CHP Sözcüsü Faik Öztrak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal eden Yüksek Seçim Kurulu (YSK) için "Aslında YSK’nın bir tane üyesi var, o da sarayın kibirli kişisi" diyen Öztrak, "YSK’daki diğerlerinin hepsi yedek" ifadesini kullandı. Öztrak, 'AKP'liye benzeyen seçmenlere İBB adayı için pusula verilmedi' diyen Binali Yıldırım'a da tepki gösterdi. Öztrak, "Çalınan minare o kadar büyük ki kılıf uydurmak zor oluyor. Bakalım 200 sayfalık gerekçeli karar bu minareye kılıf olmaya yetecek mi" dedi.

Düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Öztrak, şunları söyledi:

Dün 19 Mayıs’ın 100. Yıl dönümüydü. Tüm yurtta bu özel ve anlamlı günü, büyük bir coşkuyla kutladık. Bizler de Samsun’daydık. Samsun’da, Gençlik Kolları Genel Başkanımız 19 Mayıs bildirisini kamuoyuna duyurdu. Bugün de ben bir basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunacağım.

MUTLAK GÜÇ MUTLAKA YOZLAŞTIRIR

19 Mayıs 1919, rotası milli egemenlik olan kutlu bir yolculuğun başlangıcıdır. Millî mücadele ve onun ebedi liderinin doğum günüdür. Ulusumuzun emperyalizme diz çöktürdüğü büyük bir mücadelenin başlangıcıdır. Bu vesileyle yurdumuzu ve milletimizi uçurumun kenarından çekip alan, başta ebedi liderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’nın ve kuruluş mücadelemizin tüm kahramanlarını bir kez daha huzurlarınızda saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Bundan 100 yıl önce çizilen rota, egemenliğin kayıtsız, şartsız millete ait olmasıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de, gelecekte de ülkeyi bu rotadan çıkarmak isteyenler tabi ki olacaktır. Demokrasiler esasen sürekli ihtiyatlı olmayı gerektiren rejimlerdir. Bu ihtiyat, gücün yozlaştırdığını, “mutlak gücün mutlaka yozlaştırdığını” bilmekten geçmektedir. Bu nedenle, demokratik rejimler yasama, yürütme ve yargının birbirlerini denetleyip, dengelemesine, hukukun önünde herkesin eşit olmasına, fikir özgürlüğüne ve sandıktan çıkan millet iradesine herkesin saygı duymasına bağlıdır.

6 MAYIS DARBESİ MİLLET İRADESİNE KARŞI

Ülkemizde demokrasinin bu prensipleri, uzunca bir süredir aşındırılmaktadır. Hukukun üstünlüğü yok edilmekte, kuvvetler ayrılığı işlevsiz hale getirilmektedir. Yurttaşlarımız fikirlerini özgürce ifade edemez hale gelmişlerdir. Bunun neden olduğu yozlaşmanın olumsuz etkilerini sosyal, siyasal yaşamdan ekonomimize kadar her alanda hep beraberce görmekteyiz. Bunun son örneği, 6 Mayıs 2019’da gerçekleşen sandık darbesidir. Demokratik meşruiyetin elde kalan son kilit taşı olan sandık da, bu darbeyle çökertilmek istenmiştir. 31 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde milletin sandıkta söylediği söz, masa başı oyunlarıyla gasbedilmiştir. Yüksek Seçim Kurulu, 6 Mayıs’ta milletin iradesini elinden almıştır.

MİLLETİN İRADESİNE İHANET ETTİLER

Saray iktidarı siyasi bir kararla, YSK eliyle, yerleşik seçim hukukunu ve geçmiş uygulamaları alt üst etmiştir. Seçimlerin sonucunu YSK değil, millet belirler. 31 Mart’ta milletin dediğini değil, siyasi iktidarın vesayeti altındaki YSK’nın dediği olmuştur. Sandıkta milletin oyunu çalamayanlar, seçimi çalmış, milletin tertemiz iradesine açıkça ihanet etmişlerdir.

KARARI SARAY YAZMIŞ, YSK’YA İMZAYA GÖNDERMİŞ

Sandık darbesinin üzerinden 14 gün geçti. YSK’nın gerekçeli kararı şu ana kadar daha açıklanmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, hafta sonunda, YSK’nın gerekçeli kararının bugün açıklayacağını söylemişti. Bugün de basında şuanda 200 sayfalık bir gerekçeli kararın tamamlandığına yönelik haberler yer alıyor. Kararı yazan kim? Söylemiştik, Saray. Şimdi göndermiş 200 sayfalık gerekçeli kararı YSK’ya, 7 tane bu karara evet diyen 7 tane üyenin bunu imzalaması bekleniyor.

YSK’NIN BİR TANE ASIL ÜYESİ VAR, O DA SARAYDA

Aslında YSK’nın karar veren 1 tane asıl üyesi var. O da Saray’ın kibirli kişisi. YSK’daki diğer üyelerin hepsi yedek. Yazılan gerekçe de açık söyleyeyim, kuzuyu kapan kurdun kuzuyu suçlaması hikâyesinden başka bir şey olmayacaktır. Tüm bunları yapıp sandığa ve milletimizin izzeti nefsine darbe vuranlar, bir de sıkılmadan, milletimizin aklıyla her gün dalga geçiyorlar. Her gün ayrı bir iddia, yalan ve iftira tedavüle sokuluyor.

İDDİALAR KOMEDİ SINIRINI AŞTI, TRAJİK HAL ALDI

En son Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayının, yıllarca bu memleketin en önemli makamlarını işgal etmiş kişinin, Saray’ın mutemet adamının ipe sapa gelmez iddiaları aslında komedi sınırlarını aştı. Trajik bir hal almaya başladı. Sandık başkanlarının seçmen tipinden AK Parti’ye oy vereceklerini anladıklarını iddia ediyor bu kişi ve AK Parti’ye oy verecek olanlara Büyükşehir Belediye pusulası verilmediğini söylüyor. Bu iddia başta AK Partili kardeşlerimiz olmak üzere tüm İstanbulluların aklıyla alay etmektir. Zaten oy pusulalarına da baktığınız zaman en fazla oyun Büyükşehir Belediye Başkanlığı için kullanıldığını göreceksiniz.

İSTANBUL’UN DÜNYALIĞI İÇİN AHİRETLERİNİ YAKTILAR

Bu siyaset erbabına “Allah akıl, fikir versin” demekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok. Ama görüyorsunuz çalınan minare o kadar büyük ki kılıf uydurmak çok zor oluyor. Bakalım 200 sayfalık gerekçeli karar buna kılıf olmaya yetecek mi? 200 sayfalık gerekçeli karar buna kılıf olmaya yetecek mi? İstanbul’un dünyalığı için ahiretleri dâhil her şeyi yakmaya razı oluyorlar. İnsanın içi acıyor.

YSK BU SORULARA CEVAP VERMELİ

Biz Yüksek Seçim Kurulu’nun gerekçeli kararında şu hususların mutlaka açıklıkla yer almasını bekliyoruz:Adalet ve Kalkınma Partisi, Yüksek Seçim Kurulu’na verdiği iptal dilekçesinde pek çok şeyi iddia etti ama oy çalındığını hiç söylemedi. YSK da açıklamış olduğu kısa kararında çalma çırpmadan hiç söz etmedi. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı ve onun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı ağzından oyların çalındığını düşürmüyorlar, devamlı “oylar çalındı” diyorlar. Bu oylar çalındıysa açıklasınlar bu oyları kim çaldı? Bu oyların çalınmasına AK Parti’nin gözlemcileri, sandıktaki görevlileri neden göz yumdu, nasıl göz yumdu? 280 bin gözlemci diyorlardı sandıkların başında. YSK’da, bunu bir iptal gerekçesi olarak gerekçeli kararında yer verecekse bu soruların cevaplarını da açıkça belirtmelidir.

SARAYIN BAHSETTİĞİ KAMERA GÖRÜNTÜLERİNİ DE BEKLİYORUZ

Ayrıca, gerekçeli kararın ekinde, Sarayın kibirli adamının baştan beri söylediği kamera görüntülerinin de yer almasını bekliyoruz. Ama yok bu iddianın kanıtlarını ve görüntülerini gerekçeli kararda göremezsek o zamanda bu iftiracılar çıkmalıdırlar ve milletten özür dilemelidirler.

SEÇİM SONUCUNA NASIL ETKİ ETTİĞİ DE AÇIKLANMALI

Erdoğan sürekli bazı sandıklarda oy sayım ve döküm cetvellerinin mühürsüz, imzasız veya eksik olduğunu iddia ediyor. Bu husus da YSK’nın kısa kararında yer almıyor. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin daha önceki itirazları üzerine, imzasız veya boş sayım döküm cetveli olan toplam 57 sandıkta oylar yeniden sayılmıştı. Sonuç? Sonuç değişmedi. YSK eğer gerekçeli kararında bunu biraz önce söylediğim gibi bir iptal gerekçesi olarak görecekse, o zaman ıslak imzalı sandık sonuç tutanaklarının neye yaradığını da mutlaka açıklamalıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi ıslak imzalı tutanaklara sandık başında itiraz etmemiştir. Yine ıslak imzalı tutanaklar ilçe seçim kurullarında birleştirilirken Adalet ve Kalkınma Partisi, “oy sayım cetvelleri yok” diye bir itirazda veya şikâyette de bulunmamıştır. Eğer bu bir iptal gerekçesi olacaksa, oy sayım cetvellerindeki eksikliklerin seçim sonucuna nasıl etki ettiğini YSK mutlaka açıklamalıdır. Sandığa sandık başında sahip çıkılır. YSK’nın tüm geçmiş kararları da bu yöndedir.

ÇALINAN MİNAREYE 200 SAYFALIK KILIF ANCAK YETMİŞ

Yüksek Seçim Kurulu kısa kararında seçimin iptal gerekçesi olarak bir tek, “bazı sandık kurullarının oluşumunda memur başkan ve üyelerinin yokluğunu” usulsüzlük olarak göstermiştir. Ancak aynı YSK, kanunun açık hükümlerine rağmen sandık kurullarında oluşan benzer usulsüzlükleri geçmişte oyları iptal etmek için yeterli bir gerekçe olarak görmemişti. Bunun gerekçesi de seçmen iradesinin her şeyden üstün olduğudur. Yani sandık kurullarının yanlış oluşması seçmen iradesini etkilemiyorsa o zaman sonuçları kabul etmiştir. YSK, geçmişteki kararlarını ve uygulamalarını niye çöpe attığını bu gerekçeli kararda herhalde açıklayacaktır. Belli ki çalınan minareye 200 sayfalık kılıf ancak yetmiştir. Aslında bu kararın siyasi olduğu, gerekçeli karar yayınlandıktan sonra tüm milletimiz tarafından bir defa daha görülecektir. YSK bunları yapmazsa alınan kararın hukuki değil, siyasi olduğu bir kere daha anlaşılacaktır.

EĞİTİM SİSTEMİ DEĞİŞİKLİKLERİYLE KUŞAKLAR HEBA OLUYOR

Atatürk, tüm ümidinin gençlikte olduğunu söylemiştir. Ancak saray yönetimi geçmişi yalan ve iftiralarla tahrif edip, bugünümüzü ve geleceğimizi çalmaya çalışmaktadır. Ülkede ne yapıldıysa sanki her şey son 17 yılda yapılmış gibi göstermektedir. Eğitim sistemini 17 yılda yapboz tahtasına çeviren, sınav sorularıyla beraber çocuklarımızın geleceğini de çaldıran bu iktidar, şimdi eğitim sisteminde yeni bir değişikliğe hazırlanıyormuş. Bu konuda Genel Başkan Yardımcımız biraz önce ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştu. Milli bir mesele olan eğitim sisteminde yapılacak değişikliklerin bu sistemin tüm paydaşlarıyla, yani ailelerle, çocuklarla, öğretmenlerle, akademik çevrelerle, hasılı tüm milletimizle paylaşılarak yapılması lazımdır. Bunlar bu çevrelerde enine boyuna tartışılmadan yapıldığı zaman kuşaklar heba edilmektedir. Buna artık tahammülümüz yoktur. Eğitim sisteminde yapılan yanlışlar bizi sürekli yoksullaştırmaktadır. Bizi dünyada geriye düşürmektedir.

ELEŞTİREL DÜŞÜNCEDE EN SONLARDAYIZ

Dünyayla yarışabilmek için gençlerimizin okulda eleştirel ve analitik düşünceyle tanışmaları gerekmektedir. Küresel Rekabet Endeksinde 140 ülke arasında eleştirel düşünmede 133. sıradayız. Mesleki Eğitim Kalitesinde 132. Sıradayız. Dijital becerilerde 118. Sıradayız. Böyle bir eğitim sistemiyle dünyayla nasıl yarışacağız, nasıl rekabet edeceğiz. Gençlerimizin o televizyonlarda gördükleri yüksek yaşam standartlarına kavuşmalarını, onları geçmelerini nasıl sağlayacağız, nasıl geleceğe umutla bakmalarını temin edeceğiz? Bakın genç nüfusumuzdan kaynaklanan fırsat penceresini 2035 yılında kaybediyoruz. Ancak hala biz gençlerimize iş bulamıyoruz.

GENÇLERİNE UMUT VERMEYEN ÜLKE GELECEĞE GÜVENLE BAKAMAZ

Genç işsizliği yüzde 26’nın üzerinde. Üniversiteli işsizlerimizin sayısı 1 milyon 122 binle tüm zamanların rekorlarını kırıyor. 15-24 yaş arasında ne çalışan, ne okuyan, ne de stajda olan gençlerimizin oranı yüzde 25. Yani gençlerimizin 4’te 1’i hiçbir şey yapmıyor. Umudunu yitiren gençlerimiz artık yurtdışını çare görüp yurtdışına göç ediyorlar ya da umutlarını tamamen kaybedip uyuşturucu ve suç bataklığına saplanıyorlar. Gençlerine umut veremeyen bir ülke, geleceğine de güvenle bakamaz.

MİLLET YETKİYİ VERDİ, FAİZ VE DÖVİZ ALDI BAŞINI GİTTİ

2014’ten bu yana Türkiye ortalama 7,5 ayda bir sandık başına gitti. Böyle bir ülke geleceğe odaklanmasını nasıl bekleyebiliriz ki? Rekabet gücünü artıracak hiçbir reform yapamadık, ekonomimizi güçlü hale getiremedik. Erdoğan “Verin kardeşinize yetkiyi faizle, dolarla onla bunla nasıl uğraşılır görürsünüz” diyordu. Yetkiyi millet ona verdi faizde, dövizde aldı başını gitti.

SANDIK DARBESİNİN FATURASI

Şimdi en son 1 Nisan’da seçim sonuçlarını beğenmeyip tekrarlattı. Erdoğan, bu kararıyla sadece Ekrem İmamoğlu’nu ve İstanbulluları değil, 82 milyon vatandaşımızı mağdur etti.
1 Nisan’da seçimler bitti. 1 Nisan’da faizler 2 yıllık gösterge kağıdın faizi yüzde 21’di. Bugün yüzde 26‘yı aştı. Hazine 2004 yılından bugüne kadar ilk defa yüzde 26’nın üstünde bir faizle borçlandı. 1 Nisan’da dolar kuru 5 lira 49 kuruştu. Bugün 6 lira 6 kuruş civarında geziniyor. Türk Lirası 1 Nisan’dan bu yana benzer ülkelerle karşılaştırdığınızda en fazla değer yitiren para birimi oldu. Türkiye, yine dünyada hayat pahalılığının en yüksek olduğu 8 ülkeden birisi. Paramızın satın alma gücü gün görmüş kar gibi sürekli eriyor.

İŞSİZLİK VE ENFLASYON DAHA DA AZACAK

Reel sektörün 197 milyar dolar net döviz borcu var. 1 Nisan’dan bu yana döviz kurundaki hareket nedeniyle, yani Türk lirasının değer kaybı nedeniyle şirketlerimiz 113 milyar TL zarar etti. Bunları hep tekrarlayacağım. Bu dönemde şirketlerin borsa değerindeki düşüş ise 59 milyar TL. İstanbul seçimlerinin şirketlere toplam maliyeti 172 milyar TL oldu. Bu, önümüzdeki günlerde işsizliğin ve enflasyonun daha da azacağını, milletin daha da fakirleşeceğini, daha da ezileceğini açıkça ortaya koyuyor.

SORUMLULUKTAN KAÇMAYA ÇALIŞIYORLAR

Vatandaşın mutfağında tencere boş. Millet seçim değil, geçim derdinde. Ama ekonomiden sorumlu benim diyen Erdoğan bunları görmek istemiyor. İktidar yurtdışındakileri suçlayarak, komplo teorilerinin arkasına saklanarak sorumluluktan kaçmaya çalışıyor. Ekonomide yaşadığımız sorunların bir tek sorumlusu var: Dışarıdaki konjonktür değişimini doğru okuyamayan Erdoğan ve arkadaşları. 2009’da kriz teğet geçti diyebilmek için tedbir alacağına şirketlerin hesapsız kitapsız borçlanmalarının önünü açtılar. Böylece ekonomiyi canlandıracaklarını düşündüler.

MÜZİK DEĞİŞİRKEN DANSI DEĞİŞTİRMEDİLER

Bugün geldiğimiz noktanın en önemli sorumlusu bu karar. Ne zaman bu karar bu çıkmış? 16 Haziran 2009 tarihli resmi gazetede yayınlanmış. Peki bu kararın altında Başbakan olarak kimin imzası var? Recep Tayyip Erdoğan. Burada. Bu kararname şirketlerin dış borca batmasının önünü açtı. O zaman uyardık, söyledik, yapmayın dedik. “Bakın bu kadar borcu arttırırsanız dışarıdan emir almaya başlarsınız” dedik. Bize ne cevap verdiler o zaman? Dediler ki, “bunlar şirketlerin borcu, şirketler işini bilir. Biz buna karışamayız.” Halbuki daha önce bir düzenleyici, denetleyici tedbir var bunu kaldırdınız. Ardından 2013 Mayıs ayında ABD Merkez Bankası ucuz ve bol para dönemi bitti dedi. Tüm dünyayı uyardı. Artık müzik değişiyor dedi. Müzik değişirken, bizimkiler, Erdoğan ve arkadaşları bildiği dansı değiştirmediler. Yine uyardık. Yine dinlemediler. Sıcak parayla ve borçlarla ekonomiyi şişirmeye devam ettiler, hatalarının üstünü örtmeye çalıştılar. Şimdi kalkmışlar yurtdışını suçluyorlar. Esas suçlu bu kararnameyi çıkaranlar, esas suçlu sıcak parayla hatalarının üstünü örtmeye çalışanlar.

ARJANTİN PESOSUNDAN SONRA EN ÇOK DEĞER YİTİREN TÜRK LİRASI

Aslında dışarıdakiler ne istese yapıyorlar. Rahibi teslim ettiler, tank-palet fabrikasını sattılar, Londra’daki tefecilere milyarlarca dolar faiz ödediler. Yetmedi, tek adamlık sevdasıyla ülkeyi 2014’ten bu yana sürekli sandık başına götürdüler. Ne devlette ne de millette iş yapacak takat bıraktılar. Bürokrasi ilkin durdu. Ardından da sistem değişikliği denerek liyakatli kadrolar tasfiye edildi. Ekonomi sosyete damadın eline bırakıldı. Aslında rakamlar ekonominin sadece 1 Nisan’dan bu yana değil, 2014’ten bu yana yokuş aşağı gittiğini gösteriyor. 8 Ağustos’ta dolar kuru 2 lira 14 kuruşmuş 8 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldığında. Bugün 6 lira 6 kuruş civarında. 2014 Ağustos ayından bu yana TL’deki değer kaybı yüzde 65. Arjantin’den sonra kendi ligimizde en fazla değer yitiren yerli para Türk Lirası. Yine 8 Ağustos 2014’de gösterge tahvilin faizi dikkatinizi çekerim yüzde 9,5’tu. Şimdi yüzde 26’ya çıktı. Türkiye’nin “son 300 yılın en güçlü seviyesinde olduğunu” söylüyorlar dün çıkmışlar. Kendilerinden önce zaten hiçbir yok. Şu anda Türkiye son 300 yılın en güçlü seviyesindeymiş. Ondan sonra da kalkıp, “2014’ten bu yana bize saldırıyor yabancılar” diyorlar. 2014’ten bu yana saldırıyorlar siz ne yapıyorsunuz? Milletin hakkını hukukunu koruyamıyorsanız oralarda neden oturuyorsunuz? Güç dediğiniz bunun neresinde?

TEK SORUMLU ERDOĞAN’DIR

Türkiye çok önemli bir zamanı ve imkânı yanlış tercihlerle heba etti. Bunun tek bir sorumlusu vardır o da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Zaten bunu kendisi de söylemektedir. Ne de olsa ekonominin başında olan o. Milletten yetkiyi isteyen de o. Siyasette bir kural vardır. Milletten yetki kim isteyip aldıysa sorumluluk da ondadır. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınızı alayım.(HABER ERCİŞ)