Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 8 Mart 1996 tarihleri arasında Davut Altınkaynak (13), Seyhan Doğan (14), Nedim Akyön (16), Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Olcay (20), Abdurrahman Coşkun (21), Hikmet Kaya (24) ve Süleyman Seyhan (57) ile uzman çavuş Bilal Batır’ın kaybedilmesine ilişkin açılan davanın Adıyaman 1’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 21’inci duruşması 29 Mart tarihinde görüldü. Duruşmada iddia makamı olan savcılık, dosya sanıkları olan dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin ile Faruk Çatak, Mahmut Ayaz, Naif Çelik, Ramazan Savcı, Kemal Kaya, Mehmet Acar, Faik Acar, Hüseyin Altunışık, Mehmet Emin Çelik, Sadık Çelik, Fethullah Çelik, Osman Demir ve Bahattin Erge hakkında beraat kararı verilmesini talep etti. 

Sanıkların üzerine atılı suçları işlediklerine dair “yeterli ve somut delil bulunmadığı” iddiasında bulunulurken, mütalaanın detaylarında dikkat çeken ayrıntılar yer aldı. 

Savcılığın sanıklar hakkında hazırladığı mütalaada maktullerin Dargeçit Jandarma Komutanlığı’nda gözaltına alındıklarına dair bir belge olmadığı belirtilerek, “2008 yılı öncesine ait nezarethane defterlerinin bulunamadığı" iddia edildi.

Mütalaada bu konuda Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 25 Haziran 2014’te mahkemeye gönderdiği "01/10/1994-01/12/1994 ve 30/10/1995-09/11/1995 tarihleri arasında Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığındaki nezarethanenin sorumlusu olan personelin kimlik bilgileri ve görevlendirmelerine esas belgelerin bulunamadığının, günümüzdeki nezarethane sorumlusunun rütbesinin jandarma astsubay olduğunun, Abdurrahman Coşkun ve Abdurrahman Olcay'ın gözaltına alınmaları sonrası 09/11/1995 günü saat 11.00 sıralarında sorgulanmak üzere Mardin İl Jandarma Komutanlığı'na sevklerinde görev alan personelin kimlik bilgilerine veya herhangi bir belgeye rastlanmadığı" şeklindeki yazıya yer verildi.

Mardin İl Jandarma Komutanlığı'nın mahkemeye 10 Temmuz 2014’te gönderdiği yazıda ise gözaltına alındıkları kabul edilen Abdurrahman Coşkun ve Abdurrahman Olcay’ın adli makamlara sevk edilmelerinin ardından serbest bırakıldıklarının tespit edildiği öne sürüldü.

KAMERA KAYDI ARADI 

Savcılık mütalaasında maktuller Davut Altunkaynak, Abdurrahman Olcay, Mehmet Emin Aslan, Nedim Akyön ve kalorifer kazanında yakıldığı belirtilen Uzman Çavış Bilal Batırır’ın cenazelerine ulaşılamamış olması da “yeterli ve soyut delil elde edilemediği” iddiasına gerekçe yapılırken, şu ifadeler kullanıldı: “Dosya kapsamında her ne kadar yargılama konusu öldürme olaylarla ilgili müşteki ve bazı tanık beyanları bulunsa da; bu beyanlarının bir kısmının yalnızca duyuma dayanması, söz konusu tanıklardan hiçbirinin dosyada mevcut maktulleri dosya kapsamındaki sanıkların öldürdüğüne ilişkin doğrudan bir görgülerinin bulunmaması, olay anlarını kaydeden herhangi bir kamera kaydının dosyada mevcut bulunmaması, maktullerden elde edilebilen bulgular ile sanıklardan alınacak örnekler arasında doğruluğu yüksek sonuçlar veren moleküler genetik inceleme yapılma imkanının bulunmaması, resmi makamların cevabi yazılarının sanıklar aleyhine verilen tanık beyanlarını doğrular nitelikte olmaması, Abdurrahman Olcay ve Abdurrahman Coşkun isimli şahısların adli makamlarca serbest bırakıldıktan sonra kim tarafından hangi eylemlerle öldürüldüklerine ilişkin somut bir delilin bulunmaması.”

Yakınları kaybedilen ailelerin avukatı Erdal Kuzu, dosyadaki delil durumunu, sanıkların tutumunu, savcılığın mütalaası ile mahkemenin tavrını Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi. 

SANIKLAR KORUNDU 

Savcılığın hazırladığı mütalaanın oturtulabileceği hukuki bir zemin olmadığını belirten Kuzu, 1995 yılında yaşana faili meçhul cinayetlere ilişkin kamera kayıtlarının olmamasının dile getirilmesinin mizah konusu olabileceğini dile getirdi.

Devlet görevlilerinin kamu yetkilerini kullanarak 1995 yılında işledikleri cinayetlere dair kamera kaydı istenmesiyle hazırlanan mütalaanın hukuki niteliğinin ortaya çıktığını ifade eden Kuzu, “Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden bağımsız hazırlanmış olduğu, sanıkları koruyucu, kollayıcı bir düşünce yapısıyla ile hareket edildiğini bir kere daha ortaya koyuyor” dedi. Av. Kuzu, hazırlanan mütalaanın dosya soruşturma ve yargılama aşaması, ailelerin 95 yılından bu yana başlatmış olduğu hukuki mücadele ile ortaya çıkan cenazeler, verilen tanık beyanları ile hiçbir ilgisinin olmadığını vurgulayarak, savcının komik duruma düştüğünü söyledi. 

DELİLLERİ TEK TEK SIRALADI

Dargeçit JİTEM dosyasındaki kayıpların katledildiğine dair birden fazla somut delil olduğunu kaydeden Kuzu, bu delilleri şöyle sıraladı: “MİT raporu var. Dosyada söz konusu tarihte Kasım ayı içinde 15 kişinin gözaltına alındığına dair devletin istihbarat organının dosya içinde yer alan raporu var. Dönemin Dargeçit Kaymakamı’nın mahkemede açık aleni beyanları var. Bu çocukların gözaltına alındığını ve kimler tarafından gözaltına alındığına dair beyanları var. Dönemin Dargeçit Belediye Başkanının beyanları var. Yine bu çocukların öğretmenleri olan kişilerin hem soruşturma hem de mahkeme aşamasında açık beyanları var. O tarihteki İlçe Milli Eğitim Müdürünün beyanları var. Cenazeler var. İki tanesi Kızıltepe, dört tanesi Dargeçit’in iki köyünde bulunmuş cenazeler. Ki bu iki köyün 95 yılında güvenlik gerekçesiyle boşaltılıp, güvenliği devlet tarafından sağlanan, askeri kontrol noktalarının bulunduğu köyler olduğunu da ayrıca söylemek gerekiyor. Burada bulunan 4 tane cenaze var. İki öğrencinin gözaltına alındığına dair resmi kayıt var. O tarihte bizzat bu gözaltı işleminde yer alan ve sıfatı uzman çavuş olan bir kişinin; ‘Biz bu insanları gözleri kapalı olmak suretiyle infaza götürüyorduk’ şeklinde açık beyanı var. Bizim 50-51 koordinatları dediğimiz, tam da bu tanığın ‘biz bunları buraya götürüyorduk’ dediği koordinatlarda bulunan cenazeler var.”

Dosyada, cinayetlerin devlet tarafından işlendiğini ortaya koyan çok fazla açık kanıt olduğunu vurgulayan Kuzu, bu kanıtların görmezden gelinmesinin “vicdansızlık” olduğunu ifade etti.

‘SAVCILIĞIN KAÇIRANLARI BİLMEMESİ GÜLÜNÇ’

Mütalaanın hukuk bilmezliğin, cezasızlık politikasının aracı olmakla ancak yorumlanabileceğini söyleyen Av. Kuzu, kaybedilen kişilerin “kimler tarafından kaçırıldığının bilinmediği” yönündeki ifadesinin gülünç olduğunu dile getirdiği savcılığın kendi görev ve yetkisini unutup, salt sanıkları korumaya dönük, hukuktan uzak, akıl ve mantıktan uzak bir mütalaa verdiğini kaydetti.

Cezasızlık politikasının insanlığa karşı devletin işlemiş olduğu suçlarda sürekli kullanılan bir metot haline getirildiğinin altını çizen Kuzu, savcının kendi mütalaasına inandığını düşünmediğini de belirtti.

JİTEM DOSYALARINA MÜDAHALE VAR

“Dargeçit JİTEM Davası’nda esasında bütün somut kanıtları ile bu kişilerin öldürüldüğü, katledildikleri ortaya çıkmıştır” diyen Kuzu, dönemin Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire’nin 2013 yılında Gümüşlük Belediye Başkanı iken AKP’ye geçmesinin ise dosyaya müdahale olduğunun kanıtı olduğunu söyledi. 

Dönemin Dargeçit Cumhuriyet Savcısı hakkında denetimli serbestlik kararı olmasına rağmen bugüne kadar mahkemede hazır edilmemesinin davaya müdahale olduğunu görünür kıldığını söyleyen Kuzu, diğer bütün JİTEM davalarına müdahale olduğunu vurguladı. 

‘DAHA SOMUT NASIL BİR BEYAN OLABİLİR?’

Av. Kuzu, iktidarın dosyalara bakış açısının bu sonucu ortaya çıkardığını belirterek, şunları ekledi: “Dosya içerisinde çocuğu ile beraber gözaltına alınan Hayat Altunkaynak’ın beyanından daha somut nasıl bir beyan olabilir? Ya da kardeşi Seyhan Doğan ile beraber gözaltına alınan Hazne Altunkaynak’ın beyanından daha somut nasıl bir kanıt olabilir? Babası ile beraber gözaltına alınan Fehime Seyhan’ın beyanlarından daha somut nasıl bir beyan olabilir. Bunları yok saymak, bu beyanların olduğunu inkar etmek biraz önce söylediğimiz zihin yapısının ürünüdür. Devletin işlemiş olduğu suçlarda cezasızlık politikası yoğun olarak uygulanıyor. Bu Kürtlerde daha yoğun uygulanıyor.” 

Başlangıçta Dargeçit dosyasındaki delillerin hiçbir yargıcın veya savcının görmezden gelemeyeceği deliller olduğu yönünde umutları olduğunu dile getiren Kuzu, ancak sunulan mütalaa ile birlikte cenazeye uygulanan ayrımcılığın, mağdura ve sanığa uygulanan ayrımcılığı netleştirdiğini söyledi. 

Dosya sanıkların kendilerini ‘Biz devletin verdiği görevi yerine getirmeye çalıştık’ diyerek savunduklarını hatırlatan Kuzu, devletin bu dosya sanıklarının cezalandırılması durumunda aslında devletin cezalandırılacağı düşüncesiyle dosyaları kapatmaya başladığını belirtti.

‘İZAHI YOK!’

Yaşananlara rağmen ortada bir gerçeğin mevcut olduğunu söyleyen Kuzu, şunları dile getirdi: “Abdurrahman Olcay ve Abdurrahman Coşkun, Dargeçit ilçesinde gözaltına alındılar. 200 kilometre ötede Kızıltepe’de yine güvenlik gerekçesi ile boşaltılmış bir köyde kendilerinin dışında Kızıltepe’de kaçırılan, kaybettirilen 4 kişi ile aynı çukurda, su kuyusunda bulundular. Bunun izahı olmaz. Seyhan Doğan, Mehmet Emin Aslan güvenlik gerekçesi ile boşaltılmış, gözetim noktalarının olduğu Bağözü köyünde bulundu. Biz diyoruz bu suçlar işlenmiş. Bir politika olarak bu suçlar işlendi. Bizzat iktidarın ortaya koyduğu bir metottu. Bu metodu ortaya koyan bu sanıklardı. İnsanlığa karşı bu suçlar bir daha bu dava ile gözler önüne serildi. Toplumun vicdanında bu sanıkların cezalandırıldığını düşünüyoruz. 12 yaşındaki bir çocuğun katledilmiş cenazesinin bir mağarada bulunmasının bir izahı yok. 70 yaşındaki bir insanın ağır işkenceye maruz kalarak, kafasına tek kurşun sıkılıp, bir çukura atılmasını toplum kendi vicdanında yargılıyordur. Ama mahkemelerin, savcıların bu tutumları tarihe bir not olarak düşecektir. Sanıkları aklayıcı yönünde kararın bizim nezdimizde hiçbir geçerliliği yoktur. Ailelerin, bizlerin mücadelesi, insan hakları savunucularının mücadelesi, gerçeği ortaya koymuştur. Evet, devlet suç işlemiştir.”

MA / Ahmet Kanbal