Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki hak ihlallerinin sona ermesi için cezaevlerinde 50’nci gününde devam eden açlık grevlerine ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi.

HDP Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, açlık grevlerinin temel sebebinin Öcalan ve tüm tutukluları üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve cezaevindeki hukuksuzluklara son verilmesi olduğun belirtti. Koçyiğit, “İktidarın karşısında yer aldığı için cezaevlerine doldurulan binlerce siyasi tutsak, 50 gündür iktidara ‘hukuka uyması, anayasaya riayet etmesi, ayrımcılıktan ve keyfi uygulamalardan vazgeçmesi, işkence başta olmak üzere işlediği suçlara son vermesi’ talebiyle direniyorlar. Tutsaklar iktidarı hukuka, demokrasiye ve insan haklarına davet ediyorlar. Bu taleplerin tamamı meşru, hukuki ve demokratik taleplerdir” dedi.

‘HİÇBİR HUKUK SİSTEMİNDE YERİ YOK’

Asrın Hukuk Bürosu’nun açıkladığı 2020 Yılı İmralı Raporu’nda yer alan ihlallere değinen Koçyiğit, şöyle devam etti: “İmralı cezaevi, Sayın Abdullah Öcalan ve adadaki diğer tutsaklar başta avukat, aile bireyleriyle görüşme, telefonla görüşme, ile mektup, faks ve her türlü iletişim aracılığı ile haberleşme hakkı olmak üzere tüm yasal hakları ortadan kaldırılarak tam teşekküllü tecrit uygulamasına geçilmiş, hapishane haline getirilmiştir. Hiçbir hukuk sistemde yeri ve dünyada örneği olmayan İmralı sistemi dönem dönem cezaevlerinde, açlık grevleri başta olmak üzere kimi protestolara sebep olmuştur. Zira 2018 yılında, İmralı tecrit sistemini protesto etmek için Sayın Leyla Güven’in öncülüğünde gelişen ve yaklaşık 200 gün süren ve dünyanın birçok yerinde üç bine aşkın insanın açlık grevine başladığı ve ölüm oruçlarına evrilen bir greve tanıklık ettik. Fakat 2020 yılında bu kapı kapatıldı. Biri İmralı’da çıkan yangın diğeri de pandemi gündeminden kaynaklı, kamuoyunun kaygısı ve yoğun baskısı üzerine, olağanüstü koşullarda 3 Mart’ta aile ziyareti ve 27 Nisan’da da telefon görüşmesi imkânı sağlanmıştır.”

‘TECRİT İŞKENCEDİR’

Tecridin işkence olduğunu dile getiren Koçyiğit, tecridin Öcalan’a dönük sistematik hale getirildiğini belirtti. Bu durumun insanlığa karşı suç olduğunu ifade eden Koçyiğit, “Tecrit işkence suçudur; evrensel hukukun, anayasanın askıya alınmasıdır. AKP iktidarının tecrit uygulamasıyla ‘işkence yasağını’ çiğnediği ve bu konuda sistematik bir şekilde suç işlediği başta CPT olmak üzere çeşitli uluslararası kurumlar tarafından belgelenmiş ve defalarca Türkiye hükümetinin bu işkenceden ve suçtan vazgeçmesi çağrıları yapılmıştır. Ancak AKP bu çağrılara uymadığı gibi, İmralı’da uyguladığı tecridi bugün bir yönetim biçimi haline getirmiş ve sistematik olarak bütün Türkiye’de uygulamaya koymuştur. Yani istisna genelleşmiş ve sistematikleşmiştir. Biliyoruz ki tecrit, iktidarın savaş, soygun, talan ve sömürüye yaslanan yönetim biçimini hayata geçirmek için başvurduğu bir yöntemdir” dedi.

‘TOPLUM NEFES ALDI’

Koçyiğit, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tecrit, nereden taraf olduğun noktasından bakıldığında bir savaş ve barış meselesi, siyasi alanda demokrasi ve otoriterlik; ahlaki açıdan ise, iyilik ve kötülük meselesi olarak düşünülebilir. Türkiye’de ne zaman tecrit politikasına ara verilmişse toplum rahat nefes almış ve ülke çözüme her zamankinden daha fazla yaklaşmıştır. 2013-2015 yılları arasında İmralı’da başlayan kısıtlı çözüm ve müzakere süreci bile ülkenin baharı yaşamasına ve bu baharın coğrafyada bir iklim haline dönüşeceği yönünde umutlar yeşermesine yetmiştir. İşte tecrit politikası, insanların birbirini dinlediği, anlamaya çalıştığı bir siyasi atmosferde bahar havasını soluyanlara karşı başlatılan açık bir saldırıdır. Halklar ve toplum nefes almasın, savaş politikaları altında ezilsin diye yeniden ve yeniden hayata geçirilen bir uygulamanın adıdır.”

‘POLİTİK BİR İTİRAZ’

Tecridin İmralı sınırlarını aştığını ve beraberinde ağır sorunları da getirdiğini vurgulayan Koçyiğit, “Bizim tecride karşı duruşumuz barışa, çözüm ve müzakereye verdiğimiz destektir ve bu politikamızı da ısrarlı bir şekilde sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz. Tutsaklar direnişle bir yandan kendi haklarını savunurken; aynı zamanda Türkiye’nin otoriter ve baskıcı bir yönetime teslim olmasına karşı da güçlü ve ahlaki, politik bir itirazda bulunuyorlar. Cezaevleri Türkiye’de her zaman baskıların, saldırıların, hak gasplarının ve işkencelerin merkezi olmuştur. Ne yazık ki bugün yaşanılan durum her zamankinden daha ağır ve katlanılmaz hale gelmiştir. Cezaevlerinde bulunan tutsaklara karşı ‘tecrit içinde tecrit’, ‘cezaevi içinde cezaevi’ uygulanıyor” dedi.

CEZAEVİNDEKİ HAK İHLALLERİ

Hasta tutukluların durumu ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine değinen Koçyiğit, “Yaşamsal faaliyetlerini bir başına gerçekleştiremeyeceği raporlarla belgelenmiş olan ağır hasta mahpusların cezaevlerinde ölüme yürümesine göz yumuyor ya da onları ölüme terk etmekte bir beis görmüyor. Pandemi koşullarında bir korunma yöntemi olarak ‘hijyen’ imkanları bulunmayan, bu imkanlardan mahrum bırakılan siyasi tutsaklar adeta ölüme terk edilmiş durumdadır. Salgına karşı toplumu, tutsakları korumayan iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu iktidar aklı bunları yapmazken muhalefetin sesini kısmanın, içeride tutsakların yaşam alanlarını sınırlandırmanın, haklarını budamanın; yani saldırıların, hak gasplarının gerekçesi yapıyor. Onur kırıcı ve son derece ahlaksızca olan çıplak arama işkencesini, gözaltı merkezlerinden başlayarak cezaevlerinde yaygınlaştırıyor. Kameralarla tutsakların yaşam alanlarını gözetliyor aynı zamanda tek kişilik hücre ve disiplin cezalarıyla ‘zindan içinde zindan yaratılmaya’ çalışılıyor” ifadesinde bulundu.   

İYİ HAL KURULU

Koçyiğit, cezaevlerinde son zamanlarda yaşanan en önemli hak ihlallerinden birisi de ‘‘İyi Hal Kurulu’’ uygulamasıyla infazı biten tutukluların keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilmesi olduğunu belirtti. Koçyiğit, “Oluşturulan İyi Hal Kurulu’nda, savcı ve hapishane görevlileri, mahpusların şartlı tahliye tarihi öncesinde rapor hazırlıyor ve değerlendirme yapıyor. Siyasi mahpuslara, ‘pişmanlık’, ‘itirafçılık’ gibi aşağılayıcı kirli politikalar dayatılıyor. Sırf siyasi görüşünden kaynaklı, çıplak arama uygulaması gibi cezaevinin insanlık dışı uygulamalara direnenler, açlık grevlerine katılanlar hakkında olumsuz raporlar veriliyor, infazlarının önüne geçiliyor. Kurulda baro görevlisi veya hükümlünün avukatı bulunamıyor. Yani tek taraflı yargısız infaz süreci iyi hal kurulları eliyle hayata geçiriliyor. Bu raporlar iki kez uygulanabiliyor ve her seferinde 6 ay olmak üzere şartlı tahliye tarihi 1 yıla kadar ertelenebiliyor. Aslında mahpuslar yeni bir ceza ile karşı karşıya bırakılıyor. Bu çok büyük bir insan hakkı ihlali olmakla beraber kişiyi hürriyetinden mahrum bırakma suçudur” diye belirtti. 

 ‘TALEPLERİ TALEBİMİZ’

Tutukluların taleplerini sahiplendiklerini aktaran Koçyiğit sözlerini şöyle tamamladı: “Duyarsızlığın iktidarın saldırganlığına ortak olmak anlamına geldiğinin farkındayız. O yüzden tutsakların dile getirdiği taleplerin tamamını sahipleniyoruz, ‘talepleri taleplerimizdir’ diyoruz. Ayrıca açlık grevi direnişi hepimize büyük bir vicdani sorumluluklar yüklüyor. Tutsaklar başka türlü kendilerini ifade etme imkanları kalmadığı zaman bedelleri ağır olan ‘açlık grevi’ direnişine başvuruyorlar. Çok geç olmadan ve tekrar aynı noktaya gelmeden, yeni can kayıplarını yaşamamak için toplumsal muhalefet güçleri olarak harekete geçmek zorunda olduğumuzun altını çizmek istiyoruz. Parti olarak bu konuda daha önce gösterdiğimiz duyarlılığı daha güçlü bir şekilde göstereceğimizi belirtiyor, bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz. Beklentimiz hukuksuzluk ve saldırıları yürüten iktidardan değildir, aslında temel beklentimiz toplumsal güçlerden, demokrasi yanlılarındandır.”