Kentler, fiziksel bir mekan olmaktan öte içerisinde yaşadığı toplumun özelliklerini ifade eder. Toplumun kültürel ve sosyal durumuna göre şekillenir, bir başka deyişle toplumun rengini yansıtır. Bu nedenle kentler ve içinde yaşayan toplum genelde birbirinden ayrılmaz parçalar olarak görülür. Farklı kimlik ve inançtan kesimlerin uzun yıllardır bir arada yaşadığı Diyarbakır'ın tarihi Sur ilçesi de tüm bu özellikleriyle bilinen kentlerden biri. Ancak kentin hafızası olan Sur, hem sokağa çıkma yasağı sonrası başlatılan yıkımla hem de yerlerine inşa edilen cezaevi mimarili evlerle bu özelliklerini bir bir yitiriyor. 

Mezopotamya Ajansı'ndan Gökhan Altay'ın görüntülediği sur'da izlenimlerini şöyle aktarıyor:

KAÇ YAPI YIKILDI?

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Sur'da, 6 Eylül, 13 Eylül, 10 Ekim ve 28 Kasım 2015 tarihlerinde toplam 4 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. En son aynı yılın 2 Aralık'ında Cevat Paşa, Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş ve Cemal Yılmaz mahallelerinde yasak ilan edildi. Bu yasak dünyanın en uzun süreli yasağı oldu. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin (TMMOB) uydu görüntülerine dayandırarak hazırladığı raporlara göre, yasak sonrası 6 mahallenin yüzde 72'si tamamen yıkıldı. Yine cami, kilise, okul, hamamların da aralarında olduğu 334'ü tescilli olmak üzere 3 bin 569 yapı yıkıldı. Son yıllarda bu sayının daha da arttığı belirtiliyor. 

Bu yapılar yerlerine, F ve S Tipi cezaevlerine benzeyen evler inşa edildi. Daha önce hem havadan hem de iç kısımlarını görüntülediğimiz evler, makine kesimi bazalt taşlarla tek tip ve tek renk şeklinde yapıldı. Kent mimarisine aykırı olan evlerin etrafı uzun süre bariyerlerle kapalı tutuldu. Bir süre önce evlere giriş ve çıkışlara izin verildi. Sur Belediyesi kayyımı Abdullah Çiftçi, Aralık ayında yaptığı açıklamayla 6 mahalleye giriş-çıkış yasağının olmadığını ve sadece şantiye alanlarının kapalı olduğunu belirtti. 

İLK GÖRÜNTÜLEME

Şantiye alanı olarak gösterilen yerler, yasak sonrası yıkımın en çok yaşandığı Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı, Savaş ve Cemal Yılmaz mahallelerini kapsıyor. Söz konusu yerleri, üzerinden 6 yılı aşkın bir süre geçen yasağın ardından ilk kez görüntüledik. Tek tip evler ile tarihi Hüsrev Paşa Camii'nin arasında kalan sokaktan ilerledikten sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlı Toplu Konut İdaresi'nin (TOKİ) şantiye alanı içerisindeki bölgenin mimari planlaması göze çarpıyor. Demir saclarla kapalı alana giriş yaptığımızda ise, ellerinde hiltilerle birbirinden güzel tarihi yapılar üzerinde "restorasyon" adı altında çalışma yürüten işçiler ve yerle bir edilen dar sokaklar üzerinde takım elbiseleriyle çalışmaları denetleyen kişilerle karşılaşıyoruz. 

NEREDEN BAŞLAMALI?

Girişlere yasak olduğu söylense de ne şantiye çalışanları ne de restorasyondan sorumlu kişiler, ayakta kalan tarihi yapılar arasında gezilmesine karşı çıkmıyor. Belki de bizim de şantiyede görevli kişilerden olduğumuzu düşünerek, ses çıkarmıyorlar. Bunun üzerine yanımdaki arkadaşımla çantamızdaki fotoğraf makinesini çıkararak, 6 yıldır herkesten saklanan bölgede ayakta kalan tarihi evleri tek tek görüntülemeye başladık. 

ENDİŞE VE KORKU

Görüntülemeye çalıştığım yerlerin, gazeteciliğe yeni başladığım dönemde ilk haber takibi yaptığım rengarenk dar sokaklar olduğunu düşündüğümde üzerime ağırlık çöküyor. Attığın her adımda bir insan uzvuyla karşılaşacağımı düşünmek, "nereden başlasam" hissiyatı, 6 yıl öncesi yaşanan görüntüler hafızama geldikçe durakaldım; dakikalarca deklanşöre basamadım. Yine herhangi bir patlayıcıya basma ihtimali de üzerime çöken ağırlığın yanı sıra bir korkuyu da beraberinde getiriyor.  

Ancak karşımdaki "manzaranın" birkaç ay sonra tamamen değişeceği düşüncesinin aklıma düşmesiyle birlikte karşıma çıkan ilk evi görüntülemeye başlıyorum. Yanımdaki arkadaşımla, büyük oranda yenilenen evin içerisinde yaktıkları ateşin etrafında çalışan işçilerden, bulunduğumuz sokağın ismini soruyoruz. Ancak hiçbirinin Sur'u tanımadıklarını, farklı ilçelerden ve kentlerden taşeron firmalar üzerinden çalışmaları için getirildiğini anlıyoruz. "Film mi çekiyorsunuz" meraklarını, "Evet" şeklinde geçiştiriyoruz.

'YASAK ABÊ YASAK'

10-15 saniyelik görüntü ile birkaç fotoğraf karesi aldıktan sonra, halen 6 yıllık süreci bize özetleyecek bir mekanı çekmek için ilk evden çıkıyoruz. Dış çekimi yaptıktan sonra yanımıza dikilen ve kendisini "şantiye şefi" olarak tanıtan kişinin engeliyle karşılaşıyoruz. Daha "Abê izin belgeniz var mı?" sorusunun cevabını almadan, "Yoksa, çekim yapamazsınız" diye telkinde bulunuyor. Valilik ve kaymakamlığın yaptığı "gezip, görebilirsiniz, herkese açık" açıklamalarını hatırlattığımızda ise "Tamam, ama burası yasak?" diyor. İkna olmayacağını anlayıp, elimizdeki birkaç kare fotoğrafımızın da az ileride bekleyen polisler tarafından el konulmasını istemediğimiz için çok da ısrarcı olmuyoruz ve bir sonraki tadilattaki tarihi avlulu eve geçiyoruz. Arkadan yine tanıdık ses; "Yasak abê, yasak."

NE RENGİ NE TARİHİ KALMIŞ 

İki aracın yan yana geçebileceği şekilde genişletilmiş sokağa tekrardan döndüğümüzde ve sağ tarafımızdaki yere baktığımızda asıl tahribatı daha iyi görebiliyoruz. Yine her 10-15 yapının farklı şirketlere milyonlarca TL karşılığında ihale edildiğini, saclarla çevrili bir başka evin bulunduğu alanda girdiğimizde bizi karşılayan "şantiye şefi"nin farklı bir kişi olmasından anlıyoruz. Hangisinin Hasırlı hangisinin Savaş hangisinin diğer 3 mahalleden biri olduğunu kestirmek zor. Rengarenk desenli ev ve diğer mekanların yerlerine, tek tip "tarihi" mekanlar yükseliyor. Ne eski avlular ne duvarlar ne zemin kaplamaları ne merdivenler ne kapılar ne de havuzlar... 

Yapıların sokak cephelerinde var olan geleneksel özelliklerinin tümü ortadan kalkmış. Özgün malzeme ve örme tekniğiyle yapılmış duvarlar yerine sade bazalt taşlı duvarlar, kemerli ve kenetli taşlar yerine kaplama bazalt taşlar, büyük avlular yerine küçükleri, killi toprak olan damlar yerine ise betonarme ya da bazalt kaplı damlar inşa ediliyor. Avlulardaki ağaç, havuz ve kuyu gibi önemli öğelerin birçoğundan ise eser yok.  

Tarihi evlerin ayakta kalan kısımlarından, üzerinden ağır bir çatışmanın geçtiğini anlamak zor. Ancak içerisine girdiğimiz evlerin hemen yanı başında olan ve ön cepheleri Gazi Caddesi'ne bakan 5-6 katlı binaların delik deşik olmuş duvarları her şeyi özetliyor. 

ATATÜRK, ERDOĞAN VE TÜRK BAYRAĞI

Biraz ilerledikten sonra Atatürk, AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Türk bayrağının yan yana dalgalandığı restore edilmiş bir yapı ve yapının hemen yanında tüm yaşananlara rağmen ayakta kalmış bir eve rastlıyoruz. Daha fazla ilerlememize izin verilmemesi üzerine sağ taraftan kiliselerin de bulunduğu bölgeye geçiyoruz. Benzer tablo burada da hakim; Bazı bölümleri tamamen öne eğilmiş, bazı duvarları tahtalarla ayakta tutulmaya çalışılan evler.

ELİNDE TELEFON, EVİNİ ARIYOR

Bir kadının, elinde telefonla yerle bir edilmiş iki katlı evinin altında çıkan kemer ile labirent şeklindeki kuyuları çektiğine şahitlik ediyoruz. Yine yan komşularının halen ayakta kalan evlerini görüntülüyor. Kim bilir; Belki kayıt altına aldığı yerleri, bir daha buraya ayak bas(a)mayacak ev sahibi komşularına gösterecek. 

HER ŞEYİN ŞAHİTLİĞİNİ YAPAN EV

Restorasyonu yapılan yapıların yanı sıra halen el atılmamış evler de beliriyor yanı başımızda. Hem de kentin tüm tarihine ve bütün yaşanmışlıklara şahitlik yapan bir ev. Dışarıdan yeni yapı olarak görünse de içerisine girdiğinizde geniş avlulu, Diyarbakır Evleri'nin tüm özelliklerini taşıyan bir ev. Üst üste atılmış molozların üzerinden dikkatli bir şekilde geçtikten sonra içine ulaştığımız evde, yanımdaki arkadaşımla birbirimizin yüzüne bakıyoruz ve sanki birbirimize "Evet, aradığımız her şey burada" diyoruz tek kelime etmeden. 

Evin içini gezdikçe bütün yaşanmışlıkları görmek mümkün; Yıkılmış duvarlar, kurşunlanmış camlar, şarapnel parçalarıyla farklı desenlere bürünmüş tarihi taşlar, yakılmış eşyalar, çatışmada kullanılan mevziler, arkasına bakmadan göçe zorlanan ailenin açılmamış konserveleri, okunmayı bekleyen kitaplar, pelüş oyuncaklar, çıkan yangın nedeniyle karardığı anlaşılan rengarenk battaniyeler... 

İKİ 'HAFIZA' YAN YANA 

Evin duvarlarında tünel olarak kullanıldığı anlaşılan koca deliklerden görünen manzara ise, asıl "saklanmak" isteneni anlatıyor; Kentin tarihi dokusunun nereden nereye evrildiğini özetliyor. Tek tipli ve tek renkli, cezaevi görünümlü iki katlı evlerden bahsediyorum. Binadaki ağır hava ve karşımdaki ucube yapılar, daha fazla içeride duramayıp biraz çekim yaptıktan sonra dışarıya çıkmama neden oluyor. 

KİLİSELERDEKİ DURUM

Sur'un tüm tarihini gözler önüne seren ev ve hemen yanı başındaki cezaevi görünümlü yapıları birlikte görüntüledikten sonra bu kez restorasyonu hızlıca tamamlanan kiliselerin olduğu alana geçiyoruz. Ermeni Katolik Kilisesi'nin restorasyonu tamamlanmış ve yeni eşyalarla içi doldurulurken; Mar Petyun Keldani Kilisesi'nin halen tadilatta olduğunu görüyoruz. Bizden kısa bir süre önce valinin ziyaret ettiğini öğrendiğimiz Katolik Kilise'nin ayaklarında halen çatışma izlerini görmek mümkün. Kilisenin yakın zamanda açılışı yapılması planlanırken, hemen yanı başındaki hafızanın nasıl saklanacağı ise meçhul!

Mar Petyun Keldani Kilisesi'nde ise hummalı bir çalışma yürütülüyor. İhaleyi alan firmanın, buradaki işin "hakkını" verdiğini söyleyebiliriz; Etrafındaki yapılarda kullandığı taşlar ve malzemeler arasındaki farktan yola çıkarak bunu söylemek mümkün. Burada da görüntü alınmasına "yasak" denilerek, izin verilmiyor. Buna rağmen mesleki alışkanlığı bir kenara bırakamayıp birkaç fotoğraf alıp çıkıyoruz. Kiliselerin diğer yanında bulunan alanda da tablo farksız değil. Attığımız her adımda bir çift gözün sizi ve elinizdeki makineyi süzdüğünü hissetmek mümkün. 

YAPILARA NE OLACAK?

"Yasak abê" diyenlere rağmen şantiye alanındaki son durumun kamuoyu tarafından görülmesini isteyen çalışanlar da yok değil. Biraz önce "şantiye şefi"yle yaptığımız tartışmaya rağmen çekime devam etmemizdeki ısrar mı yoksa fiziki özelliklerimizden mi anlamış bilmiyorum ama; Bizi "Kürt basını" olarak tarif eden bir şantiye çalışanı, çalışmaların yapıldığı alana parmağıyla işaret ederek, "Çekin, bu rezaleti herkes görsün" demekten kendini alamıyor. 

Prefabrik yapıların içinde kimi resmi evraklara göz gezdirenleri göz ucuyla kontrol ettikten sonra ise "Biraz hızlı olursanız iyi olur, sıkıntı çıkarmasınlar" diye uyarıyor. "Bu yapılara ne olacak" sorumuzu ise, "Yapıldıktan sonra ev sahiplerine teklif götürülecek; ya restorasyon çalışmalarının masrafını karşılayıp evini geri alacak ya da bunu karşılayamazsa devlete satacak. Devlet de artık bir vakfa tahsis eder herhalde" ifadeleriyle hızlıca yanıtlıyor. 

DUVARLARDAKİ İZLER

Mahcup bir tavırla daha fazla yardımcı olamayacağını belirten çalışanın endişesini daha da büyütmemek için bir başka şantiye alanına geçiyoruz. Üst üste yığılmış Sur'un eski taşlarının içerisinden geçtikten sonra halen restorasyon çalışmalarını başlatılmadığı ancak etrafı yavaştan saclarla kapatılmaya başlanan evlerin olduğu alanda buluyoruz kendimizi. Sadece yavru köpeklerin yiyecek aradığı alanda, Sur evlerinin ağır çatışmalara rağmen halen renkliliğini koruduğunu görüyoruz. Turuncu, kırmızı, sarı, mavi renklerinden bir şey kaybetmemişler.  

Ancak kurşun ve şarapnel parçalarıyla delik deşik olmuş duvarları, bebek resimlerinin çizili olduğu odaları, göç ettirilenlerin yanlarına almaya dahi fırsatı olmayan karşılıklı dizilmiş kanepelerin bulunduğu avluları anlatmaya kelimeler yetmiyor. Her bir kare, belki bir daha yaşadığı yere geri dönemeyecek bir ailenin hikayesi ve yaşanmışlıklarıyla dolu. 

Şantiye şantiye gezerken karşımıza çıkan yeni yapılmış karakoldan, yıkıntıların sonuna yani "yolun sonuna" geldiğimizi anlıyoruz. Bariyerlerle etrafı kapatılmış karakolun yanından, bizi takip eden Mobese kameraların altından geçtikten sonra kendimizi Gazi Caddesi'ne atıyoruz. Bazılarının "Toledo'yu görme" hayaliyle gelip ziyaret ettiği ve her şeye rağmen kentlerinden vazgeçmeyen Sur sakinlerinin olduğu cadde. Her adımımızda ara sokaktan görünen karakolun görüntüsü flulaşırken, yerini tarihi Sur'un ayakta kalan yerleri alıyor.

MA / Gökhan Altay