Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), 30 Kasım'da Ankara'da "Ulusal birlik ruhuyla özgürlüğe yürüyoruz" şiarıyla 5'inci Olağan Genel Kongresi'ni gerçekleştirecek. DBP yönetiminde olan belediyelere 2016 yılında atanan kayyumları protesto eylemlerinde gözaltına alınan ve 3 yılı aşkın bir süredir tutuklu olan Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nden kongreye ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

Partiniz, 30 Kasım'da 5'inci Olağan Genel Kongresi'ni gerçekleştirecek. Yapılacak kongreyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

DBP’nin Olağan Genel Kongresi'ni, Ortadoğu'da ve dünyada iktidarların mevcut politikalarına karşı itirazların yükseldiği,  özellikle neo-liberal kapitalist düzenin toplumu nefes alamaz hale getirdiği ekonomik ve siyasal krize karşı çok ciddi toplumsal hareketlerin geliştiği bir süreçte gerçekleştiriyoruz. Kapitalist modernist sistemin yapısal kriz yaşadığı ve özellikle Ortadoğu’da yürüttüğü üçüncü paylaşım savaşı ile krizi aşmaya çalıştığı bir dönemde Kürdistan halkının özellikle Rojava'da kendi kaderini belirleme, özgürlüğünü sağlama ve demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir sistemi inşa etme mücadelesi veriyoruz. Kongremiz, kapitalist modernist sistem krizine alternatif sunmakla birlikte Ortadoğu halklarının geleceğinin şekillenmesine de büyük bir etkisi olacaktır. Bu gerçeklik bizlerin de kongremizde alternatif yaşamı örgütlemek için daha güçlü tartışma ve kararlaşmaların yaşanması gerekliliğini göstermektedir. Alternatif bir siyaseti geliştirmek için Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmamızın toplumsallaşması ve örgütlenmesinde DBP’ye de önemli görevler düşmektedir.

KARARLAŞMALAR YAŞACAĞINA İNANIYORUM

Özelde Kürt siyasi hareketine genelde demokratik siyaset alanına yönelik baskı, engelleme ve zor politikaları, Kürt halkının iradesinin gasp edilerek dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan sömürgeci zihniyetin bir sonucu olarak uygulanan 'kayyım siyasetine' karşı verilecek en iyi cevap, halkın kendi iradesine sahip çıkması ve demokratik,  özgürlükçü bir siyasetin açığa çıkarılmasını sağlamaktır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası çıkarılan KHK’ler birçok sivil toplum örgütü, kurum ve dernekler kapatılarak halkın öz örgütlülüğünün geliştirilmesi engellendi. Halk iradesi gasp ediliyor. Halkın seçtiği belediye eş başkanları, milletvekili uydurma gerekçelerle tutuklandı ve tutuklanıyor. Sokaklar, başta kadınlar olmak üzere muhalefete kapatıldı. En küçük bir hak talebine bile gözaltı, tutuklama ile cevap veriliyor. Böylesi bir ortamda siyaset yapmak, örgütlenmek, zorluklarına rağmen çok daha büyük önem taşıyor. Tüm zorluklara rağmen DBP'nin seçtiği pilot bölgelerde güçlü bir giriş yapması toplumun ideolojik, politik olarak güçlendirilmesi, farkındalık yaratılması ve halka yönelik eğitim çalışmalarının önemli olduğunu düşünüyorum.

DBP'nin kuruluş amacı Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, yerel demokrasinin geliştirilmesi, demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir perspektifle kadınların, gençlerin,  halklarımızın örgütlenmesi, kendi öz örgütlülüğünü geliştirmesidir. DBP, mahalle ve köy meclisleri, kent meclisleri, kadın ve gençlik örgütlenmeleri üzerinden toplumun öz örgütlenmesini sağlamak İçin; yerel demokrasinin geliştirilmesi, katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir demokratik bir yönetimin bilinçli ve örgütlü yurttaşlar tarafından geliştirilebileceğini, bunun için halkın, kadınların, gençlerin ve kadroların eğitimini öncelemektedir. Bu kongre DBP'nin kuruluş amaçlarının gerçekleştirmek için güçlü tartışma ve kararlaşmaların yaşanacağına inanıyorum.  

3 yılı aşkın süredir tutuklusunuz. Bu süre zarfında yaşanan siyasal süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?

AKP iktidarı Tayyip Erdoğan öncülüğünde, tekçi, cinsiyetçi, milliyetçi, dinci ve militarist bir çizgiyi esas alan 2'nci cumhuriyeti inşa etmek için uğraşmaktadır. 2’nci cumhuriyetin esasları da Kürt karşıtı siyaset üzerine oturtmaktadır. Dikkat ederseniz, yüz yıllık dengelerin değiştiği Ortadoğu'da yeni dengelerin kurulduğu bir süreçte Türkiye tüm gücünü enerjisini Kürtlerin herhangi bir statü elde etme olasılığını ve olanağını ortadan kaldırmak için harcamaktadır. Güney Kürdistan'daki  'bağımsızlık referandumuna' karşı çıkması, Rojava'da IŞİD çetelerine karşı direnerek, insanlık için büyük umutlar yaratan Rojava devrimine karşı olması ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının kendi kendisini yönetmelerini engellemeye çalışması, Türkiye sınırları içinde yaşayan 20 milyonu aşkın Kürt halkının iradesini yok sayarak, seçilmiş milletvekili ve belediye başkanlarının tutuklanması, belediyelere kayyım atanması, Kürt halkının kriminalize edilmesinin özünde 2’nci cumhuriyetin Kürtlerin inkar, İmha ve asimilasyonu üzerinden geliştirilmesi gerçeği yatmaktadır. Türkiye siyasetini de bu gerçeklik şekillendirmektedir. ‘Cumhur ittifakı’ denen ve içinde AKP, MHP,  Ergenekon vb. güçlerin yer aldığı ittifakının esasını da bu perspektif oluşturmaktadır. Bu perspektifin hayata geçmesi içinde toplum üzerinde faşizm uygulanmaktadır. 2015'ten bugüne bu ittifak iş başındadır. Kürt karşıtı bu siyaset hem içeride hem dışarıda Türkiye'nin siyasetini belirlemiş durumdadır. Bu politika Türkiye'yi dışarıda yalnızlaştırmış, İçeride ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesine neden olmuştur. Ancak gelinen aşamada ‘cumhur ittifakı’nın bu siyaseti sadece Kürtler değil Türkiye toplumunun da çok önemli bir kesimi itiraz etmektedir. 16 Nisan Referandumu, 24 Haziran Genel Seçimi ve 31 Mart Yerel Yönetim Seçimin sonuçları bu gerçeği göstermektedir. Türkiye'de rejimin yapısal bir kriz İçinde olduğu bir gerçektir. Ancak bu krizden çıkışın yolu, Kürtlere karşı düşmanlık, içeride dışarıda savaş politikaları değil, Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye'de yaşayan bütün inanç ve kimliklerin kendisini özgürce ifade edebileceği demokratik, özgürlükçü, ekolojik bir anayasadan, cumhuriyetin demokratikleştirilmesinden geçer.

 Yaptıkları hak gaspını, talanı hukuki kılıfa bile uydurma gereği duymamaktadır. Şu an Türkiye'de yasa ve anayasa askıya alınmıştır. Parlamento göstermelik, işlevsiz bir kurum haline gelmiştir. Yaşanan durum "temsili diktatörlük" uygulaması olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

2016 yılında kayyum protestoları sırasında gözaltına alındınız, bugün de kayyumlar hala HDP'li belediyelere atanmaya devam ediyor. Bu politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskılarının yeni olmadığını biliyoruz. 1990'lı yıllardan bugüne demokratik siyaset alanına yönelik sistematik bir devlet şiddeti uygulandığını herkes biliyor. Kürt halkı tüm baskı ve zor politikalarına, faili meçhul cinayetlerinden köy yakmalarına, zorunlu göçe, gözaltı tutuklamalarına rağmen demokratik siyasetten eşitlik ve özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmemiştir. Ve baskılara karşı direnerek çok önemli kazanımlar da elde etmiştir. Bugün Kürt siyasi hareketle Türkiye demokrasi ve özgürlük güçlerinin ortaklaşa kurduğu HDP, 6 milyon insanın oyu ile TBMM'nin üçüncü büyük partisidir. Kürdistan'da kayyımlara rağmen halk yerel yönetimlerde HDP'yi seçmektedir. Bu aynı zamanda Kürt halkının kendi kaderini kendisinin belirlemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye halkları üzerinde 2015 Haziran'ından bugüne sistematik bir devlet şiddeti uygulanmaktadır. Anayasa, yasa ve demokrasinin askıya alındığı, inkar, imha ve asimilasyon politikaların güncellendiği, Kürt halkının yurttaşlıktan çıkartıldığı ‘özel bir hukuk/istisna hali’ uygulanmaktadır. Parlamento işlevsiz hale gelmiş, OHAL sürecinde çıkartılan KHK'lerle yönetilmektedir. Kayyum atamaları da bu çıkartılan KHK'lere dayandırılmaktadır. Bu uygulama aslında Kürt halkının yurttaşlıktan çıkarılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. 1990'lı yıllarda Kürdistan'da uygulanan OHAL uygulamaların güncellenmiş hali ile karşı karşıyayız. Önce belediye eş başkanlarımız hakkında uydurma, yalan fezlekeler düzenlenmekte, soruşturmalar açılmakta daha soruşturma sonuçlanmadan ikinci gün kayyım atanmaktadır. Yaptıkları hak gaspını, talanı hukuki kılıfa bile uydurma gereği duymamaktadır. Şu an Türkiye'de yasa ve anayasa askıya alınmıştır. Parlamento göstermelik, işlevsiz bir kurum haline gelmiştir. Yaşanan durum ‘temsili diktatörlük’ uygulaması olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu durum yasal olmayan farklı bir yasanın ‘iktatörlük’ yasasının iş başında olduğunu gösterir, 2015'ten bugüne Türkiye'de yaşanan durum budur. Yaşanan bu durum bir yandan Kürt halkının tüm demokratik kurum ve kuruluşlarım hedef alarak, sömürge zihniyetiyle kayyım siyaseti devreye konulurken diğer yandan Türkiye'deki demokratik muhalefet baskı ve zor politikalarıyla susturulmaktadır. Bu durum karşısında yapılması gereken tek şey mücadeleyi ve direnişi yükseltmektir. Mevcut durumun sürdürülemez olduğunu herkes söylüyor. Ancak faşizm karşısında güçlü bir örgütlenme ve mücadele açığa çıkartılmazsa mevcut durumu engelleyecek kendiliğinden bir gelişmenin olmayacağı ortada. O nedenle yapılması gereken tek şey; kendi ideolojik perspektifimizi örgütlemek, halklarımızın özlemini duyduğu eşit özgür, demokratik bir ‘yeni yaşamı’ inşa etmek ve halklarımızın umudunu gerçekleştirmek için çalışmaktır.

Arttırılan kutuplaşmayı nasıl yorumluyorsunuz ve gelecekte neler bekliyorsunuz?

Tekçi, cinsiyetçi, milliyetçi ve dinci saikler üzerinde yapılan siyaset doğal olarak toplumdaki kutuplaşmaları derinleştirmektedir. Bugün Türkiye halklarının en az yarısı kendisini burada güvende ve mutlu hissetmemektedir. Kadınlara yönelik, katliamların artması, çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel istismarların artması, sınıfsal çelişkilerin derinleşmesi, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle artan intiharlar,  Kürt kimliğine yönelik ırkçı saldırılar veya insanların inançlarından dolayı karşılaştıkları saldırılar, Suriyeliler başta olmak üzere göçmenlere yönelik ırkçı ve ayrımcı politikalar aslında kutuplaşmanın toplumdaki olumsuz yansımalarını göstermektedir. Bu gidişata dur denmediği durumda, bu kutuplaşma iç çatışmaların daha da çoğalmasına, linç girişimlerinin ve kadın katliamlarının artmasına neden olabilir. Bunun için demokrasi ve özgürlük güçlerinin demokrasi, eşitlik, özgürlük, halklar ve inançlar arası barış ve kardeşlik perspektifi ile örgütlenmesi, mücadele etmesi dayanışmayı yükseltmesi gerekiyor. 

BM'nin Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile BM Genel Kurulun 14 Aralık 1960 tarih ve 1514 (XV) sayılı ‘Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’ neden Kürt halkı içinde uygulanmasın.

Türkiye’nin Kuzey- Doğu Suriye'ye yönelik müdahalelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'ye hiçbir şekilde tehdit oluşturmayan, insanlık suçu işleyen IŞİD çetelerine karşı kahramanca direnen ve bütün dünya halklarının bu çetelerden kurtaran Royava'yı işgal etmesinin esasının yukarıda da ifade ettiğim gibi Kürt karşıtı siyaset, Kürt’e karşı düşmanlık yaratmaktadır. Esas amaç Ortadoğu'da dengeler yeniden kurulurken, bu dengede Kürtlerin yer almasını engellemektir. ‘Bizim Kürlerle sorunumuz yok. Terörizme karşıyız’ retoriği gerçeği gizlemekten başka anlam ifade etmemektedir. Türkiye, kendi dilini, kimliğini, kültürünü, inancını özgürce yaşamak isteyen her Kürdü, demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü bir sistem inşa etmek isteyen herkesi terörist ilan etmektedir. Ve yediden yetmişe her bir Kürt bu gerçeği bilmektedir.

Tüm dünya halkları Türkiye'nin Kuzey- Doğu Suriye'ye dönük işgaline karşı olduğunu ve operasyonun durdurulması konusunda Arap Birliği, AB, ABD ve Rusya ile birlikte dünyanın tamamı karşı çıkmasına rağmen Türkiye hala işgal ettiği yerlerde durmakta, Kürt karşıtı siyasetini sürdürmektedir. Suriye'de barışçıl ve kalıcı bir çözüm ancak Suriye'de yaşayan bütün halkların haklarının anayasal güvenceye alınması ile mümkündür. Kuzey Doğu Suriye halkının statüsünün tanınması ve bunun Suriye anayasasında güvenceye alınması Suriye'nin demokratikleşmesi ve Suriye krizinin çözümü açısından da oldukça önemli. BM'nin Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile BM Genel Kurulun 14 Aralık 1960 tarih ve 1514 (XV) sayılı ‘Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’ neden Kürt halkı içinde uygulanmasın.

Kürt halkının kendi kaderinin tayin hakkının uluslararası platformlarda kabul edilmesi, Ortadoğu’da Kürt halkının özgürlük sorunun çözümü başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının eşit, özgür ve demokratik bir sistem içerisinde yaşamasına da öncülük edecektir. Irak, İran, Suriye ve Türkiye'de sorunların çözümü, çatışma ve savaşı sürdürecek, yeni kriz ve kaosa neden olacak işgal senaryolarından değil, Kürt halkının özgürlük sorunun çözümünden, bu topraklarda birlikte yaşayan halkların ortak iradesinin sürece yansıtıldığı katılımcı, demokratik ve özgürlükçü demokratik bir sürecin işletilmesi ile anayasal ve yasal güvenceye kavuşturulmasından geçer. Bugün Kürt halkı sadece kendi geleceğini güvence altına almak için değil, tüm Ortadoğu halklarının geleceğini güvence altına almak için direniyor, mücadele ediyor, bedel ödüyor.

Kongreye ilişkin önerilerde bulundunuz mu?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi tutukluluk süreci 4’üncü yıla girdi. Üç yıldır resmi olarak DBP’nin Eş Başkanlığı görevini yürütsem de pratikte bunu yürütmek mümkün değil. İyi ki eşbaşkanlık sistemimiz var. O nedenle pratik olarak bir öneride bulunmaktan ziyade, içinde yaşadığımız siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmelerin ışığında dönemin görev ve sorumluluğunu üstlenecek, Kürdistan halkların eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinin örgütlenmesi için DBP'nin kendi rol ve misyonunu bilince çıkarması ve gereğini yapması gerekir. Şimdiden kongrede görev alacak eş genel başkanlarımıza ve parti yönetimimize başarılar diliyorum.

MA/ Mehmet Şah Oruç