İsrail'in Doğu Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'da ibadet edenlere saldırması ve Şeyh Cerrah Mahallesi'nde zorla göçertme planı bölgedeki gerginliği bir kez daha tırmandırdı. Polisin her iki noktadan çekilmemesi üzerine 10 Mayıs'ta İsrail'e çok sayıda roket fırlatıldı. İsrail, bunun üzerine Gazze Şeridi'ne "Surların Muhafızı" adıyla hava saldırıları düzenlemeye başladı. Gazze Şeridi'ne düzenlenen hava saldırılarında şimdiye kadar 63'ü çocuk, 36'sı kadın olmak üzere toplam 220 kişi yaşamını yitirdi, bin 509'ü aşkın kişi ise yaralandı. Filistin tarafından atılan roketler sonucu da 12 İsrailli yaşamını yitirdi. 

Birleşmiş Milletler (BM) ve bazı uluslararası devletlerin tepkilerine rağmen İsrail saldırılarını durdurmayacağını açıklarken, söz konusu tepkilerin yüksek perdeden dillendirdiği ülkelerin başında Türkiye geliyor. 2002'den bu yana ülke yönetimini elinde tutan AKP hükümeti tarafından verilen tepkiler söylemden öteye geçmiyor. AKP'nin, iktidara döneminde İsrail ile ticaret hacmini 1,4 milyar dolardan 6,5 dolara yükseltmesi, 10 kişinin yaşamını yitirdiği Mavi Marmara olayında geri adım atması ve askeri ilişkilerini her geçen gün daha da geliştirmesi verilen tepkinin inandırıcı olmadığını gösteriyor. 

İnsan hakları aktivisti ve Mavi Marmara yolcusu Ahmet Faruk Ünsal, ne zaman sona ereceği belirsizliğini koruyan çatışmaların gidişatı ve Türkiye’nin politikalarını, yaklaşımlarını ve yansımalarına dair Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı.

Geçtiğimiz aylarda hakkında yolsuzluk suçlamaları bulunan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun istifa etmesi istemiyle on binlerce insan sokaklara döküldü. Bu durumdan kısa bir süre sonra Filistin'e saldırı başlatıldı. Bu saldırılarının tek nedeni bu güncel gelişmeler mi?

Saldırıların hem Netanyahu hükümetinin sıkışmış bir halden kendini kurtarmaya dönük tarafı var hem de İsrail devletinin devlet olarak yayılmacı politikasının tarafı var. Hükümet açısından baktığımızda, Netanyahu içeride yolsuzlukla sıkışmış durumda. Muhtemelen yargıyla başı belaya girecek ve bundan dolayı da yargı ile başı belaya girmek üzere olan her diktatörün yaptığı gibi milliyetçi duygulara oynayarak, pozisyonu kendi lehine değiştirmeye çalışıyor. İkincisi de ABD’de Biden’in başkan seçilmesiyle birlikte İran ile nükleer antlaşmasını yeniden masaya yatırma meselesi. İsrail devleti de ABD’nin bu politikasını kendi çıkarları açısından doğru bulmadığı için Filistin’de şiddeti kışkırtarak, safları belirlemeye çalışıyor. İşte İsrail’in yanında mısın, karşısında mısın şeklinde dayatmada bulunarak, ABD’yi tekrar İsrail’in yanına çekmeye çalışıyor.

İsrail, özellikle Doğu Kudüs’teki El-Cerrah Mahallesi’ndeki Filistinlileri evlerinden çıkartmak isteyerek, bir şiddetin fitilini ateşledi. Hemen hatırlatalım El Cerrah Mahallesi’nde oturan insanlar ise Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettiği zaman oraya yerleştirmiş olduğu Kürt asıllı Filistinliler. Tabi orada zamanla Araplaştırılmışlar ama hepsinin soy adı "El Kürdidir". İşte Ahmet El Kürdi, Muhammet El Kürdi.

İsrail, BM'nin Kudüs’ün statüsüne zarar verecek eylemlerden kaçınmasına dönük kararlarına rağmen saldırılarını sürdürüyor. Burada BM’nin tavrının da sorgulanması gerekmiyor mu?

Doğu Kudüs’te İsrail Yahudi yerleşimlerini arttırmak suretiyle Doğu Kudüs’ü de Yahudileştirmek istiyor. Oysa 1967 savaşında İsrail Doğu Kudüs’ü işgal etti. Halbuki 1948 İsrail’in kuruluş kararında BM, Doğru Kudüs’ün Filistin başkenti olacağını belirtti. Ama 1967 yılında İsrail orayı işgal etti ve Doğu Kudüs’te Yahudi yerleşimleri yapıldı. Filistinliler buna itiraz ettiği zaman da İsrail büyük bir şiddet dalgası ile insanlara ateş edilip bombanın fitili ateşlendi. BM, 2’nci Dünya Savaşı sonrası kuruldu. BM’yi kuran irade savaşın galipleriydi. Dolayısıyla kendi politik pozisyonlarını avantajlı kılacak bir dünya düzeni tasarladılar. Tabi Filistin topraklarının Yahudilere bir yurt olarak açılması, 1917 yılında Birleşik Krallığın bir projesiydi. Balfour Deklarasyonu deniyor bu projeye. İngiliz Başbakanı bu projeyi 1917 yılında ilan ederek dedi ki, "Biz Filistin topraklarında Yahudiler için bir devlet kuracağız". 1917 yılında resmi olarak açıklanan bu proje, 2’nci Dünya Savaşından sonra 1948 yılında hayata geçti. İkinci Dünya Savaşında Almanların mağdur ettiği, mazlum durumuna düşürdüğü, soykırıma uğrattığı Yahudiler için orası kuruldu. Dolayısıyla Suçu Almanlar işledi, bedelini Filistinliler ödedi.  

Türkiye’deki yönetimlerde de benzer durumlar var. Mevcut iktidar da her sıkışmışlığını özelde Kürtlere genelde ise muhalif kesimlere baskı kurarak aşmaya çalışıyor. Her iki ülke yönetimi de toplum tarafından benzerlik teşkil ettiği gerekçesiyle eleştiriliyor. Toplumun birbirine benzettiği bu iki yönetimi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürdistan Bölgesi ve Rojava'da yaşananlar Türkiye'nin güvenlik ihtiyacından ziyade, milliyetçi duyguları harekete geçirmek için yapılıyor  

Hukukla, insani birikim ve teamüllerle bağını kesmiş tüm diktatörlerin tipik davranış biçimleridir. İçeride sıkıştığı zaman, başının belaya gireceğini hissettiği zaman kendi iç çelişkilerini dışarıya taşıyarak, mümkünse bir savaşa girerek aşmaya çalışıyor. Tabi bunu savaşın olmazsa olmaz milliyetçi duyguları harekette geçirecek birtakım atraksiyonlar yaparak, kendine dönük olan o yargı kamuoyu ilgisini azaltarak bir meşruiyet icra etmektir. 

Irak Kürdistan Bölgesi’nde yine Suriye’nin Rojava bölgesinde yaşanan olayların önemli bir kısmı Türkiye’nin güvenlik ihtiyacından ziyade, hükümetin içerideki sıkışmış pozisyonunu göz ardı etmek ve milliyetçi duyguları harekete geçirerek, kendi arkasındaki desteği arttırmak için yaptığının kanaatindeyim.

Türkiye'deki İsrail protestolarına katılan hükümet yanlısı kitleye “yanı başınızdaki katliamı görmüyorsunuz” şeklinde eleştiriler yapılıyor. Filistin’i görüp, Kürtleri görmeyen kitleye yönelik eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz?

2010 yılında Mavi Marmara olayı yaşandığında, 10 Türkiye vatandaşı hayatını kaybetti ve 50 üzerinde de yaralanan oldu. Bu saldırı Akdeniz’in uluslararası sularında, yani Filistin kıyılarına 73 mil açıkta Akdeniz’in göbeğinde oldu. Türkiye isteseydi, açık bir savaş ilanı olan bu saldırıyı gerçekleştirenler hakkında uluslararası bir süreç başlatabilirdi. Çünkü olay Akdeniz’in uluslararası sularında gerçekleşti. O zaman Tayip Erdoğan başbakandı ve tüm mitinglerde "Onları ben Gazze’ye gönderdim” diyerek bu işin siyasi olarak ekmeğini yedi. Ama 2016 yılında ise, “Giderken bana mı sordunuz” dedi. Bir an Mavi Marmara taraftarı olan kitlenin hepsi sesini kesti. Doğrusu biz insanların protesto etmesini bekledik. Bir devletin başbakanına düşen görev, vatandaşlarını haksız yere katleden bir ülkeye karşı vatandaşlarının hukukunu korumaktır. Vatandaşlarının malına ve mülküne, canına ve gemisine el koyarak korsanlık yapılmışsa, kendi vatandaşının malını, namusunu, canını korumak başbakana düşer. Ama maalesef bunu yapmadığı gibi, İsrailli suç işleyen komutanlar hakkında Türkiye’de açılan ceza davaları düşmüş oldu. Bunu bir uluslararası anlaşma formatına soktular. 

İnsan öldürmüş, gemi kaçırmış, korsanlık yapmış olanlara dönük herhangi bir ceza soruşturmasının düşürülmüş olması temel haklara dair bir konu olmadığı için uluslararası anlaşmaların konusu edilemez. Çünkü bu olay uluslararası karasularında gerçekleşti. Dolayısıyla Türkiye kendi anayasasını çiğneyerek İsrailli katilerin cezasızlığını kendi meclisinde onaylamış oldu. Dolayısıyla Türkiye’de siyasal iktidarın Filistin konusunda iki yüzlülüğünü çok fazla gördük, görüyoruz. Ama maalesef iktidarın destekçisi seçmenleri de kendi partilerinin bu iki yüzlülüğünü bir türlü göremiyorlar. Bizim burada beklediğimiz, AK Parti seçmeninin kendi partilerinin en azında Filistin konusunda sorguya çekmelidirler.

Türkiye İsrail ilişkileri... Türkiye'nin İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devleti olması, NATO’ya girmek için İsrail’den aracılık etmek istemesi, İsrail ile yaptığı askeri iş birliği gibi konuların gizli tutması İsrail'in Ortadoğu'da "güç" olmasını nasıl etkiliyor?  

Çok açık bir siyasi sahtekarlık yapılıyor. Kürecik radar üssü açık kalmaya devam ettikçe AKP'nin İsrail işgaline karşı olduğunu söylemesi iki yüzlülük olur.

Hemen şunu hatırlatayım; 2010 Mavi Marmara baskınından sonra Türkiye ile İsrail ilişkileri büyükelçiler seviyesinden maslahatgüzar seviyesine düşürüldü. Ama ticari ilişkiler belki 10 kat arttı. Bu ticari ilişkilerde Tayip Erdoğan’ın oğlunun gemilerinin çok fazla bir ticari avantaj elde ettiği şeklinde haberler çıktı. Yine İsrail’in Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü’ne (OECD) girmesi önünde Türkiye Cumhuriyet’inin 30 yıllık vetosu Tayip Erdoğan’ın başbakan olduğu hükümet döneminde kaldırıldı. Ve İsrail OECD’ye girdi. İsrail’in şu anda NATO üyesi değil ama Türkiye’nin de üye olduğu uluslararası kurumlara girmesi önünde Türkiye sürekli olarak İsrail için ön açıcı rol oynadı. Ama kendi kamuoyuna karşı da İsrail’e "işgalci, Siyonist, katil" şeklinde çıkışlar yaptı. 

AKP iktidarının iki yüzlülüğünü açığa çıkartmak lazım. Çok açık bir siyasi sahtekarlık yapılıyor. Mavi Marmara öncesi ve sonrası yaşanan ticaret hacminin ne kadar artmış olduğunu herkes biliyor. Bunun izahını yapması gerekir AKP. Eğer gerçekten kendi vatandaşının canını, malını ve namusunu önemsiyorsa bunu izah etmeli. Ayrıca ABD’nin Kürecik'te bir radar üssü var. Kürecikteki radar üssü doğrudan İsrail’in korunması için kullanılıyor. Çünkü İsrail’e karşı gelişen saldırıları Kürecik'teki radar üssü sayesinde aldığı koordinat bilgileriyle imha ediyor. Dolayısıyla Kürecik radar üssü de açık kalmaya devam ettikçe, AKP iktidarının İsrail işgaline karşı olduğunu söylemesi sadece iki yüzlülük olur.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Filistin'e yönelik saldırılara karşı tepkisi söylemden öteye geçmiyor. Suriye’nin parçalanması ve Lübnan’da Hizbullah’ın vurulması da en fazla İsrail’e yarar sağlıyor. Bu projenin en güçlü uygulayıcısının da Erdoğan olduğu söyleniyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben de aynı kanaateyim. Arap Baharı’nın Suriye’de tezahür etmeye başlamasıyla Suriye’deki gösterilerin bir iç savaşa dönüşmesi ve iç savaşta Suriye’nin parçalanmasında Türkiye’nin yanlış politikalarının etkisi var. İsrail’in güvenliği bir şekilde Suriye merkezi otoritesi devam ettiği sürelerde hep tehlike altındaydı. Çünkü İsrail Suriye’nin Golan tepelerine işgal ve ilhak etti. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail ile bitmeyen bir savaşı vardı. O savaşını kimi zaman Lübnan Hizbullahı üzerinden İsrail’e karşı yürütüyordu. Tabi bu Suriye iç savaşı, Hizbullah’ın lojistik kanallarının kapatılması sonucunu doğurdu. Dolayısıyla Suriye savaşında bir şekilde taraf olanlar, aslında bu lojistik kanallarına kapatılmasına taraf oldular ve direk İsrail’in güvenliğine katkıda bulunmuş oldular.

Mavi Marmara olayı ile devam edersek, o dönem böylesi bir sonucun olacağı tahmin ediliyordu.  İsrail’in izin vermeyeceğini bilinmesine yardım gemisinin Gazze’ye gönderilmesindeki ısrarın nedeni neydi?  

Türkiye haklı olduğu konuyu kendi mahkemelerinde bile sonuçlandırabilirdi. Ama 20 milyon bağış karşılığından davadan vazgeçti, saldırganları dokunulmaz hale getirdi.  

Limanda gemi hareket etmeden önce bazı AKP milletvekilleri ve iktidara yakın Abdurrahman Dilipak gibi yazarların da olduğu, ama onların gemiye binmediğini biliyorum. Bu gemiye binmemeleri durumu, kendilerine bir telefon geldiği için midir ya da bir istihbarat bilgisi geldiği için midir ya da kendi tercihleri miydi bilmiyorum. Antalya limanında gemiler yola çıkmadan bir gün önceydi; OECD toplantısı yapıldı ve İsrail OECD üyesi oldu. Sonra gemiler yola çıktı ve üç gün sonra da bu gemi baskını oldu. Ama Türkiye bu kadar haklı olduğu bir konuyu hadi uluslararası mahkemeye götürmese bile, orada bir sonuç alamazsa bile kendi mahkemelerinde sonuçlandırabilirdi. Ama onu bile yapmadı. Türkiye 20 milyon bağış karşılığı davadan vazgeçti. Bu vazgeçme meselesini de Meclis’te bir uluslararası antlaşmaya dönüştürerek adeta saldırganları dokunulmaz hale getirdi. Bu çok izah edilebilecek birşey değil. Yani en haklı olduğunuz bir konuda vatandaşlarınızın hukukunu koruyamamışsanız ne zaman bunu yapacaksınız? Bunun istismarını yıllarca yapıp, en sonunda "Giderken bana mı sordunuz" deyip yüz üstü bırakırsanız, insanların artık sizin bu iki yüzlülüğünüzü görmesi kaçınılmaz olur.

O dönem ne oldu da Erdoğan "Giderken bana mı sordunuz" noktasına geldi?

Öyle anlaşılıyor ki artık ABD Türkiye’ye Filistin meselesiyle daha fazla uğraşmaması, kurcalamaması yönünde bir baskıda bulundu. Çünkü sürekli olarak Mavi Marmara’nın istismarını yapan AKP, birden geri adım attı. Hatırlarsanız Mavi Marmara sürecinde Fethullah Gülen "Otoriteden izin alınsaydı" diye bir demeç vermişti. Ondan sonra da Erdoğan çıkarak, "Otoriter benim ben izin verdim" demişti. Sonradan da "Benden mi izin aldınız?" dedi. Şimdi neresinde tutacaksınız.

Erdoğan, İsrail’in son saldırılarında yine sert ifadeler kullandı. NATO ülkesi olan Türkiye, İsrail’e karşı en fazla ne gibi adımlar atabilir?  

Hiçbir adım atamaz. Bir Tayip Erdoğan klasiğidir duyguları köpürtmek. Mümkünse toplumdaki ayaklar altına alınmış olan itibarini bu İsrail saldırısını bir cam simidi gibi kullanarak, biraz daha kendisini kurtarmaya çalışacak. Onun dışında İsrail’e karşı yapabileceği hiçbir şey yok.

AKP seçmeninin de artık İsrail konusunda kendi partilerinin samimiyetine inanmadığı yönünde görüşler var. Sizce de öylemi?

Erdoğan yalan söylemek konusunda eşi benzeri olmayan bir devlet adamı. Herkes ilk seçime kadar tahammül edecek çünkü başka yolu yok

İnanın AKP seçmeni de artık Tayip Erdoğan’ın bu sahte kükremelerini ciddiye almıyor. Artık bir seçime kadar idare edilecek ve ilk seçimde de gönderilecek bir adama gösterilen bir tahammül söz konusu. AKP seçmeni de dahil olmak üzere kimse Tayip Erdoğan’ı ciddiye almıyor. Hem Türkiye’de hem de dünyada bu böyle. Kendi kendine bağırıp, bir şey yaptığını zannediyor. Açıkçası ben Tayip Erdoğan’ında kendisini ciddiye aldığını düşünmüyorum. Bakın “One Minute” çıkışını hatırlayın. O Davos toplantısında "One minute" dedi, Peres’e bağırıp çağırdı ama dışarı çıkar çıkmaz, tepkisinin oturumu yöneten moderatöre olduğunu belirterek, "Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Peres'i ne de Musevi halkını hedef aldım" dedi. Yani tüm dünyanın gözü önünde dediğini yarım saat farklı bir şekilde ifade etti. Erdoğan yalan söylemek konusunda dünyada eşi benzeri olmayan bir devlet adamı. Bir tane vardı onu da Türkiye çıkardı. Ama dediğim gibi herkes ilk seçime kadar tahammül edecek. Çünkü başka yolu yok. Ne yapacaksınız. Mecbur seçimi bekleyeceksiniz.

MA / Selman Güzelyüz