Kürt basınının mihenk taşlarından biri olan Özgür Ülke gazetesinin bombalanmasının üzerinden 27 yıl geçti. Yayın hayatına başladıktan aylar sonra büroları aynı anda bombalı saldırıya uğrayan gazetenin bayrağı, sonraki süreçte devam eden baskı, şiddet, katliam ve tutuklamalara rağmen hiç yere düşmedi. Özgür Ülke, Halk Gerçeği, Yeni Halk Gerçeği, Yeni Ülke, Özgür Gündem ve Welat gazetelerinin ardından 28 Nisan 1994'te yayın hayatına başladı. Ağır baskı ve sansüre rağmen özellikle bölgede yaşanan hak ihlallerini okuyucularına ulaştıran gazete, yayın hayatına 247 sayı sığdırdı. Bu sayılardan 220'si hakkında toplatma kararı verildi. 

3 BÜROSU BOMBALANDI

Yayın hayatına başladıktan 239 gün sonra, yani 2 Aralık gecesi ise bürolarına yapılan saldırılarla kapatılmak istendi. Gazetenin İstanbul Cağaloğlu’nda bulanan merkez bürosu, Kadırga ve Ankara’da bulunan büroları eş zamanlı olarak bombalandı. Bombalı saldırıda gazetenin çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirdi. 23 gazeteci ve çalışan da yaralandı. Ancak istenen olmadı ve Özgür Ülke ertesi gün “Bu ateş sizi de yakar!” manşetiyle saldırılara yanıt verdi. 

Ülke tarihine kara bir leke olarak kazınan saldırı sonrası gazeteye destek büyüdü. Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Latife Tekin, Murathan Mungan ve Lale Mansur'un da aralarında olduğu çok sayıda aydın ve yazar sokaklarda gazetenin "Ülke'ne Sahip Çık” manşetli sayısını dağıttı. 

MGK SONRASI SALDIRI

Saldırı, 3 gün önce toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) gazetenin “bölücü yayınların susturulması” şeklinde hedef gösterilmesinin ardından yaşanmıştı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, miting alanlarında “ölüm listeleri” ve “bertaraf edilecekler” listesiyle açıklamalar yapıyordu. Çiller'in imzasının bulunduğu ve bombalamanın üzerinden 15 gün sonra yayımlanan “gizli” ibareli belgede, gazetenin ismi verilmeden şu ifadelere yer alıyordu: "Bölücü ve yıkıcı faaliyetlere destek verecek şekilde yayın yapan yayın organlarının faaliyetleri son günlerde devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırı şeklini almıştır. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu önemli tehdidin bertaraf edilmesi maksadıyla Adalet Bakanlığı'nca bu kadar suç duyurusu olmasına rağmen hukuken etkili bir şey yapılamamasının nedenlerinin belirlenerek, giderici önlemlerin alınmasına…"  

Saldırın ardından dönemin Hükümet Sözcüsü Yıldırım Aktuna, MGK’de alınan “bertaraf" kararını "doğal" olarak tanımladı. Aktuna, “Türkiye'yi zor durumda bırakmak için kendi kendilerini bombaladıklarını düşünüyoruz" şeklinde sözleriyle de saldırıyı meşrulaştıran bir noktada durdu. Bununla da yetinmeyen dönemin hükümeti, 2 Şubat 1995 tarihinde gazeteyi kapattı. 

ÖZGÜR BASININ DİRENİŞİ

Gazetenin kapatılması özgür basın geleneğini sürdürenleri yolundan caydıramadı. Özgür basın çalışanları sonraki süreçte 30'u aşkın gazeteyi okurlarıyla buluşturdu. Bazısı günü birlik bazısı haftalık bazısı ise açılmamak üzerine kapatıldı. En son 15 Temmuz 2016'daki askeri kalkışma ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile özgür basın geleneğinden gelen çok sayıda televizyon, radyo, gazete, dergi ve haber ajansının kapısına mühür vuruldu. Ancak özgür basın her kapatma sonrası daha da büyüdü. 27 yıl önce bombalamalarla kapatılmak istenen özgür basın geleneği, bugün onlarca yayın organıyla gerçekleri halka ulaştırmayı sürdürüyor. 

Özgür Ülke bombalandığı sırada gazetede haber şefi olan gazeteci İrfan Uçar'la o dönem ve sonrasında yaşanan süreci Mezopotamya Ajansı'na konuştu.

SİSTEMATİK BASKI VE SALDIRI

Üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre Milliyet gazetesinde çalıştığını ve sonrasında Özgür Gündem'in kuruluş sürecinde yer aldığını aktaran Uçar, gazetenin kapatılmasının ardından yayın hayatına başlayan Özgür Ülke'de muhabirlik yaptığını söyledi. Uçar, Özgür Ülke’nin yayın hayatına başladığı döneme işaret ederek, "Çok sistematik, büyük ve akıl almaz bir saldırı dalgası vardı. Bu sadece gazetecilere dönük değildi. Esas olarak halka dönük bir saldırı dalgasıydı. Kürtlere dönük bir saldırı vardı. Gazeteler de saldırıları ve hak ihlallerini yansıtmama konusunda ikna edilmişti. Kimi ceza tehdidiyle kimi şantajla kimi ekonomik vaat ve kredilerle. Bu şekilde bütün basın susturulmuştu” diye kaydetti. 

ÖZGÜR BASININ DURDUĞU YER

Uçar, gazete ve yayın kuruluşlarının ideolojik perspektiflerinden kaynaklı gerçekleri yansıtmadığı bir dönemde özgür basının yaşanan ihlalleri tüm çıplaklığıyla halka ulaştırdığını ifade etti. Uçar, "Özgür basın dediğimiz gazeteler istisnasıydı. Çok kaba olan o şiddet dalgasını çıplak bir şekilde yayınlıyorlardı. Bu nedenle hedef haline gelmişti. Var olan realiteyi yansıttığı için. Gazeteler sansürleniyordu, gazeteciler gözaltına alınıyordu. İşkenceyle öldürülüyordu, hapsediliyordu. Buna rağmen durduramadıklarını gördüklerinde binalarını eş zamanlı olarak bombalandılar. Ayrıca o dönem rahat bulunmayan, sadece istihbarat örgütlerinde bulanan C4 plastik patlayıcılar kullanılarak yapıldı” dedi. 

Uçar, şunları söyledi: “Gerçeğe ve halka olan sadakat çok güçlüydü. O kaba şiddete karşı ya diğer medya gibi susacaktık ya da bunları yazmak gerekiyordu. Biz, ikincisini yaptık. Bu nedenle özgür basın geleneği oluştu. Bir demokrasi, insanlık ve meslek direnişi söz konusuydu. Olağanüstü bir dönemdi. Çünkü gözünü kırpamadan ve ölümün üstüne giderek ‘ben bu gereceği yansıtacağım’ inadı vardı."

BOMBALAMA GÜNÜ

Bombalamanın yaşandığı güne de değinen Uçar, haberi bir arkadaşının kendisine ulaştırdığını aktardı. Uçar, "Çantamı ve fotoğraf makinemi alıp Cağaloğlu’na gittim. Dönemin Emniyet Müdürü Necdet Menzir de oradaydı. Bombalanmanın ardından molozlar caddeye kadar yayılmıştı. Binanın kolonları dışındaki bütünü caddeye taşınmıştı. Saat 05.00 civarıydı. 3 arkadaş vardı. Onlardan birinin durumunun ağır olduğunu ve merkez büronun da bombalandığını emniyet müdüründen öğrendim. Tabi daha sonra Cağaloğlu’daki arkadaşların gözaltında alındığını da öğrendim” dedi. 

Cağaloğlu’dan sonra Kadırga’da bulunan merkez bürosuna gittiğini aktaran Uçar, çıkan yangını fotoğraf makinasıyla çekmeye çalıştığını ancak yapamadığını ifade etti. Uçar, "O an elim fotoğraf makinesine gitmedi. Daha sonra iş bölümü yaptık. Kan revan içinde bulunan arkadaşlarımızla ilgilendik. Daha sonra Atılım, Newroz, Özgür Halk ve şu anda adını anımsayamadığım 5 büroyu eş zamanlı olarak kullanma kararı aldık. Devleti tanıyorduk, tanımaya başlamıştık. Bu nedenle muhabirlerin gözaltına alınabileceğini düşünerek, ‘Kendinizi gözaltına aldırmayın. Haberleri izlemeyi ve gazete çıkarmayı devam edeceğiz’ diye bilgilendirdim” diye konuştu. 

BU ATEŞ SİZİ YAKAR!

Olaydan sonra birçok kesimin kendileriyle dayanıştığını anımsatan Uçar, “Muhabirler hiçbir şey olmamış gibi günlük rutinini sürdürdü. O dönem gençler de fotoğraf makinesi filmlerinin taşınması konusunda yardımcı olmak istemişti. Bu nedenle muhabirin çektiği fotoğrafı birisi gidip alıyordu. Bir yerde fotoğraf seçiliyordu, bir yerde haberler ve başlıklar hazırlanıyordu. Cumhuriyet gazetesinin hakkını yemeyelim; Çeşitli nedenlerle ayrılan ve orada çalışan birçok meslektaşımız gelip rol üstlendiler. Ve o gün ‘Bu ateş sizi de yakar!’ manşeti ile gazeteyi çıkardık.”

‘VARIZ’ GÖZYAŞLARI 

Gazetenin çıkmasının ardından gözyaşlarına hakim olmadıklarını kaydeden Uçar, bombalama sonrası attıkları ilk manşete dair de şunları söyledi: "Devlet bir ateş yaktı. Köy, kasaba, insan, hayvan ve doğayı yakıyorlardı. En nihayetinde bunları yansıtan gazeteyi de yaktılar. Bunun kararını verenlerin çürüyeceğini,  lanetli bir döneme imza attıklarını, yapılan zulmün bir şekilde bilinebileceğini ve onların başaramayacağını göstermek açısından bir başlık gerekiyordu. Biz de o kadar parçalı çalışıyorduk ki birçoğumuz manşet toplantısında yer alamadık. Ancak hepimiz o manşetin bir parçası olduk."

Uçar, şöyle devam etti: “O bombalamayı yapanlara karşı gazeteyi çıkarmak, sanki bir misilleme duygusu yaşattı. Siz taş üstünde taş bırakmadınız, ama yine de biz yılmadık ve var olduk. Bu sisteme karşı verilmiş çok büyük bir misillemeydi, yanıttı. Çok güçlü bir yanıttı. Gazete çıkana kadar hiç kimse tek damla gözyaşı dökmedi. Sonra gözyaşı dökülmeye başladı. 'Biz varız, var olmaya devam edeceğiz' gözyaşlarını döktük."

TARİHSEL SORUMLULUK

“Hiç kimsenin göze almadığı, cesaret etmediği gerçekleri yazıyorduk” diyen Uçar, tarihsel bir sorumluluk üstelendiklerinin bilincinde olduklarını kaydetti. Uçar, “O gün bizimle dayanışan aydınlar, demokratlar ve halk da görüyordu. Bu gazeteyi çıkarıyor olmak ‘yenilmedik, ayaktayız, direniyoruz’ anlamına geliyordu. Bu duyguyu aydınlara, sanatçılara da taşıdık. Ara vermeden var olmanın inadı ve ispatı onlara da sirayet etti. O nedenle onlarda ‘biz bu direnişle yan yana durmalıyız, sahiplenmeyiz’ duygusunu ortaya çıkardı" diye belirtti. 

O dönemin MGK’sinin “savaşı koordine eden bir merkez pozisyonda” olduğuna dikkati çeken Uçar, MGK'den çıkan karara işaret ederek, "Yürütmüş oldukları bu faaliyeti deşifre eden, hukuka aykırılıkların ortaya çıkaran gazeteyi yegane düşman olarak görüyorlardı. Bombalamadan önce gazetenin ‘bertaraf edilmesi, yok edilmesi' yönünde bir karar alındı ve uygulandı. MGK’nin 'savaş planları' ortaya çıkarıldığı için gazeteye savaş ilan edilmişti. Onlarca dava, gözaltı, tutuklama, öldürme ve bombalama yapıyordular. Her şey çok çıplaktı” dedi.

ÖZGÜR BASIN GELENEĞİ

Uçar, Özgür Ülke gazetesinin bıraktığı mirasının ve geleneğin halen sürdürüldüğünü vurgu yaptı. Uçar, devamla şunları söyledi: “O dönem bu gazeteler tekti. Ölümüne gerçekleri yazıyordu. O dönemin kendini özgü koşul ve atmosferi vardı. O gelenek bugün Türkiye dahil Avrupa ve Ortadoğu’da farklı farklı yayınlarda, farklı farklı gazetecilerin heyecanlarında kendisini sürdürüyor. O dönemde atılan tohum tuttu ve çeşitlendi. O tohum bütün dünyaya yayıldı. O ruh hali ve mücadele hala sürüyor." 

MA / Mehmet Aslan