Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parlamento Grubu, sokağa çıkma yasakları ve ablukaların 6’ncı yıldönümüne ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Milletvekilleri, açıklamada Cizre “Vahşet bodrumları”nda yakılarak katledilenler ile Silopi’de polis tarafından katledilerek cenazesi bir hafta boyunca sokak ortasında bırakılan Taybet Ana (Taybet İnan) ve katledilen Kürt kadın siyasetçiler Sêvê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ın fotoğraflarını taşıdı. 

VARTO’DAN BAŞLAYAN ABLUKALAR

HDP Parlamento Grubu adına açıklamayı, Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit yaptı. Koçyiğit, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında AKP iktidarının HDP’nin en yüksek oy aldığı kentleri hedef haline getirdiğini belirterek, “Özyönetim ilanları bahane edilerek 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da başlayan sokağa çıkma yasakları kent ablukalarına dönüşmüştür. Ablukaya alınan kentler Şırnak, Cizre, Silopi, İdil, Derik, Nusaybin, Yüksekova, Varto, Silvan, Sur ve Dargeçit’tir. Diyarbakır’da 159, Mardin’de 48, Hakkâri’de 23, Şırnak’ta 13, Bitlis’te 14, Muş’ta 7, Bingöl’de 7, Tunceli’de 6, Batman’da 6, Elazığ’da 2 ve Siirt’te 4 kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında, en az 1 milyon 809 bin kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı, özel ve aile hayatına saygı hakkı, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, din özgürlüğü, bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edildi” dedi. 

‘BİR HALK YOK EDİLMEK İSTENDİ’

Kaldırıldığı söylenen Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasının fiilen devam ettiğini kaydeden Koçyiğit, “Bizler şu gerçekliği çok iyi biliyoruz ki; yasakların başlangıç tarihi 14 Aralık 2015 olarak geçse de kayıtlara aslında ondan çok önce uzun bir 30 Ekim 2014 MGK toplantısında alınan ‘Çöktürme Hareket Planı’nın bu sürecin politik kapsamını belirlediğini çok iyi biliyoruz. Ve yine amaçlanmak istenenin Kürtler ve Kürt siyasetinin tasfiyesi olduğunu çok iyi bilmekteyiz. 14 Aralık bu anlamda bir halkın topyekûn yok edilmesi saldırılar karşısında direnişinin ve korkunç acıların yaşandığı bir gün olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sürecin bilançosunun halka dönüşü ise kan, acı ve gözyaşı olmuştur” diye belirtti.

VAHŞET BODRUMLARI

16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren resmi olarak tespit edilebilen, 11 il ve 49 ilçe olmak üzere toplam 289 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini hatırlatan Koçyiğit, şöyle konuştu: “300’ün üzerinde sivil yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bu 300 yurttaşımızın içinde bulunan 177 kişi sadece Cizre bodrumlarında yakılarak katledildiler. Cizre bodrumlarında yaşatılan vahşet ve bu vahşetin açtığı yaralar hala sıcaklığıyla durmaktadır. O gün anneler, babalar çocuklarının, çocuklar ise annelerinin babalarının ölümüne şahitlik ettiler. Cizre’de katledilen bazı insanların kemikleri aylar sonra Dicle Nehri’nin kıyısına dökülen moloz yığınlarının arasında bulundu.

TAYBET ANA’NIN CENAZESİ

Silopi’de evinin önünde keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün 7 gece sokak ortasında bekletildi. Taybet Ana’ın oğlunun; ‘Annem ilk vurulduğunda haber verdiler, koştuk. Biz daha varmadan amcam gitmek istemiş, onu da vurmuşlar. Annem sokağın ortasında kaldı öylece. Önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Annem tam tamına yedi gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük’ sözleri hala hafızalarımızda taze.

KÜRT HALKINA HER TÜRLÜ ŞİDDET 

Ama Taybet Ana’nın 7 gün cenazesinin sokakta kalması sadece ailesini öldürmedi, insanlık adına hepimizi kahretti. Yine buzdolabında saklanan Cizre’de 13 yaşındaki Cemile’nin hikâyesini Meclis’te anlatmaya çalıştığımızda, iktidar ve muhalefetin önemli bir kesimi ‘Kahraman ordumuz teröristlere karşı savaşıyor’ diyorlar. İşte ‘terörist’ diye laftalananlardan biri Cemile’ydi, cenazesi annesi tarafından derin dondurucuda korunmak zorunda kaldı. Aynı şekilde Nusaybin, Sur, Silopi, İdil, Silvan ve Dargeçit’te de ‘sokağa çıkma yasakları’ adı altında devlet her türlü şiddeti Kürt halkının üzerine boca etti. 

İKTİDAR KÜRTLERE SAVAŞ İLAN ETTİ

Siyasi iktidar, Kürtlerin özgürlük mücadelesinde direnişin sembolü olan Nusaybin’e bütün güçlerini yığarak, kendi ülkesinin sınırları içerisinde olan bir toprağa ve bu toprakta yaşayan halka adeta savaş ilan etti. Nusaybin ve Dargeçit’te toplam 22 mahallede yasak ilan edildi ve abluka altına alınan Nusaybin’de 1 yıl içerisinde 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Bu yasaklarda evinin merdivenlerinden inerken keskin nişancıların hedefi olan Selamet Yeşilmen ve 21 sivil yurttaşımız, masum insanımız yaşamını yitirmiştir. Yine Silopi’de en az 29 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir. Kürt kadın siyasetçilerde birçok yerde olduğu gibi Silopi’de de hedef alındı. Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar ve Selamet Yeşilmen Cizre bodrumlarında katledilen Parti Meclis üyemiz Mehmet Yavuzer, Mehmet Tunç, Orhan Tunç, Asya Yüksel katledilmiştir. Katledilen siyasetçilerimiz, bir de iktidar tarafından terörist ilan edilmiştir. Bir yandan katliamlar yapılırken, diğer yandan katledilenlerin aileleri de farklı şekillerde cezalandırılmıştır.

‘KİMSESİZ’ MEZARLIKLARI 

Kürt düşmanı politikalar bir yandan can alırken, diğer yandan halkın yaşam alanları yakılıp yıkılmış, evleri kurşunlanmış, halk zorunlu göçe tabii tutulmuştur. Bu anlamda UNESCO kültür mirası listesinde olan Sur ‘da bugün kentsel dönüşüm adı altında kent kırımına, tarih ve hafıza kırımına uğratılmıştır. Yerle bir edilen Sur ‘da hafriyat kamyonlarının içinden insan kemikleri çıkmıştır. Ablukalarda yaşamını yitirenlerin aileleri günlerce cenazelerine ulaşamamıştır. Onlarca cenaze ailelerden habersiz kimsesizler mezarlıklarına defnedilmiştir. 

14 CENAZE AİLESİNE VERİLMEDİ

Yine onlarca cenaze DNA örnekleri bahane edilerek aylarca morglarda bekletilmiş, ailelerin acıları körüklenmiştir. Nitekim Sur‘da 16 yaşında katledilen Rozerin Çukur’un ailesi ve daha nice aile günlerce çocuklarının cenazesini alamamıştır. Rozerin Çukur’un babası Mustafa Çukur, ‘Kızımı keskin nişancılar vurdu. Böyle giderse, Türkiye Suriye gibi olur’ dediği için hapis cezasına çarptırılmıştır. Bütün bunlar hala hafızamızda tazeliğini korumaktadır. Ve yine halen Cizre’de 14 kişinin cenazesi ailelerine verilmemiştir. 

İNSANLIK TARİHİNE UTANÇ VESİKASI 

Tüm bunlar yaşanırken fetih anlayışı ile hareket eden iktidara bağlı JÖH-PÖH, Esedullah Timi adı ile hareket eden kolluk güçleri tarafından duvarlara yazılan cinsiyetçi, ırkçı, faşist söylemler ile uygulanmak istenen, bir kenti, bir halkı, bir tarihi, bir dili bir kimliği yok etme politikalarının adeta imzası olmuştur. Kent yıkımları ve bodrumlarda yakılan insanlar, günlerce sokaklarda bekletilen cenazeler, ibadetini yaparken vurulan yaşlılar, sokakta oynarken vurulan çocuklar, hastaneye götürülemediği için kan kaybından ölen yaralılar, ailelerin evlatlarının cenazelerini morg yerine derin donduruculara bırakmak zorunda kalmaları ve daha nice vahşet insanlık tarihinin çetelesine bir utanç vesikası olarak eklenmiştir. Bu süreçte evlatlarımızın parçalanmış bedenleri ile birlikte toplumsal barış da parçalanmıştır.

AİHM KARARI UYGULANMADI 

İnsanlık suçu işleyen siyasi iktidar ve kolluk güçleri hiçbir şekilde yargılanmazken, ablukaya alınan kentlerde yüzlerce kişi tutuklanarak ağır cezalarla yargılanmış ve ağır cezalara çarptırılmıştır. Cizre’de yaşanan sokağa çıkma yasak süreçleri ile ilgili olarak Orhan Tunç yaralandığında, ambulansın geçişi için AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) 19 Ocak 2016 tarihinde başvuru yapılmış ve mahkeme tarafından tedbir kararı verilmiştir. Ne var ki tedbir kararına uyulmamış ve Orhan Tunç diğer 176 kişi vahşet bodrumlarında yakılarak katledilmiştir. Eğer o gün Türkiye tedbir kararına uygun hareket etseydi, bugün Tunç halen yaşıyor olabilirdi. Yine Nusaybin’de tutuklanan 17’si çocuk 70 kişi hakkında açılan dava duruşmalarında çok sayıda kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile çeşitli cezalar verilmiştir. 

VENEDİK RAPORU’NU HATIRLATTI 

Sokağa çıkma yasağı uygulamaları ile ilgili Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu tarafından 13 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan sokağa çıkma yasaklarının hukuki boyutu ile ilgili raporunda, ciddi insan hakkı ihlalleri yaşandığı, temel insan haklarının askıya alındığı ve esasen ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağı olmadığı ifade edilmektedir.

Bizler de HDP olarak, sokağa çıkma yasak kararlarının 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesi uyarınca valiliklerce alınmasında bir ihlal niteliği doğurduğunu ve iç hukuka da aykırı olduğunu her zaman ifade etmiştik. Bu rapor söylediklerimizi teyit etmiştir. Ayrıca, 10 Mart 2017 tarihinde BM (Birleşmiş Milletler) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Raad El Hüseyin başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan raporda, 18 ay devam eden operasyonlar sırasında aralarında ‘800 güvenlik görevlisinin de bulunduğu 2 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, ciddi insan hakları ihlalleri’ yaşandığı belirtilmiştir.

ABLUKA KAYYIMLA YAYILDI

Kürt kentlerinde başlatılan abluka süreci, şu an tüm Türkiye sathına kayyım rejimiyle yayılmıştır. Batılı kurumların insan hakları ihlalleri karşısında sessizliği de eklenince, siyasi iktidar için Kürt kentlerindeki ablukalar laboratuvar işlevi görmüş, burada pervasızlaşan AKP iktidarı kurduğu milliyetçi ve faşist ittifaklar ile tüm Türkiye’yi bir anlamda ablukaya alarak diktatöryel bir yönetimi kurumlaştırmaya çalışmaktadır. Bugün yaşadığımız ekonomik krizin temellerinin o süreçte atıldığını özel olarak belirtmek isteriz. 

HESABINI SORACAĞIZ

Bir kere daha söylüyoruz ki; iktidar ve muhalefeti ile Türk siyasetinin Kürtlere bu vahşeti uygulayan ve daha sonra darbeci olan sorumluları nasıl sahiplenip kutsadığını da asla unutmayacağız. Ablukalar boyunca ifade ettiğimiz ağır insanlık suçları işlenmiştir ve bizler bu suçların bir kısmına tanıklık ettik.

Bu suçların hesabı bir gün mutlaka hukuk nezdinde sorulacak. Taybet İnan, Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Cemile Çağırga ve Rozerin Çukur şahsında ablukalarda yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımızı buradan bir kez daha anıyoruz. Bu suçların hesabı elbet bir gün siyaset ve uluslararası hukuk nezdinde sorulacaktır. Bunun mücadelesini HDP ve hayatını yitirenlerin aileleri olarak her zeminde her yerde yükselteceğiz.”