HEP’ten bu yana Kürtlerin kurduğu her parti mutlaka kapatıldı. Milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve bu milletvekilleri yıllarca cezaevinde kaldı. Ama her kapatmadan sonra bu partilere olan destek arttı, oy oranları yükseldi. Kürt seçmen devletin her saldırısından sonra bu partiler etrafında kenetlendi, partiye katıldı, yönetim kademelerinde görev aldı. Kürt siyasetinin duayen isimlerinden Hatip Dicle, bu partilerin hemen hepsinin kuruluşunda yer aldı, yönetim kademelerinde görev yaptı, tutuklandı ve uzun süre arkadaşları ile birlikte cezaevinde kaldı.

Dicle, neredeyse 30 yıllık bu süreci Yeni Yaşam Gazetesi'nden Hüseyin K. Akçadağ'a anlattı.

İLK ADIM HEP

Halkın Emek Partisi’nin (HEP) 30 yıllık demokratik siyasi geleneğinde önemli bir ilk adımı olduğunu söyleyen Hatip Dicle, HEP’in kuruluşunu etkileyen faktörleri şöyle sıraladı: “HEP’in kuruluşunu etkileyen faktörler şunlar. Birincisi 1988’de Güney Kürdistan’da Halepçe Katliamı oldu. Kimyasal gazlarla 5 bin Kürt katledildi. Sonrasında Güney Kürdistan’dan Kuzey Kürdistan’a büyük bir göç gerçekleşti. Devlet göç eden Kürtleri çeşitli illerde kamplarda topladı. Bu insanların uğradığı kırım ve zulüm Kürt halkının bilincinde büyük bir yankı yarattı. Kuzeyli Kürtler bu olaydan çok etkilendiler. Göç edenlere destek olmak için seferber oldular.

Bu birinci faktördü, ikinci faktör 1989’dan itibaren Sovyetleri Birliği’nin başını çektiği reel sosyalist sistemin dağılmasından sonra ortaya yeni devletlerin çıkışı, Kürt halkının bilincinde de bir sıçrama yarattı. Üçüncü faktör, 1987-1988 yıllarına gelindiğinde Kürt hareketi başta Botan olmak üzere kitleselleşti. Serhildanlar başladı Botan’da. Nusaybin, Cizre, Kerboran ve Botan’ın değer kentlerinde büyük kitle gösterileri meydana geldi. Halk, Kürt siyasi hareketini kucaklamaya başladı. Bu da çok önemli bir faktördür HEP’in kurulmasında.”

İKİ GELİŞME

Hatip Dicle, iki gelişmenin parti kurma sürecini hızlandırdığını belirtiyor. Dicle bu gelişmeleri şöyle aktarıyor: “Ama iki olay bu süreci biraz daha hızlandırdı. 1989 yerel seçimlerine bağımsız adaylarla girildi. Kürtçe yapılan propaganda, büyük kitle toplantıları, özellikle de Amed’de bağımsız adayın kazandığı başarı, 1980 darbesinin bölgede yarattığı havayı dağıttı. İkinci önemli olay da 1989’da Paris Kürt Konferansı’na katılan SHP’li 7 Kürt milletvekilinin bu nedenle SHP’den ihraç edilmesi oldu. Bu durum bölgedeki SHP tabanında büyük bir kırılma yarattı ve SHP’den kitlesel kopuşlar başladı. Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde 1990’da HEP’in kuruluşunun dinamiklerini görürüz. 1990’da HEP kurulduğunda bu kitlesel taban üzerinde hızla yükseldi. Kürdistan’daki bütün illerde il teşkilatları kuruldu ve SHP’den HEP’e doğru büyük kaymalar yaşandı. Bu kopuştan sonra SHP-CHP geleneği Kürdistan’da bir daha tutunamadı.”

DERİN DEVLET SALDIRILARI

“Tabii devlet bundan büyük bir tedirginlik duydu. Derin devlet harekete geçti. HEP demokratik zeminde mücadele ettiği halde, partiyi silahla hedef almaya başladılar” diyen Hatip Dicle, derin devletten kaynaklandığını söylediği bu saldırılara dair şu örnekleri veriyor: “1991’de HEP’in Amed İl Başkanı Vedat Aydın’ı kaçırıp katlettiler. Antep İl Başkanımız, Erzincan İl Başkanımız kontrgerilla tarafından katledildi. Ve 1991 genel seçimlerinde de şöyle bir duyum aldık: SHP-HEP ittifakı aslında bir devlet kararı idi. HEP’in yaşamasını istemiyorlardı. Ama HEP, Kürdistan’da büyük bir çıkış yapmıştı ve bunu SHP’nin tarihi hatasına bağlıyorlardı. SHP, Kürtlere listelerinde yer vererek onları Meclis’e taşımıştı. Şimdi HEP adaylarını SHP’den Meclis’e sokarak HEP’in ayrı bir varlık göstermesinin önüne geçmesini derin devlet SHP’den talep ediyordu. O zaman şöyle duyumlar almıştık: işte MGK’de bu konu görüşülüyor ve böyle bir formül üzerinde anlaşmaya varıyorlar. SHP 1989’daki tavrının tam tersi olarak HEP ile ittifaka razı oldu, böylece HEP’ten 20’ye yakın Kürt milletvekili Meclis’e girdi. Daha sonra Meclis’in açılışındaki yemin töreni ve seçimlerde gösterilmiş olan büyük başarı demokratik Kürt siyasetinin kendine güvenini geliştirdi.”

İMRALI KONSEPTİ VE HEP

Bu dönemden sonra gelen büyük saldılar ve işlenen faili meçhul cinayetlere rağmen Kürt hareketi gelişmeyi sürdürdü. 1993 yılında Öcalan’ın ilan ettiği ateşkes bozulduktan sonra yeni bir konsept devreye konuldu. Hatip Dicle bu dönemi şöyle anlatıyor: “O dönem yürürlüğe konulan imha planına paralel olarak HEP’e de kapatma davası açıldı. Biliyorsunuz o dönem binlerce faili meçhul cinayet yaşandı, binlerce köy boşaltıldı ve yakıldı. HEP’in de kapatılma sürecinde gördük ki partilerimiz hiçbir zaman hukuki gerekçelerle kapatılmıyor. Bütün parti kapatmalar AİHM’de Türkiye’nin mahkûm edilmesi ile sonuçlanmıştır. 1993 konseptinin bir uzantısı da 2 Mart darbesi olmuştur. Kürt milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve polis zoru ile Meclis’ten çıkarıldık. 13 yıl herhangi bir Kürdün Meclis’e girmesine izin verilmedi. 2007’ye kadar da Kürtler kimlikleri ile Meclis’te temsil edilememişlerdir. DEP ve HEP dönemi; demokratik siyaset yapılan, en büyük ve kapsamlı silahlı saldırıların yaşandığı dönem olmuştur. Biz o dönem çok fazla üye yapmak istemiyorduk. Çünkü üyeler Yargıtay Başsavcılığı’na bildiriliyordu ve istihbarat örgütlerinin ve polisin çok rahat eline geçiyordu. Bu dönemde milletvekili, parti yöneticisi ve parti üyesi olmak üzere 400 kişi kontrgerillanın saldırıları sonucu yaşamını yitirdi. Dünyada bir örneğinin olduğunu sanmıyorum. HEP bu imha konseptinin sonucu olarak 14 Temmuz 1993’te kapatıldı."

KURULMADAN KAPATILDILAR

Hatip Dicle, ÖZDEP’in daha teşkilatlanmadan, yani kurulmadan program üzerinde kapatıldığını anlatıyor. Dicle, Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) ile ilgili şunları anlatıyor: “O dönemde HEP’in kapatılma ihtimaline karşı Ekim 1992’de ÖZDEP’i kurduk. Ama daha teşkilat yapılmadan programı üzerinde Yargıtay Başsavcısı tarafından dava açıldı. İki gerekçe ileri sürülüyordu. Birincisi parti programında Kürt halkından bahsedilmesi nedeniyle bunun bölücülük olduğunu ve Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürüyordu. İkinci neden de programımızda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını talep etmemizdi. Anayasal bir kurumun kapatılması bir parti tarafından istenemez deniliyordu. Bu iki gerekçe ile dava açmışlardı. Bunun üzerine biz süratle yeni bir parti ihtiyacını görerek 7 Mayıs 1993’te DEP’i kurduk. 14 Eylül 1993’te HEP kapatıldı. DEP’e kapatma davası açıldı. Biz cezaevindeyken 11 Mayıs 1994’te arkadaşımız Murat Bozlak başkanlığında HADEP kuruldu. Kısa bir süre sonra DEP kapatıldı.”

YEREL SEÇİM BAŞARISI

HADEP 1995’te genel seçimlere katıldı. Yüzde 10 barajını aşamadı ama, yüzde 4’ün üzerinde bir oy aldı. Dicle bu seçimlerle ilgili şunları söylüyor: “Eğer yüzde 10 barajı olmasaydı en az 10 milletvekili ile Meclis’te temsil edilecekti. Bu bizim parti olarak ilk kez seçime girmemizdi. 1999 yerel seçimlerinde HADEP 37 belediye başkanlığı kazandı. Aynı zamanda oylarını da 1999’da yüzde 6’nın üzerine çıkardı. Neredeyse 4 yılda yüzde 50’den daha fazla büyüdü. Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye bir uluslararası komplo ile teslim edilmesi döneminde HADEP legal partimiz olarak vardı. 29 Ocak 1999’da HADEP hakkında kapatılma davası açıldı. 2003’te o da kapatıldı. Ve kapatıldığı zaman 10 yaşındaydı. En uzun yaşayan partilerimiz arasındaydı. HADEP’in nöbetini daha sonra diğer partiler devraldı.”

DTP DENEYİMİ

Kürt hareketinin yaşadığı en özgün deneylerden birisi Demokratik Toplum Hareketi (DTH) deneyimidir. Bu deneyim Türkiye’nin şimdiye kadar yaşamadığı en önemli doğrudan demokrasi deneyimidir. Hatip Dicle bu sürecin içinde yer aldı ve örgütlenmesine katıldı. Dicle bu önemli deneyimi şöyle anlatıyor: “2005 yılında -ki biz o zaman cezaevinden çıkmıştık- DTH sürecini başlattık. Bu hareketi Sayın Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm önermesinden etkilenerek geliştirdik. Biz cezaevinden çıktığımız zaman Sayın Öcalan bizlere bir haber gönderdi. Dedi ki ‘Sizler Demokratik Konfederalizmin hayata geçirilmesinin öncülüğünü yapmalısınız.’ Biz 2005’te bu süreci yürütürken devlet bir anlamda bizi rahat bıraktı. Seçim yapmamıza engel olmadılar. 3 bin halk delegesinin seçilmesi planlanmıştı o zaman. Bunun içinden 500 üyelik bir meclis seçilecekti. Ve bu meclis aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir anlayışla partiyi kuracaktı. Biz bunun için bütün Kürdistan çapında halka açık bir seçim yaptık. Her yerde delegeler seçildi. Mesela Diyarbakır’ı örnek vereyim. Diyarbakır’da 48 bin insan oy kullanmıştı ve 300 delege seçildi. İstanbul’da da 300 delege seçildi. Değişik yerlerde seçimler yaptık, sandık kurarak. Sandıkları genellikle sivil toplum örgütlerinin binalarında, mesela mühendis odalarında veya dernek binalarında kurduk. Devlet o dönem yani bu seçimleri yaparken bize hiç zorluk çıkarmadı. Bu süreç 1 yıl sürdü. Halkı dinleyerek ve halkın oyları ile 3 bin halk delegesi seçildi. Bu delegeler kendi aralarında 500 kişilik bir meclis oluşturdu. Bunun adı Demokratik Toplum Hareketi Meclisi’ydi (DTHM). Bu meclis legal partimizi kurdu. Bir yıl içinde bütün bu işleri bitirdik. Bu 500 kişilik mecliste seçilen delegelerle 9 Kasım 2005’te Demokratik Toplum Partisi’ni (DTP) kurdu. DTP’nin kuruluşu DTH tarafından yapıldı. O günler için özeleştiri yapmak gerekirse, parti kurulduktan sonra DTH o zaman feshedilmemeliydi. O zaman DTP ile DTH arasında bir ikilik doğar gerekçesiyle, DTH feshedildi.

Öcalan’ın daha sonra önerdiği Demokratik Toplum Kongresi de bunun zirvesi olacaktı.

DTP yola devam etti. DTP’nin büyük başarısı 2007 seçimlerinde geldi. 1994’te Kürt milletvekilleri parlamentodan atılmışlardı. Sonra ilk defa DTP bağımsız adaylarla seçime girdi ve Meclis’te 20 milletvekili ile grup kurdu. Bu legal siyaset alanında önemli bir dönüm noktasıdır. 13 yıl sonra DTP yine Meclis’te idi ve Kürt halkının kimliğini temsil ediyordu. Kürt sorununun demokratik çözümünü savunuyordu. O süreçten hemen sonra Avrupa’daki bazı aracı kurumlar aracılığı ile Oslo süreci başlatılmıştı. Oslo’da 11 ayrı toplantı olmasına rağmen devlet KCK operasyonlarını başlattı. Oslo sürecinin sona ermesinde KCK operasyonlarının önemli bir etkisi oldu. Bunlar gerekçe yapılarak 11 Aralık 2009’da da DTP kapatıldı. O zaman eşbaşkan olan Sayın Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilleri düşürüldü. Tabii sonra tekrar yeni bir parti kurma çalışmaları başladı. 2012 yılında bugün hakkında kapatma davası açılan HDP’nin kuruluşuna geldik.”

HER KAPATMADAN DAHA GÜÇLÜ ÇIKTIK

“Bütün bu kapatma davaları ile devlet amaçladığını elde etti mi?” sorumuzu Hatip Dicle, şöyle yanıtlıyor: “Kürt hareketi her defasında bu süreçlerden güçlenerek çıktı. Somut örnekler vermek gerekirse 1995 genel seçimlerinde HADEP, emek, barış ve özgürlük bloku olarak seçime girdi. Yüzde 4 oy alabildi. Daha sonra 1999’da 4 yıl sonra oy oranı yüzde 6’ya yükseldi. Bağımsız adaylarla girdiğimiz için 2007 seçimlerinde bir oran veremiyoruz ama, DTP ilk defa Meclis’te 20 milletvekilinden oluşan bir grup kurabildi. Ondan sonra HDP’de yüzde 13’lere varan bir artış söz konusu oldu. 37 belediye başkanlığı kazanmak ile başlayan 99’daki süreç yüze yakın belediyenin kazanılmasına vardı. Parti sürekli bir yükselme trendinde oldu. En son 2015 genel seçimlerinde yüzde 13.5’e vardı ki, Sayın Öcalan o zaman şöyle bir tahmin yürütmüştü: Eğer iyi çalışırsanız yüzde 20’ye kadar oy potansiyeliniz vardır demişti. Biz acaba barajı aşar mıyız aşmaz mıyız diye endişelenirken Sayın Öcalan yüzde 20’lerden söz ediyordu. Ve nitekim onun dediği gibi oldu yüzde 13.5 gibi bir oranla seçimlerde başarı kazandık. Bugün bütün baskılara rağmen HDP’yi geriletmeyi başaramamışlardır. Bütün araştırma şirketleri hükümete yakın olanlar bile HDP’yi barajın üstünde gösteriyorlar. HDP hiçbir zaman sadece Kürt halkını örgütlemeyi hedeflemedi, HEP döneminde de DEP döneminde de öyleydi. Türkiye demokrasi güçleri ile de büyük bir dayanışma içine girdi.”

Hatip Dicle, HDP hakkındaki iade edilen iddianameyle ilgili şunları söylüyor: “Maalesef ülke Türk tip başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Bütün kurumlar bir tek adamın iradesine bağlandığı bir süreçte HDP hakkında bir kapatma süreci amaçlarını ve niyetlerini ortaya koyuyor. HDP’nin teşhisi doğrudur. Kapatma olsa bile bu sadece binaların kapatması olur. 30 yıllık bir gelenekten geliyoruz. Halkımız bu partilere çok emek vermiştir, çok bedel ödemiştir; bu nedenle bu kazanımlarımıza sonuna kadar sahip çıkacağız. Bir halk hareketi asla yok edilemez. HEP’ten bu yana 30 yıllık geleneğimiz var. Parti kapatmayla bir halk hareketi yok edilemez.”