönelik şiddetin taraftarları olduğunu ve aynı zihniyeti savunduklarını açıkça itiraf ettiklerini vurguladı. Kadınlar başta olmak üzere özgürlük, eşitlik, bir arada yaşamı savunan hiç kimse bu saldırı dalgasına karşı sessiz kalamayacağını ve kalmaması gerektiğine işaret eden Günay, şöyle devam etti: “Kadınlar da bu saldırıya karşı her zamanki gibi direnişi ve mücadeleyi yükseltiyor. Sözleşme için önceki gün kadınlar Türkiye’nin birçok ilinde sokaklardaydı. Hakları ve özgürlükleri için seslerini yükselttiler. Dün binlerce, yüzbinlerce kadının katılımıyla ülkenin dört bir tarafında yapılan eylemlerde kadınlar esas olarak ‘gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz’ dediler. İstanbul Sözleşmesi biz kadınların yüzlerce yıllık mücadelesinin sonucu elde ettiği kazanımıdır ve bunu hiç kimse elimizden alamayacak. Biz yaşam hakkımıza, emeğimize sahip çıkıyoruz, bizim olanı savunuyoruz. İstanbul sözleşmesini savunmaya devam edeceğiz.” 

 PANDEMİ

İktidarın son 5 ayda önceliğinin insan sağlığı değil para olduğunu gösterdiğini kaydeden Günay, “ Tüm önceliklerini ekonomik göstergelere göre belirledi. Üstelik ne pandemiyi kontrol altına alabildi ne de ülke ekonomisini kontrol altına alabildi. Bu beceriksizlik yetmiyormuş gibi son dönemde valiliklerin, açıkladığı verilere göre ortada bir sahtekarlık da var” dedi.

 Günay, şu örnekleri paylaştı: “Malatya Valisi 100’lü rakamları aşan hasta sayılarına ulaştıklarını söylüyor, Sağlık Bakanlığı Malatya’nın da dahil olduğu 8 ilde 45 vaka sayısını açıkladı. Rize Valisi ‘40'lı vakaları gördüğümüz gün oldu’ diyor, Ancak Sağlık Bakanlığının Rize’nin de dahil olduğu 6 il için açıkladığı en yüksek rakam 25. Erzurum Valisi kentteki toplam vaka sayısının 2511 olduğunu açıkladı. Aynı tarihte Erzurum’un dahil olduğu 6 ilde Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı vaka sayısı ise 2946. Rakamlar arasındaki çelişki çok büyük. Bu bir yana; bu valilikler İçişleri Bakanlığına bağlı valilikler. Aynı hükümetin iki ayrı bakanlığı böylesine kritik bir konuda nasıl birbirinden bu kadar farklı ve çelişkili veriler açıklayabiliyor? Hangisi yalan söylüyor? Birbirlerinden bu kadar habersiz olmaları mümkün mü? Eğer bu kadar habersizlerse bu ülkeyi yönetmeye mahirler mi?”

 İKTİDAR PARA VE KOLTUK PEŞİNDE

“İçişleri ve Sağlık bakanlıklarının açıkladığı vaka sayıları arasındaki büyük çelişkinin sebebi nedir?” diye soran Günay, “ Bu soruyu sormaya hakkımız var çünkü AKP’de Saray entrikaları bitmiyor. Verilerdeki büyük çelişkinin sebebi elbet ortaya çıkacaktır. Ama şu kesin ki bu iktidarın derdi asla halk sağlığı değildir. İktidar para ve koltuktur peşinde” diye belirtti.

BÖLGEDEKİ PANDEMİ DURUMU

Salgının başka bir boyutunun da Kürt kentlerinde yaşananlar olduğunu ifade eden Günay, şunları söyledi: “Kürt kentlerinde kontrol yok, halk kendi haline terk edilmiş. Ne vaka sayısı tespit ediliyor ne de tedavi var. Bütün Kürt illeri kendi kaderine terk edildi. Kendi koltuklarının derdine düşen bakanlar, bilinçli olarak Kürtleri ölüme terk ediyor. Salgının ilk günlerinden beri iktidara seslenen, ortak çalışma çağrısı reddedilen TTB’nin çabası olmasa Kürt illerinde ne yaşandığından kimsenin haberi olmayacak. Ama durum buradan gözüktüğünden çok daha vahim düzeyde. Kürtleri bir kez daha ölüme terk eden bu zihniyetle daha fazla devam edemeyiz. Halkımız iktidarın aldığını iddia ettiği tedbirlere itibar etmemeli. Gereken tüm tedbirlerini kendisi almalıdır. Ve tabi dayanışmayı ihmal etmemelidir. Partimiz, bu yöndeki çalışmalarına hız kesmeden devam edecektir.”

 EKONOMİ TEPE TAKLAK

 Ekonominin de tepetaklak olduğunu dile getiren  Günay, şöyle dedi: “Döviz kuru aldı başını gidiyor. Dolar 7,5 TL’ye tırmanırken, Euro 8.5 TL’yi geride bıraktı. Altındaki rekorların çetelesini tutmak bile neredeyse imkansız hale geldi. Muhtemelen bu hareketlilikle yine yandaşlar bir gecede milyoner yapıldı. Olan yine ülke ekonomisine oldu. Her geçen gün daha fazla borçlanan, alım gücü düşen, emeği değersiz hale gelen bir ülke yarattılar. Oysa Erdoğan 24 Haziran 2018 seçimlerinde ‘Verin kardeşinize yetkiyi, faizle, ekonomiyle nasıl uğraşılırmış göreceksiniz’ demişti. Hamasetle halkı aldattılar, sonuç ortada. Biz o zaman yeni sistemin Türkiye’yi uçuruma sürüklediğini söylemiştik. Geçen iki yıllık süreçte kuvvetler ayrılığı paramparça edildiği gibi kurumlar da çökertildi. İçinden geçtiğimiz krizin bir sebebi de budur.” 

 HALK İÇİN BÜTÇE ÇIKMADAN…

 Halk için bütçe çıkmadan, hakça adil vergi ve adaletli dağıtım olmadan krizden çıkmanın yolu ve imkanı olmayacağını sözlerine ekleyen Günay, kurumların yeniden özerkliğe kavuşması gerektiğini belirtti. Günay, şunları dile getirdi: “Geçtiğimiz gün Anayasa Mahkemesi bir karar verdi biliyorsunuz. Buna göre bütçeyi yapan Strateji ve Bütçe Başkanlığı, İletişim Başkanlığı gibi 4 kurumun Anayasa’ya aykırı olarak kuruldukları, kanunla kurulması gereken kurumların Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle kurulmayacağına karar verdi. Anayasal olarak hükümsüz olan bir kurumun bütçesi ile yönetiliyoruz 2 yıldır. İşte bu kurumun bütçesi krizin asıl nedenidir. Bu yüzden Saray’ın bütçesi dedik. Toplumu bu kadar rahatsız eden, iflas getiren, ocak söndüren doların bu yükselişine var mıdır diyecekleri bir şey? Ezan, bayrak, vatan hamasetini yapmadan kullanabilecekleri bir cümle var mı?” 

MECLİS ACİL TOPLANMALI

Günay, Meclis’in ekonomideki gelişmeler nedeniyle acilen toplanması çağrısında bulunarak, sözlerini şöyle tamamladı: “Meclis bu durum nedeniyle acilen toplanmalı ve krize yol açan tüm sorunların çözülmesi temelinde görüşmeler yapmalıdır. İsraf ekonomisine son verilmesi, demokrasinin tam uygulanması gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeden, kutuplaşmalar kamplaşmalar sona erdirilmeden ekonomik istikrar hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.”