Takvim yapraklarının 22 Ekim 1993’ü gösterdiği o Cuma sabahı aniden silah sesleri yükseldiğinde, Diyarbakır’ın Lice ilçesi sakinleri, bu sese o kadar alışmıştı ki kimse pek aldırış etmemişti. Saatler 09.20 gösterdiğinde silah sesleri çoğalıp, öncekilerden farklı olarak evlerin üzerinde helikopterler dolaşmaya başlamıştı. İlerleyen dakikalarda ilçenin güneyinde yer alan Dibek (Derxust) köyüne doğru top atışı yapılmaya başlanmıştı. Bir süre sonra ise Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın’ın, geldiği Lice Asayiş Bölük Komutanlığı yerleşkesinde suikastla öldürüldüğü duyuldu. 

4’Ü ÇOCUK 15 SİVİL KATLEDİLDİ

Aydın’ın öldürülmesinin ardından siyah dumanların yükselmeye başladığı ilçede, 3 gün boyunca devam eden olaylarda, 1 yaşındaki Suna Cantürk, 3 yaşındaki Dilbirin Cantürk, 11 yaşındaki Hüseyin Cantürk, 8 yaşındaki Emine Kıraç ile birlikte 1’i asker 16 insan yaşamını yitirdi, yine 401 ev ve 242 işyeri yakıldı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bahtiyar Aydın’ın ölümüne dair “Kaza kurşunu ile komutanı kaybettik” derken, Lice’ye gelmek isteyen Başbakan Tansu Çiller ve Deniz Baykal polis ve askerlerce ilçeye sokulmamıştı. Devletin Bahtiyar Aydın'a yönelik suikastın faili olarak işaret ettiği PKK, ilçeden yaşanan olayların ardından yaptığı açıklamada suikastla ilgilerinin bulunmadığını duyurdu.

Aynı yıl “Yüksekova Çetesi” olarak bilinen paramiliter yapı içerisinde yer alan bir isim, alınan ifadesinde Aydın'ın JİTEM adına çalışan itirafçılar tarafından öldürüldüğü beyanlarında bulunmasına rağmen JİTEM iddialarını reddeden Genelkurmay, Aydın suikastıyla ilgili PKK’yi suçlamaya devam etti. 

Lice’de yaşanan katliam, onlarca tanığa rağmen soruşturulmadı. 1996 yılına gelindiğinde ise “örgüte yardım ve yataklık” suçlamasıyla tutuklanan ilçe sakinlerinden Mehmet Emin Özkan, yargılama aşamasında Lice’deki olayla bağı kurularak katliamın faili yapıldı. 

KATLİAM GÜNÜ MERSİN’DEYDİ 

Lice katliamından bir yıl önce 1992’de, ailesiyle birlikte yaşadıkları ilçeye bağlı Sisê (Yolçatı) köyünün yakılması nedeniyle önce Adana’ya, oradan da Mersin’e göç eden Mehmet Emin Özkan, işkence altında üzerine ifade veren iki kişinin bu beyanlarını daha sonra geri çekmelerine rağmen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'a yönelik suikasttan sorumlu tutularak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Özkan’ın cezaevinde olduğu 2013 yılında, çözüm sürecinin de etkisiyle zaman aşımına uğramaması için Bahtiyar Aydın soruşturması dosyasını raftan indiren Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın karşısına, bu kez suikastın arkasında cinayetin JİTEM olduğu gerçeği çıkar. Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ hakkında "taammüden öldürme", "halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik", "cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 24 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanır. 

‘OPERASYONA ÇIKAN ASKERLER YAPTI’

Hazırlanan iddianameyi kabul eden Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuksuz iki sanık hakkındaki yargılama 2013'te başladı. Görülen duruşmalarda dinlenen davacı tanıkları ve o dönem ilçede görev yapan birçok resmi yetkili, 22 Ekim 1993'te Lice'de herhangi bir çatışmanın olmadığını ve ilçede yaşanan tahribatın "operasyona çıkan askerler tarafından" yapıldığını anlattı. Diyarbakır’da görülen yargılama “güvenlik” gerekçesiyle önce Eskişehir'e, daha sonra İzmir'e nakledildi. 

Sanıklardan Tünay Yanardağ’ın dava devam ederken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmesi üzerine, tek sanık olarak Eşref Hatipoğlu kaldı. Davaya bakan İzmir 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi, 8 Aralık 2018'de görülen karar duruşmasında davanın tek sanığı olan Eşref Hatipoğlu’nun üzerine atılı tüm suçlardan beraatine karar verdi. Müşteki avukatlarının itirazıyla yerel mahkemenin beraat kararı Yargıtay'a taşındı.

Katliamla ilgili suçlanan 81 yaşındaki Mehmet Emin Özkan ise yaşadığı ağır sağlık sorunlarına rağmen 24 yıldır cezaevinde. 

AV. ÇELEBİ: ASIL FAİLLER KORUNDU

Mehmet Emin Özkan’ın avukatı Serdar Çelebi, Lice’de yaşananlarla ilgili etkin bir soruşturma yapılmadığını ve yaşananların hala cesurca tartışılmadığını belirtti. 16 kişinin yaşamını yitirdiği olayın üstünün örtülmeye çalışılıp, asıl faillerin korunduğunu söyleyen Çelebi, katliamla ilgili Özkan dışında tek bir failin bulunmamasına işaret etti. Çelebi, “Aslında gerçek faillerin bulunmayacağını görüyoruz. Çünkü 90’lı yıllarda yaşananların ‘failleri’ bulunup, bir şekilde dosyaları kapatılıyor. Mehmet Emin Özkan’ın başına gelenler de böyle bir şeydi” diye belirtti.

Özkan’ın olay sırasında Mersin’de yaşadığını ve buna dair delillerin olduğunu kaydeden Çelebi, “Bu olay hiçbir zaman savcılıklar tarafından etkin soruşturmaya tabi tutulmamış. Bu olayda o dönemin kolluk kuvvetleri, gerek örgütten kopan kesimler, gerekse yakalanan örgüt militanlarından işkence ile bazı beyanlar almıştı. Dosyamızda da buna benzer iki tanık var. Daha sonra da mahkeme de ifadelerinin işkenceyle alındığını ve beyanlarını kabul etmediklerini söylemişler. Ancak hiçbir şekilde dikkate alınmamış, çünkü fail arıyorlardı ve maalesef Mehmet Ali Özkan da bunun faili yapıldı” dedi. 

Av. Çelebi, katliamla ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2013 yılında hazırladığı iddianamede olayda bahsi geçen iki askerin yargılanması üzerinde de durdu. Çelebi, bu konuda şunları dile getirdi: “O iki asker hakkındaki iddianamede, bir ilçenin yakılmasına rağmen askerlerin ifadesine başvurulmadığına, olayda başka silahların kullanılmadığı ve çatışma yaşanmadığına, olayda belediye binası ve Kürt siyasi parti binasına yönelik atışların yapıldığına, bunun örgüt tarafından yapılmadığı, aksine devlet içindeki yapıların bunu gerçekleştirdiğine dair tespitler vardı. O iddianamede de Mehmet Ali Özkan ile ilgili kısmı, Özkan’ın sadece itirafçıların ifadeleriyle cezalandırıldığı ama onun dışında bir dosyanın olmadığı, verilen kararların gerekçelerin tatmin edici olmadığı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tespit edildi.” 

‘MAHKEME SERBEST BIRAKMAYA KORKUYOR’

İddianameden yola çıkarak Özkan’ın yeniden yargılanması için mahkemeye başvurduklarını belirten Çelebi, sonrasında yaşananları ise “İnfazının durdurulması ve serbest bırakılmasına yönelik talebimiz oldu. Yeniden yargılama talebimiz kabul edildi. Ancak bir türlü infazı durduramadık. Sanırım mahkeme 24 yıl haksız yere tutukladığı birini serbest bırakmaya korkuyor. Ama suçla ithamın ağırlığı tek başına infazı durdurup, hakimin vermesi gereken kararın önünde engel. Onun dışında talebimizin kabul edilmemesi için bir gerekçe görmüyoruz. Sadece yasaya uygun cesaretli hakimler lazım bize” sözleriyle dile getirdi.

Mehmet Emin Özkan’ın oğlu Mahmut Özkan ise 24 yıldır haksız yere cezaevinde tutulan babasının yaşadıklarına ilişkin “Bir suçlu aradılar, babamı seçtiler” sözlerini sarf etti.

‘O YANGIN HALA İÇİMDE’ 

Lice’deki yangının nasıl başladığını gören olaya tanık birçok yurttaş vardı. Bunlardan biri de o yıllarda Lice’de öğretmen olan Mahmut Cantekin’di. Demirçelik İlkokulu’nda öğretmenlik yapan Cantekin, okulda bulunan 250 öğrenci ve 7 öğretmen ile birlikte bir ilçenin yanmasına tanık olur. 

“Kapıya cama kurşun değdi unutulmaz, 

iki gündüz bir de gece

çayır cayır yandı Lice,

vahşet yalnız iki hece, 

zulüm dağdı unutulmaz unutulmaz” 

Lice’den yangınlar yükselirken, bu dizeleri yazan Cantekin, o yıllara dair tanıklığını, “O yangın hala içimde” sözleriyle anlattı. Cantekin, o gün yanına aldığı kızları ve öğrencileri ile birlikte okulda oldukları saatte dört bir yanından kurşun yağar. Can güvenliklerini sağlamak adına öğrencilerini okuldan daha güvenli bir yere götürmek için kimi girişimlerde bulunmak isteyen Cantekin, birkaç kez ölüm ile burun buruna gelir. 

“Birçok evin önünde kurusun diye tütün yaprağı asılıydı. Her evin önünde de tandır yakmak için getirilmiş kuru dallar ve odunlar vardı. Panzerin attığı mermiler önce kuru tütün ve dalları tutuşturdu” sözleriyle o günü anlatmaya başlayan Cantekin, daha sonra okulun etrafındaki barakaların yanmaya başladığını belirtti. 

VAHŞETİN PERVASIZLIĞI

Cantekin, üzerinden 27 yıl geçen o güne dair tanıklıklarını şöyle anlattı: “Öğretmenleri ve öğrencileri koridorun penceresiz tarafına topladım. 250 öğrencimiz vardı. 250 ilkokul çocuğuna ve öğretmenlerine kurşun yağıyordu. Okulun camları birer ikişer büyük bir gürültüyle düşmeye başladı. Evlerinin yandığını gören öğrencilerimizi susturmak çok zordu. Öğrencilerimizin annelerinden evleri yakın olanlardan on kişi, kurşunların altında yalınayak koşarak okula girdiler. Ağlıyorlardı, üstleri başları perişandı. Öğrenciler acıkmışlardı. Çay için aldığımız kesme şeker vardı, onları verdim. O gece okulda sabahladık. Bir ilçenin yakılışını gözlerimizle gördük. Gözbebeklerimize vahşetin pervasızlığı geldi, oturdu. Devletin, halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla görevlendirdiği bazı yetkililerin, halkın canını, malını cayır cayır yaktıklarına tanık olduk.” 

RÜTBELERİNİ SÖKMÜŞ SUBAYLAR

Bir yolunu bularak öğrencileri ile birlikte okuldan çıkıp yaşadıkları evlere gittiklerini söyleyen Cantekin, “Eve varalı birkaç dakika olmuştu ki, kapımız çalındı. Rütbelerini sökmüş dört subay, hızla içeri daldı. Öğretmen olduğumu söyledim. Kimliğimi istediler, verdim. Nüfusum Mersin diye, ayrılmadan önce de bir uyarıda bulundular. ‘Arkamızdan bir ekip geliyor. Evleri yakıyorlar. Kapının hemen arkasında bekle. Kapıyı açar açmaz öğretmen olduğunu, Mersinli olduğunu söyle. Hemen kimliğini uzat’ dediler. Onlar çıktıktan sonra 7 kişilik bir ekip geldi. Bunlar da rütbelerini sökmüş subaylardı, öğretmen olduğumu söyleyip kimliğimi verdim. Mersinli olduğumu ekledim. Evde arama yaptılar. Potinleri ile halılara bastıkları için özür dileyip gittiler” diye belirtti.

HÜSEYİN’İ VURMUŞLAR 

Katliamın üçüncü gününde Lice’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Korumaya çalıştığı öğrencilerinden bazılarının yaşanan olaylarda öldürüldüğü haberini alan Cantekin, özellikle Hüseyin’in yıllarca kendisine bakan gözlerini unutamaz. 

Cantekin, “Yanan bir ilçeden geriye hala yükselen dumanlar görülürken, yanık kokusu ise tüm ilçeyi sarmış durumda idi. Bir öğrencim kapıma geldi; ‘Hüseyin ölmüş’ dedi. Yasağa rağmen cenazelerin toplandığı camiye gittim. Hüseyin ve iki kardeşi ölmüştü. Hüseyin okuldan kaçarak eve gitmiş. Ev taburun karşısındaydı. Eve top mermisi atmışlar. Top mermisi beton duvarı yıkmış. Hüseyin’in sarılı olduğu battaniyeyi yavaşça açtım. Hüseyin’in kalbine değen şarapnel parçası, küçücük kalbini parçalayıp dışarı atmıştı. Hüseyin sanki o kanlı battaniyenin içinde sorular soruyordu. Camide 10 ceset daha saydım. Kanlı bedenleri ile upuzun yatıyorlardı. Hayatımda böyle vahşet görmemiştim” ifadesinde bulundu. 

Olaydan hemen sonra Lice’den ayrılmayı düşünen Cantekin, 1996 yılında Mersin’e tayini çıkıncaya kadar ilçede kalmaya devam eder. Tanıklıkları ve biriktirdiklerini “Lice, Vahşeti Gördüm” kitabında toplayan Cantekin, “O yangın hiç sönmedi” dediği Lice’ye dair yine 44 şiir ve 66 yazı kaleme aldı.

‘NAZİ KAMPI GİBİYDİ’

Bir diğer tanık ise o yıllarda 13 yaşında olan ortaokul öğrencisi Şiyar Kaymaz. Okuduğu okulda yaklaşık 450 öğrenci olduklarını belirten Kaymaz, okulda mahsur kalan öğrencilerin evlerinin nasıl yandıklarına tanık olduklarını dile getirdi.

Yaşananların hala hafızasında canlı olduğunu söyleyen Kaymaz, “O olay hep gözümün önünde. Unutamadığım, arkadaşlarımın evinin okulun yanında olması ve evlerinin yandığını gören arkadaşlarımın ailelerinin evde olduğunu düşünmeleri ve çığlıklarıydı. Biz olay esnasında okuldaydık, benim bulunduğum okulda ölen olmadı ama yararlananlar oldu. Öğretmenlerimiz o gün bizi çok iyi bir şekilde güvenlik çemberine almışlardı. Okul ve çevresi bombalanıyordu, öğretmenlerimiz bizi bodrumda saklıyordu” dedi.  

Kaymaz, ilçe sakinleri olarak askerlerce toplandıkları alanda yaşananlara dair ise “Nazi Kampı” benzetmesinde bulundu.

FAİLLER YARGILANMADAN...

O gün yaşadıkları korkunun ilçe sakinleri olarak hayatlarında travmalara neden olduğunu ifade eden Kaymaz, şunları ekledi: “Yaşadığımız bu travmayı atlatmanın tek yolu faillerin cezalandırılması. Türkiye kamuoyuna doğruları aktarmak için ciddi çalışmalar yürüttük. Dava şuan Yargıtay’da. Hep şu soru takılıyor aklıma, acaba bir daha yaşanacak mı? Çocuklarım veya gelecek nesiller böyle bir olay ile karşılaşacaklar mı? Bugün göründüğü kadarıyla yaşanılan olayın tekrarlanma olasılığı çok yüksek.” 

Kaymaz son olarak Lice katliamına ilişkin açılan davanın sonuna kadar takipçisi olacaklarını kaydetti.  

Mezopotamya Ajansı / Arjin Dilek Öncel - Fethi Balaman