Diyarbakır Belediye Başkanı ve eski HDP Milletvekili deneyimli Kürt siyaseti Osman Baydemir, "AKP-MHP-Ergenekon-Mafya Paktı, Kürt düşmanlığı eylem programının bir parçası olarak, HDP ya kapatılacak veya kapatılmadan beter hale getirilecekti. HDP’yi kriminalize etmek, “dokunan yanar” algısını zihinlere kazımak, belediyelerine kayyum atamak suretiyle belediyelerinin işgal edilmesi, şehirlerin yakılması, insanların vahşet bodrumlarında canavarca hislerle diri diri yakılması, 4 Kasım darbesi, HDP eş genel başkanları ve vekillerinin tutuklanması, vekilliklerinin düşürülmesi, HDP ve bileşeni olan partilerin binlerce üye ve yöneticilerinin tutuklanması ve dahası... planlanmış süreçlerdi. HDP düşman hukukuna maruz kaldı. Uluslararası hukuk literatüründe de bunun adı apaçık düşman hukuku uygulamalarıdır. "dedi.

Baydemir sınır ötesi operasyon ve Federe Kürdistan'daki gelişmelere ilişkin ise "Bence adını doğru belirlemek gerekiyor. Klasik bir askeri operasyonla sınırlı değildir. Bu, kalıcı bir işgal planıdır. Aynı zamanda Güney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırma ve bölünmeye kadar götürecek sinsi bir plandır" dedi.

Baydemir’in Yeni Yaşam Gazetesin'den Hüseyin Kalkan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle: 

Türkiye’nin Kürdistan Federe Bölgesi’ne yönelik askeri operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence adını doğru belirlemek gerekiyor. Klasik bir askeri operasyonla sınırlı değildir. Bu, kalıcı bir işgal planının adım adım uygulama operasyonudur. Aynı zamanda Güney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırma ve kendi içinde bölünmeye kadar götürecek sinsi bir plandır. Bunu biraz açmak gerektiğine inanıyorum: 2014’ü unutmamak gerek. Kobane IŞİD saldırısı ile kuşatılmıştı, her gün ölüm ve sivil katliam haberleri geliyordu. Ankara, sahada çeşitli araçlarla IŞİD’e lojistik destek veriyordu ve “Kobane düştü düşecek” beklentisi en üst ağızdan dillendiriliyordu. Ancak tarihin hiçbir aşamasında gerçekleşmeyen ve Ankara’yı, Tahran’ı öfkelendiren bir inanılmaz gerçekleşmişti. YPG-Peşmerge ve tüm Kürdistan’dan Kürt halkının evlatları kol kola, göğüslerini siper edercesine Kobane’yi, DAİŞ barbarlığına karşı korumayı başardı, Kobane düşmedi. Lakin Kürt halkının ve dostlarının ortak savunması, Kürtlere düşmanlık edenlerin maskesini düşürmüştü... İşte Rojava-Başur işgali, maskesi düşen Ankara-Tahran rejiminin Kobane intikamıdır. Çünkü Kobane savunmasında peşmergenin yer almasının yarattığı ulusal bilinç ve özgüven, bu son operasyonlarla yerle yeksan edilmek istenmektedir.

Çok basit bir denklemle açmak gerekirse; Türkiye hangi saikle Rojava’yı işgal ettiyse, bugün aynı saikle Güney Kürdistan’dadır. Bu, tereddütsüz bir işgaldir ve uluslararası hukuka göre de gayri hukukidir, gayri meşrudur. AKP-MHP-Ergenekon-Mafya Paktı'ndan oluşan Ankara rejiminin “Kürtler asla statü sahibi olmasın” politikasının devamıdır.

İşgalin gerekçesi olarak orada PKK’nin varlığını göstermek bir bahanedir. Asıl amaç, orta ve uzun vadede Kürdistan kazanımlarının aşamalı olarak ortadan kaldırılmasıdır. Ankara-Tahran rejimlerinin işbirliği ile Rojava’yı da kapsayan bir projenin devreye girmesidir. Zira Kürtlerin siyasi statüsünü kendilerinin “beka” sorunu olarak gören bu rejimler, Kürdistan’ın her bir santiminde zor aygıtlarını ve Kürdü Kürde kırdırtma politikalarını devreye koymuş bulunuyorlar.

Türk devleti neyi hedefliyor?

İçeride ve dışarıda meşruluğunu yitirmiş olan Ankara rejimi hem içeride hem de dışarıda varlığını inşa ettiği krizlerle uzatmak, sürdürülebilir kılmak istiyor. Militaristleştirilmiş faşizmle kitleleri peşinden sürüklemek için elverişli daimi düşman politikaları devreye konularak, “bölücülük ve beka” tehdidi etkili bir argüman olarak piyasa sürülüyor. Yeni rejimin gerçekleri altüst etme aracı olarak kullandığı basın, her zamankinden daha fazla yalan haber üretmekte ve böylelikle menfaat çevrelerinde yoğun alıcı bulan bu argüman, içeride ve dışarıda her türlü hukuksuzluk ve vicdansızlığa kitle desteğini de sağlamış oluyor. İşlenen savaş suçlarında uygulanan cezasızlık politikası, her daim ellerinin altında sayısız katili ve potansiyel katilleri de bulunduruyor.

Dolayısıyla Güney'deki operasyonun temel amacının, Kürdü Kürde kırdırtma olduğu açıktır. Güney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırma ve Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etme hedeflidir.

Operasyon, Ankara ve Tahran’ın karanlık dehlizlerinde hazırlanmış işbirliği ve iş bölümü ile devrededir. Ankara rejiminin PKK gerekçesi uluslararası tepkiyi sınırlama ve Güney Hükümeti üzerinde baskı oluşturma bahanesinden ibarettir. Esas hedef, Şengal-Musul ve Kerkük’ü de kapsayan yayılmacı politikadır.

Bu operasyonun son ermesi için nasıl bir strateji, nasıl bir siyaset izlemek gerekir?

Kürt düşmanlarının asıl amacının teşhiri ile başlamak gerekir. Kürtleri bekleyen tehlike ve durumun ciddiyetini kavramak, ulusal ve uluslararası duyarlılığı artırmak gerekir. Zira operasyona uluslararası güçlerin sessizliği de hayra alamet değildir. BM ve NATO nezdindeki Güney Kürdistan parti ve otoritelerinin girişimlerinin Kürdistan kamuoyunda kıymetli olacağı ve etkili sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim. Aynı şekilde Irak Cumhurbaşkanı sayın Berhem Salih’in tutumu tarihe önemli bir not olarak düşecektir.

Tahran-Ankara “şer” politikasının temel amaçlarından biri olan gerilla ve peşmerge güçlerinin karşı karşıya gelmesini engellemek, boşa çıkarmak, bırakujiyi önlemek, herkesin temel yurtseverlik görevi olmalıdır.

Tüm tarafların “Gerilla ve peşmerge kardeştir; bir daha asla bırakuji olmayacak” şeklindeki deklarasyonu, Ankara-Tahran hattının beklentisini boşa çıkarmakla sınırlı kalmaz; işgale olan uluslararası sessizliği de bozacaktır. Böylesi bir deklarasyon, sürecin, tarafların kontrolünden çıkmasını önleyeceği gibi Kürdistan kamuoyunda ulusal birlik duygusunu ve Kürdistani kazanımlara sahip çıkma duygusunu da güçlendirecektir.

Ve tüm bunlar aslında Türkiye halklarının da temel talebi ve beklentisi olmalıdır. Zira savaş politikalarının halkları nasıl da çöküntüye uğrattığı görülmelidir. 

Bu operasyondan sonra KDP’nin başlattığı hareketi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ankara ve Tahran, tarih boyunca Kürtlere karşı gayri nizami ve gayri ahlaki bir savaş yürüttü. Ancak ana akım Kürt partilerinin henüz ulusal ittifaka, ortak ulusal vizyona, üzerinde mutabık oldukları ulusal stratejiye sahip olmamaları, işgalcilerin tasfiye ve kardeşi kardeşe kırdırtma politikalarını uygulamada fütursuzlaşmalarına yol açtı.

Gerilla ve peşmerge aynı mazlum milletin evlatlarıdır ve kardeştirler demek, hiçbir Kürdistani güç açısından zor olmamalıdır. Hatta diğer halkların ve temsilcileri açısından da böyle olmalıdır. Ankara’nın, PKK’nin varlığını gerekçe göstermesinin bir aldatmadan ibaret olduğunu açığa çıkarmak hiç de zor değil. Zira çözüm süreci başladığında bizzat Ankara’nın Güney hükümetinden talebi, gerillanın Kandil’e çekilmesinin kolaylaştırılması olmuştu. Herkesin bildiği ve sır olmaktan ziyade, Güney Kürdistan hükümetinin barış sürecine sunduğu değerli katkılardan birisi de buydu. Şayet Ankara’nın amacı test edilmek isteniyorsa işgale son vermesine ve sorunun yegane meşru çözüm yolu olan diyaloga davet edilmelidir. Diyalog çağrısına Ankara’nın vereceği yanıt, gerçek niyeti ziyadesiyle açığa çıkaracaktır. 

Kürt siyasi partileri arasında ideolojik ve yer yer hegomonik sorunlar olduğu herkesçe biliniyor. Lakin hiçbir sorun yoktur ki diyalog ile çözülmesin. Çatışma, kabul edilemezdir. Hiçbir gerekçe gerilla ve peşmergenin birbirinin canına kastedecek bir çatışmayı mazur kılamaz.

Kürt anneleri için gerilla-peşmerge ayırımı yoktur inancını taşıyorum. Geçtiğimiz günlerde Murat Karayılan’ın yaptığı kardeşlik çağrısına Güney Kürdistan meşru otoritelerinin kayıtsız kalmayacaklarına inanıyorum. Yüz yıldır Kürdistani güçlerin ödediği bedellerin, Kürt halkında bir sağduyu feraseti oluşturduğuna inanıyorum. Halkın sesine ve vicdanına inanmamız pek çok sorunu aşmaya katkıda bulunacaktır.

Güney Kürdistan Parlamentosu, Hükümeti, Başkanlığı, peşmergesi ve tüm siyasi partileriyle hukuki ve meşru yapılardır. Kuzeyli kardeşlerinden gelen diyalog ve kardeşlik çağrısına olumlu yanıt verilmesi, milyonlarca Kürdistanlının beklentisidir. Sayın Başbakan'ın, Sayın Bölge Başkanı'nın bu çağrıya yüksek bir hassasiyet ile yaklaşacaklarını umut ediyorum. Kak Mesut Barzani’nin evsahipliğinde olası bir çatışmayı önleyici Ulusal Strateji konferansı acilen toplanmalıdır. Kürtler arası çatışmayı önleyecek, diyalog ve uzlaşma inşasında Kak Mesud’un tarihi misyon yüklenmesi, aynı şekilde milyonlarca insanımızın beklentisidir.

Ne olursa olsun tarafların diyalog kanallarını açık tutması, provokasyonları önlemede hayati önem arz etmektedir. Kürt medyasının dili, ayrıştırıcı ve gerginliği tırmandırıcı bir dil olmamalı; tam tersine tarafları diyaloga teşvik eden, buna zorlayan bir misyon üstlenmelidir. Bugüne kadar çeşitli platformlarda barış ve diyalog sarf eden kişi ve kuruluşlara da içtenlikle teşekkür ediyorum. Ankara ve Tahran’ın pusuda kardeş kavgasının başlamasını beklediğini hiçbir zaman hafızalardan çıkarmamak gerekir.

Kürtler arası çatışma ne gibi sonuçlar doğurur?

Taraflar ve tüm Kürdistani güçler, Ankara-Tahran politikasını boşa çıkarma gibi tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Herkes ateşe su dökmelidir. Tahrik dilinden tarafların ısrarla kaçınması gerekir. Kimin haklı kimin çok daha haklı olmasından bağımsız olarak olası sıcak bir çatışma engellenmelidir. 

Haklı ve haksızdan bağımsız olarak “xukuji”, Kürdün yeni fermanını beraberinde getirecektir. Yeni Enfaller, yeni Şengaller, yeni Kerkük ve Efrinler, yeni Dersim ve Koçgiriler istenmiyorsa bu kardeş kavgası politikası boşa çıkarılmalıdır. Xukuji aynı zamanda Kürt halkının millet olma bilincine de saldırı olacaktır. Xukuji, Kürt annelerine saygısızlık olarak tarihe geçecektir.

Biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi, HDP’nin kapatılmasını talep eden iddianameyi kabul etti. Kobane davası da sürüyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi'nin HDP’yi kapatma iddianamesinin kabulü, Rojava-Güney işgali politikasının parçası niteliğindedir. Kürt siyasal varlığının tümden yok edilmesi programının bir aşamasıdır.

AKP-MHP-Ergenekon-Mafya Paktı, Kürt düşmanlığı eylem programının bir parçası olarak, HDP ya kapatılacak veya kapatılmadan beter hale getirilecekti. HDP’yi kriminalize etmek, “dokunan yanar” algısını zihinlere kazımak, belediyelerine kayyum atamak suretiyle belediyelerinin işgal edilmesi, şehirlerin yakılması, insanların vahşet bodrumlarında canavarca hislerle diri diri yakılması, 4 Kasım darbesi, HDP eş genel başkanları ve vekillerinin tutuklanması, vekilliklerinin düşürülmesi, HDP ve bileşeni olan partilerin binlerce üye ve yöneticilerinin tutuklanması ve dahası... planlanmış süreçlerdi. HDP düşman hukukuna maruz kaldı. Uluslararası hukuk literatüründe de bunun adı apaçık düşman hukuku uygulamalarıdır. 

Cezasızlıkla donatılan suç aygıtları her gün insanlık dışı uygulamalarına yenilerini eklediler. Lakin Kürt halkı geri adım atmadı, sinmedi, teslim olmadı. Seçmen eğilimi değişmedi. Ve cellat, rasyonalitesini yitirmiş bir vaziyette baskının dozunu her geçen gün artırmaya devam ediyor ve meşruluktan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor...

AKP, 15 Temmuzu da fırsat bilerek ve gerekçe göstererek kendi darbesini gerçekleştirdi ve nihayet Faşizm Paktı olarak tanımlayabileceğimiz kendi rejimini inşa etti. Bu rejim, tüm zor aygıtlarını da yanına alarak ve dahası; yasama, yürütme, yargı ve medyayı da zor aygıtlarına dönüştürerek hiçbir zaman iktidardan ayrılmayacakmışçasına fütursuzca bir baskı rejimi uyguladı. Kürtler bu rejimin de en ağır bedel ödeyeni oldu. 

Hiçbir meşruluğu kalmamış Faşist Pakt geçmişe dair barış hafızasını da yok etmek istiyor. Ankara’da devam eden Kobane dosyası hem HDP’den intikam alma, hem de çözüm sürecinde oluşan barış-diyalog hatıratını da kriminalize etme amacını taşıyor. Yani köprüler tamamen yıkılıyor ki ortaklardan biri bir daha asla böyle bir barış çabasına kalkışmasın... Hatta zamanı geldiğinde ve Faşizm Paktı'nın ortaklarının bir diğeriyle karşıtlaşma zemini doğduğunda (AKP yetkililerinin) çözüm sürecinden dolayı yargılanabileceği bir zemin de oluşturuluyor. 

Asla unutmamamız gereken, su ve hava kıymetinde olan bir gerçek var ki Faşist Pakt Rejimi'nin hiçbir kurumunun meşruluğu Kürt halkı için kalmamıştır. Tüm hukuk mekanizmalarının rafa kaldırıldığı, kirlendikçe gaddarlaşan bir rejimle karşı karşıya toplum.

İktidar blokunun hedef göstermeleri sonucu, HDP İzmir İl Örgütü saldırıya uğradı ve Deniz Poyraz yaşamını yitirdi. Bu saldırı ile birlikte içine girdiğimiz süreci değerlendirir misiniz?

Kirlendikçe gaddarlaşan, gaddarlaştıkça rasyonelliğini ve devlet olma vasfını yitiren bir rejim ile karşı karşıyayız. HDP İzmir il örgütüne yapılan silahlı terör saldırısının zamanı, failin kimliği, failin Rojava’da katıldığı terörist faaliyetler, saldırganın kardeşlerince “Abicim ismin neydi?” şeklinde gözaltına! alınış seremonisi, teröristin sorgulanmadan, içinde bulunduğu hukukdışı yapısının kimlerden oluştuğuna dair etkili tek bir soruşturma yürütülmeden birkaç saat sonra cezaevine nakli, bu saldırının devlet terörü olduğunu, yeni bir şiddet dalgasının da uyarı fişeği olduğunu gösteriyor. Bu ülkedeki hiçbir siyasi cinayetin bireysel cinayetler olmadığını bilebilecek kadar aleni bir tarih yaşandı hepimizin tanıklığında...

IŞİD hücreleri, militarist faşist güruhlar, SADAT’çılar ve istihbari operasyon hücrelerinin yurt içinde ve yurt dışında eylem hazırlığında olduklarını bilmek için kahin olmaya gerek yok. 

5 Haziran Diyarbakır mitingi, Temmuz Suruç saldırısı ve iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polisin evinde elleri bağlı başlarına kurşun sıkılmış bir şekilde ölü bulunması, Ankara Gar katliamı, dosyalara yansıyan yazışmalardan da anlaşılacağı üzere bu saldırıların tamamının devlet organizasyonu olduğu gerçeğini hatırlayarak, İzmir HDP'ye yöneltilen saldırıyı bir daha ve yeniden okumak lazım. Faşist Pakt ömrünü kan dökerek ve 15 Temmuz benzeri bir şiddet pornografisini Türkiye’nin batısına da yayarak ama özellikle de Kürtler ve Alevilere saldırı zeminini oluşturarak, rejimini kalıcılaştırmak istiyor. Krizler yaratmak ve derinleştirmek, bir krizin etkisi geçmeden yeni bir krizi yaşatmak, zaten vicdanen ve ahlaken düşürülmüş olan toplumu sorgulamayan bir enkaz haline dönüştürüp yönetmek...

Peki Faşizm Paktı'na karşı direnecek, mukavemet gösterecek, HDP ile aynı fotoğraf karesine girmeyi göze alacak bir demokrasi cephesi var mı? Oluştu mu? Oluşur mu? Bu sorunun yanıtını maalesef Erdoğan-Bahçeli belirliyor...

Devlet Bahçeli’nin, saldırıda yaşamını yitiren Deniz Poyraz ile ilgili söyledikleri nasıl yorumlarsınız?

Devlet Bahçeli’nin HDP’ye terör saldırısını ve Deniz Poyraz’ın katledilmesi ile ilgili yaptığı açıklama bir azmettiricinin cinayeti meşru gösterme çabasının ötesinde, saldırının bizatihi devlet politikası olduğunun mesajının alenen verilmesi idi. Cinayet, faşist paktın eş sözcüsünce üstlenilmiştir... Peki nedir bunca fütursuzluğun hikmeti, nasıl olur da alenen böyle bir cinayet işlenir? Cezasızlık rejimi ve maktulün Kürt kimliği. Faşist bloğun karşısında (HDP ve muhalif birkaç parti hariç) gerçek bir demokrasi cephesinin olmayışı... 

Saldırının İzmir’de gerçekleşmesinin bir boyutu da, erken seçim isteyenlere ve çözümü erken seçimde görenlere, seçimin ve olası ittifakların bedelinin ne olacağının mesajı verilmiş oldu. Aynı zamanda olası bir seçimin hangi şartlarda geçeceğinin parametreleri ortaya konuldu. Kürdün ölüsü üzerinden dağınık olan muhalefete verilen bu mesaj, maalesef muhalefet tarafından layıkı ile cevaplanmadı. 

Örneğin, bu cinayeti olumlayan iktidar Bahçeli ve Perinçek gibi gayri resmi ortakları hakkında milyonlarca suç duyurusu dilekçeleri HDP dışındaki tüm muhalefet partileri tarafından verilseydi, daha fazla umutlu olmamızı sağlarlardı. Lakin mevcut haliyle bu insanlık dışı katliama rağmen, HDP ile aynı fotoğraf karesine girmeyenlerden ne demokrasi adına ne de birlikte yaşam adına, ne de faşist saldırılara mukavemet etme adına umuda kapılmanın yeni hayal kırıklıklarını beraberinde getirebileceğini söyleyebilirim. 

Umutsuzluğa kapılmadan, muhalefetin mevcut rejim ile kesişen yani ortaklaşan yanlarını doğru tespit etmemiz gerekir. Unutmamamız gereken bir diğer husus da, Türkiye toplumunun vicdan ve adalet duygusunun çökertildiği bir topluma dönüştürülmesidir. Maalesef muhalefete oy veren bir kesim dahi Kürt sorunu konusunda iktidar gibi düşünmektedir. Rejim bundan dolayı, HDP dışındaki muhalefetin HDP’ye dair alacağı pozisyonunu belirleme gücünü kendinde görebilmektedir. 

Bu ahlaki ve vicdani çöküntü, öte yandan Kürt toplumuna da dayatılmak isteniyor. Bağlar kayyumu şahsında bir sınıf yaratılmak istenirken; Güney'de de bırakuji provoke ediliyor; tam bir kuşatma hali söz konusu. Bu kuşatmayı kıracak en etkili mekanizma ulusal ittifaktır. Bırakın bırakujiyi; Kürdün ulusal ittifak dışında faşizmi ve işgali durdurmasının başka yolu şimdilik görünmemektedir. Ortak ulusal akla ve ortak ulusal vicdana ihtiyaç, elzemdir. Bir araya gelecek siyasi tarafların, Kürtlerin her bir parçasının hassasiyetini gözeten; aynı zamanda ortak akıl ve vicdanla süzgecinden geçirmiş ulusal bir strateji belirleyebilmelidir.

Kobane ruhu bir kez daha oluşturulabilir. Hem Güney'in kazanımlarını koruyan ve kollayan; hem de kardeşler arası hukuk oluşturan ve işgali durduran bir duruş oluşturmak imkansız değildir; yeter ki diyalog kanalları açık tutulsun.