Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili ve Demokratik İslam Kongresi (DİK) Eşsözcüsü Hüda Kaya, çocuk istismarları, tecavüzleri, tarih boyunca süregelen kadınlar üzerinde kurulmak istenen tahakküm, muhafazakar toplumlardaki kız çocukları ve kadınlara dönük politikalar, iktidarın kadın düşmanlığı ve bölgedeki özel savaş politikalarına ilişkin JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.

Tarih boyunca süren zihniyet

En büyük ahlaki ve inanç yozlaşmalarının muhafazakar bölgelerde olduğunu belirten Hüda, “Ensest ilişkilerden tutun, bireysel ve toplumsal anlamda da kim daha fazla namus, şeref edebiyatı iddiaları, mücadelesi ortaya koyuyorsa aileler ve toplum boyutunda eşine, kızına, kız kardeşine, aile kadınlarına karşı en çok kim baskıcı bir yöntem uyguluyor ve bunları namus adı altında yaşamı zehir eden pratikler ortaya koyuyorsa o değerlere ve kavramlara hiç sahip olmayanların bu zihniyetler olduğunu görüyoruz” diye konuştu. Aynı zihniyetin tarih boyunca sürdüğünü paylaşan Hüda, bunun yalnızca Türkiye veya İslam adı altında yaşayan toplumlarla ilgili olmadığını, hangi inanç, muhafazakar toplumlar varsa yaşama bakış açıları ve perspektiflerinin kadınları tahakküm altına almak, yaşamlarına dizayn vermek, onlara bir sınır ve çerçeve çizmek üzerine kurulu olduğuna da değindi.

‘Kız çocuklarının diri diri gömülmesi sembolik bir örnektir’

Tarihte Mekke’deki kadınların, gençlerin ve özellikle de ezilen sınıfların dalga dalga büyümeye başladığı ilk mücadele döneminde, o günkü egemen yönetimi ve zihniyeti rahatsız ettiğini söyleyen  Hüda şunları kaydetti: “Bu yönetim ateist, dinsiz, Hıristiyan, Yahudi zihniyete sahip bir yönetim değildi, ‘Kabe’nin sahibi biziz, Allah ve kitap bizden sorulur’ diyenlerdi. Ayakları Kabe’den çıkmayan, kurban kesen, ibadet eden insanlardı. Ama o günün bu egemen sınıf, en kadın düşmanı, eril zihniyete sahip ve en ileri derecede dinci politikalar ile kadınların yaşamını dizayn etmeye çalışan egemen bir yönetimdi. Ayetlerle de sabittir, o günün egemen zihniyetinin içinde kız çocuklarının diri diri gömüldüğü çok meşhurdur. Bazı geleneksel toplumlar ve ortamlarda büyüyecek ve anne ile babaya utanç vesilesi olacak, yoksulluk sebepleriyle kız çocuklarının yaşamına son verilmesi bir sembolik örnektir.”

‘Kadın tahakkümü muhafazakar toplumların olmazsa olmazı’

Günümüzde ise katledilen, tecavüze uğrayan, şiddet gören kadınların hesabının sorulacağı bir gün olacağını paylaşan Hüda, “Bunu kadere bırakıp da böyle bir tevekküle giremeyiz. Bugün kadınlarımız, çocuklarımız şiddete, tecavüze uğruyorsa, yaşamları yok ediliyorsa ve katlediliyorlarsa tüm kadınlar olarak bütün bu acıların, şiddetin, katliamların, kadın kıyımının hesabını vermemiz, sormamız gerekir. Yarınlara kalmaması gerekir” diye konuştu. Kadın karşıtlığı, kadın muhalifliği, kadın yaşamını kontrol etme tahakkümünün muhafazakar toplumların olmazsa olmazı olduğunu dile getiren Hüda konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Farklı inançlarda da bu böyle, tüm muhafazakar geleneklere ve referanslara baktığımızda bir iki hocanın söylediği değil abartısız, referanslarında beş altı yaşlarındaki kız çocukları ile nikah ciddi ciddi tartışılır. Bu sapkın referanslara göre bir kız çocuğu dişi olarak doğduğu andan itibaren, eril sınıfın kullanımına açık bir nesne gözü ile bakılmaktadır. O gelenekten gelen yozlaşmış tüm zihniyetlerde kadının, kız çocuklarının, dişi olanın onların dünyasındaki karşılığı budur.”

Çok az kısmı topluma yansıyor

Hüda, ayrıca Kuran kurslarında, yurtlarda veya dini kimlik taşıyan mekanizmalarda, kadın erkek ilişkilerinin yasaklanmaya veya bastırılmaya çalışıldığı toplumlarda bu baskının daha içeriden ve yıkıcı bir şekilde patlamalara sebep olduğunu da ele aldı. Türkiye’de istismar ve tecavüz olaylarının yalnızca çok ufak bir kısmının açığa çıktığını aktaran Hüda, ifade ve itiraf edemeyen, sahip çıkılmayan, itiraf etmeye çalıştığı halde ailesi tarafından üstü örtülmeye çalışılan çok sayıda çocuğun olduğunu sözlerine ekledi. Katliam ve istismarların siyaset diline de yansıdığına ışık tutan Hüda, “Hem ortaya çıkan çocuk istismarlarında, hem de kadın tecavüzlerinde ve katliamlarında maalesef bugün eril zihniyetin tahakkümünün en zirvede olduğu bir iktidar gerçekliği ile karşı karşıyayız. Ve bu hukuken de, toplumsal olarak da siyaset dili olarak toplumun her boyutunda o kadar ağır bir şekilde yaşatılmaya, dayatılmaya devam ediyor ki biz kadınlar olarak bunu her gün, her saat en çarpıcı bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz” diyerek Pınar Gültekin davasını örnek gösterdi.

Özel savaş politikası vurgusu

13 Nisan 2018’de Giresun’un Eynesil ilçesinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan ve 5 Ocak 2019’da kaybedilen Munzur Üniversitesi öğrencisi Gülistan Doku örneğini de veren Hüda, Gülistan’ın annesinin hala yollarını beklediğini ve iki yıldan fazla bir süredir sularda Gülistan’ı aradığını dile getirdi. Özel savaş politikalar ile Kürt kadınları ve gençleri üzerinde bir kadın düşmanı devlet politikası olduğunun altını çizen Hüda, şu değerlendirmelerde bulundu: “İpek Er olayı ortada. Son günlerde ortaya çıkan, aslında yıllardır hem uyuşturucu hem de fuhşa teşvik noktasında Kürt halkımızın yoğun olduğu şehirlerde ve bölgelerde çok karşılaştığımız olaylardan birisi. Ki bugünlerde Van, Hakkari, Şırnak üzerinden daha çok gündeme geldi. Korucular, askerler ve özellikle uzman çavuşlarla iş birliği içerisinde Kürt genç kadınları üzerinde uygulanmaya çalışılan bir kadın düşmanı devlet politikası var, bu bir gerçeklik. Gençler ile kadınları ya uyuşturucu ile pasifize ederek teslim almaya, sabıkalı etmeye çalışıyorlar ya da genç kadınları fuhuş adı altında yaşamdan koparmaya çalışıyorlar.”

‘Destek görüyorlar, terfi ediliyorlar…’

Hüda, kadına dönük düşmanlığın bugün bir sistem politikası olduğunu, iktidarın bir pratiği haline geldiğini ve bilinçli bir şekilde kadınlar üzerinde oynanan bir oyun olduğu şeklinde yorumladı. “Kolluğun” bizzat devlet tarafından “ödüllendirildiğini” vurgulayan Hüda, “Biz AKP iktidarından bu sistemin politikalarından kadın noktasında aydınlatıcı, kadınlara sahip çıkıcı, kadınlara yönelik taciz, tecavüz noktasında yapılan tüm bu vahşetlerin aydınlatılması ve kadın haklarına sahip çıkılması, düşmanlık eden tüm kötülerin cezalandırılması noktasında neyi talep edebiliriz ki… Destek gördüklerini, terfi edildiklerini bildiğimiz halde biz kadınlar olarak elbette ki farklı yollar ve dayanışmalar gerçekleştirmek zorundayız” ifadelerini kullandı.

Dayanışma çağrısı

Kadın düşmanı politikalara karşı dayanışma çağrısında bulunan Hüda, “Toplum olarak tüm kadın çevreleri, farklı kesimlerden, farklı ideoloji, parti ve inanç çevrelerinden bütün kadınlar, geleceğin kadın dünyasını kurmak zorundayız ve bunun için bugünden amasız, şartsız bir şekilde dayanışmak, birleşmek, sesimizi ortaklaştırmak zorundayız ki yarınlarda kadın lehine bir yaşamı birlikte kurabilelim ve bunu başarabilelim. Bunu ütopik bir hayal olarak da iddia etmiyorum, gerçekten geleceğin dünyası da, Türkiye’si de kadınların eliyle şekillenecek, buna bütün kalbimle inanıyorum. Bizler bugün şartsız, amasız gerçek bir kadın dayanışmasını ne kadar çabuk güçlendirebilirsek daha az bedeller ödeyerek bunu başarmış olacağız” vurgusunda bulundu.

İktidar ve kadın düşmanı zihniyetin düşünen, sorgulayan, itiraz eden kadınları istemediğini, araştıran kadın profilinin dünyaları için her zaman büyük bir risk taşıdığını belirten Hüda, iktidarın kendi “makbul” kadın prototipini ortaya çıkarmaya çalıştığına işaret etti.

‘Diyanetin absürt gündemlerine takılmadan perdenin gerisine bakmalıyız’

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “baldız fetvası”nı da eleştiren Hüda, “Diyanet baldızdı, öz kızıydı gibi saçma sapan, son derece absürt ve sapkın gündemleri neden ortaya atıyor? Diyanet kendisini topa koyarak, büyük bir ateş çemberine kendisini hedef haline getirerek kamuoyunda tartıştırmaktan menfaati nedir? Diyanet kamuoyunu bununla meşgul ederken iktidar büyük pastaları dışarıya kaçırmakla meşgul. Çok güzel paslaşıyorlar, dolayısıyla bizler aslında Diyanetin de iktidarın başındakilerin de zaman zaman ortaya attıkları bu absürt gündemlere de fazla takılmadan aslında perdenin gerisinde ne yapmaya çalışıyorlar, neyi götürmeye çalışıyorlar bunlara da dikkat etmemiz gerekiyor” cümlelerini kullandı.

‘Tüm kadınların özgürlüğe ihtiyacı var!’

Hüda, “amasız, şartsız” bir şekilde her çevreden kadınlarla buluşmanın ve ortak dili yakalamanın önemine vurgu yaparak, “Tek tek bütün kadınlara ve tüm kadın çevrelerine dokunmak, dünyalarına girmek zorundayız. Tüm kadınların özgürlüğe, birbirine, hepimize, gülen bir göze, sıcak bir temasa ihtiyacı var. Hiç ötekileştirmeden tüm kadınlarla kucaklaşmak için söylemlerimizi daha dikkatli kullanmak zorundayız” çağrısını yaptı