Türkiye’nin demokraside veremediği sınavlar arasında olan parti kapatmaları, çok partili sisteme geçilen 1946 yılından bu yana devam ediyor. 1946 ile 1960 arasında Bakanlar Kurulu, İçişleri Bakanlığı ve yerel mahkemelerle resmî ideolojinin “düşman” olarak gördüğü partiler kapatılırken, bu görevi 1960’lardan sonra ise Anayasa Mahkemesi üstlendi. Her ne kadar kurulduğu dönemlerde denge-denetleme görevi üstleneceği düşünülse de ideolojik olarak devletin kodlarından kurtulamayan AYM de birçok parti kapatmasında ön ayak oldu. Son olarak AKP’ye açılan kapatma davası ardından Siyasi Partiler Kanunu’nda ve AYM’nin yapısında yapılan değişiklikle birlikte “parti kapatmaları”nın sona erdiği düşünülse de, “iç düşman” politikasıyla Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP, hakkında AYM’de açılan dava ile kapatılmakla tehdit ediliyor. 

Türkiye’de uzun yıllardır gazetecilik yapan ve özgür basın geleneğinin temsilcilerinden yazar Hüseyin Aykol, 2009 yılında kaleme aldığı “Türkiye’de Siyasi Parti Kapatmanın Tarihi” kitabıyla bu karanlık tarihe ve siyasetteki geçişlere dikkati çekti. Kitabın basımı üzerinden 12 yıl geçerken Aykol, “Keşke bu kitapta yazılanıyla kalsaydı” dedi. 1960 öncesi 18, 12 Eylül döneminde 18 ve 1960-2009 arasında 24 partinin kapatıldığını kaydeden Aykol, “Türkiye’deki demokrasi her 10 yılda bir kesintiye uğrar. Bunlar uzun bir süre askeri darbe ile gelişti. Ondan sonra ise post modern darbeler şeklinde devam etti. Bu darbeler halen de aslında bir şekilde devam ediyor” ifadelerini kullandı. Aykol, parti kapatmaları ve HDP üzerindeki tehditlere dair Mezopotamya Ajansı'nın  sorularımı yanıtladı.

Türkiye’nin kuruluşundan bu yana onlarca parti kapatılma kıskacıyla karşı karşıya kaldı ya da kapatıldı. Kaleme aldığınız kitabın basım tarihi Eylül 2009, ancak o tarihe kadar bile çok sayıda parti kapatıldığı ortada ve bugün de HDP kapatma davasıyla karşı karşıya. Türkiye’nin parti kapatma tarihi nasıl işledi?

 Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kodlarında yer alan ulus devlet anlayışında hep bir “iç düşman” algısı olduğu ve bunun siyaseten yansımalarını da kapatma davalarında gördük. Bu iç düşman Ermeniler, Kürtler, Aleviler, komünistler, sosyalist partiler oldu.

Kitabı kaleme aldığım tarihte Türkiye Cumhuriyeti 83 yaşındaydı ve neredeyse her yıl bir parti kapatma davası ile karşı karşıya kalıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kodlarında yer alan ulus devlet anlayışında hep bir “iç düşman” algısı olduğu ve bunun siyaseten yansımalarını da kapatma davalarında gördük. Bu iç düşman Ermeniler, Kürtler, Aleviler, komünistler, sosyalist partiler oldu. Bunun yansımalarını iktidara gelen partilerde de gördük. Seçilerek iktidara gelen partiler ve koalisyonlar, her zaman ulus devlet anlayışına “bakın ben güçlüyüm ve sizin düşmanlarınızı ben sizin adınıza eziyorum”, “iktidarı sizin için koruyorum”, “sizin için iktidardayım” mesajı verdi. Türkiye Cumhuriyeti 1946 yılında çok partili bir rejime geçti. Ondan öncesi tek parti diktatörlüğü olduğu için kitabımda da ele almadım. Türkiye NATO’ya girmek istiyordu, Birleşmiş Milletler kurucu üyelerinden birisi oldu. Türkiye o nedenle çok partili rejime geçti. O dönemlerde siyasi partiler bir dernek olarak kuruluyordu ve kimi zaman Bakanlar Kurulu kimi zaman sıkıyönetim kimi zaman İçişleri Bakanlığı kararlarıyla kapatıldı. Siyasi Partiler Yasası çıkması ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kurulmasıyla birlikte kuvvetler ayrılığı, denge denetleme beklerken, siyasi parti kapatmalarında ise bu kurum rol aldı.

Bu kadar siyasi parti kapatılması demokrasi açısından ne anlam ifade ediyor?

Türkiye’nin siyasi partileri kapatma pratiğinin bu kadar berbat olmasının temel sebebi tamamen demokrasi eksikliği ile ilgilidir. Parti kapatmaları Türkiye’de demokrasinin kalitesinin tamamen bir göstergesidir. Türkiye’deki demokrasi her 10 yılda bir kesintiye uğrar. Bunlar uzun bir süre askeri darbe ile gelişti. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbesi giderek kendisini de yenileyen, daha çok büyük bir şekilde ülke demokrasisine dem vuran dernekleri, partileri kapatan, yüzbinlerce kişiyi hapse atma şekilde işlemeye başladı. Ondan sonra ise post modern darbeler şeklinde devam etti. Bu darbeler halen de aslında bir şekilde devam ediyor. Darbenin illaki askeri olması gerekmiyor, son Yüksek Seçim Kurulu’nun 2017’deki mühürsüz oyları kabulü bunlardan biri. Bunun yanı sıra iktidarın talepleri ardından açılan kapatma davaları ve konjonktüre göre AYM’nin buna cevap vermesi.

Siyasi parti kapatmalarını konjonktürel olarak nasıl sınıflandırıyorsunuz?

 1990’lı yıllara gelindiğinde Kürt hareketinin kendi ulusal ve toplumsal kimliğine sahip çıkma adına siyasete girmesiyle kapatmalar, bu sefer Kürt partilerine yönelik oldu.

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra yerine kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti devletinde hala imparatorluktan gelen kavga devam ediyor. O yönetim kavgasında bir kola biz Prens Sebahattin kolu diyoruz; bu şimdiye kadar kurulmuş sağcı partilerin üstlendiği, sermayeyi önceleyen bir anlayışın temsili oldu. Diğer kol ise orduda gücünü kullanan İttihat -Terakki kolu ve o da bugüne kadar kendini CHP’de temsil etti. CHP’nin temsil ettiği bu kol hala ‘Bu devleti ben kurdum’ ve ‘Bu devletin sahibi benim’, ‘benim dışımdaki kesimler ancak bana kul köle olursa yaşayabilir’ diyor. Yani Türkler, hâkim sınıflar dışında kesimler bir şekilde ‘isyan ettiler’ diyerek, kırımdan geçirdiler.

İttihat- Terakki kolunun (CHP) 1950 yıllarından sonra iktidarın iplerini Prens Sebahattin olarak adlandırdığımız ve Osmanlı’dan bu yana tarikat örgütlenmeleriyle varlığını sürdüren muhafazakâr-sağ ile ülke yönetildi. Demokrat Parti’den başlayarak, ondan bu yana neredeyse bütün siyasi hayatımız sağcı partilerin Prens Sebahattin’den kaynaklanan dengelerin varlığı söz konusu. ‘Devletin sahibi benim’ diyen CHP ve derin devlet (ordu gücünü kullanan generaller), hep bu sağın önünü kesmeye çalıştılar ama kesemediler.

 İlk ciddi kapatma Türkiye İşçi Partisi’ne oldu. Bu dönem komünist, solcu, İslami partilerin kapatılmasıyla devam etti. Ancak 1990’lı yıllara gelindiğinde Kürt hareketinin kendi ulusal ve toplumsal kimliğine sahip çıkma adına siyasete girmesiyle kapatmalar, bu sefer Kürt partilerine yönelik oldu. Kürt sorununu çözmek üzere kurulan partiler HEP’ten başlayarak sırayla kapatma davalarıyla karşı karşıya kaldı. Çok kısa sürede kapatıldılar. Bu kapatılmaların doğru olmadığı ise sonradan ortaya çıktı.

Kapatmalar tarihine bakıldığında 1990’lı yıllardan bu yana Kürt siyasi geleneği üzerinde bu bir baskılama aracı olarak görülüyor. Türkiye siyasetini yakından takip eden bir gazeteci olarak bu durum sonuç aldı mı?

Ben 1990’lı yıllar için Kürt Rönesans’ı diyorum. Parlamenter mücadele yükselmişti. Özgür basın geleneği haftalık gazeteden günlük gazetelere geçti, TV yayınları başladı. Ardından ajanslar kuruldu, Kürtçe kitaplar yayınlandı. Kürtlerin bir başkaldırısı var ama bu arada Türkiye kesimleri de susmuş durumda değil. 12 Eylül faşist diktatörlüğünden sonra 90’lı yılların başlangıcında bir çıkış var. Sendikacılar Ankara’ya yürüyor. Sol örgütler birleşmek için toplantılar alıyor, grevler var. Bu anlamda gerçekten toplumsal bir uyanış var. Böyle bir ortamda kurulan sol sosyalist partiler de kapatılmaya başlanıyor. Kürtlerin partileri de kapatılmaya başlanıyor. Kapatmanın yararı olmadığına dair bunlar gerçek örnekler.  Kapatılan HEP, DEP geleneğinde bir halk geriden gürül gürül geliyor, milyonlarca insan seçmen ya da yönetici oluyor. Siyasi yasaklı olanların yerine başkaları geliyor. Sürekli bir katılım gelişiyor. Bu nedenle bir halk hareketiyse ve parti bir halkı programıyla bir ihtiyaca karşılık geliyorsa, bu partinin AYM kararıyla kapattığınızda, onlar açısında bir çare olmuyor, sadece kendilerinin demokrasi anlayışlarının ne kadar geri olduğunu gösteriyor. Bir de kapatılan partinin seçmenleri, yöneticileri mücadeleye daha sıkı sarılıyor, daha büyük partiler kuruluyor. 

HDP ile Kürt siyasi geleneği ve Türkiye sol, sosyalist gelenek bir çatıda buluştu. HDP ile neler başarıldı?

 HDP, Türkiye’de devrimcilerin, sol devrimcilerin, sosyalistlerin, Kürt mücadelesini 40-50 yıldır sürdüren öncü kadroların rüyası olandı. Kürtler ve devrimcilerin bir arada mücadele etme anlamında en önemli projesidir.

HDP ile başarılan, önceki HEP ve DEP döneminde yapılmak istenileni aşan bir yerde. HDP, Türkiye’de devrimcilerin, sol devrimcilerin, sosyalistlerin, Kürt mücadelesini 40-50 yıldır sürdüren öncü kadroların rüyası olandı.  Kürtler ve devrimcilerin bir arada mücadele etme anlamında en önemli projesidir. Gerçekten tutmuştur. Çünkü HDP’yi kuran kurucu unsur HDK’dir. O kongrede de 40’tan fazla parti, örgüt ve çevre var. Gerçekten katılmışlardır ve bunu parti haline getirmek isteyenlerin yüzde 95’i oradan gelmiştir. Böylece gerçekten de Türkiye’deki tüm solcu, sosyalistlerin sosyal demokratların katılımı vardır. Kuruluşundan bu yana parti kapatmayı aşan, düşmanca bir saldırı var şu an HDP’ye yönelik.

Siz aynı zamanda yargısal süreçlerin hem mağduru hem izleyeni hem de takip eden gazetecilerden biri olarak siyasal konjonktürün yargıya yansıması nasıl oldu? Geçmişte nasıl bir yargı pratiği vardı, bugün nasıl?

12 Eylül’de iki defa işkenceden geçtim ve iki kere mahkûm oldum. Toplamda 10 yıl civarında cezaevinde tutuldum. Bugünkü hakimleri gördüğümde o günkü askeri hakimleri tercih edebilirim. Tabi ki o dönemde bir faşizm var. Biz sadece ‘Türkiye sol bir iktidarla yönetilsin, sosyalist bir rejimde yönetilsin’ diyorduk. Bu son derece meşru bir istekti. Bunun gazetelerini, dergilerini çıkardık. Bunu yaptığımız için cezaevine girmemiz gerektiğini söyleyen bir yasa vardı. O yasa uygulandı, işkenceyle ifade aldılar, nitekim işkencede ölenler, idam edilenler oldu. Ama orada elle tutulur, sonu belli yasalar vardı ve onları uyguladılar. O anlamda karşımızda yasalara uygun hakimler vardı. Hakimin bize verebileceği cezayı biliyorduk. Türkiye darbeden çıkışta Avrupa Birliği (AB) üyesi olmak isteyen bir ülke olarak sıkı yönetim mahkemelerini lağvetmek zorunda kaldı. Onun yerine daha sivil bir mahkeme olarak Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni (DGM) kurdular. Sonra ‘DGM’ler de doğru değil’ dediler ve batı demokrasisine uygun hale gelmek için kaldırdılar. Bunun yerine Özel Yetkili Mahkemeler yaptılar ve sadece ‘terör davaları’ dedikleri davalara bakan mahkemeler yaptılar.

Sözüm ona bu mahkemeler kaldırılmış durumda ama yine de HDP’nin en üst yöneticileri özel görevlendirilmiş mahkeme tarafından yargılanıyor. Bu da aslında demokratik olabilecek bir mahkeme türü değil. Çünkü bir mahkemelerin tüm herkesi aynı yerde yargılaması lazım. Hakimler Savcılar Kurulu’ndan başlayarak, yargıya bir müdahale hali söz konusu da. Bu anlamda sivil olduğu için normal olması gereken yargı kurumları, şu anda maalesef 12 Eylül rejiminden geri durumdalar. Bunların da neredeyse en son bağımsız kalması gereken AYM’ye kadar sirayet etmiş durumda.  O nedenle AYM’yi çok büyük bir sınav bekliyor. HDP’yi kapatırsa AYM, olması gereken imajının kapısına bir kilit asmış olacak.

1990’lı yılarda Kürt hareketinin mücadelesiyle kurulan partilerde hep Kürtlerin demokrasi, anadil, kimlik talebi kapatma gerekçesi yapıldı. HDP’nin de kapatılmasına odak nokta yine Kürt meselesi. Kürt meselesinde bu kadar kapatılmaya sarılmanın sonucu bugüne geldiğimizde ne oldu, yine aynı politikanın devreye girmesi sonuç alır mı?

Ulus devletin düşmanlara ihtiyacı var. Ama bu düşmanların küçük olmasını ve ezilmesini tercih ediyor. Kürtler hakkı yenilmiş bir halk olarak çok büyük bir kitle. Bu anlamda onlara karşı sürekli bir partilerini kapatma, Kürt kadrolarını yok etme, öldürme, hapse atma şeklinde bir saldırı olmuş. Ama buna rağmen ilk kapatılan parti olan HEP’in aldığı oyla, bugün HDP’nin aldığı oy arasındaki farkı gördükçe bu sadece artan nüfusa göre anlatılacak bir durum değil. Gerçekten de Türkiye’deki rejimin sahiplerinin yürüttüğü politikanın ne kadar haksız olduğunu gösteriyor. Bu anlamda geldiğimiz noktada biraz akılları olsa yenemediğiniz “düşman” ile birlikte nasıl çalışabileceğinizi, birlikte nasıl yaşayabileceğinizi düşünmeniz lazım.

Kitabınızda AKP’ye açılan kapatma davası sürecine dair anlatımlar var. AKP’nin kapatılmayla karşı karşıya kalmasını demokrasiye darbe olarak yorumladığı bir süreci, bugün muhalefetteki bir partiye yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 AKP, “ben parti kapatmayı savunursam, Kürtlerden artık hiç oy alamam” hesabından dolayı kapatma konusunda demeç vermedi ama kesinlikle sadece “ne yapalım, MHP istedi, ben de ona uymak zorundaydım” diye düşünmüyor. Kapatılmasını istiyor.

O dönem AYM üye sayısı 11’di. Bir kişi fazla oldu mu parti kapatılabilirdi. Bunu önlemek için sayıyı üçte iki çoğunluğuna çıkardılar. Nitekim AKP için yapılan ilk oylamada eskiye göre kapatılsın kararı çıkıyordu. Ama üçte iki çoğunluk yüzünden kapatılamadı. Tabi ki iyi oldu. AYM tarafından kapatılması değil seçimde yenilip iktidardan ayrılması gerekir. Kapatılmadı ama yaptıklarına ceza olarak bütçeden aldıkları paranın yarısı kesilsin denildi. Aslında o günkü AYM AKP’yi kapatmak istiyordu.  Şimdi ise üye sayısı 15’e çıktı ve en az 10 üyenin kapatma yönünde oy vermesi gerekiyor. Bu üyeler AKP zamanında gerek Gül, gerekse de Erdoğan tarafından atanmış üyeler. Şimdiyse artık iktidar değil devlet olmuş bir AKP ile birlikteyiz. AKP hemen hemen tüm üst kurumlara kendi üyelerini atamış bir durumda. Bugün HDP’nin kapatılmasını en yüksek perdeden MHP dillendiriyor. Geldiğimiz noktada AKP, en baştan beri “kapatılmalıdır” şeklinde demeçler vermedi. Çünkü Kürtlerden ciddi bir oy alan AKP, “ben parti kapatmayı savunursam, Kürtlerden artık hiç oy alamam” hesabından dolayı kapatma konusunda demeç vermedi ama kesinlikle sadece “ne yapalım, MHP istedi, ben de ona uymak zorundaydım” diye düşünmüyor. Kapatılmasını istiyor. En fazla, “Yüksek Mahkeme HDP’yi kapattı ben değil” diyecek. AYM’den çıkacak sonuç yargı, hukuk kararından çok siyasi bir karar olacak. Kapatılması da kapatılmaması da.

AYM’nin süreci uzatma ihtimali de var…

AYM’nin kapatılmama kararı verebilmesi için ancak şuna ikna olması gerekir; “Cumhur ittifakı, AKP gidiyor. Cumhur ittifakının işlediği suçlar korkunç suçlar” demesi gerekiyor. Ankara kulislerinde bazı üst düzey bürokratların şimdiden Avrupa’dan ülke seçtikleri, ev aldıkları konuşuluyor. HDP kapatma davasının uzatılması, kapatılıp, kapatılmaması AYM’nin Türkiye demokrasisine ne kadar katkı sunup, sunmadığını gösterecek. DEHAP’a da kapatılma davası açıldı. Sonrasında DTP kuruldu ve DEHAP feshedildi. DEHAP kapatma davası AYM’de hala sürüyor. Sonucu yok. Niye karara bağlamıyorlar, çünkü sonuçlandırdıklarında kapatma kararı verecekler, bu nedenle AYM üyeleri hanelerine, “şu partiyi kapattık”, “şu kapatmada imzamız var” gibi bir eksiyi hanelerine yazmak istemiyor. Bu yüzden bence bu süreç uzatılabilir.

Kitabınız 2009 yılında çıktı, kapatma davalarını yazarken başka bir kapatma davasıyla daha karşılaşacağınızı düşünüyor muydunuz? Kitabınızı güncelleyecek misiniz?

Böyle kitapları en azından 10 yılda bir güncellemek gerekiyor. Son 12 yıl kitapta yok ve bu yıllarda az şey olmadı. Keşke bu kitapta yazılanıyla kalsaydı. Ondan sonra biz siyasi parti kapatmayı konuşmasaydık. Mesela AKP’nin kapatılamaması nedeniyle kitabın satışı durdu, ilgi bitti. “Demek ki bundan sonra parti kapatma olmayacak” şeklinde bir kamuoyunda algı oluştu. Bence akademisyenler için bu kitap hala en önemli başvuru kaynaklarından biri olarak tarihe geçti. Ama güncellemek istemiyorum, bundan sonra HDP dahil parti kapatma olmaz.

MA / Berivan Altan - Zemo Ağgöz