Çağının muhalifleri olanlar, direnişin, acının, haksızlığın, hasretin, aşkın sesi olur. Tam da bu nedenle "Ve ben şairim. Namus işçisiyim, yani yürek işçisi” der Ahmed Arif. Gerçek adı Ahmed Hamdi Önal olan Ahmed Arif, 23 Nisan 1927 yılında, Diyarbakır'ın Hançepek semtindeki Yağcı sokakta bulunan 7 No'lu evde dünyaya geldi. Annesi Kürt, babası ise Kerküklü olan Arif, henüz 2 yaşındayken annesini doğum esnasında kaybetti ve annesiz büyüdü. 

İŞKENCELER, SÜRGÜNLER 

Arif’in, şiirle olan hikâyesi lise yıllarında başladı. Politik tavrını şiirlerine de işleyen Arif, üniversite eğitimi için, Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Felsefe Bölümüne giriş yaptı, maddi zorluklar nedeniyle okurken de çalıştı. Fakat henüz üniversite birinci sınıftayken yazdığı 33 Kurşun şiiri sebebiyle gözaltına alındı. Bir kaç yıl sonra tekrar gözaltına alınan Arif, Ankara'dan İstanbul'a götürüldü ve "tabutluk" diye adlandırılan meşhur Sarsanyan Han'da ağır işkence gördü. Han'da 9 numaralı hücreye kapatılan Arif, 128 gün bu hücrede kaldı ve çıktıktan sonra ise Harbiye Cezaevi'ne girdi.

Cezaevinden çıktıktan sonra Yozgat'a sürgüne gönderilen Arif, bin bir yazışmalar sonucunda sürgünü Diyarbakır'a alındı. Politik tavrı ve akabinde gelişen cezaevi süreci nedeniyle Felsefe eğitimini tamamlayamayan Arif, Ankara’daki gazete ve dergilerin teknik işleriyle ilgilendi. Gazetecilikten emekli oldu. 

‘DİCLE KIYISINDA ÖLMEK İSTERİM’

“Ben buralarda, bu hastanelerde, bu topraklarda değil, gene oralarda, Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterim. O kadar güzel ağıt yakar ki o kadınlar. Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olmaz” diyen Arif,  64 yaşında iken Ankara'da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

‘UMUTSUZLUK AYIPTIR’

Bir röportajında kendisine sorulan "umutsuzluğa düşmemeyi nasıl başarıyorsunuz?" sorusuna Arif, "Cellat elinde, işkencede, ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur” cevabını verir. Sadece 28 yaşına kadar şiir yazan Arif, asırlık bir edebi mirası bırakarak, şiirleri en çok bestelenen şairler arasındaki yerini de aldı.

DOĞDUĞU EV YIKILDI

Yaşarken işkencelere maruz kalan Arif’e, yönelik saldırılar yaşamını yitirdikten sonra da devam etti. Şair’in Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesi Hançepek Mahallesi'ndeki evi sokağa çıkma yasakları sırasında ciddi bir şekilde tahrip edildi ve yıkıldı. İktidar, yaşarken baskı altına aldığı sanat emekçilerini yaşamını yitirdikten sonra da rahat bırakmadı. Arif’in evinin olduğu mahalledeki yasak ve yıkım devam ediyor.  

‘BOYUN EĞMEYEN ÖZNELERİ VARDIR’

Şair Hicri İzgören, Arif'in ölüm yıl dönümüne ilişkin şunları söyledi: "O’nun şiiri zulasında sevdasıyla volta atmaktadır hala namus bildiği yolda. Bir kuş tüyü hafifliğinde, ölümsüz bir şiir deryası. Dört yön, on altı rüzgar, yedi iklim, beş kıtadır; Ahmed Arif’te mahpushane imgesi mahpusluğun tüm hallerini kapsayan bir imgedir. O’ndaki ‘ben’, yani çile çeken, direnen özne sadece birinci tekil şahısla sınırlı kalmayan bir tikelliktir. Eyleyen özne, ‘sen’e, ‘o’na, ‘siz’e ve ‘onlar’a uzanabilen bir zenginliktedir. Tel örgüler, duvarlar, demir parmaklıklar bu düşselliğe vız gelir; Arif şiirindeki özne, bildik anlamda savaşan, kurşun atan, kılıç sallayan bir özne değil, daha çok baskı altına alınmış, hapsedilmiş, hakları ve özgürlükleri kısıtlanmış bir mazlumdur. Ama bu teslim olmayı asla düşünmeyen, boyun eğmeyen ve direnen bir öznedir .”

'BEYİN VE YÜREK BİR OLMUŞTUR'

Arif’in “Uy Havar” şiirine atıfta bulunan İzgören, “Lirizmin doruğundadır, tek bir dize bile kekelemeden, anlatım sıkıntısı çekmeden. Bilinçlidir. Yaralıdır ve yarası derindedir ama hesap ve umut dağlarladır; ‘...Ve sen daha demincek,/Yıllar da geçse demincek,/Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,/Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,/Yaran derine gitmiş,/Fitil tutmaz, bilirim./Ama hesap dağlarladır,/Umut, dağlarla...’  Beyin ve yürek bir olmuştur. En acılı, en hüzünlü ama en umutludur. ‘Onur’ bu duyarlığın nirengisidir” ifadelerini kullandı.

TAŞIR DAĞLARIN ÖFKESİNİ

İzgören, Cemal Süreya’nın Arif için söylediklerine değinerek, “‘Yaralıyken de arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir.’ Bir sevdadır onun için yaşamak. Bütün korkulardan uzak, zindanda olsa bile asla yalnız kalmamak. Sevda terk etmez O’nu, ufku iyi bellemiş, yüzünde bir şark çıbanı gibi taşır dağların öfkesini. Kaç cehennem eritti yastığında, kaç yol ağlamaklı olmuştur geceleri. Saklısı gayrısı yok ayan beyandır. Hilafsız, üryan, kırgın, kederli... Yarının çocukları için, her birinin ayvatüyü çilleri için. Canlı, elvan, gürül gürül... Dağ doruklarında güneş emmiş kar tanesi, atın yelesi suyun ezgisi, toprağın ritmi, mor salkımın gün bitimi... Nasıl anlatsam, vurgun ve bela, rüzgarda asi.  Yiğitlik inkar gelinmez, koydu postasını, gördü restini. Ol hikayet böyledir çünkü. Anısına saygıyla” dedi.