2020 yılı boyunca en fazla saldırı kadınların kazanılmış haklarına yönelik gerçekleşirken en büyük direnişlerden biri de kadın mücadelesi oldu. Yılın başlangıcından son demlerine kadar yaşanan kadın katliamları, kadına yönelik erkek şiddeti, taciz ve tecavüzler 365 gün boyunca ülke gündemini terk etmedi. Ortaçağ karanlığını andıran Türkiye’de 365 gün içerisinde en az 463 kadın yaşamını yitirdi. Çoğu en yakınlarındaki erkek tarafından katledilen kadınların failleri ya hiç yargılanmadı ya da eril akla hizmet eden yargı sisteminin “şefkati” ile ödüllendirildi. 2020’nin ilk günlerine “Gülistan Doku Nerede?” sorusuyla başlayan kadınlar, yılın son gününü de katledilen kadınların hesabını soracaklarını vurgulayarak geçirdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, yıl boyunca kadınların ne tür direnişlere ev sahipliği yaptığını, yıl boyunca kadın gündeminde hangi konuların yer aldığını, nelerle karşılaştığını ve yılın kadınlar açısından nasıl geçtiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

'SAVUNDUĞUMUZ PARADİGMAYA NE KADAR İHTİYAÇ DUYULDUĞUNUN ORTAYA ÇIKTIĞI BİR YILDI'

Kapitalizmin yürüttüğü siyasetin, doğanın talan edilmesinin, tekçiliğin örgütlendirilmesinin, ‘benmerkezci’ yaklaşımın nasıl bir sonuç ortaya çıkardığını  herkesin 2020 yılında deneyimlediğini kaydeden Başaran, “Dünya 2020 yılına bir krizle girdi. Bir hastalıkla tariflendi ama sadece hastalık ve sağlıkla tariflenecek bir durum değil. Bu, kapitalizmin yarattığı bir sonuçtu. Yıllar boyunca görmezden gelinen, belki yok sayılan doğanın isyanıydı. Yıllardır savunduğumuz paradigmaya ne kadar ihtiyaç duyulduğunun ortaya çıktığı bir yıldı. Pandeminin tartışılmaya başlanmasıyla beraber dünya kriz yaşarken, kapitalizm de kendi krizini yaşadı. Bir taraftan da rejimler bunu bir fırsata çevirmeye çalıştı. Bunu sorgulayan, nedeninin üzerine yoğunlaşan,  buna çözüm alternatifi bulmaya çalışan, aslında var olan çözümü hayata geçirmeye çalışan bir yaklaşımdan ziyade tüm dünyadaki rejimler, pandemiyi kendine fırsata çevirerek daha otoriter, daha tekçi, daha merkeziyetçi,  yapılarla kapitalizmi besleyen siyaseti üretmeye devam ettiler” sözleriyle yılın en büyük olumsuzluğuna işaret etti.

"EVDE KAL" ÇAĞRILARI, ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN RESMİYDİ'

Pandemi sürecini  fırsata çevirmeye çalışan siyasi iktidarların pandemi gerekçesiyle ortaya koyduğu uygulamalara dikkat çeken Başaran, bu süreçte savaşın daha çok derinleştirildiğine vurgu yaptı. Milliyetçiliğin de bu süre zarfında daha çok hortlatıldığını sözlerine ekleyen Başaran, “Bir taraftan bilimle uğraşılırken, bir taraftan da toplumsal doğanın hakikati görmezden gelindi ve doğa talanı bu süreçte devam etti. Eve çekilmeyle beraber yapılan ‘Evde kal’ çağrıları, bir taraftan çözümsüzlüğün de resmiydi. Bu sürecin kadınlar üzerindeki etkisi çok netti. Kriz, savaş varsa bundan birinci dereceden etkilenenlerin kadınlar olduğunu HDP Kadın Meclisi olarak ilk günden beri çokça ifade ettik. Çünkü bunun birçok örneği var karşımızda. Sürekli bir savaş halini yaşayan bir Ortadoğu coğrafyasında yaşıyoruz. Tarihsel deneyimlerimiz de var. Koronanın ortaya çıkmasıyla beraber, krizin derinleştiği, kadınlara yönelik şiddetin arttığı, kadın kazanımlarının neredeyse yok edilmeye çalışıldığı bir süreç yaşadık” ifadelerini kullandı. 

'EVLER KADINLARIN YAŞADIKLARINI KAMUFULE EDEN ALANLARDIR'

İktidarın pandemi sürecinin başında “evde kalın” çağrılarını hatırlatan Başaran, evlerin kadınlar için en tehlikeli alanların başında geldiğini kaydetti. Başaran, “Evler dört duvar arasında, sürekli bir biçimde kadınların yaşadıklarını kapatan alanlardır. Dört duvar kadınlar için oluşturulan, aslında kadınların yıllardır yaşadığı zulmü, işkenceyi, şiddeti kamufle eden duvarlardır. Tıpkı dünyanın tümünde olduğu gibi, tüm rejimlerinde olduğu gibi Türkiye’de de pandemi bir fırsata çevrildi” diyerek iktidar politikalarını eleştirdi.

'İKTİDARIN DERDİ İNSAN YAŞAMI DEĞİL'

Yılın ilk aylarında  pandemi gerekçesiyle çıkarılan infaz yasasına değinen Başaran, bu yasayla mafyaların, çetelerin, kadın ve çocuğa karşı suç işleyenlerin sokağa salındığını dile getirdi. İnfaz yasasıyla beraber hak ve özgürlüklerin yerine failllerin öncelendiğini kaydeden Başaran,  “Bununla bir kesimin dışarıya salınması için bir bahane ortamı yakalandı. İnfaz kanunundan siyasetçiler etkilenmedi, gazeteciler etkilenmedi, öz savunmasını gerçekleştiren kadınlar etkilenmedi, çocuklu kadınlar etkilenmedi. Binlerce kadın aktivist şu anda cezaevinde, kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar bu infaz kanunundan etkilenmedi. Çünkü iktidarın derdi zaten insan yaşamı değildi. İktidarların derdi, bu süreci kendine bir avantaja, bir fırsata çevirip kurumsallaştırmaktı. İnfaz yasası bunun bir ayağıydı” şeklinde konuştu. 

'TARİHİN EN BÜYÜK KRİZLEİRNDEN BİRİNİ YAŞIYORUZ'

Başaran, iktidarın  bu yıl da Kürt ve kadın düşmanlığından vazgeçmediğinin altını çizerek, belediyelerine yönelik gerçekleşen kayyım darbesinin ardından kadın merkezlerine yöneldiklerini anımsattı. Bu süreçte kadın dayanışma birimlerinin ve “Alo şiddet” hatlarının kapatıldığını ifade eden Başaran, tüm bunların etkisiyle kadınların daha fazla şiddete maruz kaldığına dikkat çekti. 

Başaran,  ekonomik krizin kadına yönelik etkisinin de çok büyük olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “HDP Kadın Meclisi olarak bir rapor açıkladık. Kadın yoksullaşmasının en fazla olduğu süreci yaşıyoruz. Çünkü bir ekonomik buhran içinde, belki tarihin en büyük krizlerinden birini yaşıyoruz ama bu başka başka söylemlerle perdeleniyor. İnsanların ekonomik kriz nedeniyle yaşamlarına son verdiği bir süreci yaşıyoruz.  Asıl suçlu, asıl bu siyaseti ortaya çıkaran, insanların toplu bir biçimde yaşamlarına son vermesi ve kendini imha etmesine sebep olanlardır. Meclis’in, belediyelerin, valiliklerin önünde insanların kendini yaktığı, intihar ettiği bir sürecin kadınlara yansıması çok daha büyük. Kadınlar zaten toplumun en yoksul kesimi, güvencesiz olarak çalışıyorlar, ev içi emekleri sürekli bir biçimde sömürülüyor. Kadınlar istihdamda var gibi gösterilip istihdama katılmıyor. AKP iktidarı döneminde, kadınların bakım yükümlülüğü sosyal yardım adı altında neredeyse mecburi bir hale getirildi. Bu, kadınların yoksulluğunun daha da arttığı bir süreç oldu.”

'KADINLARIN AYAKTA OLDUĞU, SİNMEDİĞİ VE GERİ ADIM ATMADIĞI BİR SÜREÇTİ'

Yine yıl içindeki önemli gelişmelerden biri olan kadınlara yönelik siyasi soykırım operasyonlarına ilişkin de konuşan Başaran,  Diyarbakır'da bulunan ve aktif kadın mücadelesi yürüten Rosa Derneği ile bölge kentlerinde önemli kadın çalışmaları yürüten Tevgera Jinên Azad’ın (TJA) hedef alındığını ve üyelerine dönük operasyonlar gerçekleştirildiğini hatırlattı. Yine HDP Milletvekili Leyla Güven’in vekilliğinin düşürüldüğünü ve yılın sonuna doğru Leyla’ya kurulan kumpas davasıyla 22 yıl 3 ay ceza verilmesinin ardından tutuklandığını sözlerine ekleyen Başaran, “İktidarın kadınlara vaat ettiği yaşamın da bir resmiydi bu. Ama tabi ki kadınlar da bunun karşısında sessiz kalmadı. Bunu kabul etmedi, sinmedi. OHAL sürecinde sokağa ilk çıkan kadınlardı.  Korona sürecinde de ilk sokağa çıkan, kazanımlarını koruyan kadınlardı. Kadınlar, kazanımlarının tarihsel mücadelelerinin sonucunda olduğunu ifade edip bunlardan vazgeçmeyen çok güçlü bir kadın mücadelesinin varlığı tekrar ortaya koydu. Bu süreç, bunun var olduğu, ayakta olduğu, sinmediği, geri adım atmadığı bir süreçti. Aslında eğer iktidar bu fırsatı istediği gibi başarıya ulaştıramadıysa, bu kadın mücadelesi sayesindedir” diye belirtti. 

'ÇİZGİ MÜCADELESİNİN ÇOK NET ORTAYA ÇIKTIĞI BİR DÖNEMDİ'

Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açtığını ancak kadın mücadelesi ile geri adım attığını kaydeden Başaran, “İnfaz kanunu içerisinde bir istismar yasası geçirilmek istendi ama kadın mücadelesi buna geri adım attırdı. Bu kadınlar açısından da çok tarihsel bir süreç. Bu dönem çizgi mücadelesinin çok net ortaya çıktığı bir dönemdi. Bir taraftan tekçi, militarist, cinsiyetçi, totaliter bir rejim varken bir taraftan da kadın özgürlükçü, ekolojik, eşitlikçi, bütün toplumun farklılıkları içinde barındıran iki bakış açısının birbiriyle mücadelesiydi. Hakikat kendini göstermeye devam ediyor ve onun etrafında mücadeleyi verenler vermeye devam ediyor” dedi.

'ERKEK EGEMENLİĞİ AKP'DE BİÇİM DEĞİŞTİRDİ'

İstanbul Sözleşmesi’nin hem Kürt kadın hareketinin, hem feminist kadın hareketinin hem de Türkiye kadın hareketinin ortak kazanımı olduğunu ifade eden Başaran,  “Aslında devletin mantığı erkek egemenliğidir. Erkek egemenliği, AKP ile başlamadı ama AKP’de biçim değiştirdi. AKP’nin ilk günden beri kadını konumlandırdığı yer belliydi. Hiçbir zaman bir kadın mücadelesinin sözcüsü olmayı hedeflemedi. En demokratik olduğu zamanlarda bile kadını aile içerisinde tanımladı. Binlerce kadının oyunu alırken, onların gücüyle, emeğiyle ayakta duran bir siyasi parti bir iktidar gerçekliği var ama aslında hiçbir zaman kadınların toplumsal yaşamda özgürlüğünü, binlerce yıldır yürütülen, erkek egemenliği karşısında yeni yaşamı kurmasını desteklemedi. Kadınlar büyük bedeller ödediler. Ve adım adım ilerleyen İstanbul Sözleşmesi bunun bir parçası. Kadınlar bir tane suçlunun cezalandırılması, bir yasada küçücük bir değişiklik yapılması için onlarca defa eylemler yaptı, görüşmeler yaptı, bu işin diplomasisini yürüttü, bir araya geldi, tartışmalar yürüttü. Siyasi partilerde kadın temsiliyetinin artması için kadınlar büyük mücadeleler verdi. Bunların hiçbiri kolay olmadı. Hiçbiri akşamdan sabaha bir anda değişen dönüşen şeyler değildi. Biz bu tarihsel mirasın yürütücüleriyiz. Bu miras bize devredildi biz de öteye taşımaya çalışıyoruz” diye kaydetti. 

'İKTİDAR BİZİ İSTEDİĞİ KADIN ÇİZGİSİNE ÇEKMEYE ÇALIŞIYOR'

Başaran, “Eğer biz kazanımlarımızı sahiplenip, kazanımlarımızı koruyamazsak, yaşamımız daha da daraltılmaya çalışılacak. Çünkü İstanbul Sözleşmesi kadını, toplumsal yaşamındaki her türlü saldırıya karşı korumayı esas alır. Bu kolay vazgeçeceğimiz bir mesele değil. İktidar bizi adım adım kendi istediği kadın çizgisine çekmeye çalışıyor. İktidar, makul, makbul aile içerisinde itiraz etmeyen, taleplerini dile getirmeyen, yaşam içerisinde olmayan, biyolojik ama fikriyatta kadın olmayan bir profil yaratmaya çalışıyor. Erkek bakış açısına, erkek egemenliğine karşı mücadele etmesini istemiyor. Çok çocuk doğursun, soyu devam ettirsin, savaşın askerlerini ortaya çıkarsın mantığıyla yaklaşıyor. Kadının kendi mücadelesini, kendi yaşamını kurmasını, toplumsal yaşama katkı sunmasını istemiyor. İktidar böyle bir kadın profili kurmaya çalışırken, karşısında kazanımlarını koruyan bir kolektif kadın mücadelesi var” sözlerine yer verdi.

'2020 YILI TARİHSEL SÜRECİN BİR AYNASI GİBİ'

İktidarın koruduğu asker polislerin bölge illerinde Kürt kadınları üzerinde yarattığı baskı ve tecavüz politikalarına da dikkat çeken Başaran, devletin Kürt kadınları üzerinde başka bir siyaset yürüttüğünü sözlerine ekledi. Ayşe, 2020 yılının tarihsel sürecin bir aynası olduğunu ifade ederek “Türkiye’de yürütülen tekçi savaş siyasetinin faturasının ne olduğunu gördük” dedi. PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride değinen Başaran, “ Görüşmelerin kesilmesi ve tekrar mutlak bir tecridin uygulanmasıyla savaşın nasıl boyutlandığını gördük. Tecavüzün nasıl bir savaş aracı haline getirildiğini gördük, özellikle Kürdistan coğrafyasında. Bunun da çokça örneklerini gördük. Bunlardan bir tanesi benim de Milletvekili olduğum kentte yaşandı. Beşiri’de bir genç kadın, İpek Er, bir uzman çavuş tarafından kaçırıldı, tecavüze uğradı. Bu bir örnekti. Ama tek bir örnek değil. Van’da, Şırnak’ta benzer saldırılar oldu. Birçok ilde benzer politikaların yürütüldüğünü gördük. Gülistan Doku 5 Ocak’ta bir yıldır kaybedilmiş olacak.  Bir yıldır, bir genç kadın Dersim gibi küçük bir yerde kayboldu, kaybettirildi ve bulunamadı. Orada da failin araştırılmaması, failin babasının polis olması tesadüfi durumlar değildi. Biz bunların tesadüf olmadığını tarihsel okumalarımızla biliyoruz” şeklinde konuştu.

'TECAVÜZ KÜLTÜRÜ İLE GENÇ KADINLAR TESLİM ALINMAYA ÇALIŞILIYOR'

Tecavüz kültürünün yaygınlaştırarak genç kadınların teslim alınmaya çalışıldığının altını çizen Başaran, “Musa Orhan’a en üst perdeden sahip çıkıldı. Süleyman Soylu çıkıp, ‘Musa Orhan tutuklansın’ diyen kadınları hedef aldı. Musa Orhan tüm çabalara rağmen sadece bir hafta tutuklu kalabildi. Bu kadar büyük bir suçla suçlanan bir erkek, üniformalı olduğu için sadece bir hafta tutuklu kaldı ama bu olayı araştıran gazeteciler hakkında soruşturma başlatıldı” ifadelerine yer verdi.

'KÜRDİSTAN'DA KADINLAR GANİMET OLARAK GÖRÜNÜYOR'

“Kürdistan’da kadınlar ganimet olarak görülüyor” diyen Başaran TJA’nın başlattığı “Em xwe diparêzin”  kampanyasına değinerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “TJA’nın kampanyasını destekleyip bu çalışmanın içerisinde yer aldık. Çünkü esası ‘Kendimi savunuyorum’dur. ‘Em xwe diparêzin’ ve kendini savunmanın çoklu yöntemleri var. Örgütlenmek, bilinçlenmek, bu saldırıları deşifre etmek ve ortaya çıkarmak gibi. Kampanyanın çok etkili olduğunu gördük. Birçok yerde, eğitimlerle, bilinçlendirme çalışmalarıyla aslında erkek egemenliğinin, bizim de yaşamlarımızın içerisine girdiğini, yaşam alanımızda da örgütlendiğini ve iktidarın yürüttüğü bu savaş politikasının özellikle savaş yönetiminin çöktürme planının bir parçası haline geldiğini gördük. TJA, bunun karşısında örgütlenmenin, kendini gerçekleştirmenin aslında elzem olduğunu ortaya koydu ve böyle bir çalışma yürüttü. Bir taraftan TJA ‘Em xwe diparêzin’ kampanyası yürütürken bir taraftan da Türkiye kadın hareketiyle beraber cezasızlık politikasının iki yönlü ele alınması gerektiğini, ortak tartışıp ortak tepkiler verdiler."

'ORTAK BİR TEPKİ VERİRSEK TÜRKİYE'DE BAŞKA BİR DÖNÜŞÜM YAŞARIZ'

TJA’nın yürüttüğü kampanyanın geliştirilmesi ve genç kadınlarda farkındalığın arttırılması gerektiğine dikkat çeken Başaran, “Çünkü aşk denilen şeyle genç kadınlar kandırılıp büyük bir saldırının hedefi haline geliyor. Savunma mekanizmaları ortadan kaldırılıyor. Savunma mekanizmalarının kendini daha çok örgütlemek ama toplamında da bu cezasızlık karşısında daha kolektif, daha ortak mücadele yürütmek gerekiyor. Erkek yargının oluşturduğu sonucun bakış açısını dönüştürmekten başka şansımız yok.  Bu sadece Kürt kadınlarına karşı bir saldırı gibi görünse de İstanbul’da da bir genç kadın maskesi nedeniyle sokak ortasında bir polis tarafından şiddete uğrayabiliyor. Ve marjinalize ediliyor. Bunlar birbirinden kopuk değil. Nasıl bir politika izlendiğini görürsek, buna karşı ortak bir tepki verirsek Türkiye’de başka bir dönüşüm noktası yaşarız.”

'KADINLAR İÇİN 2021 ORTAK BAŞARI YILI OLMALI'

2020 yılını kadınlar açısından bir mücadele yılı olarak tanımladıklarını ifade eden Başaran, kadınlara yönelik saldırıların gerçekleştiği, kazanımlarının hedef alındığı, geleceklerinin, yaşamlarının hedef alındığı bir yıl olduğunun altını çizdi. 2021 yılının, tekçi iktidarların krizinin daha da derinleşeceği bir yıl olacağına işaret eden Başaran, “Çünkü iktidar 2020 yılını yamalarla geçirdi yama yaparak ayakta durmaya çalıştı. Eğer iktidar kadınlara saldırıyorsa, kırılganlığa en fazla yaklaştığı süreci yaşadığı içindir. Eğer kadınlara saldırıyorsa kadınların gücünün farkında olduğu içindir. Bir taraftan kadınlara saldırırken bir taraftan da kadınların mücadelesi sonucunda elde edilen başarılarını uluslararası alanda kendi hamlesine çevirmeye çalışan bir iktidar gördük 2020 yılı boyunca. 2021, artık bu siyasetin çökeceği bir yıl olacak. 2020’deki kadın mücadelesi 2021’de başarıya ulaşacak. İktidarın da tekçi, milliyetçi, militarist politikalarının çökeceği ve kadın öncülüğünde yeni bir yaşamın kurulacağı, bunların adımlarının atılacağını göreceğimiz bir yıl olacak. Ben çok umutlu olduğumu söylemek isterim.” 

Jinnews Haber Ajansı