Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu’ndan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ve Kobanê Davası avukatları, basın toplantısı düzenledi. Bir otelde düzenlenen toplantıya Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Şube Eşbaşkanı Şevin Kaya, Figen Yüksekdağ’ın avukatı Ruken Gülağacı, Sebahat Tuncel’in avukatı Cemile Turhalı Balsak, Selahattin Demirtaş’ın avukatlarından Cahit Kırkazak, Diyarbakır eski Baro Başkanı Cihan Aydın ve avukat Veysi Eksik katıldı. 

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, “Bildiğiniz üzere dün kamuoyunda Kobanê Davası olarak bilinen davanın duruşması vardı. Sizler de yargılamayı başından sonuna kadar takip ettiniz ve bu Türkiye yargı tarihine bir utanç yargılaması olarak geçti. Bunca yıllık meslek hayatımızda karşılaşmadığımız bir mahkeme yönetim biçimiyle karşılaşmış olduk” dedi. Dede, mahkeme salonunda karşılaşılan tablonun sinyallerinin duruşması öncesi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un sosyal medya hesaplarından yaptıkları açıklama ve paylaşımlarından geldiğine dikkati çekti. 

ENGELLEME DIŞARIDA BAŞLADI

“İktidar yetkilerinin attıkları tweet ve verdikleri beyanları ile yargıyı etkileme suçunu çok açık bir şekilde işlediklerine tanık olduk” diyen Dede, şöyle devam etti: “Sabahında duruşma salonda bir ay önce yapılan duruşmada üslubu ve duruşuyla oldukça nezaketli, naif ve savunma hakkını oldukça gözeten bir hakim varken gece atılan tweetler sonrasında ertesi günkü yargılamada bambaşka bir hakimle karşılaştık. Aynı hakim çok sert ve alaycı bir üslupla hareket etti. Sizler de tanık oldunuz bu tutum duruşma salonu dışında başlamıştı. Eş Genel Başkanlarımızın yapmak istedikleri basın açıklaması sizlerin önüne önce polis ve kalkanların sonra da polis minibüslerinin dizilmesi ve polis araçlarının siren seslerinin açılmasıyla engellendi. Ancak birkaç dakika sonra hükümete yakın kişilerce yapılan basın açıklaması hiçbir engellemeye ile karşılaşmadı.”

SAVUNMA GÖRMEZDEN GELİNDİ

Salon dışında karşılaşılan tablonun içeride de devam ettiğini vurgulayan Dede, “Sizin de tanık olduğunuz tablo mahkeme içinde de devam etti. Aldıkları talimat doğrultusunda mahkeme başkanı ve heyeti yargılamanın savunma ayağını görmezden gelen, hiçleştiren bir tutum takındı. Yaşanan bu vahim duruşmada nelerin olduğunu nelerin olduğuna ilişkin hem hukuki ve hem de siyasi anlamda bu basın toplantısın yapma gereği hissettik. Avukatlarımız ile birlikte duruşmada yaşananları olabildiğince net ve ayrıntılı bir biçimde aktarmaya çalışacağız” diye konuştu. 

‘SALDIRGAN BİR TUTUM VARDI’

Duruşma salonunda yaşananlara dair söz alan avukat Cahit Kırkazak, “Dün mahkeme salonunda gördüğümüz şey son dönemlerdeki tek lider anlayışının en somut halini gördük. Mahkeme savunmayı ve arkadaşlarımızı dikkate almadan bir süreç işletti. Olağanüstü bir güvenlik önlemi vardı. Provoke edici ve saldırgan bir tutum vardı. Mahkeme salonunda avukat sıralarında kolluk güçleri oturmuştu. Avukat dayanışması vardı. Meslektaşlarımız salona alınmadı. Mahkeme heyeti geç geldi, güvenliğe ilişkin söz hakkı olmadığını belirtti. Buranın bir askeri kışla, emniyet binası olmadığını, savunma kürsüsünün sağlanması ve kolluğun çıkarılmasını talep ettik. Mahkeme başkanının bize karşı bir tutumu vardı. Bir ay önceki mahkeme başkanından eser kalmamıştı. Mahkeme başkanı güvensizliğini bize gösterdi” ifadelerinde bulundu. 

Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) gereği duruşma da hazır bulunması gereken kişiler gelmeden duruşmaya başlanamayacağını mahkeme heyetine söylediklerini anlatan Kırkazak, “Mahkeme başkanı bizi ısrarla dinlemedi ve bize sırtını dönmeyi esas aldı. Meslektaşlarımız gelmezse salonu terk edeceğimizi söyledik. Mahkeme başkanı ise bize ‘kapı açık’ diyerek, kapıyı gösterdi. Bu tür davaların siyasi olduğunu söylemekle birlikte kaba bir iktidar müdahalesi gördük. Salonda bulunan arkadaşlarımızın hangisinin müdafi olduğunu tespit etmemiştik” ifadelerinde bulundu.

Kırkazak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Avukatların her aşamada yargılananlarla temasta olması gerekirken biz ve salonda bulunan arkadaşlarımız arasında iki sıra halinde kolluk dizilmişti. Polis ve askerlerden oluşan iki sıra vardı. Bu müdafilerin yerini daralttığı gibi yargılama öznesi olanlarla iletişimizi de engelleniyordu. Yargılamaların bu şekilde yapılmasına avukatlar olarak alet olmak istemedik. Mahkeme başkanı gerçeğe aykırı bir tutanak tutarak; çıktığımız aşamada şöyle bir beyan geçti, ‘bir kısım sanık müdafilerinin salonu protesto ederek terk ettiğini’ yazdı. Biz ısrarla salonu neden terk ettiğimizi belirttik. Bizimle iletişimi kurup nezaket tutumu dışında bir tutum takındı. 

ÇARPITMAYA ALET OLMAMAK İÇİN ÇIKTIK

Müvekkillerimiz avukatlarının bulunmasının yargılanma hakları olduğunu avukatlar olmadan beyanda bulunmayacağı belirtilmesine rağmen, zorla ifadeleri alındı. Bazı arkadaşlarımız da salonu terk etmek zorunda kaldı. Mahkeme başkanı zorla yerlerine oturtup onları bir bakıma rehin alma şeklinde, mahkeme başkanı almış olduğu motivasyondan dolayı beyanlarını kayda geçirmedi, vermedikleri beyanlar verilmiş gibi kayda geçirildi. Ne beyanları tutanağa geçirdi. SEGBİS ile katılanlar onlar da mahkeme başkanı sesini kıstığı için onları da söz vermedi. Avukatlar olarak orada bu çarpıtmanın parçası olmamak için salonu terk ettik.” 

‘TÜRK TİPİ MAHKEME VARDI’

Duruşma salonunda yaşananların devamına ilişkin söz alan avukat Veysi Eski ise şunları dile getirdi: “Dün Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin yaratmış olduğu Türk Tipi Mahkeme sistemi ile karşı karşıya kaldık. Absürt, nerden tutarsanız tutarsız bir mahkeme başkanı ve heyeti karşımızdaydı. Bizler salonu terk ettikten sonra mahkeme başkanı sürekli bir şekilde içerideki yargılanan arkadaşlarımıza ‘avukatlarımız olmadan biz yargılamaya devam etmeyeceğiz’ dediğinde ‘Buyurun kapı açık avukatlarınız gelsin’ şeklinde nezaketsiz bir üslup takındığını duyduk. Bunun üzerine dışarıda avukat arkadaşlarla yaptığımız değerlendirmede; ‘Mademki kapı açık hep birlikte duruşma salonuna girelim ve arkadaşlarımızı savunalım’ diye karar aldık ve dışarıda kalan arkadaşlarımızla birlikte içeriye girdik. Yaptığımız değerlendirmede arkadaşlarımız savunmak için içeri girdik. İçeriye girerken yine kapıda bulunan güvenlik görevlileri içerinin 50 müdafi ile sınırlandırıldığını söylediler. Bunu üzerine meslektaşlarımız kapıda güvenlik görevlileri ile arbede yaşayarak içeri girdi.” 

Mahkeme başkanının dün duruşma boyunca CMK’yi çok iyi bildiğine dair sözler sarf ettiğini hatırlatan Eski, “Asla CMK’yi uygulamamıştır. Mahkeme düzenini mahkeme başkanı veya hakim sağlar, fakat mahkeme düzenine ilişkin taraflardan birinin kabul edilemeyecek bir duruma dair yaptığı itirazı mahkeme derhal tutanağa geçirip değerlendirmeye alma zorunluluğu CMK 192’de düzenlenmiştir. Ancak mahkeme başkanı meslektaşımızın mahkeme düzenine ilişkin söz talebini kabul etmeyerek, ‘mahkeme düzenine ilişkin size söz vermeyeceğim’ diyerek, CMK’yi açıkça ihlal etmiştir. Hukuk birinci sınıfta bile olmayacak bir teori yarattı ve ona göre devam edeceğini söyledi. Mahkeme başkanı mahkeme düzenini esasen kendisini sağlamadığının fakındaydı. Görmüş olduğum kadarıyla düzen ve mahkemenin usule uygun yürütülmesi noktasında mahkemenin olması noktasında bir talimat almış gibiydi. Avukatların sözleri kesildi, buna rağmen kimlik tespitlerine devam edilerek, ‘Sizlere asla söz vermeyeceğim, kimlik tespitlerine devam edip, iddianameyi bugün okuyacağım’ diyen net bir heyet vardı karşımızda” diye belirtti. 

‘MEŞRU BİR YARGILAMA OLMADIĞI AÇIK’

Tutuklu siyasetçi Sebahat Tuncel’in avukatı Cemile Turhalı Balsak da öğleden sonra yaşanan duruma ilişkin söz aldı. Yargılamanın özel, olağanüstü bir yargılama olduğunu dün bir kez daha gördüklerini dile getiren Balsak, şunları söyledi: “Çünkü bu yargılamanın bir kere yürütüldüğü yer, seçilen yerin bir kışlada olması yargılamaya özel yapan nedenlerden bir tanesi. Yine HSK taraftan bu heyet özel olarak atandı. Yargılamayı özel yapan bir nedendir. Özel yargılamaların da tarihte pek çok örneği vardır. Bu yargılamaların özel ajandası da vardır. Bu özel ajandanın bu yargılama açısından ifşa olması için mahkemenin özel bir refleksi vardı avukatlara ve seçilmişlere siyasetçiler. Ciddi bir yaklaşımı bir tutumu vardı. Açık bir şekilde bizlerin söz alma talepleri reddedildi. Mahkemenin kendi ceza kanunların uygulanmadığı görmüş olduk. Heyetin reddi talebi taraflardan gelmişse yargılamanın meşruiyeti kalmaz, yargılamaya devam edilemez. Yargılamanın durma sebebidir. Esasa dair bir işlem yapılamaz ve yapacağınız yargılama korsan bir yargılama dönüşür. Bunun hiçbir şekilde meşruiyeti kalmaz. Usul kanunlarının hiçe sayıldığı bir yöntemle duruşma görülmeye çalışıldı. Mahkemenin bu tutumu, bu kararla meşru bir yargılama yapmadığı çok açık.” 

‘KARŞIMIZDA DEVLET VAR’

Söz alan eski Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın, laboratuvar ortamında hazırlanmış bir iddianame ve gerçeğin çarpıtıldığı bir dava ile karşı karşıya kaldıklarını ifade etti. Dava kapsamında devletin tüm kurumlarının müdahil olduğunu da kaydeden Aydın, şunları ifade etti: “Karşımızda 3 kişilik bir mahkeme heyeti yok. Devlet mekanizmasının kendisi var. Bu davada savunma hakkı yerle bir edildi. Savunma görmezden gelindi ve susturuldu. Ortaçağ kara Avrupası’nda sıklıkla yaşanan Engizisyon Mahkemesi olarak bildiğimiz iddia savunma ve karar yetkisinin tek bir kişide toplandığı ve bu kişi mahkemenin başkanın idi. Hem iddia hem savunma ve genel olarak mahkeme yetkisi bir tekelde toplanmış durumda. Bunun alametlerini hep birlikte gördük. Neredeyse 500 yıl öncesine dönen bir yargılama pratiği ile karşı karşıyayız.” 

Duruşmada yaşanan uygulamanın “1933 ve 40 yılları arasında Almanya'daki 'önlem devleti' uygulamasını” hatırlattığına vurgu yapan Aydın, “Önlem devleti, hatırlarsanız hangi mesele ve konuların mahkeme edileceği ve nasıl karar verileceği öne süren bir tez vardı. Bu tezin de tipik bir örneğini yaşadık dün. Savunma tümüyle mahkeme dışına itildi. Savunma susturuldu. Mahkeme başkanının parmağının altındaki mikrofonlarla her söz alışımız engellendi ve mahkeme salonunun dışına çıkmak zorunda kaldık. Savunma makamını salonda görmek istemeyen bir yargılama pratiğine tanıklık ettik” dedi. 

‘ER YA DA GEÇ BU BORÇ ÖDENECEK’

Dün yapılan uygulamaları kabul etmeyeceklerini de sözlerine ekleyen Aydın, sonuna kadar direnecekleri mesajını verdi. Tüm yasal dayanaklarla hukuksuzluğa karşı direneceklerini belirten Aydın, sözlerini şöyle tamamladı: “Bizim derdimizi avukatlar olarak bu davada vekiller ve avukatların sesi kısılmadan bir yargılama yapılması. Ama dün bunun tersine şahitlik ettik maalesef. Israrlı bir şekilde bu mikrofonlar bizlere ve müvekkillerimize kapatıldı. Bundan sonra ne olacağı konusunu elbette sizler de merak ediyorsunuz, bizler de merak ediyoruz. Kendi doğal seyri içinde yürüyen bir yargılamaya dün tanıklık etmedik. Ulusal mevzuatı pozitif hukuku bile hiçe sayan, kendince hukuk oluşturmaya çalışan bir yargılama pratiği ile karşılaştık. Bizim 3 Mayıs’ta beklediğimiz, eğer gerçek anlamda bir yargılama olacaksa bizlerin ve müvekkillerimizin seslerini kısılmaması. İstedikleri zaman söz söyleme savunmaya yapma ve argümanlarımızı hem mahkeme hem de kamuoyu ile paylaşmak konusunda mahkemeden bir adım bekliyoruz. Doğru olan budur. Eğer bu şekilde bir yargılama olacaksa biz duruşma salonundaki ısrarlı tavrımızı her halükarda sürdüreceğiz. Bundan sonrası içinde çaba harcayacağız. Mahkemenin kanunsuzluk konusundaki ısrarı devam ederse biz de meslektaşlarımızla ve müvekkillerimizle konuşup karamızı sizinle paylaşacağız. Güzel bir söz var; söylenen her yalanla gerçeğe borçlanırız. Er ya da geç bu borç ödenecek.” 

‘BİZ DE KARANLIKTA SAVAŞIRIZ’

Toplantının kapanışında yeniden söz alan HDP Eş Genel Başkanı Ümit Dede, şunları belirtti: “Sizin ve yabancı heyetlerin ve STK’lerin ve baroların takip ettiği üzere akıl almaz bir yargılama pratiğiyle dün karşı karşıya geldik. Elbette Türkiye'de yargı hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız, tarafsız bir konumda olmadı. İstiklal mahkemelerinden, sıkı yöntem mahkemelerine, DGM’lerden ve özel mahkemelere kadar devam eden bir hukuksuzluk olarak devletin kendine muhalif olan kesimlerini cezalandırma pratiği ile yüz yüze idik. Dün yapılan bir günlük duruşmada tüm bu yargılama süreçlerini aşan hiçbir hukuku tanımayan şekli olarak dahi mahkemenin adil bir yargılama yapıyormuş bir görüntü verme ihtiyacı bile duymayan pervasız bir yargı gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Rivayet edilir ki dönemin en donanımlı Pers ordusu Sparta işgal etmek için harekete geçmiş ve 300 Spartalı yurttaşlarını korumak için cesaretle savaşırız. 300 Spartalının cesaretini kırmak üzere gönderilen bir elçi ‘Pers ordusu o kadar kalabalık ki aynı anda ok attıklarında güneşi kapatıyorlar ve yeryüzü kapkaranlık oluyor’ diyorlar. Spartalı savaşçıların cevabı ‘biz de karanlıkta savaşırız’ oluyoruz. Biz de karanlıkta savaşırız. Türk yargı sistemini zifiri karanlığa büründüğü bu günlerde karanlıkta da savaşacak deneyimimiz cesaretimiz ve argümanlarımız var. Bundan sonraki yargılama sefahatine de elbette dostlarımızın meslektaşlarımızın ve STK'lerin desteğini alarak karanlıkta da bir adalet mücadelesi verebileceğimizi biliyoruz. Buna inanıyoruz.”