T24 yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, İstanbul'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açılışını yaptığı Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) yeni binasının etrafındaki gökdelenlerde yabancılara daire satılamayacağını ancak kiralanabileceğini belirtti. Yılmaz, "Nasrettin Hoca'nın türbesi misali yani. MİT binasının güvenliği böyle sağlanmıyordur diye ümit etmek isterim." dedi. 

İsim vermeden MİT Başkanı Hakan Fidan'ı iki olayda bir çuval inciri berbat ettiğine dikkat çeken Yılmaz, bunların birincisinin Suriye, ikincisinin de darbe girişimi olduğunu belirtti.

Mehmet Y. Yılmaz'ın T24'te yayımlanan bugünkü yazısının ilgili kısmı şöyle:

Madem ki bugün konumuz MİT Binası'ndan açıldı, oradan devam edelim.

Bu bina yapıldığı için, çevredeki gökdelenlerde yabancılara daire satılamadığını duymuş muydunuz, bilmiyorum. Herhalde yukarıdan MİT binasını dikizlemesinler diyedir.

Ancak kiralamak serbest.

Nasrettin Hoca'nın türbesi misali yani.

MİT binasının güvenliği böyle sağlanmıyordur diye ümit etmek isterim.

Bu bir tarafa, bizimki gibi ülkelerde istihbarat örgütlerinin binaları büyüyor, görünürlükleri artıyorsa, durum demokrasi açısından pek parlak sayılmaz.

Ankara'da koca bir yerleşkesi varken bir benzerinin İstanbul'da olması tuhaf.

Alman istihbarat örgütü acaba kıskançlıktan orta yerinden çatlamış mıdır?

Tabii marifet bina yapmakla sınırlı kalmamalı.

Ne yazık ki MİT'in başındaki şahıs (adını herkes biliyor ama ben yazmam, ne olur, ne olmaz) çok önemli iki olayda bir çuval inciri berbat etti.

Birincisi Suriye.

Bugün memlekette 4 milyon Suriyeli göçmen varsa ve Türkiye boğazına kadar çamurun içine batmışsa, bunda Müsteşar Beyin de rolü olmalı.

Esad'ın öyle kolayına devrilip gitmeyeceğini, bunun üzerine inşa edilecek politikaların Türkiye açısından ciddi sorunlara yol açabileceğini istihbar edecek, zamanın Başbakanı'na politika oluştururken yararlanması için analizini sunacak kurum MİT'ten başkası değildi.

Üstelik Müsteşar, bütün bu süreçte Suriye'ye kim bilir kaç kere bizzat gitti!

Sınır komşumuzla ilgili açık istihbaratı değerlendirecek analizcilerinin olduğunu, rejimin kalbinden gizli bilgilere ulaşabilecek bir ağ kurmuş olduğunu da var saymalıyız.

Bunu bile varsayamıyorsak, bu binalar ne işe yarayacak?

İkincisi FETÖ darbe girişimi.

Müsteşar, kendisinin üç helikopterle bir grup asker tarafından kaçırılacağı istihbaratını alınca, Genel Kurmay Başkanı ile kafa kafaya verdi ve bunun bir "darbe girişimi" istihbaratı olduğu gerçeğini atladı!

Kim bilir, belki de kendisini kaçıracak askerlerin fidye isteyeceklerini, fidyeyi almayı başarırlarsa da bunu Hawai'de kızlarla yiyeceklerini aklından geçirmişti.

Böyle bir istihbaratı atlayan benim yönettiğim bir gazetedeki haber müdürü olsaydı, ona şöyle derdim: Tanıdığın bir gazeteci olsaydı da ona söyleseydin keşke!

Cumhurbaşkanı, bunu söylemedi, kendi bileceği iş.

Bununla da kalmadı. Cumhurbaşkanı'nı aradı, "uyuyor" dediler. "Kaçta uyanır, çok önemli, uyanınca haber verin mutlaka" demedi.

Herhalde "istihareye yatmış olmalı" diye düşünüp, uyandırılmasını da istemedi.

Onun yerine koruma müdürüne "bir şey olursa direnme imkanınız var mı" diye sordu, "var" yanıtını alınca, huzur içinde işine döndü.

Ne zannediyordu, merak ediyorum: Kendisini helikopterle kaçırmayı planlayanlar, jetler, helikopterler, tanklar, ağır silahlar ile Cumhurbaşkanı'nı hedef alırsa, koruma görevlileri ellerindeki hafif silahlarla buna karşı koyarlar diye mi düşünüyordu?

Tuhaf olduğunu kabul edin!

Cumhurbaşkanı'nı uyandırmaya kıyamayınca, dönüp Başbakan'ı da aramadı.

"Binali Bey de kim oluyor" diye elbette aklından geçirmemiştir ama bu zahmete girmedi.

Akşam üzeri bütün bu gerilim yaşanmamış gibi MİT binasına gitti, Diyanet İşleri Başkanı ve Suriyeli bir dini tarikatın başıyla yemeğe oturdu.

Bana inansın, bu kadar iştah, kendi sağlığına zarardır, onu da söylemiş olayım.

Eminim ki MİT Müsteşarı, o makama getirildiyse bazı vasıfları haizdir, sırf "bizim adamımızdır" diye öyle makamlarda durmak kolay değildir.

Ama bu iki büyük "ıska", üzülerek söylemeliyim ki emekli olsa da peşinden hep gelecek.