PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası güçlerin desteği ile Türkiye’ye getirilmesinin üzerinden 22 yıl geçti. Uluslararası komplo ile Türkiye’ye teslim edilerek İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit her geçen gün ağırlaşıyor. Komplonun 22’nci yıldönümünü cezaevinde bulunan tutsaklar, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması amacıyla bir kez daha bedenlerini açlığa yatırarak karşıladı.

Süresiz ve dönüşümlü olarak sürdürülen açlık grevi 84 günü geride bırakırken tutsaklar mücadelelerinin devam edeceği mesajı veriyor.  Cezaevinde açlık grevine giren siyasetçilerden biri de Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel idi. 4 yılı aşkın süredir tutsak bulunduğu Kocaeli Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde açlık grevine girmeye karar veren Tuncel, grevin 3’üncü grubunda yer almıştı.

Tuncel, 15 Şubat komplosunun yıldönümünde komployu ve cezaevinde devam eden açlık grevlerini Jinnews Haber Ajansın'dan Habibe Eren'e değerlendirdi.

* PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun üzerinden 22 yıl geçti. Komplonun amacı neydi, amacına ulaştı mı? Uluslararası güçlerin ve Türkiye’nin bu komplodaki rolü neydi?

Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü önündeki engel devletin, devleti yönetenlerin zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyetin kuruluş sürecini saymazsak 1924’ten bugüne Türk devleti Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerine, kimliğini, dilini, kültürünü özgürce yaşama taleplerine karşı inkar, imha ve asimilasyon politikasını temel politika olarak benimsemiştir. İktidarlar değişse de devletin bu politikası değişmemektedir. Bu politikalara karşı Kürtler de cumhuriyet tarihi boyunca itiraz etmiş bu itirazların sonucunda onlarca isyan yaşanmıştır. Kürt halkının bu mücadelesi direnişi sayesinde Kürtler önemli kazanımlar da elde etmiştir. Ancak devletin inkar, imha ve asimilasyon politikası günümüze kadar sürdürülmüştür.

Devletin uluslararası politikasının merkezinde de Kürt karşıtlığı vardır. Özellikle İran, Irak ve Suriye ile yürüttüğü diplomasinin önemli bir bölümünü Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesinin, Kürtlerin dil, kimlik ve kültürel haklarının engellenmesi oluşturmaktadır. Sayın Abdullah Öcalan’ın 22 yıl önce uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirilmesinde uluslararası güçlerin Ortadoğu’ya müdahale planları ve Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasının sonucudur. Sayın Öcalan 22 yıldır İmralı’da ağır tecrit koşullarında tutulmaktadır. Uluslararası komplo ile bir yandan Türk-Kürt çatışması derinleştirilmek istenmiş, diğer taraftan Kürt halkının eşitlik, özgürlük mücadelesi kendi kaderini belirleme iradesi bastırılmak istenmiştir. Ancak Sayın Öcalan’ın komplonun hedefine dair öngörüleri ve bu komployu boşa çıkarmak için ortaya koyduğu çaba, mücadele komplocuların amacına ulaşmasını engellemiştir. Sayın Öcalan yazdığı savunmalarla hem kapitalist modernist sistemin dünya siyasetinin Ortadoğu’da yaşanan sorun alanlarını, kapitalizm krizini çözümlemiş hem de krize karşı, kapitalist modernist sisteme karşı demokratik modernite çözümünü geliştirmiştir. Sayın Öcalan’ın sistem çözümlemesi ve toplumsal, ekonomik, ekolojik ve kadın sorununa dair geliştirmiş olduğu çözümler bugün çok geniş bir çevre tarafından tartışılmaktadır. Komplo tam hedefine ulaşmamış olsa da sayın Öcalan mutlak tecrit ve izolasyon koşullarında tutulmaya devam edilmektedir.  

* İmralı’da 22 yıldır nasıl bir tecrit politikası geliştiriliyor? Mutlak tecride karşı her seferinde çözüm olmak isteyen bir irade neden devre dışı bırakılıyor? Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri de dikkate alırsak gelinen noktada komplonun savaşı derinleştirmede nasıl bir rolü var?

İmralı’da uygulana tecrit ve izolasyon politikaları ile Türkiye’nin hem iç hem de dış siyasetinin merkezine koyduğu Kürt karşıtı savaş politikaları aynı merkezden yürütülmektedir. Sizin de belirttiğiniz gibi Sayın Öcalan kamuoyuna sesini duyurabildiği her fırsatta Kürt-Türk barışına, Kürtler arası birliğe ve Ortadoğu halklarının eşit, özgür ve barış içerisinde bir arada yaşam olanaklarına dair görüş ve öneriler için kullanmaktadır. 21 yıl sonra kardeşi ile yapabildiği kısa telefon görüşmesinde de avukatlarla yapabildiği birkaç görüşmede de bu yönlü mesajlar vermiştir. AKP ve iktidar ortakları Kürt sorununun çözümünü istemedikleri için Kürt halkının dil, kimlik ve kültürel haklarını yok saydıkları için tecritte ısrar etmektedir. Dikkat ederseniz, tecrit politikaları ile Türkiye’nin Rojava’ya yönelik politikası ve içeride Kürt siyaseti hareketine ve Kürt halkının kazanımlarına yönelik saldırılar eş zamanlı olarak gelişmiştir. Uluslararası siyasetinin, Türkiye diplomasinin merkezinde de Kürt karşıtı, Kürtlerin kazanımlarının hedefleyen politika vardır ve hala bu politik tutum sürdürülmektedir.

“AKP, yeni rejiminin ikinci cumhuriyet inşasında Kürtleri, Kürtlerin hak ve özgürlük talebini yok saymaktadır. O nedenle de Kürt halkının tüm örgütlü kurumlarına, belediyelere ve HDP’ye dönük saldırıları derinleştirmektedir. Tecrit politikası da bunun merkezinde durmaktadır.”

2015 yılından bugüne AKP, Türkiye’deki rejim krizini çözmek için milliyetçi, cinsiyetçi, dinci sağ siyasete yöneldi. Başkanlık sistemi ile tekçi, otoriter bir rejim kurmaya çalışıyorlar ancak buna karşı toplumda çok güçlü bir itiraz var. Ve Cumhur ittifakı bu itirazı devletin her türlü zor aracını devreye koyarak bastırmaya çalışıyor. Eğer bunu yaparsa kurduğu ikinci cumhuriyetinde anayasasını yapacak -ki son dönem cumhur ittifakını “sivil anayasa” çağrısı altında gizlenen gerçek de budur. AKP, yeni rejiminin ikinci cumhuriyet inşasında Kürtleri, Kürtlerin hak ve özgürlük talebini yok saymaktadır. O nedenle de Kürt halkının tüm örgütlü kurumlarına, belediyelere ve HDP’ye dönük saldırılarını derinleştirmektedir. Tecrit politikası da bunun merkezinde durmaktadır. Bu saldırılar karşısında Kürt halkı eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış talepleri etrafında örgütlü mücadelesini faşizme, zulme karşı direnişini her alanda sürdürmektedir. Kürt halkının bu mücadelesi sadece Kürtler açısından değil, Ortadoğu’da yaşayan tüm halkların geleceği açısında da önemlidir. Ortadoğu’da son on yıllık gelişmelere baktığımızda bile bunu çok net görebiliriz. Rojava’da Kuzey Doğu Suriye’de Kürt halkının, insanlık suçu işleyen IŞİD çetelerine karşı direnişi ve IŞİD’i yenilgiye uğratması Ortadoğu halklarının geleceğini etkilemiş tüm dünya halklarına umut olmuştur. Bu umudun tek nedeni IŞİD’in yenilgiye uğratılması değil, Rojava’da demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir sistemin inşa edilmedir. Erkek egemen kapitalist sisteme karşı, demokratik ve özgürlükçü bir sistemin gelişmesi tabi ki egemenleri rahatsız etmektedir.

“Bu durum aslında sayın Öcalan’ın ifade ettiği gibi siyasi olarak idam anlamına gelmektedir. Toplumla tüm bağının koparılması, ailesi ile kamuoyu ile bağ kurmasının engellenmesi aile, arkadaş, avukat görüşü, iletişim hakları başta olmak üzere yasal haklarının kullanımının engellenmesi siyaseten ‘gömme’ anlamına gelmektedir”

* PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukat, aile ve telefon hakkı yıllardır sistematik bir şekilde engelleniyor. Öcalan daha önce “mutlak tecrit” ile idam arasındaki benzerliği “ikisi de idamdır, sadece yöntem farklıdır” sözleriyle vurgulamıştı. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?

 Tecrit uygulaması, işkencedir; insanlık suçudur. Bunu tüm insan hakları savunucuları sürekli dile getirmekte ve ‘tecrit politikalarına derhal son verin’ çağrısında bulunmaktadırlar. Ancak iktidar bu çağrılara kulak tıkatmakta, tecrit uygulamalarını daha da derinleştirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. CPT’nin de raporunda dikkat çektiği gibi, İmralı Ada Hapishanesinde özel bir hukuk sistemi, işkence sistemi devrededir. Sayın Öcalan ve arkadaşları üzerinde mutlak tecrit ve izolasyon uygulanmaktadır. Bu durum aslında Sayın Öcalan’ın ifade ettiği gibi siyasi olarak idam anlamına gelmektedir. Toplumla tüm bağının koparılması, ailesi ile kamuoyu ile bağ kurmasının engellenmesi aile, arkadaş, avukat görüşü, iletişim hakları başta olmak üzere yasal haklarının kullanımının engellenmesi siyaseten ‘gömme’ anlamına gelmektedir. Bu durumun ne vicdani ne de insani olarak kabul edilmesi mümkün değildir. İmralı’da devreye konan bu tecrit politikası, son çıkartılan infaz yasası ile birlikte tüm cezaevlerine yayılmak istenmekte, tecrit ve izolasyon sürekli hale getirilmek istenmektedir. En son hükümlüler için çıkartılan ‘gözlem ve sınıflandırma merkezi ile hükümlülerinin durumunun değerlendirilmesi’ yönetmeliği de bu politikanın bir parçasıdır. Faşist cumhur ittifakı en son çıkarttığı infaz yasası ve yeni yönetmeliklerle tutsakların hak ve özgürlüklerinin gaspı yasal hale getirilerek tahliyesi gelmiş yüzlerce hükümlünün infazını yakarak siyasi tutsakları daha uzun süre cezaevinde tutmayı amaçlamaktadır. Yani iktidar, İmralı’daki işkence sistemine son vereceğine bu işkence sistemini, Türkiye’deki tüm cezaevlerine yaymaktadır. Bu durum karşısında kamuoyunun duyarlı olması ve bu haksızlığa zulüm yasalarına karşı ses çıkarması gerekir.

* İmralı’da 22 yıla giren bir tecrit söz konusu. Devam eden bu ağırlaştırılmış tecrit, günümüzde tüm topluma da yansıtılıyor. Tecrit üzerine kurulan bu siyaseti nasıl okumak gerekiyor?

Günümüzde kapitalist modernist sistem krizinin ve kapitalizmin sonunun geldiği tartışmaları geniş bir çevre tarafından tartışılıyor. Özellikle Kovid-19 virüsü nedeniyle yaşanan pandemi sürecinde sistem krizi kendisini daha yoğun hissettirdi. Kapitalist dünyanın bir parçası olan Türkiye’de ciddi yapısal bir kriz yaşanmakta ve bu kriz her geçen gün de derinleşmektedir. Faşist cumhur ittifakı Türkiye’deki bu sistem krizini tekçi, cinsiyetçi milliyetçi, dinci otoriter bir başkanlık sistemi inşa ederek aşmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de Kürt halkı başta olmak üzere kendi hedef kitlelerinin dışında olan herkesi kriminalize etmektedirler. Toplumla mücadele kanununa dönüşen ve anayasanın yerini alan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile tüm toplum baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Bugün en küçük bir hak talebinde bulunmak, iktidarın politikalarına itiraz etmek, eleştirmek, gözaltı ve tutuklama gerekçesi olmaktadır. Tüm hak ve özgürlükler askıya alınmış, var olan demokrasi kırıntıları da ortadan kaldırılmıştır. Tüm bu yaşananların nedeni, çözümsüz bırakılan Kürt sorunudur. İktidarın Kürt karşıtı politikası ekonomi başta olmak üzere diğer alanlardaki tüm politikalarını da belirlemektedir. Kürt halkına, Kürt halkının temsilcilerine yönelik saldırılar Kürt halkını kazanımların el konulması, kayyum siyaseti, baskı, zor, gözaltı ve tutuklamalar şimdi tüm Türkiye’ye yayılmış durumdadır. Türkiye açık bir cezaevi haline getirilmiştir.

“Türkiye’nin içine girdiği, ekonomik, siyasi krizi İmralı’da devreye konan tecrit politikalarından bağımsız ele alamayız. İmralı’da devreye konan ve onun etrafında gelişen tekçi, kutuplaştırıcı, cinsiyetçi, milliyetçi çizgi bugün tüm Türkiye’yi esir almış durumdadır” 

Bugün Sayın Öcalan’ın görüş ve düşünceleri dünyanın pek çok yerinde akademisyenler, sendikalar tarafından tartışılmaktadır. Yine Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için çabası ve emeği de bilinmektedir. 2013-2015 yılları devlet yetkilileri ile Sayın Öcalan arasında sürdürülen diyalog sürecinde de tüm Türkiye halkları sayın Öcalan’ın Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusundaki rolünü çok net gördü ve bu süreç çok geniş bir kesim tarafından desteklendi. Ancak iktidar, Türkiye halklarının umudu büyümüşken, tekrar fabrika ayarlarına inkar, imha ve asimilasyon politikalarına döndü. Baskı, zor ve şiddet politikalarında 1990’lı yılları dahi geride bırakan uygulamaları devreye koydu. 2013 ve 2015 yılları Türkiye’de düşünce ifade özgürlüğü başta olmak üzere, hak ve özgürlüklerin kullanılabildiği, insanların kendisini güvende hissettiği, geleceğe de güvenle baktığı, barışın mümkün olduğuna inandığı bir süreç olmuştur. Dolmabahçe Mutabakatı ile diyalog sürecinin müzakereye evrilmesi konusunda toplumda büyük bir beklenti olmuşken AKP’nin masayı devirmesi ve diyalog sürecini sonlandırması Türkiye’de yaşanan rejim krizini daha da derinleştirmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek demokratikleşme ve barışa dair tüm çalışmalar rafa kaldırılmış, Türkiye derin bir karanlığa sürüklenmiştir. Türkiye’nin içine girdiği, ekonomik, siyasi krizi İmralı’da devreye konan tecrit politikalarından bağımsız ele alamayız. İmralı’da devreye konan ve onun etrafında gelişen tekçi, kutuplaştırıcı, cinsiyetçi, milliyetçi çizgi bugün tüm Türkiye’yi esir almış durumdadır.

“Son bir yıldır tüm haklar askıya alınmış durumda, dışarıda ‘hayat eve sığar’ diyen iktidar içeride bizi hücrelerde tecrit içinde tutmaktadır. Açlık grevlerine giren arkadaşlara da hemen disiplin soruşturmaları açılıp cezalar verilmektedir. Ayrıca grev sürecinde, idare tarafından hiçbir sağlık kontrolü de yapılmamaktadır”

* Tecride karşı cezaevlerinde devam eden açlık grevleri hangi aşamada?  Eyleme dair cezaevindeki atmosferi bize anlatabilir misiniz?

Tecrit politikalarının son bulması, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için sevgili Leyla Güven’in öncülüğünde 2018 Kasım’ın da başlatılan süreç 200 gün sonunda Sayın Öcalan’ın kardeşi ve avukatları ile yaptığı görüşme sonrası sonlandırılmıştır. Ancak bu süreç uzun sürmedi. Hükümet keyfi uygulamalarla Sayın Öcalan ve arkadaşlarının anayasal-yasal hakları yok sayıldı. Bu süreçte bildiğiniz gibi CPT raporunu açıkladı. Raporda çok net olarak İmralı Adası’nda “özel hukuk” rejimin devrede olduğu tecridin işkence olduğu ve Türkiye’nin bu politikalara son vermesi gerektiği Türkiye hükümetine bildirildi. Ancak hükümet bırakın İmralı işkence sistemini değiştirmek yerine bunu derinleştirmeye devam etmektedir. Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinde Sayın Öcalan ve arkadaşlarından ailesi, avukatları ve kamuoyu hiçbir haber alamamaktadır. Hükümet tüm çağrılara kulak tıkamaktadır. Tüm bu yaşananlar karşısında cezaevlerinde Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarını sağlamak, Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasına işgal politikalarına son vermesi, Kürt halkına, kadınlara, demokratik muhalefete yönelik gözaltı tutumlara baskı politikalarına son vermesi ve pandemi sürecinde cezaevinde askıya alınan hakların uygulaması talepleri ile yeniden süresiz-dönüşümlü açlık grevleri başladı. Açlık grevlerinin beşer günlük dönüşümlü gruplarla devam ediyor. Mücadele ve direnişin olduğu her yerde moral ve coşku vardır doğal olarak… Ancak pandemi nedeniyle ortak etkinliklerin olmaması, birbirimizi görememek ciddi bir sorun. Son bir yıldır tüm haklar askıya alınmış durumda, dışarıda “Hayat eve sığar” diyen iktidar içeride bizi hücrelerde tecrit içinde tutmaktadır. Açlık grevlerine giren arkadaşlara da hemen disiplin soruşturmaları açılıp cezalar verilmektedir. Ayrıca grev sürecinde, idare tarafından hiçbir sağlık kontrolü de yapılmamaktadır. Ancak tüm bu olumsuz koşullara rağmen zindanlarda açığa çıkan bu direniş çizgisi etrafından kenetlenmek, tecrit politikalarını kırmak için dayanışmayı büyütmek, dönemin önümüzde koyduğu en önemli görevlerdendir.

“Baharla birlikte umutlarımızı da yeşerteceğiz. Hem tecrit politikalarına hem savaş politikalarına hem de halklar, kadınlar, doğa üzerindeki tüm baskı ve zor politikalarına karşı özgürlüğü haykırıp direnişi ve mücadeleyi yükselteceğiz"

* Önümüzdeki sürece ilişkin halklara bir mesajınız var mı?

Son olarak önümüzde 8 Mart ve Newroz var. Geçen yıl pandemi nedeniyle kutlamalar yapılamadı. İktidar sokaktaki her türlü çalışmasını yürütürken, muhalefete sokaklar, alanlar yasaklandı. Bu yıl da pandemi koşullarında karşılıyoruz 8 Mart ve Newroz’u… Bu süreçte hak ve özgürlüklerin, demokrasinin ne kadar önemli olduğunu sanırım daha derinden hissettik. O nedenle baharla birlikte umutlarımızı da yeşerteceğiz. Hem tecrit politikalarına hem savaş politikalarına hem de halklar, kadınlar, doğa üzerindeki tüm baskı ve zor politikalarına karşı özgürlüğü haykırıp direnişi ve mücadeleyi yükselteceğiz.