Çizilen suni sınırların sıfır noktasında yaşayan Kürtler, her dönem devletin baskı ve saldırılarının hedefi oldu. Şırnak’tan Hakkari’ye uzanan Federe Kürdistan Bölgesi’nin sınır hattında bulunanlar, köylerinin yakılması ve koruculuk dayatması sonucu göçlere maruz kaldı. Devletin bu baskılarından nasibini alan sınır hattında bulunan Şırnak’ın Uludere ilçesinin Zêviya köyü, askerlerin baskısı sonucu boşaltıldı. Topraklarını terk etmeyen köylülerin bir kısmı Roboskî (Ortasu) ve Bêjûh (Gülyazı) köylerine yerleşti, bir kısmı da Federe Kürdistan Bölgesi’ne geçti. 

Sınır hattında boydan boya karakolların inşa edilmesi ve birçok bölgenin mayınlı alan haline getirilmesi sonucu, köylüler tek geçim kaynağı olan hayvancılığı da yapamaz hale geldi. Bunun üzerine köylüler, geçinebilmek için bu kez sınır ticaretine başladı. 

Devletin 40 yıldır sürdürdüğü savaş politikaları sonucu sürekli bombardıman altında tutulan sınır hattında, 28 Aralık 2011’de sınır ticaretine giden köylüler bombaların hedefi oldu. Askerlerin bilgisi dahilinde sınırı geçen 19’u çocuk 34 yurttaş, Diyarbakır’dan kalkan savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledildi. 

SORUŞTURMAYA TAKİPSİZLİK

Katliamın ardından “Taksirle ölüme sebebiyet vermek” gerekçesiyle başlatılan ve gizlilik kararı alınan soruşturmada, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 11 Haziran 2013’te “görevsizlik” kararı vererek, dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderdi. Avukatların karara itirazının reddedilmesi üzerine soruşturma dosyası Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Genelkurmay Askeri Savcılığı, soruşturma dosyasına ilişkin 7 Ocak 2014’te “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kusuru yok” iddiasıyla “takipsizlik” kararı verdi. AYM’nin başvuruyu reddetmesi ile iç hukuk yolları tükendiği için 34 kişinin yakınlarından oluşan 281 kişi, 23 Ağustos 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) bireysel başvuru yaptı, ancak başvuru 17 Mayıs 2018’de “belge eksikliği” gerekçesiyle reddedildi. 

GİDENLERİN ARDINDAN 

10 yıldır yas havasının sürdüğü Roboskî’de çaldığımız her kapının ardında, hikayesi yarım kalmış çocukların yaşamı var. Katliamdan sonra yaşanan adaletsizliğe dikkat çekmek isteyen kadınlar, hala siyah kıyafet giyiyor, siyah yazma takıyor. Katliamın yıldönümünün yaklaşması ve köyde kar yağışının başlamasıyla, aileler 10 yıl önce 28 Aralık’ın o karlı gecesine gidiyor. Roboskî’de, AİHM’in dava sürecine son noktayı koymasıyla birlikte umutları tükenen ailelerin acısının yanında bir de öfke var. 

Katliamın ardından Roboskî’de evler bir bir boşalıyor. Bu durumu aileler, “Kan kokusunda yaşamak istemiyorlar” diye açıklıyor. Köyden farklı kentlere doğru başlayan göçe en somut örnek Alma ailesi. Bêjûh'ta oturan Alma ailesi, 30 yıldır aynı evde yaşıyor. Katliamda yaşamını yitiren 25 yaşındaki Nadir Alma, Azime Alma (54) ve Sedik Alma’nın (54) 11 çocuğundan 10’uncusu. 1990’lı yıllarda koruculuğa zorlanan baba, “operasyona gideceksin” dayatmasını kabul etmeyerek silah bırakıp hayvancılıkla uğraşmaya başlasa da kalabalık nüfuslu ailenin ekonomik yükünü bir süre sonra oğlu Nadir de omuzlar. İkisi askerde, beşi de okul okuyan kardeşlerine bakmak için sınır ticaretine başlayan Nadir, katliam günü de sınır ticaretine gider. Gecenin karanlığını yırtan ve kulakları sağır eden o sesin duyulmasının ardından sınıra yalın ayak koşan anne, tek tek cenazelerin içinde oğlunu arar. Sonrası o kalabalık ailenin yırtılmış ve parçalara ayrılmış fotoğrafının, asla bir daha tamamlanmaması gibi bir yaşama döner. 

Aileden ilk giden 14 yaşındaki Nadir’in kardeşi olur. 14 yaşındaki Nezir, bir süre sonra ağabeyinin ölümüne tepki olarak eğitimini yarım bırakır. Annesine, “Onu öldürdüler ben nasıl okurum” der. Daha sonra ise “Onu öldürdüler, ben burada duramam” diyerek ağabeyinin adını alıp, yüzünü dağlara çevirir. Ailesi bir daha haber alamaz Nezir’den. Nadir ve Nezir’in gidişinden sonra aile bireyleri tek tek farklı kentlere gider. Adaletin tecelli edeceğinden umudunu kesen aile fertlerinden kimi Ankara kimi İstanbul kimi de Şırnak merkeze yerleşir. 

Katliamın ardından Nadir’in bir kardeşi Adalet Bölümü’ne kayıt yapar ancak ağabeyi için bir türlü gelmeyen adalet zamanla anlamını yitirir. Yine de hukuk okumak ister. Faillerden elbet bir gün hesap sorulacağı umuduyla hem çalışır hem de üniversiteye hazırlanır. 10 yılda aileye yeni bireyler katılır. Doğan torunlara Nadir’in adı verilir, “Adını yaşatsın ama kaderini yaşamasın” isterler. 

TEK TEK UĞURLADI

Sonra diğer oğullar ve kızlar bir bir ayrılırlar köyden. Torunlarla birlikte 20 nüfuslu aileden geriye Sedik ve Azime Alma kalır. Anne Alma “Bu evde büyüttüm, bu evde uğurladım hepsini” derken, baba Alma ise, “Tek tek gittiler, anneleriyle yalnız kaldık” diyor. Ailenin etrafında toplandığı o kalabalık sofralardan geriye, sadece iki kişi için sofra kuruluyor.  

Yaşadıkları adaletsizliği ve oğlunun hikayesini sorduğumuz anne Alma, bizi matem kıyafeti ile karşıladı. 10 yılın nasıl geçtiğini anlatırken, kelimeler boğazına düğümlenen anne Alma, katliama ait tüm detayları anlattı. Tanık olmadıklarını ise diğer Roboskîli ailelerden dinlemiş. Artık tüm yaşamı o kara günde donup kalmış gibi. 

İnsanların yeni bir yıla hazırlandığı günlerde, bir ömür unutulmayacak acıların yaşandığını belirten Alma, “Bu tarihlerde yılbaşı, yeni yıl demeye dilimiz varmıyor. O gün bizim gerçekliğimiz olarak hep akılda kalacak” diye konuştu.  

ROBOSKî’YE ADALET GELMEDİ

Katliamdan sonra hala ailelerin çocuklarının bedenlerine ait parçalar bulduğunu söyleyen Alma, “Aileler o parçaları alıp mezarları açıp defnediyordu. Asla unutamayız. Failler yargılanmadı. 10 yıldır adalet diyoruz. Roboskî’ye adalet gelmedi. Ankara’ya gittik, bize kapı açmadılar, hesap vermediler. Tayyip Erdoğan, sonuna kadar o koltukta oturmayacak, elbet bir gün hesap verecek” diye belirtti.  

Katledilen gençlerin hepsinin silahsız ve yanlarında geçimlerini sağlamak için birkaç parça eşya olduğunu hatırlatarak, “10 yıl boyunca adalet istedik, bizi duymadılar. Devletin gözleri önünde bir katliam gerçekleşti. Herkesin bilgisi vardı. Biz adalet istemeye devam edeceğiz. Öleceğim güne kadar bu böyle devam edecek” dedi. 

Alma, eşi ile birlikte evde tek kaldıklarını ve kendi çocukları gibi birçok gencin köyü terk ettiğini söyleyerek, şöyle devam etti: “Geriye 9 çocuğum kalmıştı. 4 gelinim, 9’da torunum vardı, hepimiz burada yaşıyorduk. Bir bir gittiler, ben ve babaları bu mezarda kaldık. Çocukların babaları bana, ben ona bakıyorum, acımızı yaşıyoruz.” 

Katliamda yaşamını yitiren oğlundan geriye kalan nüfus cüzdanı, kıyafetleri ve telefonunu saklayan Alma, kıyafetleri yıkamadığını, oğluna duyduğu özlemi bu eşyalarla bir nebze de olsa gidermeye çalıştığını anlattı. 

‘BİZDEN HESAP SORDULAR’

Baba Sedik Alma, Nadir’in evin tüm yükünü omuzladığını belirterek, “Sık sık teknolojilerinden bahsediyorlar, ‘gücümüz var, teknolojimiz var’ diyorlar. Bu teknoloji bizim çocukları vurdu. Bize hesap vereceklerine, bizden hesap sordular. Ben ve iki çocuğuma ‘sınır ihlali’ yaptık diye dava açtılar. Davamız devam ediyor. Onlar yaptıklarından utanmadı, bizim utanmamızı istediler” ifadelerini kullandı. 

Oğlu Nadir ile son görüşmesini anımsatan baba Alma, duygularını şu sözlerle dile getirdi: “Bizim uzun yıllar tüm yaşamımız huduttu. Oğlum bir torba un alabilmek için gitti. Gitme dedim, son kez gideceğini söyledi. Cebimdeki son parayı ona verdim. Giderken ayağına lastik ayakkabı giydi, su geçirmez diye. Onu son kez gördüm, gitti bir daha da dönmedi. Onu asla unutmayacağım.”

Devletin gözü önünde gerçekleşen bir katliamdan sorumu olanların bilinmesine rağmen hesap vermediklerini dile getiren Alma, katliamdan önce kalabalık bir aile olarak yaşadıklarını ancak çocuklarının katliam yerinde daha fazla kalmak istemediklerini anlattı. Baba Alma, eşi ile birlikte büyük bir ailenin yaşayacağı bu evde yalnız kaldıklarını, “Oğullarım, kızlarım, gelin ve torunlarımla birlikte 20 kişiydik. Kardeşlerinden sonra hiçbiri duramadı burada, gittiler” sözleriyle ifade etti.  

MA / Arjin Dilek Öncel - Zeynep Durgut